6 Mayıs 2007 Pazar

BAKARA SÜRESİ 2.KISIM(MEVDUDİ)

46. İblis, sözlükte çok aşırı meyus olan, ümitsiz anlamına gelir. Aynı zamanda Allah'a isyan eden, insan soyuna boyun eğmenin sembolik göstergesi olarak Hz. Adem'e (a.s.) secde etmeyi reddeden ve Kıyamet gününe kadar insanları saptırmak için Allah'tan mühlet isteyen cine verilen addır. Bu cine şeytan da denir. O sadece kötü ve soyut bir güç değil, insan gibi belli bir kişiliğe sahip bir varlıktır. Genelde bilindiği gibi o bir melek değil, melekler gibi özel bir tür olan cinlerden biriydi. (Bkz. Kehf: 50.)

47. Arapça metinden anlaşıldığına göre İblis, Hz. Adem'in (a.s.) önünde secde etmeyi reddeden tek cin değildi, bir grup cin daha bunu reddetmişti. İblis'in adı, isyanı ilk başlatan o olduğu için anılmaktadır.

48. Bu, Adem ve Havva'nın, halife olarak tayin edildikleri yeryüzüne gönderilmelerinden önce eğilimlerinin denenmesi için "Cennet"te tutulduklarını gösterir. Denenmeleri için bir ağaç seçilmiş ve ona yaklaşmaları bile yasaklanmıştı. Bu yasağı çiğnediklerinde, Allah katında zalimlerden sayılacakları konusunda da uyarılmışlardı.

Bu imtihan için Cennet en uygun yerdi; çünkü bu şekilde insana, Allah'ın halifesinin asıl uygun olan yerin Cennet olduğu, fakat şeytanın aldatıcı sözlerine inanırsa Cennet'ten mahrum olacağı gösterilmiş olacaktı. Cennet'i tekrar kazanmanın tek yolu ise, insanı her an saptırmak için fırsat kollayan düşmana karşı başarı kazanmaktı.

Ağacın adı ve özelliği Kur'an'da belirtilmemiştir; çünkü ağacın özünde kötü bir özellik yoktu. O sadece imtihan amacıyla seçilmişti.

49. Arapça zalim kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm "bir hak veya görevi ihlâl etmek"tir. Zalim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir. Allah'a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir: İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah'ın haklarına tecavüz etmiştir. Daha sonra isyanına alet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah'ın dileği doğrultusunda kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak kendi haklarına tecavüz etmiş olur; çünkü, kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek suretiyle Allah'ın azabına uğradığında da, kendi kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur'an, günahı, birçok yerde zulüm olarak niteler.

50. Yani, "Şeytan insanın düşmanı, insan da şeytanın düşmanı olacaktır." Şeytan'ın, insanı Allah'ın yolundan saptırıp felâkete sürüklemek istemesi, onun, insanın en büyük düşmanı olduğunu gösterir. Diğer taraftan insanın insanlığı, ona, şeytanla savaşmasını söyler. Fakat ne yazık ki insan şeytanın yalanlarına o denli kapılır ki, onu dost edinmeye başlar. Fakat bu, onların karşılıklı düşmanlığının dostluğa dönüştüğü anlamına gelmez. Bu sadece insanın düşmanı tarafından kandırıldığı ve kendi önüne atılan tuzağa yakalandığı anlamına gelir.

37 Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. (Allah da) Bunun üzerine tevbesini kabul etti.51 Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.52

38 Dedik ki: "Oradan tümünüz inin.53 Artık, ne zaman size benden bir hidayet gelir de, kim benim hidayetime uyarsa, onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzun olacaklardır."

AÇIKLAMA Ayet no: 37-38

51. Hz. Adem (a.s.) bu günahına pişman olup Allah'a yönelerek tövbe etmek istediğinde, Allah'tan bağışlanma dilemek için uygun kelimeler bulamadı. Allah da, pişman olduğu için ona acıdı ve ona gerekli sözleri öğretti.

Arapça tövbe kelimesi "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. İnsana uygulandığında, onun isyandan itaate döndüğü anlamına gelir. Allah'a atfedildiğinde, O'nun kuluna yönelip affettiği anlamına gelir.

52. Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar:

Senin için hiçbir ümit yok, sonsuza dek suçlusun, geçmişte yaptıklarının cezasını çekeceksin. Bunun aksine Kur'an şöyle der: "Bir günahı cezalandırmak veya fazileti mükâfatlandırmak tamamen Allah'ın elindedir. Eğer iyi bir işten ötürü mükâfatlandırılmışsanız, bu sizin iyi davranışınızın doğal bir sonucu değil, aksine Allah'ın lütfudur. O mükâfatlandırıp, mükâfatlandırmama konusunda son söze sahiptir. Aynı şekilde bir günahtan ötürü cezalandırılmışsanız, bu, günahınızın kaçınılmaz bir sonucu değildir. Çünkü Allah, cezalandırmaya veya affetmeye kâdirdir. Elbette Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah bu kudretini gelişigüzel kullanmaz; bilâkis, kişinin niyetini gözönünde bulundurur. Eğer iyi bir davranışı mükâfatlandırırsa, ancak kulunun iyi amelleri, kendi rızasını kazanmak için işlediğini gördüğünde mükâfatlandırır. Ve eğer görünürde iyi olan bir davranışı reddederse, onun samimi olmadığını bildiği için reddeder. Aynı şekilde, bir suçu isyan amacıyla işledikten sonra, pişmanlık yerine daha çok suç işleme isteği doğuran bir suçu cezalandırır. Bunun yanısıra kullarının içtenlikle pişman olduğu ve artık daha iyi ameller işlemeye karar verdikleri günahlarını affeder ve rahmetini gösterir. O halde günahların sonucunun kaçınılmaz olduğunu savunan görüşü reddetmek, günahkârların düzelmesi için yeni ümit kapılarını açmaktadır. Günahlarını (bir rahip önünde değil, Rableri önünde) itiraf edip, isyanlarından utanç duydukları, isyankâr tutumlarını bırakıp itaatkâr bir tavır takındıkları sürece en büyük günahkârlar ve en azılı kâfirler bile Allah'ın bağışlamasından ümit kesmemelidirler.

53. Bağışlama olayından sonra bu emrin tekrarlanması çok önemlidir. Bir önceki ayette Hz. Adem'in (a.s.) tövbe ettiği ve Allah'ın da onun tövbesini kabul ettiği bildirilmişti. Bu şekilde sadece Hz. Adem (a.s.) itaatsizlik günahından arınmış olmakla kalmıyor; daha sonra onun neslinden gelecek olanlar da bu günahın etkilerinden korunmuş oluyordu. O halde Hz. Adem'in (a.s.) ve onun soyundan gelenlerin günahlarına kefaret olmak üzere Allah'ın "Biricik Oğlu"nu (!) çarmıha germesi gerekmiyordu. Aksine Allah sadece onun tövbesini kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda onu çocuklarına doğru yolu göstermesi için peygamber tayin etmişti.

"Oradan inin" emrinin tekrarlanması, Hz. Adem'in (a.s.) yaratılış gayesinin onun yeryüzünde halife tayin edilmesi olduğunu gösterir. O, sadece denenmek ve imtihan edilmek amacıyla Cennet'te tutulmuştu. (Bkz. An: 48) Bu nedenle tövbesinin kabul edilmesinden sonra Cennet'te kalmasına izin verilmemiştir. Hz. Adem (a.s.), dünyaya bir ceza olarak gönderilmemiş, yaratılış amacı nedeniyle gönderilmiştir.

39 "Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise;54 onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır."55

40 Ey İsrailoğulları,56 size bağışladığım nimetimi anın ve ahdime bağlı kalın, ki ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun.

AÇIKLAMA Ayet no: 39-40

54. Burada "vahiy" olarak tercüme edilen Arapça âyât kelimesi, sözlükte "işaret" veya bir şeyi belirten "sembol" anlamlarına gelen ayetin çoğuludur. Kur'an bu kelimeyi dört farklı anlamda kullanmıştır. Bazı yerlerde, sadece işaret veya sembol anlamına gelir. Bazı yerlerde tabiat hadiseleri, Allah'ın ayetleri olarak nitelenmiştir; çünkü, her hadise bu perdenin altında gizlenen Hakk'a işaret eder. Peygamberlere verilen mucizelere de ayet denir; çünkü bu ayetler, onların Alemlerin Rabbinin elçileri olduklarını gösterirler. Bazı yerlerde Kitab'ın bölümleri de ayet olarak nitelenir; çünkü bunlar, sadece Hakk'a ve Gerçeğe değil, Kitab'ın Sahibi'ne de işaret ederler. Sadece Kitab'ın konusu değil, kelimeleri, ifade tarzı ve üslûbu da O'nun sahibine işaret eder. Belli bir yerde kullanılan âyât kelimesinin hangi anlamı kasdettiği, konunun gelişine göre açığa çıkar.

55. Hidayetle ilgili 38-39. ayetlerde yer alan Allah'ın kanunu, insanın yaratılışından beri yürürlüktedir ve Kıyamet'e kadar sürecektir. Bakara 27'de ise ahid diye nitelenir. Bundan amaç, insanı kendi kendine yeni bir hayat tarzı icat etmemesi ve Rabbinden gelen Hidayet'e uyması için uyarmaktır; çünkü o, Allah'ın kulu ve halifesidir. Bunu bilmenin ise iki yolu vardır: Ya kişi doğrudan Allah'tan vahiy alır, ya da vahyi kendisine vahyolunan bir başka kişiden öğrenir.

Bu nedenle, bundan başka her yol yanlış olduğu kadar isyan anlamına da gelir ve kişiyi ebedî azaba sürükler. İnsanın yaratılış kıssası Kur'an'da altı farklı yerde daha anlatılmıştır: A'raf: 11-25, Hicr: 26-48, İsra: 60-65, Kehf: 50, Tâ-Hâ: 116-123, Sad: 71-85.

Aynı hikâyeyi Eski Ahid'den okumak da faydalı olacaktır. (Tekvin: 1-3). Kur'an ile Kitab-ı Mukaddes'in bu konuyu ele alışları karşılaştırıldığında, Kur'an'ın saf, orijinal ve Allah'tan vahyolunduğu şekilde kaldığı, Kitab-ı Mukaddes'in ise değiştirildiği hemen anlaşılır.

Burada, Kur'an'da, meleklerle Allah arasında geçen karşılıklı konuşma ile, Talmud'da geçen konuşmayı karşılaştırmak da ilginç olacaktır. Talmud'daki bu bölüm sadece ruhsal değerlerden yoksun değil, aynı zamanda saçmadır. Talmud'a göre melekler Allah'a niçin insanı yaratacağını sorduklarında, Allah yeryüzünde iyi insanlar doğacağı için bunu yaptığı cevabını verir. Güya Allah, meleklerin insanın yaratılması için verdikleri izinden (!) vazgeçmemesi için kötü insanların dünyaya geleceğini onlara bildirmemiştir.

56. "İsrail" Allah'ın kulu anlamına gelir. Bu, Allah'ın Hz. İbrahim'in (a.s.) torunlarından ve Hz. İshak'ın (a.s.) oğullarından biri olan Hz. Yakub'a (a.s.) bahşettiği isimdi. Onun torunları İsrailoğulları adını aldı. 39. ayete kadar bu, bütün insanlara hitap eden bir girişti. 40. ayetten, 121. ayete kadar ise özellikle İsrailoğulları'na hitap eden bir bölüm yer alır. Bazı yerlerde Hıristiyanlara, Arap müşriklerine ve müslümanlara da hitap eder. Bu hitabı tam anlayabilmek için aşağıdaki noktaları gözönünde bulundurmak gerekir:

a) Bu bölüm, Hz. Muhammed'in (s.a.) yönelttiği daveti anlayıp kendilerini düzeltme imkânına sahip olan daha önceki peygamberlerin takipçilerini etkilemek ister. Bu nedenle Kur'an'ın mesajının daha önceki peygamberlerin getirdiği kitapların mesajıyla ve Hz. Muhammed'in (s.a.) görevinin de diğer peygamberlerle aynı olduğu belirtilir. Şöyle denmek istenir: "İlk önce mesajı pratikte uygulayıp, diğer insanları da onu kabule davet etme görevi size emanet edilmişti. Fakat siz bu görevi yerine getirmek bir yana, Hidayet'i arkanıza atıp bozulmaya başladınız. Halkınızın geçmişteki tarihi, sizin bugünkü ahlâkî ve dinî çöküşünüz, size karşı canlı bir şahittir. Şimdi Allah aynı mesaj ve aynı görevle birlikte başka bir kulunu gönderdi. Bunda size garip ve yabancı gelecek hiçbir şey yoktur. Bu nedenle Hakk'ı bile bile inkâr etmemelisiniz. Sizin için en hayırlı şey O'nu kabul etmek ve bir zamanlar size emanet edilen görevin aynısını yerine getirmeye çalışanlarla aynı safta olmaktır."

b) Bu bölüm aynı zamanda Yahudilerin hatalı durumlarına karşı çıkmayı ve onların dinî ve ahlâkî dejenerasyonlarını açıkça gözler önüne sermeyi amaçlar.

Bu nedenle onların İslâm'a karşı tutumlarının tamamen yanlış olduğunu ispatlar. Çünkü onlar, İslâm'ın temel ilkelerinin kendi dinlerinin temel ilkeleri ile aynı olduğunu, Kur'an'ın öğretilerinde, Tevrat'ın öğretilerinden farklı veya onlara ters düşen hiçbir nokta olmadığını bildikleri halde O'na karşı çıkıyorlardı. Bu bölüm onların kendilerine verilen hidayete uymadıklarını ve kendilerine emanet edilen liderlik görevini tam olarak yerine getiremediklerini de gösterir. Bunu ispatlamak için de inkâr edemeyecekleri olaylar nakledilir. Bununla birlikte bu hitap, onların Allah'tan geldiğini bildikleri halde Hz. Peygamber'in (s.a.) görevini baltalamak için yaptıkları planları, yaydıkları şüpheleri, geliştirdikleri çarpık iddiaları ve kurdukları tuzakları da açığa çıkarmaktadır. Samimiyet ve doğruluktan yoksun olan ve önyargı, inatçılık ve nefse tapmaktan kaynaklanan "dindarlık"larını da ortaya koyar. Onların fazilete kavuşmak istemediklerini de açıkça bildirir.

Bu vurgular istenilen etkiyi yaratmıştı: Yahudilerden iyi olanların gözlerini açmış ve dinî liderlerinin Medine ve çevresinde varolan manevî otoritelerini sona erdirmişti. Bunun yanısıra, kendileri gözler önüne serilince o denli dehşete kapılmışlardı ki, İslâm'a cesurca açıktan karşı çıkmamayı tercih etmeye başlamışlardı.

c) Bundan önceki ayetlerde bütün insanlık, Allah'tan gelen Hidayet'i kabule davet edilmişlerdi. Burada ise Hidayet'e tâbi olmamanın ne gibi sonuçlar doğurduğunu göstermek üzere İsrailoğulları'nın kıssası anlatılıyor. İsrailoğulları'nın bir örnek olarak ele alınmalarının nedeni, tarihlerinin son dört bin yılı boyunca dünyadaki bütün milletlere yaşayan bir örnek oluşturmalarıdır. Bu hikâyede ilâhî hidayete tâbi olmaları veya ayrılmalarına bağlı olarak yaşadıkları iniş ve çıkışlar gözlenebilir.

d) Hitap Yahudileri gözönüne almasına rağmen, önceki peygamberlerin ümmetlerinin düştüğü durumlara karşı müminleri de uyarmayı amaçlar. Bu nedenle bir taraftan Yahudilerin ahlâkî zayıflıklıkları, din hakkındaki yanlış kanaatleri, çarpık düşünce şekilleri ve bâtıl hayat tarzlarına teker teker değinilirken, diğer taraftan müslümanların hak yolu açıkça görüp, sapık yollardan sakınmaları için gerçek dinin ne olduğu gözler önüne serilmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.) ilâhî bir ilhamla müslümanların bu bölümde anlatılan yollardan teker teker geçeceklerini biliyordu. Bu nedenle, bir hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.) müminlerin Hidayet'ten ayrılıp önceki peygamberlerin ümmetlerinin, yani Hıristiyan ve Yahudilerin sapık yollarına adım adım uyacaklarını bildirmiştir. Ne yazık ki müminler bu uyarıyı gözönünde bulundurmamış ve bozulmaları sırasında aynı yollardan geçmişlerdir.

41 Yanınızda olan (Tevrat)ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değişmeyin.57 Ve yalnızca benden korkun.

42 Hakkı batıl ile örtmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.58

43 Namazı dosdoğru kılın, zekâtı59 verin ve rükû edenlerle siz de rükû edin.

44 Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?

AÇIKLAMA Ayet no: 41-44

57. Ayet, bu insanların Allah'ın kanununu bırakıp reddetmelerine neden olan dünyevî kazançlarına işaret eder. Bununla birlikte, onların vahyi (Hidayet) az bir kazanç karşılığı satmayıp, büyük kârlarla satmaları gerektiği anlamına gelmez. Çünkü Allah'ın hidayeti kendi bedeliyle satılacaksa, tüm dünyanın serveti bir araya getirilse bile hiçbir değer ifade etmez.

58. Bu ayeti anlayabilmek için Arapların genelde okuma-yazma bilmeyen ve eğitimden geçmemiş kişiler oldukları gözönünde bulundurulmalıdır.

Bunun aksine Yahudilerde eğitim daha yaygındı ve aralarında Arabistan dışında bile tanınan büyük bilginler vardı. Bu nedenle müşrik Araplar, Yahudilerin bilginleri karşısında saygı ile karışık korku duyuyorlardı. Bunda Yahudi bilginlerinin ve din adamlarının kendi bilgi ve dindarlıklarını sergilemelerinin, üstelik bunu üfürükçülük ve muskacılık yaparak desteklemelerinin de rolü vardı. Özellikle Medineliler, Yahudilerin bilgili oluşundan korkuyorlardı; çünkü, onlarla gece-gündüz ilişki içindeydiler. Bunun sonucu nasıl okuma-yazma bilmeyen insanlar, genelde daha çok eğitim görmüş, daha medenî ve dindar komşularından etkilenirse, Araplar da Yahudilerin etkisinde kalmışlardı.

Hz. Peygamber (s.a.), Allah'ın Rasûlü olduğunu ve kendisine uyulması gerektiğini ilân ettiği sırada Arabistan'ın durumu buydu. Doğal olarak Araplar bu meselenin çözümünde Yahudilerden yardım istediler ve: "Siz bir Kitab'a sahipsiniz ve bir peygamberin izleyicilerisiniz. Allah'ın Rasûlü olduğunu iddia eden bu adam hakkında ne dersiniz?" dediler. Fakat Yahudi alimleri bu soruya direkt ve doğru bir cevap veremezlerdi. Çünkü O'nun öğretilerinde hata bulamaz ve birden çok ilâh olduğunu söyleyemezlerdi. O'nun peygamberler, Allah'tan gelen kitaplar, melekler ve ahiret ile ilgili öğretilerinin yanlış olduğunu da söyleyemezler ve O'nun öğrettiği ahlâkı eleştiremezlerdi. Bununla birlikte ne Hz. Peygamber'in (s.a.) öğrettiklerini açıkça kabul etmeye hazırdılar, ne açıkça O'nu reddedecek cesarete sahiptiler, ne de Hakk'ı hemen kabul etmek gibi bir niyetleri vardı. Bu nedenle bu davete karşı gizli bir strateji takip ettiler. Hz. Peygamber (s.a.), O'na uyanlar ve yeni din hakkında şüphe üstüne şüphe uyandırdılar. Hz. Peygamber (s.a.) ve O'na uyanlar aleyhinde propaganda yapıp yanlış iddialarda bulundular ve onları anlamsız bir tartışma içinde oyalamak için lüzumsuz karşı çıkışlarda bulundular. Bu nedenle Yahudiler, Hakk'ı bâtıla karıştırıp gizlememeleri ve şüpheler yaratarak, saçma iddialarda bulunarak, bâtılla karıştırarak Hakk'ı saklamamaları konusunda uyarılıyorlar.

59. Namaz ve zekât her zaman vahyî dinlerin temel noktalarından birini oluşturmuştur. Diğer bütün peygamberler gibi İsrailoğulları'na gelen peygamberler de bunları emretmiş, fakat Yahudiler bunları unutmaya yüz tutmuşlardı. Namazı cemaatle ikâme etmeyi terketmişler ve çoğu tek başına kılmaya bile başlamıştı. Zekât vermek yerine faiz almaya başlamışlardı.

45 Sabır ve namazla yardım dileyin.60 Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.

46 Onlar, (mü'minler ise), hiç şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) hiç şüphesiz, O'na döneceklerini bilirler.61

47 Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere üstün kıldığımı anın.62

AÇIKLAMA Ayet no: 45-47

60. Yani "sabır ve namaz, Allah yolunda karşılaşılan güçlüklerin çözülmesine yardım edecektir." Arapça sabır kelimesinin sözlük anlamı "kontrol etme ve bağlama"dır. Fakat kullanımda, dayanmak, zorluklara göğüs germek anlamına gelir. Kur'an bu kelimeyi, kişinin vicdanına başvurarak seçtiği yolda karşılaştığı zorluklar, yıldırımlar karşısında cesaret ve dayanıklılıkla yürümesini sağlayan ahlâkî gücü, istikrarlı olma ve amaca ulaşma konusundaki direnci, ahlâkî disiplin ve kontrolü ifade etmek için kullanır.

61. Namaz ancak Allah'a asi olan ve Ahiret gününe inanmayan bir kimse için "zor"dur. Gönülden gelerek Allah'a itaat eden ve bir gün Allah'ın huzuruna döndürüleceğine inanan kimse için ise, namaz zevkli bir görevdir; hatta onun için, farz olan namazı terketmek zor bir iştir.

62. Burada İsrailoğulları'nın Allah'tan gelen Hakk'ı sahiplenen tek kavim oldukları, bu nedenle diğer insanlara önder olmakla ve bütün milletleri O'na boyun eğmeye ve Doğru Yol'a çağırmakla görevlendirildikleri dönem kastedilir.

48 Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korkup-sakının.63

49 Sizi, en dayanılmaz işkencelere uğrattıkarında,64 Firavun ailesinin65 elinden kurtardığımızı anın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlarken, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.66

50 Ve sizden dolayı denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun'un adamlarını -siz seyredip dururken- boğduğumuzu da hatırlayın.

51 Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik.67 Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş68 ve (böylece) zalimler olmuştunuz.

52 Bundan sonra belki şükredersiniz diye sizi bağışladık.

53 Ve (yine) hidayete erersiniz diye Musa'ya Kitabı ve Furkanı69 verdik.

AÇIKLAMA Ayet no: 48-53

63. Bu ayette İsrailoğulları, bozulmalarının asıl nedeni olan ahiret hakkındaki yanlış tasavvurlarına karşı uyarılıyorlar. Onlar, büyük peygamberlerin torunları oldukları için ebedî kurtuluşa ereceklerini sanıyorlardı. Bu nedenle de hak dini terketmişler ve günaha batmışlardı. Burada onlara kutsal ve değerli bir kişi ile olan ilişkileri ve onun şefaati sayesinde, yaptıkları kötü amellerin sonucundan kurtulamayacakları bildiriliyor. Bu nedenle onlara İsrailoğulları'na verilen nimet (ayet: 47) hatırlatıldıktan hemen sonra, kendilerinin de bu dünyada iken Ahiret'e inanmayan günahkâr insanlar gibi cezalandırılacakları haber veriliyor.

64. Burada değinilen olaylar Yahudiler tarafından çok iyi bilinmektedir. Bu nedenle, onların şükretmediklerini ve Allah'ın verdiği bütün nimetlere karşılık kötü ameller işlediklerini hatırlatmak üzere bu tarihî olaylara kısaca değiniliyor.

65. "Al-i Firavun", hem Firavun'un ailesinden olan kişileri, hem de Mısır'ın yönetici sınıfına mensup olan kimseleri ihtiva eder.

66. Bu, onlar için bir karakter imtihanıydı. Onların sıradan bir maden mi, yoksa saf altın mı olduklarının anlaşılması için ateşte denenmeleri gerekiyordu. Bunun yanısıra onlar, mucizevî kurtuluşlarından sonra Allah'a şükredip şükretmeyeceklerinin ortaya çıkması için de imtihana tâbi tutulmuşlardı.

67. İsrailoğulları Mısır'dan kaçıp Sina Yarımadasına girdiklerinde Allah, Hz. Musa'yı (a.s.) kendisine henüz esaretten kurtulan kavme rehberlik etmesi için emirler, tavsiyeler ve kanunlar vermek üzere kırk gün, kırk gece Tur'a davet etmişti. (Ayrıntılar için bkz. Çıkış, 24-31 bölümler.) Burada değinilen Tur'un Süveyş Kanalının doğusundaki Tur Limanı olmadığına da dikkat edilmelidir.

68. Buzağıya tapma, Kenan, Mısır ve çevre bölgelerde çok yaygındı. İsrailoğulları, bozulup Hz. Yusuf'un (a.s.) ölümünden sonra Kıp-tîlere esir olunca, yöneticilerinden bu kötü geleneği öğrendiler. Buzağıya tapma olayı Çıkış'ta (Exodus, 32) ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.

69. "Mi'yar" (kriter) ile hemen hemen eş anlamlı olan "Furkan" hak ve bâtılı birbirinden ayırmaya yarayan bir ölçü anlamına gelir. Burada ise kişinin yanlışla doğruyu, hak ile bâtılı birbirinden ayırmasına yarayan İslâmî kavrayış ve ilmi kasteder.

54 Musa, kavmine dedi: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün:70 bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır." Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

55 Ve (şöyle de) demiştiniz: "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız." Bunun üzerine siz bakınıp-dururken sizi yıldırım çarpmıştı.

56 Sonra (yine de) belki şükredersiniz diye, sizi ölümünüzden71 sonra dirilttik.

57 Bulutları üzerinize gölgelendirdik72 ve size kudret helvası ve bıldırcın73 indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin iyisinden yiyin (dedik). Onlar bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmettiler.

AÇIKLAMA Ayet no: 54-57

70. Günahkâr kimseler buzağıyı tanrı edinen ve ona tapanlar.

71. Hz. Musa (a.s.) kırk gün, kırk gece için Tur dağına gittiği zaman kendisine İsrailoğulları'nın yetmiş kabile reisini de beraber getirmesi söylenmişti. Allah, O'na Furkan'ı indirdi ve üzerinde insanların hidayeti için emirlerin yazılı olduğu taş levhalar verdi. Hz. Musa (a.s.) da bunları reislere sundu. Kur'an, o zaman aralarından bazılarının bu konuda şöyle dediklerini haber verir: "Sadece senin sözünle Allah'ın seninle konuştuğuna nasıl inanırız?" Allah onların bu küstahlığına çok kızdı ve onları cezalandırdı. Fakat Kitab-ı Mukaddes şöyle der:

"Ve Musa ile Harun, Nabad ve Abihu ve İsrail'in ihtiyarlarından 70 kişi çıktılar ve İsrail'in Allah'ını gördüler ve O'nun ayakları altında gök, yakuttan tuğla döşeme gibi aydınlandıkça asıl göğe benzer birşey vardı ve İsrailoğularının asilzadelerine dokunmadı ve Allah'ı gördüler ve yiyip içtiler." (Çıkış 24: 9-11)

"Yalvarırım, bana cemalini göster." Fakat, O şöyle cevap verir: "Sen benim yüzümü göremezsin, çünkü, kimse beni görüp de yaşayamaz." (Bkz. Çıkış 33: 18-23.)

72. İsrailoğulları, çok kalabalık bir halde Mısır'dan göç edip Sina Yarımadasına girdiklerinde, değil ev veya çadır, başlarını sokacak bir yerleri bile yoktu. O zaman Allah, onları güneşin yakıcı sıcağından korumak için bulutlar gönderdi. Eğer bulutlar onları gölgelemeseydi, çöl güneşinin yakıcı sıcağında kavrulup giderlerdi.

73. Menn ve Selva Allah'ın verimsiz arazide İsrailoğulları'nı doyurmak için verdiği nimetlerdi. Menn gökten çiğ damlası gibi dökülüyor, bıldırcına benzeyen Selva'nın ise binlercesi uçuyordu. Nimetler o denli boldu ki, İsrailoğulları'nın tümü kırk yıl boyunca açlık ve kıtlık çekmeksizin bu nimetlerle beslendiler. Bu bağlamda bugün zengin yeraltı kaynakları, iletişim ve ulaşım araçlarıyla çağdaş bir ülkenin birkaç milyon göçmeni barındırıp besleme konusunda zorluklarla karşılaşılacağı noktasına da dikkat edilmelidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Çıkış 16; 1: 7-9, 31-32; Yesu 5: 12, Sayılar 11: 7-9, 31-32.)

58 Ve (yine) hatırlayın, demiştik ki: "Şu şehre74 girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken75 'dileğimiz bağışlamandır' deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) artıracağız."

59 Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerine gökten iğrenç bir azab indirdik.

60 Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan oniki pınar fışkırmıştı,76 böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık (ve kışkırtıcılık) çıkarmayın.

61 Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa da) "Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?77 (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır." demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları78 ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi:79 (yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.

AÇIKLAMA Ayet no: 58-61

74. Şehrin adı henüz belirlenememiştir. Bu olay, İsrailoğulları, Sina Yarımadası ile Kuzey Arabistan arasında gezindiği sırada meydana geldiği için, büyük bir ihtimalle oralarda bir şehir olması gerekir. Ürdün'ün doğusunda, Erina şehrinin tam karşısında Şittim olması da muhtemeldir. Kitab-ı Mukaddes'e göre İsrailoğulları Hz. Musa'nın (a.s.) son yıllarında bu şehri fethettiler ve sefahete düştüler. Sonunda Allah onlara veba şeklinde bir azap gönderdi ve içlerinden yirmi dört bin kişi öldü. (Sayılar 25: 1-9)

75. Onlara, şehre barbar ve acımasız despotlar gibi değil, Hz. Muhamed'in (s.a.) Mekke'nin fethinde yaptığı gibi Allah'tan korkarak, boyun eğip alçak gönüllü bir şekilde girmeleri emredilmişti.

"Hıttatun" iki anlam çağrıştırır: "Şehre 1) Allah'tan günahlarınızın bağışlanmasını dileyerek, 2) Genel af ilân edip, yerlileri öldürmekten ve ganimet talan etmekten kaçınarak girin."

76. Bu kaya, bugün de, Sina Dağı yakınlarında üzerinde on iki deliğiyle görülebilir. İsrailoğulları'nın on iki kabilesi arasında su kavgalarının olmaması için kayadan on iki pınar fışkırtılmıştır.

77. Bu şu anlama gelmez: "Size nimet olarak verilen menn ve selva ile tatmin olmuyor ve yeri sabanla kazmak zorunda kalacağınız şeyler istiyorsunuz." Bilâkis, bu ayet şu anlama gelir: "Siz çölde kalmanızın nedeni olan büyük amacı -kalplerinizin temizlenmesi ve dünyanın önderleri olmaya hazırlanmanız- unutuyorsunuz. Bunun yerine arzularınızın tatmini peşinde koşuyorsunuz ve bunları bir müddet olsun terkedemiyorsunuz." (Karşılaştır bkz. Sayılar 11: 4-9)

78. Onlar vahyi çeşitli şekillerde reddettiler: a) Kendi fikir ve isteklerine aykırı olduğunda hiçbir şeyi vahiy olarak kabul etmediler. b) Allah'ın emirlerini çiğnediklerini bile bile, utanmazca O'nun emirlerinin aksini yaptılar. c) Kendi arzu ve isteklerine uydurmak için vahyin anlamlarını tevil edip değiştirdiler.

79. İsrailoğlulları'nın tarihi, kendi peygamberlerini öldürme olayları ile doludur. Burada Kitab-ı Mukaddes'ten birkaç örnek sunuyoruz:

1) Süleyman Peygamber'in ölümünden sonra İsrailoğulları ikiye bölündü: Merkezi Kudüs'te olan Yahuda Krallığı ve merkezi Samarra'da olan İsrail Krallığı. İki krallık çoğunlukla birbirleriyle savaş halinde olduğu için Yahuda Kralı Asa, Yahuda'ya saldıran İsrail Kralı Baasha'ya karşı Suriye Kralı Ben-Hadad'dan yardım istedi. O zaman Peygamber Hanani "Ezeli ve ebedi olan Allah" yerine Suriye kralına güvendiği için Kral Asa'yı suçladı. Asa, peygamberin bu tavsiyesine o kadar kızdı ki, onu bir hapishaneye kapattı. (II Tarihler, 16: 1-14)

2) İlyas Peygamber (a.s.) İsrailoğulları'nı Baal'e taptıkları için suçlayıp onlardan bir tek Allah'a ibadet etmelerini istediğinde, İsrailoğulları onun azılı düşmanları oldular. Samarra'nın kralı Ahad onu ölümle tehdit etti. Çünkü putperest karısı onu İlyas Peygamber'e (a.s.) karşı kışkırtıyordu. İlyas Peygamber (a.s.) hayatını kurtarmak için Sina Yarımadasının dağlarına sığındı. Bu korkulu günlerde şöyle dedi: "Ben Alemlerin Rabbi olan Allah'a şikâyetçiyim. Çünkü İsrailoğulları Sen'in ahdini bozdular, Sana kurban kesmeyi terkettiler; peygamberlerini kılıçla doğradılar ve sadece ben kaldım, şimdi de benim canımı almak için peşimde koşuyorlar. (I Krallar 19: 1-10).

3) Kral Ahab, hakkı söylediği için bir peygamberi daha, Mikaya'yı hapsetmiştir. "Ve İsrail'in kralı dedi ki, Mikaya'yı alın ve şehrin yöneticisi Amon'a götürün ve kralın oğlu Yaoş'a götürün ve kral şöyle buyurdu deyin: Bu adamı hapse atın. Onu ben affedinceye kadar elem ekmeği ve keder suyu ile besleyin." (I Krallar 22: 26-27)

4) Yahuda halkı açıkça putlara tapmaya ve Allah katında kötü olan şeyleri işlemeye başlayınca Zekeriya Peygamber (a.s.) bu kötülüklere karşı çıktı ve: "Neden Allah'ın emirlerini çiğniyorsunuz? Siz Allah'ı bıraktınız, O da sizi bıraktı" dedi. Halk ona karşı çıktı ve kralın emriyle onu kralın sarayında taşladılar. (II Tarihler 24: 20-21)

5) Samarra'daki İsrail devleti Asurlular tarafından yıkılıp Kudüs'teki Yahudi devleti de tehlikeye düşünce, peygamber Yeremya halkı uyarmaya ve bozulmalarının neden ve sonuçlarını onlara haber vermeye başladı. Ağladı ve şöyle dedi: "Yolunuzu düzeltin; yoksa, Samarra'dan daha büyük bir azapla karşılaşacaksınız." Buna cevap olarak Yahudiler, O'na küfrettiler, onu dövdüler ve hapsettiler. O'nu hainlikle suçladılar ve "Keldaniler hesabına çalışıyorsun" diye bağırdılar. O'nu tutuklayıp zindana kapattılar. Daha sonra onu çamurlara batırıp, açlıktan ölmesi için halatlarla bir yeraltı mahzenine indirdiler. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Yeremya 15: 10, 18: 20-23, 20: 1-18 ve 36-40).

6) "Ey Kudüs, gönderilen peygamberleri öldüren ve kendisine gönderilenleri taşlayan Kudüs!?" (Matta 23: 37).

7) Yahya Peygamber (a.s.) Yahuda kralı Herod'un sarayında açıkça işlenen ahlâksızlıkları görünce, bunlara karşı çıktı ve yakalanıp hapsedildi. Daha sonra ona kin besleyen, kralın karısı Herodias tarafından başı kesilmek üzere bir gardiyana teslim edildi. Adam gitti ve hapiste onun başını kesip, başını tabak içinde kralın karısına sundu. Böylece Allah'ın elçisi hiçbir neden yokken öldürülmüş oldu. (Markos 6: 17-29)

8) Yahudi alimlerinin ve sahiplerinin kötü düzenlemelerinin son kurbanı, onları iki yüzlülükleri ve günahları yüzünden azarlayan ve doğru yola gelmelerini tavsiye eden İsa Mesih'ti. Bu "suç"u nedeniyle O'na bir tuzak kurup öldürmeyi planladılar. O'nun on iki havarisinden biri olan Yahuda'yı (ihanet etmesi için para vererek) satın aldılar ve Hz. İsa'yı (a.s.) yakalamak ve başrahibin evine götürmek üzere, kılıçlar ve sopalarla büyük bir kalabalık gönderdiler. O'nu bağladıktan sonra götürüp Roma valisi Pontius Pilate'ye teslim ettiler. O'na ölüm cezası verdirebilmek için hakkında yalan deliller öne sürdüler. O kadar ileri gittiler ki, Pilate'den festivalde lütuf göstererek bir katil olan Barabbas'ı serbest bırakıp, Hz. İsa'yı (s.a.) çarmıha germelerini istediler. (Matta 27: 22-26)

Bu ayette, Kur'an İsrailoğulları'nın tarihindeki en utanç verici bölüme değinir ve onların Allah'ın lânet ve gazabını hakettiklerini bildirir. Onlar, aralarından kanuna ve ahlâka en aykırı kişileri seçmişler, onları önder ve başkan yapmışlar, en iyi insanları ise ya zindana, ya da darağacına göndermişlerdir.

62 Şüphesiz iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiî'ler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder, salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Ve onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.80

63 Sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik81 (ve demiştik ki:) "Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın: umulur ki sakınırsınız."

64 Siz ise, bundan sonra da yüz çevirdiniz. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı (lutuf ve ihsanı) ve rahmeti olmasaydı, siz gerçekten kayba uğrayanlardan olurdunuz.

65 Andolsun, sizden Cumartesi (günü) haddi aşanları elbette biliyorsunuz.82 İşte biz, onlara: "Aşağılık maymunlar olunuz" dedik.83

66 Bunu, hem çağdaşlarına, hem sonradan gelecek olanlara 'ders verici bir ceza,' takva sahipleri için de bir öğüd kıldık.

67 Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. Onlar: "Bizi alaya mı alıyorsun?" demişlerdi. (O da) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.

68 "Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın" demişlerdi. (O da Rabbine yalvardıktan sonra onlara) Demişti ki: "Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin."

69 Demişlerdi ki: "Rabbine adımıza (bir daha) yalvar da, bize rengini bildirsin." O da: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatacak sarı bir inektir" demişti.

AÇIKLAMA Ayet no: 62-69

80. Bu ayet Yahudilerin iman ve amelleri ne olursa olsun, ebedî kurtuluşun kendi tekellerinde olduğu konusundaki yanlış zanlarını ortadan kaldırmak için burada yer almıştır. Onlar, kendilerinin Allah'la özel bir ilişkileri olduğunu, inançları ne olursa olsun sadece İsrailoğulları'ndan olmaları nedeniyle doğruca Cennet'e gideceklerini ve diğer insanların Cehennem'e gideceklerini sanıyorlardı. Bu ayette bu yanlış anlama ortadan kaldırılıyor. Allah, ebedî kurtuluşun, kişinin bir gruba mensup olmasına dayanmadığını, bilâkis kişinin imanına ve iyi amellerine bağlı olduğunu bildiriyor. Allah'ın hükmü bu dünyadaki genel kanaat ve kayıtlara değil, kişinin gerçek değerine dayanacaktır.

Bu nedenle onlar, Allah'tan gelen Hidayet'i kabul etmelidirler. Bu ayetin yer aldığı bölümden açıkça anlaşılacağı üzere Kur'an, burada, ebedî kurtuluş için gerekli olan iman ve amellerin ayrıntılarına girmiyor. Bunlar ayrıntılarıyla gerekli yerlerde ele alınmışlardır.

81. Bu olay Kur'an'ın muhtelif yerlerinde, çeşitli şekillerde beyan edilmiştir. Bu olayın İsrailoğulları tarihinde meşhur bir vakıa olduğuna şüphe yoktur. Fakat günümüzde bu olayın ayrıntılarına vakıf olmak şansına sahip değiliz. Ancak genel anlamıyla bu olayın şu şekilde cereyan ettiği anlaşılmaktadır: Allah Tealâ ile İsrailoğulları dağın eteğinde ahid yaparlarken, korkunç bir manzara meydana gelmiş ve dağ adeta İsrailoğulları'nın tepesine çökecek gibi görünmüştür. Nitekim bu manzara A'raf: 171'de ortaya konmuştur. (Ayrıca izah için bkz. A'raf an: 132) Bu olay Talmud'da şöyle anlatılır: "O Kutsal Varlık, Sina Dağı'nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: "Tevrat'ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur" dedi. (Shab, 88)

Aynı olay Kitab-ı Mukaddes'te daha farklı ele alınmış olmasına rağmen, yine de o manzara canlandırılmıştır: "Ve Sina Dağı bir duman haline geldi. Çünkü Rab, O'na ateş içinde indi ve oradan ocaktan çıkan duman gibi bir duman yükseldi ve bütün dağ sarsıldı" (Çıkış 19: 18). "Ve bütün kavim gökgürültüleri, şimşekleri, boru sesini ve dağdaki dumanı gördüler. İnsanlar bunu görünce geri çekilip uzaklaştılar. Ve Musa'ya dediler ki: "Bizimle konuş seni dinleriz; fakat Tanrı bizimle konuşmasın, yoksa ölürüz." (Çıkış 20: 18-19.)

82. İsrailoğulları'ndan sürekli bir ahid ve "Benimle sizin aranızda nesiller boyu sürecek bir işaret" olmak üzere Sebt'e (Cumartesi) uymaları istenmişti. "Altı gün iş yapılabilir; fakat yedinci gün Rabb'a mahsustur ve Sebt günüdür. Kim Sebt günü iş yaparsa, mutlaka öldürülecektir." (Çıkış 31: 12-17) Fakat İsrailoğulları dinî ve ahlâkî yönden bozulunca bu yasağı açıkça işlemeye ve Cumartesi günü iş yapmaya başladılar.

83. Bu olay ayrıntılı bir şekilde A'raf Suresi'nde (163-166) ele alınmıştır. Olayın ne olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bazıları onların fiziksel olarak maymuna çevrildikleri görüşündedirler; bazıları ise onların o zamandan itibaren maymun gibi davranmaya başladıklarını söylerler. Fakat Kur'an'ın ifadesi, bunun fiziksel bir değişme olduğuna işaret eder. Bence onların mevcutları maymuna çevrilmiş, azabın en şiddetlisini çekmeleri için zihinleri insan olarak bırakılmıştır.

70 (Onlar yine:) "Rabbine (bir kere daha) adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre (birçok) sığır birbirinin benzeridir. İnşaallah (Allah dilerse,) biz doğruya varırız" demişlerdi.

71 (Bunun üzerine Musa) Dedi ki "O (Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve onda alaca olmayan bir inektir." (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.84

72 Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, sizin gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.

AÇIKLAMA Ayet no: 70-72

84. İsrailoğuları'na, etraflarındaki putperest milletlerden etkilenerek edindikleri ineğe tapma ve ineğin kutsiyeti inançlarını kırmak için bir inek kurban etmeleri emredilmişti. Bu, onların imanlarının sınanmasıydı. Eğer gerçekten Allah'ın birliğine inanıyor ve ibadette başka bir şeyi O'na ortak koşmuyorlarsa, daha önceden taptıkları putu kendi elleriyle kırmalıydılar. Fakat bu çok zor bir sınavdı. Onlar inek kurban etmekten kaçınmaya çalıştılar; çünkü, bir tek Allah'a inançları henüz tam sağlamlaşmamıştı. Bu görevden kurtulmak için ayrıntı üzerine ayrıntı sordular, fakat çok soru sordukça daha da köşeye sıkıştılar. O kadar ki, sonunda onlara açıkça, o dönemde özellikle tapmak için seçilen altın renkli ineği kurban etmeleri söylendi. Kitab-ı Mukkaddes'te de bu olaya değinilir; fakat, İsrailoğulları'nın gereksiz sorularla nasıl bu görevden kurtulmaya çalıştıklarından bahsedilmez. (Bak. Sayılar 19: 1-10).

73 Bunun için de: "Ona (ölü cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; belki akıllanırsınız.85

74 Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz) değildir.

75 Siz (müslümanlar,) onların (Yahudilerin) size inanacaklarını umuyor musunuz?86 Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.87

76 İman edenlerle karşılaştıklarında "iman ettik" derler; birbiriyle kendi başlarına kaldıkları zaman ise, derler ki: "Allah'ın size açtık (açıkladık)larını, Rabbiniz katında size karşı bir belge olsun diye mi onlarla söyleşiyorsunuz?88 Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"

77 (Peki) Onlar, Allah'ın gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı?

AÇIKLAMA Ayet no: 73-77

85. Kur'an, öldürülen adamın bir müddet için hayata döndüğünü ve katilin adını söylediğini bildirmektedir. Bununla birlikte katilin bulunması için uygulanan metodla, yani "kurban edilen ineğin" bir parçası ile öldürülen adama vurulması hususunda bir belirsizlik vardır. Tesniye 21: 1-9'da bahsedilen buna benzer bir metodla eski alimler tarafından yapılan tefsiri, yani öldürülen adama kurban edilen ineğin bir parçası ile vurulduğu ve onun hayata döndüğü görüşünü destekler niteliktedir. Bu şekilde Allah'ın bir ayeti gösterilmiş olmakta, aynı zamanda onların taptığı nesnenin ne kadar güçsüz olduğu ve öldürülmesinin hiçbir zarar vermediği gözler önüne serilmektedir. Diğer taraftan onun öldürülmesinin yararlı bazı yönleri de vardır.

86. Buradaki hitaplar kısa bir süre önce İslâm'a giren Medineli müslümanlaradır. Onlar Hz. Peygamber'e (s.a.) büyük bir ilgi duyuyorlardı; çünkü komşu Yahudilerden peygamberlik, vahiy, melekler, ilâhî kanun vs. hakkında çok şeyler duymuşlardı. Onlardan O'na inananların tüm dünyaya önderlik edeceği yeni bir peygamberin geleceğini de işitmişlerdi. İşte bu nedenle Hz. Peygamber'i (s.a.) duyduklarında Medineliler hemen O'na dönmüşler ve büyük gruplar halinde İslâm'a girmişlerdi. Doğal olarak ilâhî kitaba sahip olan ve bir peygamberin geleceğini önceden bildiren Yahudilerin Hz. Muhammed'i (s.a.) kabul edenlerin ilki ve O'nun en önde gelen destekçileri olmalarını bekliyorlardı. Fakat onların beklentilerinin tersine Yahudiler yeni dine girmeyince, yeni müslümanlar kendileri onlara gidip İslâm'ı tebliğ ettiler; fakat onları ikna edemediler. İslam'ı kabul etmeyişlerini İslam aleyhine delil olarak kullandılar. Şöyle dediler:

Bunda şüpheli bir şeyler olmalı. Eğer Hz. Muhammed (s.a.) gerçekten Allah'ın elçisi olsaydı, kitabı bilen bu alim insanlar O'nu reddetmezlerdi. Bu hatalı düşünce ile yayılmaya çalışılan şüpheyi ortadan kaldırmak için, onlardan daha iyisinin beklenemeyeceğini anlatmak üzere Yahudilerin geçmiş tarihleri anlatılıyor. Aynı zamanda sıradan müslümanlar kendi şehirlerindeki Yahudilerin Hz. Muhammed'i (s.a.) kendi kitaplarında geleceği yazılı olan peygamber olarak kabul edecekleri konusunda ümit beslememeleri için uyarılıyorlar. Onlara, tarihleri böyle olan bir kavimden bu tür beklentilerde bulunmamaları söyleniyor. Bu uyarı gerekliydi. Çünkü müminlerin onların İslâm'ı reddetmesi nedeniyle cesaretlerini kaybetmeye eğilimleri vardı. Yahudilere gelince; onlar o denli bozulmuş ve taş kalpli olmuşlardı ki, daha önceden kızlarını öldüren putperestlerin kalbini yumuşatan bu ayetler bile onları harekete geçirememişti. Bu taş kalpli Yahudiler, sadece bu kadarla da kalmayıp ayetlerle alay da ediyorlardı. Bu nedenle bu şevkli müslümanlar, kendi arzularına uydurmak için Hakk'ı bozan ve kendi değiştirdikleri dine ümit bağlayacak küstahlığı gösteren Yahudilerin gerçek durumunu anlamaları için uyarılıyor. Bu tür kişilerin, kendilerine sunulduğunda Hakk'ı hemen kabul edeceklerine inanmak yanlıştır.

87. Burada değinilen gruplar, Yahudi alimleri ve dinî liderlerdir. Allah'ın kelâmı ile de, Tevrat ve diğer peygamberlerin getirdiği diğer kutsal kitaplar kastedilir. Yahudi alimleri ilâhî kitapları sadece değiştirmek, bozmak, yanlış yorumlamak ve kendi anlamak istedikleri anlamda okumakla kalmayıp, metindeki kelimeleri de bile bile değiştirmişlerdir.

88. Onlar gizlice buluştuklarında, birbirlerini, Tevrat'ın bir peygamberin geleceğini bildiren bölümlerini müslümanlardan gizleme konusunda uyarıyorlardı. Aynı zamanda, kutsal kitapta onların bugünkü tutumlarına karşı delil teşkil eden bölümleri de müslümanlara bildirme tehlikesine karşı birbirlerini uyarıyorlardı. Müslümanların bu hükümleri Kıyamet gününde kendilerine karşı delil olarak kullanmalarından da korkuyorlardı. Bu, onların Allah'ın bilgisi hakkında ne tür bir inanca sahip olduklarını gösteren bir örnektir. Onlar Hakk'ı bu dünyada gizlemeyi başarabilirlerse, Ahiret'te bununla ilgili bir delil getirilemeyeceğini sanıyorlardı. Bu nedenle burada bir parantez açılıp onların, gerçekten, Allah'ın insanların işlerinden haberdar olmadığına inanıp inanmadıkları soruluyor.

78 Onlardan bir bölümü de ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başka değil; bunlar yalnızca zannederler.89

79 Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için: "Bu Allah katındandır" diyenlere.90 Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.

AÇIKLAMA Ayet no: 78-79

89. Burada kendi kutsal kitaplarının öğretilerinden habersiz olan sıradan Yahudiler kastediliyor. Onlar ne dinin temel kuralları, ne ahlâkla ve günlük hayatla ilgili düzenlemeleri ve ne de ebedî kurtuluş veya azaba neden olan prensipleri biliyorlardı. Ve ne yazık ki bu bilgiye sahip olmaksızın kendileri bir din uydurmuşlar ve boş ümitler besliyorlardı.

90. Burada Yahudi alimlerin neler yaptıkları anlatılmak isteniyor. Onlar sadece, ilâhî kitapları kendi arzu ve isteklerine uydurmak için değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda orijinal metine kendi yorumlarını, ulusal tarihlerini, bâtıl inançlarını, kendi uydurdukları teorileri, felsefe ve kanunları da eklemişlerdir. Daha sonra da bütün bunları (Ki hepsi Kitab-ı Mukaddes'te yer almaktadır) Allah'tan diye ortaya koymuşlardır. Herhangi bir şekilde İlâhî Kitab'a dahil olan her tarihî hikâye, her yorum, her insan uydurması inanç ve her insan yapısı kanun "Allah'ın Kelâmı" olmuştu. Ve her Yahudinin bütün bunlara inanması zorunluydu, eğer inanmazsa ya mürted, ya da kâfir olarak kabul ediliyordu.

80 Derler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş bize değmeyecektir."91 De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla va'dinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğinizi mi söylüyorsunuz?"

81 Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada temelli kalıcıdırlar.

82 İman edip salih amellerde bulunanlar, onlar da cennet halkıdırlar, orada temelli kalıcıdırlar.

AÇIKLAMA Ayet no: 80-82

91. Yahudi halkı ve alimleri arasında, yanlış inançları ve kötü amellerine rağmen sadece Yahudi oldukları için Cehennem'e atılmayacakları konusunda yaygın bir inanç vardı. Kendilerinin hiçbir azaba uğramayacaklarına ve azaba uğrasalar bile bunun sadece birkaç gün süreceğine ve hatta sonra Cennet'e gönderileceklerine inanarak kendi kendilerini aldatıyorlardı.