8 Temmuz 2007 Pazar

TALAK SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Bu surenin sadece adı değil, konusu da boşanma ile ilgili olduğundan dolayı adı "Talak" olmuştur. Nitekim İbn Mesud bu yüzden, bu sureye "Küçük Nisa Suresi" demektedir.

Nüzul Zamanı: İbn Mesud'un açıklamalarının yanısıra, muhtevasından da bu surenin Bakara'daki Talak ayetlerinden sonra nazil olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar surenin ne zaman indiğini kesinlikle tayin edebilmek güç ise de, bu surenin Bakara Suresi'nin Talak ayetleri hakkındaki yanlış anlama ve uygulamanın düzeltilmesi için inzal edildiği rivayetlerden ortaya çıkmaktadır.

Konu: Bu surenin ayetlerinin yeterince kavranabalimesi için, Kur'an'da daha önceden nazil olmuş talak ve iddet ile ilgili ayetlerin hatırlanması gerekir.

"Boşanmış kadınlar üç kur" kendilerini gözetlerler. Eğer Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler." (Bakara: 228)

"Erkek (üçüncü kez) boşarsa, artık kadın başka bir kocaya varmadan kendisine helal olmaz" (Bakara: 230)

"Ey iman edenler! İnanan kadınları nikahlayıp da, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur." (Ahzab: 49)

"İçinizden ölenlerin geriye bıraktıkları eşler, dört ay on gün bekleyip kendilerini gözetirler." (Bakara: 234)

Bu ayetlerden aşağıdaki kaideler çıkarılmıştır:

a) Bir erkek, eşini en çok üç kez boşama hakkına sahiptir.

b) Birinci ve ikinci boşamada, iddet esnasında, erkek hanımını geri almaya hak sahibidir. İddet bitiminde ise nikah yenilenir. Kadının kocasına yeniden helal olabilmesi için herhangi bir şart sözkonusu değildir. Fakat erkek, hanımını üçüncü kez boşadığında (son hakkını kullandığında), hanımını iddet esnasında bile alamaz ve onunla artık bir daha evlenemez.

Ancak kadın başka bir erkekle evlenip yeni kocasının kendi isteği ile onu boşaması halinde, eski kocasıyla yeniden evlenebilir.

c) Hayızdan kesilmemiş medhule (zifaf görmüş) bir kadının iddet süresi 3 aybaşı (hayız)dır. Birinci ve ikinci boşama esnasında kadın, iddet süresi içinde erkeğin eşi olarak kalmaya devam eder ve erkeğin onu geri alma hakkı vardır. Fakat erkek eşini üçüncü kez boşarsa, artık onun karısını iddet süresi içinde bile alma hakkı yoktur. Ama buna rağmen kadın iddet süresi içinde bir başkasıyla evlenemez.

d) Gayri medhule (evlendiği halde zifaf görmemiş) kadın iddet beklemez.

e) Kocası vefat eden bir kadının iddet süresi 4 ay 10 gündür.

Talak Suresi'nin ayetleri, bu kaidelerden hiçbirini ortadan kaldırmamış veya değiştirmemiştir. Bu surenin nüzulü şu iki sebepten ötürüdür.

Birincisi, Erkeklere hanımları boşama hakkı verilirken, mümkün mertebe boşanma olmasın diye, onlara ellerindeki bu haklar hikmetle anlatılmıştır. Boşanma ancak, barıştırma imkanları sonuna dek arandıktan sonra vukubulmalıdır. Çünkü İslâm'da boşanmaya -kerhen- izin verilmiştir. Nitekim Allah'ın mübahlar içinde en sevmediği şey boşanmadır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın helâl kıldığı ama en sevmediği şey boşanmadır." (Ebu Davud), "Tüm helâl şeyler içerisinde, Allah'ın en nefret ettiği şey boşanmadır" (Ebu Davud).

İkincisi, Bakara Suresi'ndeki emirlerden sonra, mutlaka çözüme kavuşturulurken, diğer yandan da İslâm'daki aile hukuku kemale erdirilmiştir. Sözgelimi hayız ve nifastan kesilmiş henüz hayız görmeye başlamamış bir kadının iddet süresi ne kadar olacaktır? Yahut kendisine 2 talak verilmiş veya kocası vefat etmiş hamile kadın ne kadar iddet bekleyecektir? Çeşitli nedenlerle boşanmak durumunda olan kadınların nafaka, ikamet meseleleri nasıl çözümlenecektir? Anne ve babası boşanmış olan bir çocuğun emzirilmesi nasıl halledilecektir? İşte bu surede, bunlara cevap verilmiştir.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Ey peygamber, kadınları boşadığınız zaman, iddetli süresinde (temizlendiklerinde) boşayın1 ve iddetli sayın.2 Rabbiniz olan Allah'tan korkup-sakının. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; 3ancak açık 'çirkin bir hayasızlık' göstermeleri durumu başka.4 Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun arkasından bir iş (durum) oluşturabilir.5

AÇIKLAMA

1. Yani, "Münakaşa ettiğinizde, hemen öfkelenerek hanımınızı boşamaya kalkacak kadar aceleci olmayın. Ayrıca rücu etmeye imkan kalmayacak şekilde de boşanmayın. Muhakkak boşanmak istiyorsanız, o halde bile eşinizi iddet içinde boşayın. Kadını iddet içinde boşamak iki şekilde de anlaşılabilir ve her ikisi de geçerlidir.

a) Boşanmak istediğinizde kadına hayızdan temizlendiği zaman talak verin. Bakara: 228'de hayızdan kesilmemiş medhule bir kadının iddetinin 3 ay başı olduğunu bildirilmesinden anlaşılıyor ki, kadına hayızlı iken talak verilmemelidir. Çünkü kadının iddeti, o hayızlı iken başlamaz. Kadına bu halde iken talak verilirse, onun iddeti Allah'ın emrine hilafen 3 değil 4 olur.

Yine bu emir gereğince bir erkek, eşi temizken talak vermelidir. Çünkü kadın hayızlı iken, ne kendisi ne kocası, hamile olup olmadığını bilemez. Bu yüzden boşanmanın gelecek iddetten itibaren başlayacağını veya kadının hamile olmadığını farzederek de talak vermek caiz değildir. Talak, kadının temizlik döneminde ve mübaşeret etmeden önce verilmeli. Ayrıca hamile olup olmadığı da kesinlikle bilinmelidir. Burada, bu şartların konulmasında pek çok maslahatların gözetildiğine dikkat edilebilir. Kadını hayızlı iken boşamamanın bir yararı, hayızlı iken mübaşeretin haram olması dolayısıyla kadın ile erkeğin birbirinden uzak kalmalarının engellenmiş olmasıdır. Ayrıca hayızlı kadının sinirli olduğu (tam manasıyla sıhhatli bulunmadığı) tıbben sabittir. Bu bakımdan kadın ile kocası arasında kolayca tartışma çıkabilir ve her ikisi de bu tartışmayı sona erdirmede başarısız kalabileceklerinden tartışma boşanmaya kadar varabilir. Ancak kadın temizlik dönemini beklediğinde, normale döneceğinden tartışmanın unutulması kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca fıtraten kadın ile kocası arasında etkileşim olabileceğinden, bu etkileşimin ihtilafın giderilmesinde oynayacağı rol için vakit kazanılmış olacaktır. Temizlik döneminde mübaşeretten sonra talak verilmesinin yasaklanmasındaki maslahat ise şudur: Bu sırada kadın hamile kalmış ise ve erkek ile kadın bunu bilmiyorlarsa, boşanmaları isabetli olmaz. Çünkü karısının hamile olduğunu bilen bir erkek, hanımını boşamadan önce o kadının karnında kendi çocuğunu taşıdığını en az 10 kez düşünecektir. Diğer taraftan kadın da çocuğunun ve kendisinin geleceğini düşünerek, kocasıyla arasındaki münakaşa nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Ama gerçeği bilmeden boşanır ve daha sonra kadının hamile olduğu anlaşılırsa, her ikisi boşanmış olduklarına pişman olabilirler.

b) Bu iddet, hayız gören ve hamile olma ihtimali bulunan kadınlar içindir. Yani boşanmak istediğinizde, hanımınıza 3 değil 1 talak verin. Çünkü o takdirde kesin bir surette boşanmış olacaksınız. Bu bakımdan en fazla 2 talakla hanımınızı boşayın; zira onun iddet süresi içinde barışma imkanınız ortadan kalkmaz. Bu anlamıyla bu hüküm hem hayız gören kadınlar, hem hayızdan kesilmiş kadınlar, hem de boşanmadan sonra hamile olduğu anlaşılan kadınlar için yararlıdır. Şayet Allah'ın bu emirlerine uyulursa, hiç kimse boşandıktan sonra pişman olmaz. Çünkü boşanırken erkek, karısının iddet süresi içinde kararını değiştirme fırsatını bulur ve iddet bitse bile karı-koca yeniden nikah kıyabilirler.

"" ifadesinin anlamı hakkında ileri gelen birçok müfessir görüş birliği içindedir. İbn Abbas bu ifadeyi şu şekilde yorumlar: "Kadın hayızlı iken veya temizlik döneminde onunla mübaşeret etmişseniz, yeni hayız dönemine kadar talak vermeyin. Hayız olduğunda temizlenmesini bekleyin ve sonra bir talak verin. Bu durumda kararınızı değiştirmediğiniz takdirde, boşanma gerçekleşir." (İbn Cerir) İbn Mes'ud'a göre, kadın temizlik döneminde iken ve mübaşeretten önce talak verilir ve iddetin bitiminde boşanma gerçekleşir. Aynı görüş, İbn Ömer, Ata, Mücahid, Me'mun bin Mehran, Mukatil bin Hayyan ve Dahhak'tan rivayet edilmektedir. (İbn Kesir) İkrime ise bu ifadeyi, "Kadını, onun hamile olmadığını biliyorsan boşa. O'nunla mübaşeret etmişsen ve hamile olup olmadığını bilmiyorsan boşamaya kalkışma" şeklinde yorumlamıştır. (İbn Kesir) Hasan Basri ve İbn Sirin'e göre, kadına temizlik döneminde, mübaşeret edilmeden veya hamile olup olmadığı biliniyorsa talak verilir. (İbn Cerir)

Bu hükmün en güzel örneğini İbn Ömer'in hanımını hayızlı iken boşadığını haber alan Hz. Peygamber'in (s.a.), bunun üzerine söylediği sözde görüyoruz.

Talak ile ilgili hükümlerin mehazı olan bu örnek hemen hemen tüm hadis kitaplarında nakledilmiştir: İbn Ömer'in hayızlı iken hanımını boşadığını, Hz. Ömer Rasulullah'a anlatınca, Rasulullah çok öfkelenir ve ona hanımına dönmesini, hanımı temizlenip, yeniden hayız gördükten sonra bir daha temizlik dönemine girene kadar beklemesini ve o zaman yine boşamak istiyorsa, mübaşeret etmeden onu boşamasını emretmiştir. Diğer bir rivayette ifade şu şekildedir: "O temizken, onunla mübaşeret etmeden ve hamile olup olmadığını biliyorsan onu boşa."

Bu ayetin anlamı, birçok ileri gelen sahebeden rivayet edilen başka hadislerle daha da açığa çıkıyor. Neseî'nin naklettiği bir rivayete göre, Hz. Peygamber'e (s.a.) bir adamın hanımını 3 talakla boşadığı haber verilir. Rasulullah bunu duyar duymaz öfkelenerek ayağa kalkar ve şöyle der: "Sizler ben aranızda olmama rağmen, Allah'ın Kitabı'nı eğlence konusu haline getirdiniz." Bunun üzerine orada bulunanlardan biri, "Gidip onu öldüreyim mi Ya Rasulullah?" diye konuşur. Abdurrezzak'ın Ubade bin Samit hakkında rivayet ettiğine göre, o, babasının, hanımını bin talakla boşadığını haber verince, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "O Allah'a itaatsizlik ederek hanımını 3 talakla boşamış. Geriye kalan 997 talak ise, onun zulmü ve isyanıdır. Allah dilerse onu affeder." Darekutni ve İbn Ebi Şeybe'nin İbn Ömer'in daha önce zikrettiğimiz olayı ile ilgili rivayetlerinde, şu bölüm de kaydedilmiştir: İbn Ömer, Hz. Peygamber'e (s.a.) "Ben üç talak vermiş olsaydım eğer, yine de rücu edebilir miydim." diye sorar.

"Hayır, kadın senden boşanmış olurdu ve senin yaptığın bir günah olarak kalırdı." diye cevap verir. Başka bir rivayette bu lafız şöyledir: "Şayet sen bu şekilde davranmış olsaydın, Allah'a karşı isyan etmiş ve eşin de senden boşanmış olurdu."

Sahabilerin bu konudaki fetvaları, Hz. Peygamber'in (s.a.) yukarıdaki sözleri ışığında verilmiştir. İbn Mes'ud'a bir adam hanımını 8 talak ile boşadığını söyler. O "Bu konuda sana ne fetva verdiler?" diye sorar. O "Boşandınız dediler" diye cevap verince, İbn Mes'ud, "Doğru söylemişler" der. (Muvatta) Alkame'den rivayet olunduğuna göre, bir kimse İbn Mes'ud'a "Ben hanımıma 99 talak verdim" deyince, O, "3 talakla boşadın, geriye kalan 96 talak ise haddi tecavüzdür" demiştir. (Abdürrezzak). Vaki bin Cerrah, Sünen'inde Hz. Osman ile Hz. Ali'nin de bu görüşte olduklarını yazar. Bir kimse, Hz. Osman'a gelip, hanımına 1000 talak verdiğini söyleyince O, "Hanımın senden 3 talak ile boşanmıştır" der. Aynı şekilde bir olay Hz. Ali'ye intikal ettiğinde O, "Hanımın senden 3 talak ile boşanmıştır. Geriye kalan talakları başka kadınlar arasında paylaştırabilirsin" diye cevap verir. Ebu Davud ve İbn Cerir biraz değişik ifadelerle Mücahid'den şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: İbn Abbas'ın yanında oturuyordum. Bu esnada bir şahıs çıkageldi ve karısını 3 talakla boşadığını söyledi. İbn Abbas bunu duyunca bir şey söylemedi. Hatta ben ona, "Karına rücu et" diyeceğini sandım fakat o, "Bir kimse boşanırkan akılsızca davranır ve sonra "İbn Abbas, İbn Abbas" diyerek bana gelir. Oysa Allah kendisinden korkarak hareket eden bir kimseye, karşılaştığı müşkilatı çözeceğini, ona bir yol bulacağını söylemiştir. Ama sen Allah'a itaatsizlik yaptın. Bu yüzden karın senden boşanmıştır" dedi. Başka bir rivayette daha farklı lafızlarla yine Mücahid'den şöyle nakledilmiştir. "Hanımını 100 talakla boşayan kimse, bunun hükmünü İbn Abbas'a sorunca, şöyle cevap vermiştir: "Hanımını 3 talakla boşamış oldun. Geri kalan 97 talak ile de Allah'ın ayetleriyle oynadın" (Muvatta) Bir diğer rivayette İbn Abbas'ın cevabı şu şekildedir: "Sen Rabbine itaatsizlik yapmış oldun ve karın da senden boşandı. Allah'tan hiç korkmadın ki O senin bu müşkiline bir çıkar yol bulsun." (İbn Cerir) İmam Tahavî'nin naklettiği bir rivayete göre, bir kimse İbn Abbas'a gelerek şöyle der: "Benim amcam hanımına 3 talak verdi." İbn Abbas'ta şöyle cevap verir: "Amcan Allah'a itaatsizlik ederek, günah işlemiş ve şeytana uymuş. Bu yüzden de Allah ona, bu çıkmazdan kurtulabilmesi için bir yol bırakmamıştır." Ebu Davud ve Muvatta'da nakledildiğine göre hanımını mübaşeretten önce 3 talakla boşayan bir kimse, yeniden onunla evlenmek istediği için fetva arar. Bu hadisin ravisi Muhammed bin Bukeyr,

"Ben de onunla beraberdim. Birlikte Abbas ve Ebu Hüreyre'ye gittik. Her ikisinin de cevabı şöyleydi: "Elindeki imkanı kaçırmışsın." Zemahşeri "Keşşaf" adlı tefsirinde, Hz. Ömer'in yanına hanımını 3 talakla boşamış bir adam geldiğinde, onu dövdüğünü ve talaklarını geçerli saydığını yazar. Said bin Mesud, aynı rivayeti sahih bir senetle Hz. Enes'ten nakletmiştir. Bu konuda sahabenin umumi görüşünü, İbn Ebi Şeybe ile İmam Muhammed, İbrahim en-Nehai'den şu şekilde nakletmişlerdir: "Sahabe, hanımını boşayacak olan kimsenin bir talak vermesi ve iddetin beklenmesi görüşündedir." (İmam Muhammed)

Bu hadislerin ve yorumların yardımıyla ve Kur'an'ın bu ayeti ışığında İslâm hukukçuları ayrıntılı bir yasa meydana getirmişlerdir.

a) Hanefilere göre talak üç çeşittir. Ahsen Talak, Hasen Talak, Bid'î Talak. Ahsen Talak; Erkeğin hanımını temizlik döneminde mübaşeret etmeden ve bir talakla boşamasıdır. Hasen Talak; Erkeğin hanımını temizlik dönemlerinde, her ay bir talak vermek suretiyle, bir iddet süresi içinde 3 talakla boşamasıdır. Bid'î Talak; Erkeğin hanımını bir defada 3 talak ile boşaması veya kadın temizlendikten sonra diğer aybaşına kadar geçen süre içinde ayda bir defada ayrı ayrı zamanlarda 3 talak hakkını kullanması, yahut kadına hayızlı iken temizlik döneminde mübaşeretten sonra talak vermesidir. Bu şekilde talak veren bir erkek günah işlemiş olur. Tüm bu hükümler hayızdan kesilmemiş kadınlar için geçerlidir. Gayrimedhule olan (nikahlandığı halde zifafa girmemiş) kadınlara her zaman talak verilebilir. Hatta hayızdan kesilmiş kadınlara veya henüz hayız görmeyen kızlara mübaşeretten sonra bile talak verilebilir. Çünkü hamile olmaları tehlikesi yoktur. Kadın hamile ise, mübaşeretten sonra da talak verilebilir; zira hamile olduğu bilinmektedir. Ancak bu üç durumdaki kadınlara her ay birer talak vermek sünnettir. Ahsen talak ise bir talak verip, iddeti beklemek suretiyle boşanmaktadır. (Hidaye, Fethü'l-Kadir, Ahkamu'l-Kur'an, el-Cassas, Umdetu'l-Kari)

İmam Malik'e göre, Talak üç çeşittir. Sünni Talak, Mekruh Bid'î Talak, Haram Bid'î Talak. Sünni Talak: Hayızdan kesilmemiş kadını, temizlik döneminde mübaşeret etmeden bir talak ile iddet bitiminde boşamaktır. Mekruh Bid'î Talak; Hayız halindeki kadını boşamaktır. (Haşiyet'ud-Dusuki; Ahkamu'l-Kur'an, İbnu'l-Arabi)

İmam Ahmed bin Hanbel'in mezhebine göre -ki Hanbelilerin çoğu ittifak halindedir- hayızdan kesilmemiş bir kadını Sünnet'e göre boşamak şöyle olur: Kadın temizlik döneminde mübaşeret etmeden, bir talakla ve iddetin bitiminde boşanır.

Kadına 3 temizlik döneminde 3 ayrı talak vermek veya bir temizlik döneminde birden veya ayrı ayrı 3 talak vermek yahut kadın hayızlı iken veya temizlik döneminde mübaşeretten sonra kadının hamile olup olmadığı bilinmeden talak vermek bid'at ve haramdır. Fakat gayrımedhule veya hayızdan kesilmiş bir kadının, henüz hayız görmeye başlamamış bir kızın ve hamile kadının iddeti yoktur. Ayrıca kaç talak verilirse verilsin farketmez. (El-İnsaf)

İmam Şafi'ye göre Sünni Talak ile Bid'î Talak arasındaki fark vakit bakımındandır. Sayı ise önemli değildir. Yani hayızdan kesilmemiş bir kadına, hayızlı iken ve hamile olup olmadığı bilinmeden veyahut temizlik döneminde mübaşeretten sonra talak vermek bid'at ve haramdır. Talak'ın sayı bakımından bir defada 3 talak olarak veya temizlik dönemlerinde ayrı ayrı verilmesi Sünnet'e muğayir değildir. Gayrimedhule veya hayızdan kesilmiş kadın ile henüz hayız görmeye başlamamış kız ya da hamile bir kadının boşanılmasında Sünni ile Bid'î Talak arasında fark yoktur. Yani temizlik döneminde mübaşeretin olup olmaması boşanmayı etkilemez. (Muğniu'l-Muhtaç)

b) Talak'ın bidat, haram, mekruh ve günah şeklinde nitelenmesinin nedeni 4 mezhebe göre de, boşanmanın gerçekleşmesi anlamına gelmez. Dört mezhebe göre de kadın hayızlıyken veya 3 talak birden verildiğinde, ya da temizlik döneminde mübaşeretten sonra, kadının hamile olup olmadığı bilinmeden yahut imamın bid'at olarak vasıflandığı bir biçimde talak verilse, her halükârda boşanma gerçekleşir. Ancak böyle bir talak veren kimse günahkâr kabul edilir. Bazı müctehidler 4 mezhebin imamlarıyla görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Said bin Müseyyeb ile Tabiun'dan bazılarına göre, Sünnet'in aksine hayız halindeki bir kadına talak veren veya 3 talak hakkını bir defada kullanan kimse boşanmış sayılmaz. İmamiye mezhebi de aynı görüştedir. Bu görüşün dayandığı temel, bunların yasaklanmış ve haram kılınmış bir davranış olmasıdır. Dolayısıyla geçerli kabul edilemez. Oysa naklettiğimiz hadisten anlaşıldığı gibi, İbn Ömer hanımını hayızlı iken boşamış ve Rasulullah (s.a) ona hanımına dönmesini söylemiştir. Şayet talak vuku bulmamış olsaydı, ona hanımına dönmesini söylemek anlamsız olurdu. Yine pekçok hadisten, Hz. Peygamber'in (s.a.) ileri gelen sahabelerin aynı zamanda birden fazla talak vermeyi günah olarak kabul ettikleri ama boşanmayı geçersiz saymadıkları sabit olmuştur.

Tavus ve İkrime'ye göre, verilen 3 talak, bir talak olarak kabul edilir. İmam İbn Teymiye de aynı görüştedir. Bu görüşün dayandığı temel ise şudur: "Ebu es-Sıhabe, İbn Abbas'a "Siz Rasulullah, Ebu Bekir ve Ömer'in ilk döneminde 3 talakın bir talak sayıldığını bilmiyor musunuz? dediğinde İbn Abbas, "Evet" demiştir. (Buhari, Müslim)

Ayrıca Müslim ve Ebu Davud'ta, İbn Abbas'tan nakledilen görüş şu şekildedir: "Rasulullah, Ebu Bekir ve Ömer'in ilk iki yılında 3 talak bir talak sayılıyordu." Hz. Ömer şöyle demiştir: "Erkekler düşünmeye imkanları olmalarına rağmen, acele davranmaya başladılar. Madem öyle, bundan sonra biz de onların isteklerini infaz edelim." Fakat bu görüş, birçok yönden kabul edilemez. Birincisi, İbn Abbas'ın yukarıda nakledilen sözü, kendi fetvasıyla çelişmektedir. İkincisi, Rasulullah'tan rivayet edilen hadislere ve sahabelerden nakledilen görüşlere göre, 3 talakın birden verilmesi halinde, boşanma vukubulmuştur. Üçüncüsü, İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, sahabenin oturduğu bir mecliste 3 talakın sayılacağını ilan etmiştir. Daha sonra da hiçbir sahabe bu konuda ona karşı çıkmamıştır. Şimdi Hz. Ömer'in Sünnet'e muğayir bir davranışta bulunup, sahabenin ona karşı çıkmaması tasavvur edilebilir mi? Ayrıca Rukkane bin Abdiyezid'in hanımına bir defada 3 talak birden vermesi üzerine, Rasulullah, ona yemin ettirerek, 3 talak verirken niyetinin ayrı ayrı 3 talak mı vermek, yoksa 1 talakı teyid mi etmek olduğunu sormuştur. O "Yemin ederim ki niyetim 1 talaktı" deyince, Rasulullah ona hanımına dönme izni vermiştir. (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, İmam Şafi, Darimi ve Hakim) Bu hadiseden başlangıçta talakın hükmünün bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Bu rivayete dayanarak hadis tarihçileri İbn Abbas'ın rivayetini şöyle izah etmişlerdir: "O dönemde Müslümanlarda samimiyetsizlik olmadığı için, 3 talak verenlere niyetlerinin ne olduğu soruluyor ve sözlerine itibar edilerek 3 talak vermiş olsalar bile, niyetleri 1 talak ise eğer, kabul ediliyordu. Ancak Hz. Ömer kendi döneminde birçok kimsenin boşanmak istediklerinde aceleyle 3 talak verdiklerini ve sonra da niyetlerinin 1 talak olduğunu söyleyerek hileye başvurduklarını görünce, onların bu hilelerini boşa çıkarmıştır." İmam Nevevi ve İmam Sübki bunu, İbn Abbas'ın rivayeti hakkındaki en iyi tevil olarak kabul etmişlerdir. Ayrıca Ebu es-Sıhabe'nin rivayet ettiği bir başka hadisle arasında çelişki vardır. Müslim, Ebu Davud ve Nesei'nin Ebu Es Sıhabe'den naklettikleri bir rivayete göre, O İbn Abbas'a bu mesele hakkında sorduğunda İbn Abbas, kendisine şöyle cevap verdi: "Bir şahıs hanımına zifaf öncesinde 3 talak verdiğinde, bu, Rasulullah, Ebubekir ve Ömer'in ilk dönemlerinde bir talak sayılıyordu." Böylece aynı raviden, İbn Abbas'tan iki çelişkili görüş rivayet edilmiş olmaktadır. Bu her iki rivayeti de zayıf kılar.

c) Hanımına hayız halinde talak verilmiş ve 3 talak verilmemişse onun hanımına dönmesi sünnettir. Ondan sonra gelecek ilk temizlik döneminde talak vermez, ancak daha sonraki temizlik döneminde eğer isterse talak verebilir.

Çünkü hayız zamanında talak vermiş olduğundan, böylece hanımına rücu etmeyi oyun haline getirmesi engellenmiş olur. (Muğniu'l-Muhtaç) Hanbeli mezhebine göre de bu şekilde talak verilirse, rücu etmek müstehaptır. (El-İnsaf) İmam Malik ve arkadaşlarına göre, kadın hayız halindeyken talak vermek, (kadın şikayet etse de, etmese de) erkeğin yakalanıp, Kadı tarafından zorlanmak suretiyle onun hanımına dönmesini gerektirir. Erkek dönmeyi reddederse Kadı dayak cezası verir, yine kabul etmezse hapseder ve yine kabul etmezse, Kadı, iddetin bitimine kadar onun hanımına dönmesine kendi başına karar verir. Artık bu hükümden sonra, erkek rücu niyeti olsa da, olmasa da o kadınla mübaşerette bulunabilir. (Haşiyetu't-Dusuki) İmam Malik'e göre hanımına hayız halindeyken talak veren erkek, istese de istemese de eğer ona rücu etmişse ve buna rağmen yine de boşamak istiyorsa, onun için müstehap olan yol, talak verdiği aydan sonraki ayda talak vermeyip, daha sonra gelen hayız sonrası temizlik döneminde talak vermesidir. Talak verildikten sonra temizlik döneminde talak verilmemesi şu nedenden dolayı istenmektedir. Erkeğin hanımına hayız halindeyken talak vermesinden sonra, rücu sadece sözle olmayıp, ayrıca onunla mübaşerette de bulunmalıdır. Çünkü bu dönemde mübaşeret olduğu için talak vermek yasak olacağından, sonraki temizlik döneminde talak verilmelidir. (Haşiyetu'd-Dusuki)

d) Ric'i Talak'tan sonra rücu etme süresinin ne kadar olduğu konusunda İslâm Hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır. Bunun nedeni Bakara: 288'dir. Zira bu ayette geçen "Selasete Kurûin" ifade ile 3 hayız mı, 3 temizlik dönemi mi kastedilmekte olduğu ihtilaflıdır. İmam Şafii ve İmam Malik'e göre, "Kur" temizlik dönemi demektir. Hz. Aişe, İbn Ömer ve Zeyd bin Sabit'ten de aynı görüş nakledilmiştir. Hanefi mezhebine göre, "Kur" ile hayız dönemi kastedilmektedir. Hanbeli mezhebi de bu görüşü tercih etmiştir. Ayrıca 4 Raşit halife İbn Abbas, İbn Mesud, Ubey bin Ka'b, Muaz bin Cebel, Ebu Derda, Ubade bin Samit ve Ebu Musa el-Eşari'den de aynı görüş nakledilmektedir. Muvatta'da Şabi'den rivayet edildiğine göre O, 13 sahabe ile görüştüğünü ve hepsinin de aynı kanaati paylaştıklarını söylemektedir. Tabiun'un da çoğu bu görüştedir.

Bu görüş ayrılığı nedeniyle Şafiilere ve Malikilere göre, kadın 3. hayızını görmeye başladığında iddet son bulur. Ve böylece erkeğin de rücu etme hakkı kalmaz. Şayet kadına hayızlıyken talak verilmişse, kadının iddeti 4. hayıza başladığında biter. Çünkü Talak'ın verildiği zamanki hayız sayılmaz. (Muğniu'l-Muhtaç, Haşiyetu'd-Dusuki) Hanefi Mezhebine göre, şayet üçüncü hayızdan 10 güç geçmiş ve kan kesilmişse kadın gusletsin, etmesin iddeti sona erer.

Eğer kan 10 günden az bir zaman içinde kesilmişse kadın gusleder veya bir namaz vakti geçtikten sonra iddeti biter. İmam Ebu Hanife ve İmam Evzai'ye göre su bulunamazsa, kadın teyemmüm alır ve namaz kıldıktan sonra erkeğin rucu etme hakkı sakıt olur. İmam Muhammed'e göre, kadının teyemmüm etmesi yeterlidir. (Hidaye). Hanbeli Mezhebine göre -ki çoğunluğu ittifak halindedir-, kadın gusledene kadar erkeğin rücu etme hakkı vadır. (El-İnsaf).

e) Erkek nasıl rücu eder ve hangi şartlarda rücu edemez? Bu hususlarda fakihler arasında görüş birliği vardır. Hanımını Ric'î Talakla boşayan bir kimse, iddet süresi sona ermeden, dilediği bir zamanda -kadın razı olsun, olmasın- ona geri dönebilir. Çünkü Bakara: 228'de Allah, "Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" buyurmuştur. Bu ayetten anlaşıldığına göre, iddet bitene kadar karı-koca arasında evlilik devam etmektedir. Boşanma kesinleşmeden önce kocası, hanımını geri alabalir ve nikah akdini yenilemeye gerek bulunmamaktadır. Bu hususta kadının rızası da aranmaz. Ancak nasıl rücu edileceği hususunda fakihler ihtilaf etmişlerdir.

Şafiilere göre, rücu sadece amelle değil, sözle de yapılmalıdır. Lisanen rücu ettiğini söylemeyen bir kimse mübaşeret ve ihtilatı, rücu niyetiyle de yapsa rücu kabul edilmez. Çünkü bu şekilde kadından yararlanmak, şehvet duymasa bile haramdır. Ancak erkek Ric'î Talak verdikten sonra hanımıyla mübaşeret ederse, ona had tatbik edilmez. Çünkü ulema arasında bunun haramlığında ittifak yoktur. Ancak bunun haram olduğuna inanan kimseye tazir cezası gerekir. Ayrıca Şafii mezhebine göre, Ric'î Talak verdikten sonra, hanımıyla mübaşeret eden erkek, daha sonra sözle rücu etse de, etmese de misl-i mehir ödemelidir. (Muğniu'l-Muhtaç)

Malikilere göre, erkek sözle de, fiilen de rücu edebilir.Rücu ettiğini açık kelimelerle ifade eden bir kimsenin sözlerine, şaka bile olsa itibar edilir. Fakat açıkça ifade etmemişse ama buna rağmen o rücu etmek niyetinde ise, onun rücu ettiği kabul edilir. Yine ihtilat ve mübaşeret rücu etme niyetiyle yapılmamışsa geçerli sayılmaz. Çünkü hiçbir amel, niyet olmaksızın kabul edilmez. (Haşiyetu'd-Dusuki; Ahkamu'l-Kur'an, İbnu'l-Arabi) Hanefi ve Hanbeli mezhepleri, sözle rücu etme konusunda Malikilere katılmaktadırlar. Ancak fiilen rücu etmek hususunda Malikiler ile ters düşmektedirler. Bu iki mezhebe göre, erkek eğer iddet esnasında karısıyla mübaşeret ederse, niyeti rücu etmek olsa da olmasa da, bu kendiliğinden rücu olarak kabul edilir.

Ancak iki görüş arasındaki fark, Hanefilerin ihtilatın seviyesinin mübaşeretten az olması halinde bile, rücuu vuku bulmuş kabul etmeleri, Hanbelilerin ise, rücu için sadece ihtilat olmasını yeterli görmemelidir. Yani onlara göre mübaşeret gereklidir. (Hidaye, Fethu'l-Kadir, Umdetu'l-Kari, El-İnsaf)

f) Sünni Talak ile Bid'î Talak arasındaki fark şudur: Bir veya iki talak verildiğinde, iddetin son bulmasına rağmen, şayet kadın ile erkek aralarında anlaşırlarsa evlenebilme hakkına sahiptirler. Fakat 3 talak birden veren kimsenin iddet esnasında rücu etmeye hakkı olmadığı gibi, iddet süresi sona erdikten sonra da yeniden nikah kıyamaz. Ancak kadın sahih bir şekilde, bir başkasıyla evlenir (yani kocasıyla mübaşeret eder) ve sonra adam kendisini boşar veya ölürse, önceki kocasıyla anlaşarak yeniden evlenebilir. Birçok hadis kitabında, Hz. Peygamber'den (s.a.) sahih senetlerle şu hadis nakledilmiştir: "Rasululah'a Üç talakla boşanan ve sonra başka birisiyle evlenip, onunla halvete girdiği halde mübaşeret etmemiş olan ve sonra yeni kocasından ayrılan bir kadın, önceki kocasıyla yeniden evlenebilir mi?" diye sorulduğunda, Rasulullah, "İkinci kocası da, birinci kocası kadar kadından zevk alana kadar evlenemez" diye cevap vermiştir.

Şimdi de gelelim danışıklı-döğüş yapılan nikaha... Bir şahsın karısının, kendisine yeniden helal olabilmesi için, mübaşeretten sonra boşanması kaydıyla onu bir başkasıyla evlendirmesi sahih değildir ve bu nikah Ebu Yusuf'a göre fasiddir. Ebu Hanife'ye göre, kadın erkeğe yeniden helal olur ama bu fiil tahrimen mekruhtur. İbn Mesud'tan rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) "Allah kasıtlı olarak hulle yapan ve yaptıranlara lanet etmiştir." buyurmuştur. (Tirmizi, Nesei) Hz. Ukbe bin Amir'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizlere damızlık boğanın kim olduğunu söyleyeyim mi?" Sahabe "Söyle ya Rasulellah!" dediler. O da, "Onlar hullecilerdir. Hulle yapan ve yaptıranlara Allah lanet etsin" dedi. (İbn Mace, Darekutni)

2. Bu emrin muhatabı hem erkek, hem kadın hem de onların aileleridir. Yani boşanmayı basit bir mesele olarak telakki etmeyin. Ne zaman talak verdiğinizi, iddetin ne zaman başlayıp ne zaman sona ereceğini ciddiyetle takip edin. Boşanma olayı çok nazik ve önemli bir meseledir. Öyle ki sadece karı koca açısından değil, çocuk ve aileler açısından da hukuki ehemmiyete haizdir. Bu yüzden talak verdiğinizde ay ve günü hatırınızda tutun, iddetin ne zaman sona ereceğini ve ne kadar bir süre kaldığını düzenli bir şekilde takip edin. Çünkü hanımınıza dönmeniz buna bağlıdır. Kadın ne kadar evde tutulabilir. Ona ne zamana kadar nafaka verilecektir?

Kadın ne zamana kadar erkeğin verasetinde hak sahibidir? Ne zaman kocasından boşanmış olur, ne zaman yeni bir evliliğe hak kazanır? Tüm bunların bilinmesi gerekir; zira mesele mahkemeye intikal ettiğinde, mahkeme doğru karar verebilmek için, bu bilgileri elinde bulundurmak zorundadır. Kadın medhule mi, gayrımedhule mi; hamile mi, değil mi; hayızdan kesilmiş mi, kesilmemiş mi; rücu edilmeye müsait mi, değil mi vs. Bunlar bilinmeksizin hakimin boşanma kararı vermesi güçtür.

3. Yani, "Erkek öfkelenip kadını evden atmasın ve kadın da kızarak evi terketmesin." Çünkü iddet bitene kadar kadın hala o evin hanımıdır ve ihtilafın çözüme kavuşma imkanının ortadan kalkmaması için karı ile koca aynı evde oturmalıdırlar. Ric'î Talak durumunda erkek her an hanımına meyyal olabilir veya kadın kocasıyla aralarındaki ihtilafın nedenini ortadan kaldırmaya çalışıp, kocasını kararından dönmeye razı edebilir. Her ikisinin de aynı evde olması halinde, 3 aylık bir süre içinde veya kadın hamile ise çocuk doğana kadar yeniden barışmak için birçok fırsat çıkabilir. Fakat erkek kadını evden dışarı atar veya kadın evini terkeder de akrabalarının yanına giderse, o zaman barışma imkanı yok denecek kadar azalmış olur. Dolayısıyla boşanma hemen hemen kesinleşir. Bu bakımdan fakihler, Ric'î Talak ile boşanmış kadınlara, iddet sonrasında kocalarına güzel görünmeye çalışmalarını tavsiye etmişlerdir. (Hidaye, El-İnsaf)

İslâm Hukukçuları, Ric'î Talak verildiğinde, iddet süresi içinde barınma ve nafakanın kadının hakkı olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Bu süre içinde kadın, kocasından izinsiz evden ayrılamaz. Erkeğin de kadını evden atması caiz değildir. Fakat atarsa günah işlemiş olur. Kadın ise kendiliğinden evi terkettiği takdirde hem günaha düşmüş olur, hem de nafaka ve barınma hakkını kaybeder.

4. "Ancak apaçık edepsizlik yaparlarsa başka" ifadesi farklı şekillerde yorumlanmıştır. Hasan Basri, Amir, Şabi, Zeyd bin Eslem, Dahhak, Mücahid, İkrime, İbn Zeyd, Hammad ve Leys'e göre bu ifadeyle kastedilen zina fiilidir. İbn Abbas'a göre de "kötü sözlerle sövmek." Yani kocası kendisini boşadıktan sonra, iddet süresi içinde ıslah olmayıp, bu zaman zarfında dahi kadının kocası ve ailesiyle münakaşa etmesi. Katade bunu, "serkeşlik" şeklinde, yani serkeşlik ettiği için kocasının talak verdiği kadının iddet beklerken bile aynı hal ve tavırlarını devam ettirmesi olarak yorumluyor. İbn Ömer, Süddi, ibn Saib ve İbrahim en-Nehai'ye göre, kastolunan kadının evi terketmesidir. Yani onlara göre, bir kadının evi terketmesi "Fahişetin mübayyine" (açık bir edepsizlik)dir. "Rabbiniz Allah'tan korkun ve onları evden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir edepsizlik yaparlarsa başka" buyurmuştur. Bu ifade tıpkı "Sen terbiyesiz değilsen sövemezsin" demek gibidir. Yani "Senin sövebilmen için terbiyesiz olman gerekir."

Yukarıdaki dört görüşten, ilk üç görüşe göre bu cümle kadının evden çıkmasıyla ilgilidir. Yani kötü ahlâklı, ağzı bozuk ve serkeş olmadan kadının evden atılması caiz değildir. Son görüşe göre ise bu cümle kadının evi terketmemesiyle ilgilidir. Yani kadın evi kendiliğinden terkederse apaçık bir edepsizlik yapmış olur.

5. Bu iki cümle, 3 talak birden vermenin veya hayız zamanında talak vermenin geçerli olmadığını savunan kimselerin yanlışlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca 3 talak verilse bile, bu bir talak sayılır diyen kimselerin görüşleri de reddolunmaktadır. Çünkü Bid'i Talak geçersiz sayılıyorsa veya 3 talak bir talak hükmünde ise eğer, "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa (yani Hz. Peygamber'in (s.a.) gösterdiği boşanma biçiminin dışına çıkarsa) kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsin belki Allah bundan sonra (barışmanız için) bir yol çıkarır." ifadeleri nasıl anlaşılacaktır? Bu iki cümle, ancak Hz. Peygamber'in (s.a.) uygulamasının aksine talak vermenin bazı sakıncalar doğurduğu kabul edilirse bir anlam taşır. Sözgelimi 3 talak birden verildiğini ve rücu imkanı ortadan kalktığı için, kocanın pişman olduğunu düşünelim. Böyle bir durumda açıktır ki, bu boşanma geçerli olmasaydı, erkek Allah'ın sınırlarını çiğnememiş ve nefsine de zulmetmemiş olurdu. Şayet Talak-ı Bain, Talak-ı Ric'î şeklinde kabul edilecek olursa, o takdirde iddet süresi çinde her zaman barışma imkanı var demektir. Çünkü aksi takdirde, "Bilmezsin belki Allah, bundan sonra (barışmanız için) bir yol çıkarır" ifadesinin bir anlamı kalmazdı.

Bu noktada yeniden Bakara Suresi'nin 228-230. ayetleriyle, Talak Suresi'nin bu ayetlerini birlikte müteala edecek olursak, mesele daha da vuzuha kavuşur. Bakara Suresi'nde boşanmanın ancak 3 kez olabileceği vurgulanmıştır. İkinci boşanmadan sonra kocanın geri dönme hakkı vardır. İddet süresi sona erdikten sonra hulle olmaksızın yeniden evlenebilirler. Ancak üçüncü (ve son) talaktan sonra erkeğin bu iki hakkı da sakıt olur. Talak Suresi'ndeki bu emirler, Bakara Suresi'ndeki emirleri nesh etmek veya düzeltmek için gönderilmiş değildir. Aksine Talak Suresi'nin bu ayetlerinde, erkeklere -yuvalarının yıkılmaması için-, kendilerine verilen kadınları boşama haklarını akıllıca kullanmaları ve pişman olacakları bir biçimde hanımlarını boşamamaları tavsiye edilmektedir: "Barışma yolunu daima açık bırakın ki bu yetkinizi akılsızca kullanırsanız, yani 3 talak birden verirseniz, kendi nefsinize zulmetmiş olursunuz. Çünkü bu hatanızı telafi etmek mümkün değildir." Sözgelimi oğluna 300 rupi verip, "Bu para senindir, dilediğin gibi harcayabilirsin" diyen bir babanın, şöyle bir nasihatta bulunması gibi; benim nasihatimi dinlemez, ihtiyatsız ve yersizce sarfeder veya hepsini birden harcarsan, bundan sonra, sana bir daha para vermem." Şayet çocuğa verilen paranın tümü 300 rupi olmasaydı, babasının bu tavsiyesi anlamsız olurdu. Ayrıca bu paranın 100 rupisini harcamış olsa bile, yine de cebinde 200 rupisi kalmış demektir.

2 Sonra (üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları maruf (bilinen güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan ayrılın.6 İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid yapın.7 Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir.8 Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;9

AÇIKLAMA

6. Yani bir veya iki talak verdikten sonra, iddet süresi sona ermeden kadını hâlâ eşiniz olarak alıkoyacak mısınız, koymayacak mısınız karar verin. Onun iddetini lüzumsuz yere, sırf ona eziyet vermek için uzatmayın. Şayet kesin surette ayrılmak istiyorsanız, kavga gürültü etmeden güzellikle ayrılın, mehrinizden bir miktar kalmış ise eğer, onu ödeyin ve gücünüz yetiyorsa, Bakara: 240'da buyurulduğu gibi, boşanma nedeniyle ona bir şeyler verin." (İzah için bkz. Ahzab an: 86)

7. İbn Abbas'a göre, bununla talak verirken de, rücu ederken de şahit tutmak kastolunmaktadır. (İbn Cerir) Hz. İmran bin Hüseyin, karısını boşayıp sonra da rücu eden bir adamın, "Karımı boşarken de, ona dönerken de şahit tutmadım" demesi üzerine, ona "Sen karını boşarken de, ona dönerken de sünnete aykırı davrandın. Talak verirken ve rücu ederken şahit tutun.

Bundan sonra sakın böyle yapma" demiştir. (Ebu Davud, İbn Mace) 4 mezhebin fakihleri de, talak ve rücu hususunda, bunların sıhhati için şahitin gerekli olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Şahitlik hükmü, tarafların söylediklerini inkâr etmeleri halinde meseleyi halletmek kolay olsun ve şüphe kapısı kapansın diye ihtiyaten konulmuştur. Bu tıpkı Bakara Suresi'ndeki "alış veriş yaptığınızda şahit tutun" ayeti gibidir. Oysa buradaki şahit zorunlu değildir. Yani şahit olmadığı takdirde alışveriş geçersiz sayılmaz. Ancak bu ihtilafa kapı açılmaması için hikmetli bir tavsiyedir. Dolayısıyla Talak ve Rücu hususunda da en doğru yol buysa da geçersiz sayılacağı anlamına gelmez. Ancak her fiil için ihtiyaten iki adil şahit tutmanın daha iyi olacağı muhakkaktır.

8. Bu ibareden anlaşıldığına göre, yukarıdaki ifadeler bir kanun değil, bir tavsiye niteliği taşımaktadırlar. Sünnet'e uygun olmayan bir şekilde boşanan bir kimse, iddet süresini hesaplamayıp, karısını evden atsa, iddet bitimine doğru sırf hanımına eziyet etmek için rücu etse, ayrılırken kavga çıkarsa, talak ve rücu sırasında, ayrılırken şahit tutmamış olsa, yine de onun talak, rücu ve tavsiyelerine karşı davranmış olması, onun kalbinde Allah'a ve ahirete, doğru bir şekilde iman etmediğinin açık delilleridir. O bundan dolayı öyle davranmıştır. Oysa samimi bir mümine bu tür davranışlar yakışmaz.

9. Siyak ve sibak içinde değerlendirildiğinde, Allah'tan korkarak davranmanın, burada, sünnete uygun boşanmak, iddet süresini düzenlice hesaplamak, kadını evden atmamak, kadına eziyet etmek için rücu etmeyi geciktirmemek, ayrılmak gerektiğinde güzelce ayrılmak, talak, rücu ve ayrılma sonrasında iki adil kişiyi şahit tutmak demek olduğu anlaşılmaktadır. Allah'tan korkarak bu şekilde davranan bir kimse için Allah elbette kolay bir yol çıkarır. Bundan, Allah'tan korkmadan bu hususta dilediği gibi davranan bir kimseye, Allah'ın birçok zorluklar yaratacağı ve onun bir çıkış yolu bulamayacağı anlaşılmaktadır.

Bu ifade üzerine düşünülecek olursa, Talak-ı Bid'î'yi, bir temizlik döneminde birden fazla talak vermeyi veya 3 talak birden vermeyi geçersiz sayan kimselerin görüşlerinin sahih olmadığı anlaşılır. Çünkü Bid'î Talak geçersiz olsaydı eğer, bunca problemin meydana gelmesi anlamsız olurdu. Nitekim Bain Talak, Bid'î Talak sayılsaydı, o takdirde bir çıkış yolu gerekmeyecekti. Peki o halde burada vurgulanmaya gerek görülen zorluk nedir?

3 Ve onu hesaba katmadığı bir yönden de rızıklandırır.10 Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter.11 Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.

4 (Yaşlılıklarından dolayı) hayızdan kesilmiş kadınlarınızdan şüphe ederseniz, bilin ki onların bekleme süresi üç aydır. 12 Henüz hayız görmeyenler de böyledir. 13 Hamile olan kadınların bekleme süresi doğurmaları ile son bulur. 14 Kim Allah'tan korkarsa (Allah) onun işine kolaylık verir.

AÇIKLAMA

10. Yani, boşadığı kadını iddet süresinde evinde tutması, onun nafakasını vermesi, ayrılırken kalan mehrini tamamlaması ve gücü yetiyorsa ona bir şeyler vermesi, elbette kocaya mali bir yük getirecektir. Şüphesiz karısını boşayan bir erkeğin ondan hoşnut olmadığı da bir gerçektir. Bu bakımdan hâlâ onun için birtakım harcamalar yapması kocanın zoruna gider. Özellikle maddi yönden sıkışık olan bir kimse için bu çok daha zordur. Fakat Allah'tan korkan bir kimse tüm bunlara katlanmalıdır. Çünkü, onun kalbi dar olabilirse de, Allah'ın rızk veren eli dar değildir. Kim O'nun emrine tabi olup, mal sarfederse, Allah o kimseye hiç tahmin edemeyeceği bir yerden karşılığını verir.

11. Yani, "Hiçbir güç, Allah'ın, emrini yerine getirmesine mani olamaz."

12. Bu emir hayızdan kesilmiş kadınlar ile ilgilidir. Onların iddeti talak verilen günden itibaren hesaplanmaya başlanacaktır. Bu üç aylık iddet süresi Kameri aylara göredir. Eğer Kameri ayın başında verilmişse, 3 Kameri ay sayılacaktır. Ay arasında talak verilmişse, Ebu Hanife'ye göre, o ay 30 gün sayılarak 3 aya tamamlanacaktır. (Bedaiu s'Senayi)

Düzenli hayız görmeyen kadınlar hakkında, İslâm Hukukçuları ihtilaf etmişlerdir.

Hz. Said bin Müseyyeb'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: "Kendisine talak verilen kadın bir veya iki hayız gördükten sonra, hayzı kesilmişse, 9 ay beklemelidir. Şayet hamile değilse, 3 aylık iddet süresi bitiminde bir başkasıyla evlenebilir. Talak vuku bulur."

İbn Abbas, Katade ve İkrime'ye göre, 1 sene kadar hayız görmeyen kadının iddet süresi 3 aydır.

Tavus'a göre, senede bir kez hayız gören kadının iddet süresi 3 aydır. Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Zeyd bin Sabit'ten de aynı görüş nakledilmiştir.

İmam Malik'ten rivayet olunduğuna göre, Habban isimli bir şahıs, hanımına emzirdiği dönemde talak verir. Ve kadın 1 sene kadar hayız görmez. Bu esnada adam (Habban) vefat eder ve karısı veraset davası açar. Mesele Hz. Osman'a intikal edince o da Hz. Ali ve Zeyd bin Sabit'e görüşlerini sorar. Hz. Osman bu iki sahabi ile yaptığı istişarenin sonucunda, kadının verasete hakkı olduğuna karar verir. Dolayısıyla bu kadının hayızdan kesilmiş veya henüz hayız görmeye başlamamış kadınlar sınıfına girmediği öne sürülerek, kocası vefat ettiğinde onun iddetinin hâlâ bitmediği sonucuna varılmıştır.

Hanefilere göre, yaş nedeniyle olmayıp da herhangi bir nedenden ötürü hayızdan kesilen ama yeniden hayız görme ihtimali bulunan bir kadının iddeti, normal hayız süresine göre sayılır veya kadınların ortalama hayızdan kesilme yaşlarına göre, 3 aylık iddeti bitimi sonrasında Talak vuku bulur. İmam Şafii, İmam Sevri, İmam Leys; Hz. Ali, Hz. Osman ve Zeyd bin Sabit'in görüşüne katılmışlardır.

İmam Malik ise Hz. Ömer ve İbn Abbas'ın görüşünü, (Yani kadın 9 ay vuku bulur.) kabul etmiştir. İbnu'l-Kasım İmam Malik'in görüşünü açıklarken, şöyle diyor: "9 ay, hayızın bittiği günden başlar, talak verildikten sonra değil", (Ahkamu'l-Kur'an, el-Cassas, Bedaiu's-Senai)

İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, iddeti hayızına göre hesaplanan bir kadın, hayızdan kesilir ve sebebi bilinemezse, hamile olup olmadığı şüphesinden kurtulmak için 9 ay bekler ve sonra 3 aylık bir iddet süresini hesaplar.

Fakat niçin hayızdan kesildiği anlaşılırsa (Örneğin bir hastalık, emzirme vs.) hayız görene kadar bekler, hayız geldikten sonra da iddeti başlar, veya hayızdan tamamen kesilirse hayızdan kesilen kadınlar gibi iddet bekler (El-İnsaf)

13. Büluğa ermediği için hayız görmeyen veya bazı nedenler dolayısıyla geç hayız gören ya da çok büyük bir istisna olup da hiç hayız görmeyen kadınlar, hayızdan kesilmiş kadınlar gibi talaktan sonra 3 ay iddet beklerler.

Kur'an'ın bu açıklamasına göre, burada "Mudhale" (kocasıyla gerdeğe girmiş) bir kadının sözkonusu olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü mübaşeret olmasaydı eğer, iddet sözkonusu olmazdı. (Bkz. Ahzab: 49) Bu yüzden, henüz hayız görmeye başlamamış kızların, iddetinin beyan edilmesinden anlaşıldığına göre, bu yaştaki kızlarla evlenmek ve kocalarının kendileriyle cinsel ilişkide bulunması caizdir. Dolayısıyla Kur'an'ın caiz gördüğü bir davranışı hiçbir Müslümanın yasaklamaya hakkı yoktur.

Henüz hayız görmeye başlamamış bir kıza talak verilirse ve o da iddet esnasında hayız görmeye başlarsa onun iddeti hayzı ile birlikte başlar ve iddeti hayız gören kadınlar gibi hesap edilir.

14. Hamile kadının iddet süresinin doğum bitimine kadar olduğunda tüm İslâm alimleri görüş birliği içindedir. Ancak iddeti esnasında kocası vefat eden hamile kadının iddet süresi hakkında ihtilaf vardır. Bunun nedeni Bakara: 234'de kocası vefat eden kadının iddetinin 4 ay 10 gün olarak belirtilmiş olmasıdır. Zira bu ayette dul kadınlar içine, hamile olanların da girip girmediği sarih değildir.

Hz. Ali ile İbn Abbas, bu iki ayeti birlikte müteala edip, sonuçta hamile kadının iddetinin doğuma kadar olduğunu açıklamışlardır. Ancak hamile olan dul kadın için, iki iddetten uzun olanını kabul etmişlerdir. Sözgelimi kadının doğumuna kadar olan süre 4 ay 10 günden fazla ise, kadın doğuma kadar iddet bekler. İmamiye Mezhebi de aynı görüştedir. Dolayısıyla daha önce nazil olan Bakara Suresi'ndeki ayet hamile olmayan dul kadınları ilzam etmektedir. Bu bakımdan boşanmış olsa da, dul kalsa da her hamile kadının iddeti doğuma kadardır. Bu görüşe göre, bir kadının doğumu, kocasının ölümünden hemen sonra da olsa, ölümünden 4 ay 10 günden fazla da olsa, doğumunun olduğu zaman iddeti sona erer. Nitekim Übey bin Ka'b'tan rivayet edilen şu hadis de bu görüşü desteklemektedir: "Talak Suresi'nin bu ayeti nazil olduğunda, Rasulullah'a, bu ayetin boşanmış ama kocası hayatta olan ve dul ama hamile olan kadınların her ikisini de ilzam edip etmediğini sordum.

O da 'Her ikisini de ilzam eder' diye cevap verdi." Başka bir hadiste, Hz. Peygamber (s.a) bu meseleyi şöyle izah etmiştir: "Hamile kadının iddeti doğumuna kadardır" (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) İbn Hacer, bu hadisin, senedinin zayıf olmasına rağmen, birçok kanaldan rivayet edildiği için gerçek bir yanının olması gerektiğini söylüyor. Bu görüşün daha güçlü bir teyidi, Hz. Peygamber (s.a) döneminde vuku bulan Subeya el-Eslemi olayıdır. Bu kadın hamile iken dul kalır ve kocasının ölümünden birkaç gün (bazı rivayetlere göre 20, bazılarına göre 35, bazılarına göre 40 gün) sonra doğum yapar. Hz. Peygamber'den (s.a.) onun hakkında fetva istendiğinde, Hz. Peygamber (s.a) kadının evlenmesine izin vermiştir. (Bu rivayet Buhari ve Müslim'de birçok kanalla Ümmü Seleme'den ve ayrıca Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Nesei, İbn Mace'den yine birçok kanalla Misver bin Mahreme'den nakletmiştir.) İmam Müslim, Subiye el-Eslemi'nin olayını kendisinden şöyle nakletmiştir. "Ben Sad bin Havle'nin hanımıydım ve Haccet'ul-Veda zamanında ben hamileyken kocam vefat etti. O vefat ettikten birkaç gün sonra da doğum yaptım. Bir kimse bana, "Sen 4 ay 10 günden önce evlenemezsin" dedi. Ben bunu Rasulullah'a sorduğumda, bana "Doğum yaptıktan sonra evlenmekte serbestsin, dilersen evlenebilirsin" diye cevap verdi.

Sahabenin çoğundan da aynı görüş nakledilmiştir. İmam Malik, İmam Şafii, Abdürrezzak, İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir'den nakledildiğine göre İbn Ömer'e hamile kadının iddeti sorulduğunda, O, "Hamilenin iddeti doğumuna kadardır" demiştir. Bunun üzerine Ensar'dan biri çıkıp, "Baban (Hz. Ömer) kocası henüz gömülmemiş ve naşı duruyorsa bile, hanımı doğum yaptıktan sonra evlenebilir, diyor" diye konuşur. Aynı görüşü Ebu Hüreyre, Ebu Mesud, Bedri ve Hz. Aişe de paylaşmaktadır. Ayrıca 4 mezhebin imamları ve ileri gelen fıkıh alimleri de bu görüştedirler.

Şafiilere göre, hamile kadın birden fazla (ikiz) çocuk doğurduğunda son çocuğun doğumuna kadar iddet bekler. Çocuk düşürme hadiselerinde ebeye sorularak, ona göre amel edilir: Çocuk düşürmüş mü, yoksa kan pıhtısı mı gelmiş? diye. (Muğniu'l-Muhtaç) Hanbeliler ve Hanefiler de aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Ancak aradaki fark, çocuk düştüğünde, onlara göre çocuk cenin haline gelmemişse ebeye itimat edilmez. (Bedaui's-Senai, El-İnsaf). Günümüzde tıp gelişmiş olduğundan, çocuğun düşüp düşmediğini anlamak mümkündür. Bu bakımdan doktorlardan bir görüş almak mümkünse alınan görüş uyarınca hareket edilir. Fakat mümkün değilse, ihtiyat gereğince cahil ebelere güvenmek doğru olmayacağı için, Hanefi ve Hanbelilerin görüşü uygulanır.

5 Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah, onun kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.15

6 (Boşandığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onları 'darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla' kendilerine zarar vermeyin.16 Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. 17Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslâm'a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun.18 Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda '(çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir.19

AÇIKLAMA

15. Bu, umumi ve insan hayatında sürekli geçerliliği olan bir tavsiye gibi anlaşılıyorsa da, siyak-sibaktan Müslümanlara şöyle bir uyarı yapıldığı belli olmaktadır: "Yukarıda zikredilen emirler ne kadar ağır geliyorsa da, yine de Allah'tan korkarak bu emirlere uyun ki Allah sizler için bir kolaylık yaratsın. O sizin günahlarınızı affeder ve size bu davranışınızdan dolayı mükafaat verir." Hayızdan kesilmiş kadınların iddetinin 3 ay olduğu apaçıktır. Hayızdan kesilmemiş kadının iddeti 3 hayız olacağından, onun iddeti onlardan daha az, ama hamile kadının iddeti hepsinden fazladır. Tüm iddet süresince nafaka ve barınma mükellefiyeti erkeğe ait bulunduğundan, boşadığı bir kadının yükünü taşımak, ona ağır gelebilir zira, ondan ayrılmaya karar vermiştir.

Ancak o Allah'tan korkarak bu yükü taşır ve Allah'ın emirlerine uyarsa, Allah da ona lütfundan bağışlar ve onun yükünü hafifletir. Ayrıca bu dünyada katlandığı zahmetin karşılığı olarak, ona öbür dünyada çok büyük mükafatlar verir.

16. İslâm Hukukçuları, Ric'î veya Bain talakla boşanan kadının barınmasının ve nafakasının kocaya ait olduğu hususunda ittifak halindedir. Ayrıca Ric'i veya Bain Talakla da olsa, boşanan hamile kadının barınma ve nafakasının da kocaya ait olduğu hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ancak Talak-ı Bain ile boşanan kadının barınma ve nafaka hakkının her ikisine mi veya sadece nafaka hakkına mı, ya da hiç birine mi sahip olup-olmadığı konusunda ihtilaf vardır.

Birinci gruba göre, kadın hem barınma hem nafaka hakkına sahiptir. Hz. Ömer, İbn Mesud, Ali bin Hüseyin (Zeynel Abidin), Kadı Şureyh, İbrahim en-Nehai, Hanefiler, Süfyan Sevri ve Hasan bin Salih bu görüştedir. Darekutni'nin Cabir bin Abdullah'tan, "Rasulullah, kadın üç talakla da boşanmış olsa, nafaka ve barınma onun hakkıdır, buyurdu" şeklinde rivayet ettiği hadiste bu görüşü teyid etmektedir. Yine bu görüşü teyid eden bir başka hadis daha vardır. Hz. Ömer, Fatma bintu Kays'ın rivayet ettiği bir hadisi "Biz bir kadının sözü üzerine Allah'ın Kitabı'nı ve O'nun Peygamberinin sünnetini terkedemeyiz" diyerek reddetmiştir. Bundan Hz. Ömer'in sözünün boşanmış hamile olmayan bir kadın hakkında da geçerli olmaması için bir neden yoktur.

İkinci gruba göre, Bain Talakla boşanan kadına barınma hakkı vardır ama nafaka hakkı yoktur. Said İbn Müseyyeb, Süleyman bir Yesar, Ata, Şabi, Evzai, Leys, Ebu Ubeyde, İmam Şafii ve İmam Malik bu görüştedir. Ancak ileride de beyan edeceğimiz gibi, Muğniu'l-Muhtaç'ta İmam Şafii'den başka bir görüş daha nakledilmektedir.

Üçüncü gruba göre, Bain Talakla boşanan kadının ne barınma ne de nafaka hakkı vardır. Hasan Basri, Hammad, İbn Ebi Leyla, Amr bin Dinar, Tavus, İshak bin Rahaveyh, Ebu Sevr, (İbn Cerir'in rivayet ettiğine göre İbn Abbas) Ahmed İbn Hanbel ve İmamiye mezhebi bu görüştedir. Muğniu'l-Muhtaç'ta İmam Şafii'nin bu görüşte olduğunu bildiren bir rivayet vardır. "Boşanan kadının iddeti içinde -hamile olsa da olmasa da- barınma ve nafaka onun vacip olan hakkıdır. Ancak Bain Talakla boşanmış bir kadın için vacip değildir. (...) Ve Talak-ı Bain ile boşanan hamile olmayan bir kadının nafaka, ve giyim hakkı yoktur." Bu görüşün delili, Kur'an'ın, "Bilmez misin, belki Allah bundan sonra yeni bir yol ortaya çıkarır," ayetidir.

Onlar bu ayetten, bu imkanın ancak Ric'î Talak verilmesi halinde sözkonusu olacağı anlamını çıkarıyorlar. Diğer bir delilleri, birçok hadis kitabında, birçok sağlam senetlerle rivayet edilen Fatma bintu Kays hadisidir.

Fatma bintu Kays el-Fahriyye ilk hicret eden kadınlardandı. Çok zeki bir kadın olarak bilinirdi. Hz. Ömer'in şehadetinden sonra istişare için onun evinde toplanılmıştı. Bu kadın sahabi, önce Ebu Amr bin Hafs bin el-Mugayyiretu'l-Mahzumi ile evliydi. Kocası onu 3 talakla boşadıktan sonra Rasulullah kendisini Usame bin Zeyd ile evlendirdi. Bu olay şöyle vuku bulmuştur: Kocası Ebu Amr önce ona iki talak vermiş fakat bu esnada Hz. Ali ile Yemen'e giderek, 3. talakı oradan göndermiştir. Bazı rivayetlere göre, Ebu Amr "Onu evinizde barındırın ve nafakasını verin" diye haber göndermiştir. Bazı rivayetlere göre de, Fatma bintu Kays'ın kendisi bu haklarını talep etmiştir. Herhalukârda da kocasının akrabaları onun haklarını vermeyi reddetmişlerdir. Bunun üzerine mesele Hz. Peygamber'e (s.a) intikal etmiş ve O da, onun nafaka ve barınma hakkı olmadığına karar vermiştir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber, "Kadının nafaka ve barınma hakkı, kocasının dönme hakkı yoksa, nafaka ve barınma hakkı yoktur." (Müsned-i Ahmed) Taberani ve Nesei de aynı lafızlar ile rivayet etmişlerdir. Onların rivayet ettiği hadisin son lafzı şöyledir: "Talak-ı Bain'den sonra kadın eski kocasına hulle olmaksızın helal değildir. Bu yüzden nafaka ve barınma onlara vacip değildir." Bunu söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a) ona Ümmü Şerik'in evinde iddetini tamamlamasını emretmiş ama daha sonra Ümmü Mektum'un evinde kalmasını söylemiştir.

Bu hadisi kabul etmeyenlerin delilleri şunlardır.

a) Hz. Peygamber (s.a) ona kocasının akrabalarının evinden ayrılmasını, dili keskin olduğu için emretmiştir. Kocasının akrabaları onun bu uyumsuz mizacı dolayısıyla, artık bıkmışlardı. Said bin Müseyyeb, "Bu kadın bu hadisi rivayet etmekle milleti fitneye düşürmüştür. Aslında dili çok keskin olduğu için Ummu Mektum'un evinde barındırılmıştır." demektedir. (Ebu Davud) İkinci bir rivayete göre, Said bin Müseyyeb'in "O, kocasının akrabalarına dil uzattığı için, başka bir eve gönderilmiştir" dediği nakledilmektedir. (El-Cessas) Süleyman bir Yesar'a göre, "Onu, huysuzluğu nedeniyle evden çıkarmışlardır." (Ebu Davud)

b) Hz. Ömer onun naklettiği rivayeti reddettiğinde birçok sahabe hayatta olduğundan, bu meseleyi araştırmak o dönemde mümkündü. İbrahim en-Nehai: Hz. Ömer'in kendisine Fatıma bintu Kays'ın rivayeti ulaştığında, "Biz Allah'ın Kitabı'nının ayetini ve Rasulullah'ın sünnetini bir kadının hatırı için terkedemeyiz.

Bu onun vehmidir. Ben Rasulullah'tan Bain Talakla boşanmış kadının nafaka ve barınma hakkına sahip olduğunu işittim" dediğini nakleder. Ebu İshak şöyle anlatıyor: Kûfe'de Esved bin Yezid'in yanında bir mescidde oturuyordum. Şabi orda Fatma bint Kays'ın hadisini zikredince Esved Şabi'ye küçük bir çakıl taşı atarak şöyle dedi: Hz. Ömer kendi döneminde Fatma'nın bu hadisi rivayet ettiğini duyunca "Biz Rabbimizin Kitabını ve Rasulümüzün sünnetini bir kadının sözü dolayısıyla bırakmayız; zira onun doğru hatırlayıp hatırlayamadığını bilemeyiz. Dolayısıyla nafaka ve barınma kadının hakkıdır, "Onları evlerinizden çıkarmayın" ayeti mucibince de Allah'ın emridir" demiştir." (Bu rivayeti Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei nakletmiştir.)

c) Mervan döneminde Talak-ı Bain ile boşanmış bir kadının meselesi vuku buldu. Hz. Aişe bu konuda Fatma bintu Kays'ın rivayetine şiddetle karşı çıkmıştır. Kasım bin Muhammed şöyle anlatıyor: Hz. Aişe'ye, "Siz Fatma bintu Kays'ın hadisini biliyor musunuz?" diye sorduğunda, bana şöyle cevap verdi: "Fatma'nın hadisini zikretmesen daha iyi olur." (Buhari) Başka bir rivayette Hz. Aişe'nin sözleri, "Ne oldu bu Fatma'ya Allah'tan korkmuyor mu?" şeklindedir. (Buhari) Yine başka bir rivayette Urve bin Zübeyr, Hz. Aişe'nin "Fatma'nın bu hadisi rivayet etmesinde bir hayır yoktur" dediğini nakleder. Urve'nin bir diğer rivayeti şöyledir: "Hz. Aişe Fatma'ya çok kızdı ve "O aslında boş bir evde oturuyordu, orada yalnızdı. Hz. Peygamber (s.a) onun iyiliği için evini değiştirmesini emretmiştir" dedi."

d) Bu kadın daha sonraları Usame bin Zeyd ile evlenmiştir. Hz. Usame'nin oğlu Muhammed, "Fatma ne zaman bu hadisi zikretse, babam eline ne geçirse onun üzerine atardı." demektedir. (El-Cessas) Buradan anlaşıldığına göre, onun rivayet ettiği hadisin, sünnete ters düştüğünü bilmemiş olsaydı, Hz. Usame bu derece kızmazdı.

17. Ric'î veya Bain Talakla boşanan hamile kadının nafaka ve barınma sorumluluğunun kocasının üzerine olduğu konusunda ittifak vardır. Ancak kocası vefat eden hamile kadının, kocasının talak vermeden veya verdikten sonra vefat etmesi durumu tartışmalıdır.

a) Hz. Ali ve İbn Mes'ud'un görüşüne göre, kadının nafakası, vefat eden kocasının mirasından karşılanır. İbn Ömer, Kadı Şureyh, Ebu Aliye, Şabi, İbrahim en-Nehai de aynı görüştedirler. İbn Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre, o da bu görüştedir. (Alusi, El-Cessas)

b) İbn Cerir'in İbn Abbas'tan naklettiği bir rivayete göre, kocası miras bırakan hamile kadının nafakası, karnındaki çocuğun hissesinden karşılanır. Şayet mevta miras bırakmamış ise, onun varisleri kadının masraflarını karşılarlar. Çünkü Allah, "Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir." (Bakara: 233) buyurmaktadır.

c) Cabir bin Abdullah, İbn Zübeyr, Hasan Basri, Said bin Müseyyeb, Ata bin Ebi Rebah'a göre, kadının nafakası ölen kocasının malından verilir. İbn Abbas'tan da bir üçüncü görüş bu şekilde rivayet edilmektedir. (El-Cessas) Bu, şu anlama gelmektedir: Kadın kocasının bıraktığı mirastan kendi payına düşen nafakasını karşılar. Ancak kocasının toplam mirasından kadının nafaka hakkı yoktur. Çünkü bu takdirde, diğer varisler de onun yükünü taşımış olurlar.

d) İbn Ebi Leyla'ya göre, kadının nafakası, ölen kocasının malından, tıpkı borcu gibi ödenmek zorundadır. (El-Cessas) Yani bırakılan tüm miras üzerinden önce borcun ödendiği gibi aynı şekilde nafaka da ödenir.

e) Ebu Hanife, İmam Muhammed, İmam Züfer ve Ebu Yusuf'a göre, ölünün malından barınma ve nafaka hakkı yoktur. Çünkü ölümden sonra, ölünün mülkü olmaz. O mülk ölümden sonra varislerin hakkıdır. Dolayısıyla hamile kadının nafakası nasıl onlar üzerine vacip olabilir? (Hidaye el-Cessas) Ahmed bin Hanbel de bu görüştedir. (El-İnsaf)

f) İmam Şafii'ye göre, hamile kadına nafaka yoktur, barınma hakkı vardır. (Muğniu'l-Muhtaç) Onun delili, Ebu Said el-Hudri'nin kızkardeşi Furia bintu Malik'in hadisesine dayanır... Hz. Peygamber (s.a) kocası öldürüldüğünde ona iddetini kocasının evinde geçirmesini söylemiştir. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei) Ayrıca Darekutni'den rivayet edilen, "Rasulullah dul hamile kadına nafaka yoktur, buyurdu" şeklindeki hadisi de delil olarak alır. Aynı görüşü İmam Malik te paylaşmaktadır. (Haşiyetu'd-Dusuki)

18. Bu ifadeden birçok hususlar tespit edilebilmektedir.

a) Bir kadın kendi sütünde yegane tasarruf sahibidir; zira aksi takdirde onun sütü karşılığında ücret almasından nasıl bahsedilebilirdi?

b) Kadın doğum yapmasıyla birlikte eski kocasının nikahından çıkar ve dolayısıyla yasal olarak çocuğunu emzirmekle zorunlu tutulamaz. Ancak çocuğun babası, çocuğu ona emzirtmek ister ve o da razı olursa, ücret almak kaydıyla emzirir.

c) Babası, çocuğunu yasal olarak boşadığı kadına emzirtmek zorunda değildir.

d) Çocuğun geçim masrafları (nafakası) babaya aittir.

e) Çocuğun emzirilmesinde ilk hak sahibi, onun annesidir. Ancak annesi çocuğunu emzirmeyi kabul etmez ya da onun istediği ücreti baba vermeye muktedir olamazsa eğer, çocuğu bir başka kadın emzirebilir. Bu esastan bir başka kaide daha ortaya çıkmaktadır.

f) Çocuğun annesinin istediği ücret ile, başka bir kadının istediği ücret aynıysa, çocuğun annesi tercih edilir.

Bu hususlarda İslâm alimlerinin görüşleri şu şekildedir.

Dahhak'a göre, annesi çocuğunu emzirmeye herkesten çok hak sahibidir. Fakat emzirip-emzirmemek konusunda serbesttir. Şayet çocuk başka bir kadının sütünü kabul etmez ise, bu takdirde anne zorlanabilir. Benzeri bir görüş Katade, İbrahim en-Nehai ve Süfyan es-Sevri'den de nakledilmektedir. Yalnız İbrahim en-Nehai'ye göre, başka biri süt emzirmeye hazır olsa dahi, anne bu konuda zorlanabilir.

Anne ile baba ayrıldıklarında çocuk süt emiyorsa, anne sütünü verebilir, ama bu ona farz değildir. Başka bir kadın bulunamazsa o takdirde süt vermeye mecbur tutulabilir. Ancak baba, "Ücretiyle başka bir kadına emzirtirim" diyor ama anne, tutulan kadının istediği ücreti istiyor veya karşılık talep etmiyorsa, elbette öncelikle tercih edilmesi gereken annedir. Fakat çocuğun annesi daha yüksek ücret istiyorsa, baba çocuğunu anneye emzirtmeye mecbur tutulamaz.

19. Bu ayette anne ve baba açısından adeta cezai bir yön vardır. Çünkü üsluptan anlaşıldığına göre, her ikisine de boşanma safhasına kadar gelen önceki anlaşmazlıklar dolayısıyla sorun çıkarmamaları ve süt emzirme meselesini aralarında güzellikle ve anlayışla çözüme kavuşturmaları tenbih edilmektedir. Kadın, yüksek ücret talep ederek erkeği zor duruma sokmaması konusunda uyarılmıştır; zira çocuğun büyümesi kendisinin elinde değildir. Bu işi o yapmazsa, yapan başka biri bulunacaktır. Erkek ise, annenin çocuğuna olan düşkünlüğünü istismar ederek, onu perişan etmeye çalışmaması konusunda uyarılmıştır; zira bu salih kimselerin yapacağı bir davranış değildir. (Hemen hemen aynı konu Bakara: 233'te işlenmiştir.)

7 Genişlik-imkânları olan, nafakayı geniş-imkânlarına göre yapsın. Rızkı kendisine kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiç bir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.

8 Ülkelerden niceleri20 vardır ki, Rablerinin ve O'nun peygamberinin emrine karşı gelip azmışlar, böylece biz de onları çetin bir hesaba çekmişiz ve onları benzeri görülmedik bir azabla azablandırmışız.

9 Artık o (ülkelerin halkı), yaptığı kötülüğü taddı ve işinin sonucu da bir hüsran oldu.

10 Allah, onlar için şiddetli bir azab hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkup-sakının, Doğrusu Allah, sizin için bir zikir21 (uyarıp-hatırlatan ve öğüt veren Kur'an) indirmiştir.

11 İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için22 Allah'ın apaçık ayetlerine size okuyan bir peygamber de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.

12 Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı.23 Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.

AÇIKLAMA

20. Müslümanlar burada, Allah'a O'nun Rasulü ve Kitabı vasıtasıyla verilen emirler doğrultusunda uydukları veya uymadıkları takdirde dünyada ve ahirette nasıl bir sonuçla karşılaşacakları konusunda uyarılmışlardır.

21. Müfessirlerin bir kısmı, ayette geçen "Zikr" kelimesini Kur'an, bu kısmı ise Hz. Peygamber (s.a) olarak anlamışlardır. Zikri Hz. Peygamber (s.a) olarak anlayanlara göre, O'nun şahsiyeti baştan başa zikirdir (nasihattır.) Bize göre de doğru olan yorum budur. Zira birinci anlamıyla cümle şu şekilde olacaktır: "Biz size bir zikir nazil ettik ve bir Rasul gönderdik" Oysa Kur'an'ın ibaresinde böyle bir değişikliğe ihtiyaç yoktur. Zaten ibare tam bir mânâ taşımaktadır.

22. Yani, "O, insanları cehaletin karanlığından, ilmin aydınlığına çıkarır." Bu ayetin gerçek anlamını kavrayabilmesi için, okuyucunun kadim ve modern ahlâk kanunlarını müteala edip, onların boşanma iddet ve nafaka hakkındaki kanunlarını İslâm'ınkileriyle karşılaştırması gerekir. Nitekim bu konudaki modern yasaların sürekli değişip durduğunu ve henüz aile hukuku konusunda mükemmel bir yasa teşekkül ettiremediklerini görmekteyiz. Oysa Kur'an ve onun tebliğcisi 1400 sene önce, aile hukukunu düzenleyen böylesine mükemmel bir yasa 1400 senedir değiştirilmeye bile gerek duyulmaksızın mevcudiyetini idame ettirmektedir. Üstelik böylesine mükemmel bir yasa, dünyanın hiçbir medeniyetinde bulunmamaktadır. Burası ayrıntılı mukayeseler yapmaya müsait değildir.

Biz bu konuya "Hukuku'z Zevceyn" (Karı-Koca Hukuku) isimli eserlerimizin son bölümünde değindik. Ancak ilgi duyan ilim sahibi kimseler, dini ve dini olmayan ahlâk yasalarıyla, Kur'an ve Sünnet'in ortaya koyduğu ahlâk yasası arasında mukayeseler yaparak, gerçeği bizzat görebilir.

23. "Mislehunne" (Onlar kadarını) ifadesi yaratılan sema miktarı kadar da yeryüzünün (arzın) yaratıldığı anlamına gelmez. Kastedilen şudur: Nasıl birçok sema yaratılmış ise, birçok arz da yaratılmıştır. Yani mevcudat için bir döşek olarak yaratılan arz, yeryüzünün bir nevidir. Allah Teâlâ, aynı kainatta orada bulunanlar için bir döşek olarak başka arzlar da yaratmıştır. Nitekim Kur'an'ın bazı yerlerinde, sadece bizim dünyamızda değil, başka alemlerde de canlılar olduğuna işaret edilmektedir. (İzah için bkz. Şuara: 29 ve an: 50) Başka bir ifadeyle sayısız yıldız ve gezegenler, açıkça orada da yeryüzündeki gibi kendine özgü bir dünya olduğunu ispatlamaktadır.

Kadim müfessirlerden sadece İbn Abbas bu noktaya değinmiştir. Üstelik bunu, kainatta bu dünyanın dışında, başka canlıların da yaşadığı bir dünyayı kimsenin tasavvur bile edemeyeceği bir dönemde söylemiştir. Günümüzde bile bilim adamları bu hususta kuşku içindelerken, 1400 sene önceki insanın bunu idrak edemeyişi doğaldır. Bu yüzden İbn Abbas "Korkarım ki, size bu gerçeği açıklasam imanınız sarsılır" demiştir. Mücahid'in rivayet ettiğine göre, İbn Abbas'a bu ayetin anlamı sorulduğunda, O "Sizlere bu ayetin tefsirini açıklasam, inkâr ve küfre saplanırsınız" demiştir. Hemen hemen aynı sözler Said bin Cübeyr'den mervidir: İbn Abbas, "Bu ayetin anlamını açıklarsam küfre gireceğinizi sanıyorum" demiştir. (İbn Cerir, İbn Humeyd) Buna rağmen İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Hakim ve Beyhaki Ebu Duha'dan birbirinden farklı lafızlar ile, İbn Abbas'ın açıklamasını nakletmişlerdir: "Her aleme, tıpkı bizim peygamberlerimiz gibi Adem, Nuh, İbrahim, İsa gibi peygamberler gelmiştir." Bu rivayeti İbn Hacer Fethu'l-Bari'de İbn Kesir, tefsirinde nakletmiş, İmam Zehebî ise, "Bu rivayetin senedi sahihtir. Ancak ben Ebu Duha'nın rivayetinden başkasını bilmiyorum" demiştir. Bu bakımdan sözkonusu rivayet nadiren zikredilmiştir. Ayrıca ulamenın bir kısmı bu rivayetin yalan ve uydurma olduğunu söylemişlerdir. Molla Aliyyul-Kari, bu rivayeti Mevzuat-ı Kebir'inde (sh. 19) uydurma olarak zikreder ve şöyle der: "Bu söz İbn Abbas'a ait olsa bile, İsrailiyattandır." Fakat bu rivayetin reddedilmesindeki temel gerçek, akla sığmayışıdır. Oysa bunda akla muhalif bir şey yoktur. Allame Alusi tefsirinde şöyle yazar: "Bu yorumu kabul etmeyi aklen ve şer'an engelleyen bir şey yoktur. Yani her alemde yaşayan canlılar vardır ve insanın Adem'e raci oluşu gibi, onlar da kendi asıllarına racidirler.

Ayrıca bizim dünyamızda nasıl Nuh, İbrahim gibi insanlar arasından seçilen peygamberler varsa, her alemde de kendi aralarında seçilmiş peygamberler vardır." Alusi şöyle devam ediyor: "Yeryüzünün ve gökyüzünün sayısının 7'den daha fazla olması mümkündür. Zira 7 sayısını kesin bir niteleme olarak anlamak zorunlu değildir. Yani bu sayının daha fazla olmasını nefyetmez." Nitekim bazı hadislerde bir sema ile 500'er yıllık bir mesafe olduğu ifade edilmiştir. Alusi burada da kastolunanın mesafe tayini olmadığını söylüyor. Belki de maksat bir gerçeği aklın kavrayabileceği şekilde anlatmaktadır. Bu noktada Amerika'da Rand şirketinin teleskop aracılığıyla, iklim vs. şartları dünyamızınkine benzer olan ve canlı yaratıkların yaşama ihtimalinin bulunduğu 600.000.000 yıldız ve gezegen tespit etmiş olması oldukça dikkate değerdir. (Economist, London, 26 Temmuz, 1969)

TALAK SÜRESİ(Seyyid KUTUB)

1- Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki, Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir.

işte ilk aşama ve işte Peygamber Efendimize yönelik bir ifadeyle açıklanan ilk hüküm... "Ey peygamber!.." Sonra bu hükmün Müslümanlara özgü olduğu ve Peygamber Efendimizin şahsı ile ilgili olmadığı anlaşılıyor: "Kadınları boşamak istediğiniz zaman ..." Böyle bir ifadenin arka planında meseleye verilen önem ve konunun ciddiyeti vurgulanıyor. Burada kullanılan ifade tarzı oldukça ilginçtir. Çünkü yüce Allah bu mesele ile ilgili emrini vermek üzere Peygamberinin şahsına seslenirken, buyruğunu diğer Müslümanlar da duyurmuş oluyor. Hiç kuşkusuz bunlar konuya verilen önemi ortaya koymaları bakımından açık psikolojik mesajlar içeren ifadelerdir.

"Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın." Bu ayetin ifade ettiği anlamı açık biçimde ortaya koyan sahih bir hadis mevcuttur. Buhari'de yer alan bu hadisin metni şöyledir: Bize Yahya B. Bükeyr anlattı. Ona da Leys anlatmış, o da Ukeyl'den duymuş, ona da ibni Şihab anlatmış, o da Salim'den Abdullah B. Ömer'in şöyle dediğini haber vermiş: Abdullah B. Ömer, karısını hayızlıyken boşamış, Hz. Ömer gidip bunu Resulallah'a haber vermiş, bunun üzerine Peygamberimiz öfkelenmiş ve şöyle demiş: "Gidip karısını geri getirsin, hayızdan temizlenene kadar yanında tutsun. Sonra kadın tekrar hayız görüp temizlenince, şayet halâ boşamak istiyorsa o zaman temizlenmiş halde ve kendisiyle ilişkiye girmeden boşasın. işte yüce Allah'ın uyulmasını istediği iddet dönemi budur:'

Hadisin Müslim'deki metninde ise şu ifade geçer: "işte yüce Allah'ın kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet dönemi budur."

Buradan anlaşılıyor ki, boşanmanın geçerli olabilmesi için belirli bir zaman gereklidir. Dolayı siyle erkek karısını hayızdan temizlendiği ve bundan sonra da aralarında cinsel ilişki olmadığı zaman ancak boşayabilir. Bunun dışında dilediği zaman karısını boşayamaz. Başka hadisler boşanmanın geçerli olduğu ikinci bir durumun da olduğunu ifade etmektedirler. Bu da kadının açıkça hamile olduğunun belli olduğu dönemdir. Boşanma için bu şekilde bir zaman belirlenmiş olması, boşama eylemini kişide boşama isteğinin belirdiği anın bir süre sonrasına erteleme amacına yöneliktir. Bu süre içinde şayet geçici nedenlere bağlı ise kızgınlık dinebilir, karı koca arasında uzlaşma sağlanabilir. Yine bu zaman ayarlamasında gebelik durumunun olup olmadığının anlaşılması da amaçlanmıştır. Koca karısının hamile olduğunu öğrenirse onu boşamaktan vazgeçebilir. Kadının hamile olduğu anlaşılır buna rağmen adamın bu düşüncesi sürerse bu onun kararlı olduğunu gösterir. Hayızdan temizlendikten sonra cinsel ilişkinin olmamasının şart koşulması kadının hamile kalmaması içindir. Hamileliğin belli olmasının şart koşulması ise bilerek hareket etmek içindir.

Bunlar aile binasında beliren çatlakları onarma amacı ile başlatılan ilk girişimlerdir. Bu binaya yönelmiş yıkıcı balyozları önleme çabalarıdır.

Bu, boşanmanın ancak söz konusu dönemde geçerli olacağı anlamına gelmez. Boşanma her zaman için geçerlidir. Ancak Allah katında hoş karşılanmaz, peygamberin öfkelenmesine neden oluşturur. Bu hüküm, bir müminin zamanı gelene kadar kendini tutması ve yüce Allah'ın bu meselede dilediği gibi karar vermesini beklemesi için yeterli bir ağırlığa sahiptir.

"Ve iddeti de sayın."

Amaç, bekleme günlerinin sayılmaması sonucu boşanan kadının gereksiz yere bekletilmesini önlemek, bu dönemden sonra evlenmesine engel olmakla zarara uğramasına imkan vermemektir. Veya bu sürenin eksik sayılmasını önlemektir. Ki bu durumda birinci amaç gerçekleşmemiş olur. Söz konusu amaç, soyun karışmasını önlemek için boşanan kadının rahminde ceninin olmadığının iyice anlaşılmasıdır. Ayrıca bu, meselenin önemini, gökyüzünün konuyu gözettiğini, ilgili tarafların dikkatli olmasını istediğini anlatan oldukça etkili bir kontrol mekanizmasıdır.

"Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları bir yana, onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar."

İlk seslenişin oluşturduğu şaşkınlığın ardından gelen ilk uyarıdır. Kadınların evlerinden çıkmamalarını öngören emirden önce Allah'tan korkmaları hatırlatılarak ilk kez konuya dikkatleri çekiliyor. Ayette kadınların evlerinden söz edilirken kastedilen kocalarının evleridir. Fakat boşanma sonrası bekleme dönemi içinde kadınların bu evlerde oturma hakkına sahip olduklarını vurgulamak amacı ile böyle bir ifade kullanılıyor.

Kadınlar bu evlerden kendi istekleri ile çıkmayacakları gibi çıkarılmayacaklar da. Ancak açık-seçik bir edepsizlik yapmaları durumu bu hükmün dışında tutuluyor. Burada söz konusu edilen edepsizliğin zina sonucu olduğu söylenmiştir. Dolayı siyle böyle bir suç işlemeleri durumunda taşlanarak öldürülmek üzere bu evlerden çıkarılacaklardır. Burada kastedilen edepsizlik kocanın ailesini rahatsız etmesi veya kocasına hakaret etmesi, boşanmış olsa bile kocasını incitecek davranışlarda bulunması da olabilir. Çünkü kadının boşanma sonrası bekleme döneminde kocasının evinde tutulmasının hikmeti tekrar birbirlerine dönmelerine bir fırsat oluşturmaktır. Sevgi ve şefkat duygularını yeniden harekete geçirmektir. Birlikte geçirdikleri günlerin anılarını tazelemektir. Şöyle ki bu dönemde koca boşanma gereği kadından uzak durur ama gözlerinin önünde dolaşır. Bu durum her ikisinin de duyguları üzerinde derin etki bırakır. Ama kadın kocasının evinde zina gibi iğrenç bir suç işlerse, veya kocasının ailesini rahatsız ederse, ya da kocasına hakaret ederse, bu durumda temiz duyguların canlanması, köşede kıyıda kalmış sevgi kırıntılarının harekete geçmesi mümkün ol naz. Bu yüzden boşanma sonrası bekleme döneminde kadını kocasının evinde tutmaya gerek yoktur. Çünkü böyle bir durumda kadının kocasına yakın durması bağları güçlendirmez, aksine kopartır:

"Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur."

Bu da konuyla ilgili ikinci uyarıdır. Buna göre yüce Allah koyduğu bu hükmün gözetleyicisi, bekçisidir. Hangi mümin Allah'ın gözetlediği bir sınırı aşmaya kalkışabilir? Buna kalkışanın sonu felakettir, yok olmadır. "Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur." Allah'ın koruyup gözettiği bir sınırı aşmaya kalkışmak suretiyle kendini Allah'ın azabına atmakla kendine zulmetmiş olur. Aynı şekilde boşadığı karısına haksızlık etmekle de kendine zulmetmiş olur. Çünkü kadın ve erkek tek bir kişiden türemişler. Bu açıdan kadına haksızlık eden kendine haksızlık etmiş olur... Ve sonra...

"Bilemezsin, olur ki Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir."

Son derece etkileyici ve derin anlamlar içeren bir mesajdır bu. Boşandıktan sonra kadınların belli bir süre bekletilmesine ve boşanmış kadınların bu süre içinde kocalarının evlerinde kalmalarına ilişkin olarak yüce Allah'ın verdiği emrin arka planında gizli bulunan gaybı ve takdiri kim bilebilir ki? Ayet-i kerime burada bir umut parıltısı gönderiyor. Bir ışık yakıyor. Evet bu dönem baştan sona herkes için hayırlı olabilir. Bütün durumlar değişebilir, karşılıklı uzlaşmaya, hoşnutluğa dönüşebilir. Çünkü Allah'ın kaderi sürekli hareket halindedir. Sürekli değişir ve sürekli olaylarla iç içedir. Şu halde Allah'ın buyruğuna teslim olmak en iyisidir. Onun emrini korumak daha uygun bir davranıştır. Ondan korkmak, onun gözetimini düşünmek burada bir parça işaret edildiği gibi herkes için hayır kaynağıdır.

İnsan ruhu kimi zaman içinde bulunduğu anda kaybolur; bu anın ortaya çıkardığı durumların, şartların arasında boğulur. Geleceğe açılan tüm kapılar üzerine kapanır, içinde bulunduğu anın zindanına hap solur kalır. Bu anın sonsuz olduğunu, kalıcı olduğunu düşünür. içinde bulunduğu anda baş gösteren durumların, şartların peşini bırakmayacağını, kendisini hep kovalayacağını sanır. Bu psikolojik zindan sinirleri kilitler ve çoğu zaman bozulmalarına sebep olur.

Fakat aslında bu durum gerçek değildir. Çünkü Allah'ın kaderi sürekli işliyor, sürekli değişiyor, başkalaşıyor. Daima insanın aklının ucuna getiremediği durumları, şartları ortaya çıkarıyor. Sıkıntının ardından rahatlık, zorluğun ardından kolaylık, darlığın ardından bolluk meydana getirir. Çünkü Allah her gün kulları için değişik durumlar yaratır. insanlar için perde gerisinde olan yeni durumlar ortaya çıkarır.

Yüce Allah bu gerçeğin bu şekilde insanların kafalarında yer etmesini diliyor. Böylece yüce Allah'ın meydana getirdiği olaylara bakış açıları sürekli ve taze olsun diye. Durumların değişmesine yönelik arzu kapıları sürekli açık bulunsun diye. Ruhları arzuyla harekete geçsin, umutla neşelensin, coşsun, giriş kapılarını kilitlemesin, şimdiki zaman zindanında yaşamasın diye. Çünkü bir sonraki zaman diliminde insan aklının ucundan geçmeyen şeyler meydana gelebilir: "Bilemezsin, belki Allah bunun ardından bir hal meydana getirir."



2- İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun, veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu Allah â ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.

3- Ve ona beklemediği yerden rızk verir. Kim Allah'a güvenirse kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

İşte boşanmanın ikinci aşaması ve işte bu aşama ile ilgili hüküm. Boşanma sonrası bekleme süresinin sonuna doğru koca, boşadığı karısı bu süreyi henüz tamamlamamışken -daha önce açıklandığı gibi bu sürenin miktarı da tartışma konusudur- geri almalıdır. Sadece geri dönmesi boşanmanın geçersizliği için yeterlidir ve bu davranış kocanın karısını yanında alıkoyduğu yani ona tekrar eş olarak kabul ettiği anlamına gelir. Ya da kocası bekleme süresinin bitmesini bekler. Bu ise kadının kesinlikle, bir daha yeni bir evlilik sözleşmesi olmaksızın geri dönmemek üzere boşanması demektir Koca ister karısını geri alsın, ister ondan ayrılsın, her iki durumda da iyi davranmakla yükümlüdür. Geri almak suretiyle karısına zarar vermeye kalkışması yasaktır. Yani bekleme süresinin sonuna doğru karısını geri alması, sonra tekrar boşaması, böylece evlenmeksizin ortada kalma süresini uzatmaya çalışması, veya ortada bırakmak üzere geri alması, intikam almak üzere kadını tuzağa düşürmesi yasaktır. Her iki durum da surenin indiği dönemde fiilen yaşanmaktaydı. Ruhların Allah korkusundan uzaklaştığı her zaman benzeri durumlara rastlamak mümkündür. Hiç kuşkusuz Allah korkusu gerek ayrılık, gerekse birleşmekle ilgili hükümlerin uygulanışının başta gelen garantisidir. Aynı şekilde ayrılma durumunda da kocanın karısına sövmesi, hakaret etmesi, söz ve davranışla incitmesi, kızması yasaktır. Çünkü evlilik bağı iyilikle kurulmuş iyilikle son bulmalıdır. Kalpler de sevgiye yer kalmalıdır. Çünkü yeniden birleşmek söz konusu olabilir. Bir kötülük, yersiz bir söz, kırıcı bir işaret, incitici bir davranış, tekrar birleşme durumunda tertemiz olması gereken hatıralarda kötü bir yer edebilir. Sonra bu, İslam'ın diller ve kalpler için öngördüğü edep tavrının da bir gereğidir.

Gerek ayrılık, gerek yeniden birleşmek için iki adil şahidin tanıklığı gereklidir. Bununla güdülen amaç zihinlerde yer edebilecek kuşkuları gidermektir. İnsanlar boşanmayı duymuş ama yeniden uzlaşma sağlandığını duymamış olabilirler. Dolayı siyle çeşitli dedikodular, kuşkular etrafa yayılabilir. İslam bu tür ilişkilerde, insanların dillerinde ve vicdanlarında temizliğe ve netliğe önem verir. Bazı fıkıhçılar ayrılığın da, birleşmenin de şahit olmadan da olabileceği görüşündedirler. Bazıları da gerek ayrılığın gerekse birleşmenin ancak şahitlerin huzurunda olabileceği düşüncesindedirler. Fakat üzerinde birleşilen görüş, ayrılıktan sonra veya ayrılık esnasında yahut yeniden birleşme anında iki şahidin kesinlikle bulunmasını öngörmektedir.

Bu aşamayla ilgili hüküm açıklandıktan sonra peş peşe gelen mesajlar ve direktifler yer alıyor:

"Şahitliği Allah için yapsın."

Çünkü mesele Allah'ı ilgilendiriyor, bu mesele ile ilgili olarak yapılacak şahitlik te Allah içindir. Bu şahitliği emreden O'dur. Doğru olup olmadığını o gözetliyor ve O bu şahitliğin karşılığını verecektir. Bu konuya el atılırken, karı-koca veya insanlarla değil Allah ile ilişki halindedir insan.

"İşte bu Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür."

Bu hükümlerle muhatap olanlar ahiret gününe inanan müminlerdir. Burada yüce Allah onlara özellikleri gereği kendilerine öğüt verdiğini söylüyor. Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa şu halde öğüt alacak, Allah'ın sözlerinden ders alacaklardır. Bu onların imanlarının mihengidir, mümin olduklarına ilişkin iddianın ölçüsüdür.

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızk verir."

Dünyada ve ahirette uğrayacağı sıkıntılardan kurtulmasını sağlayacak bir çıkış yolu gösterir. Beklemediği yerden, değerlendiremediği kadar rızk verir. Hiç kuşkusuz bu, genel bir kuraldır, kalıcı bir gerçektir. Fakat bu kuralın burada boşanmanın hükümleriyle bağlantılı olarak hatırlatılması, özellikle bu meselede muttakiler Allah'tan korktukları zaman bu hükümleri özenle gerçekleştireceklerini, uygulayacaklarını ima etme amacına yöneliktir. Bu durumla ilgili olarak bilinç ve vicdan mekanizmasından daha duyarlı, daha dikkatli bir kontrol olamaz. Çünkü bu konuda karşı tarafa oyun oynamak için geniş bir imkan vardır. Allah korkusundan ve vicdan duyarlılığından başka bir şey de bunun önüne geçemez.

"Kim Allah'a güvenirse O, kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir."

Bu tür ilişkilerde karşı tarafa tuzak kurmak için geniş imkanlar ve sayısız yollar vardır. Bazen tuzaktan korunma girişimleri bir başka tuzakla sonuçlanabilir. işte burada bu tür girişimlerin terk edilmesi, sadece Allah'a dayanılıp güvenilmesi mesajı veriliyor. Hiç kuşkusuz Allah kendisine güvenip dayanana yeterlidir. Allah işini kesinlikle sonuçlandırır. Neyi planlarsa o, kesinlikle meydana gelir. Neyi dilerse o da olur. Şu halde O'na dayanıp güvenmek her şeye güç yetiren, ezici güce sahip dilediğini yapan, istediği işi sonuçlandıran bir kudrete dayanıp güvenmektir.

Aslında bu ilke geneldir. Ama burada güdülen amaç, kalpte Allah'ın iradesine ve takdirine ilişkin iman esasına dayalı doğru bir düşünce oluşturmaktır. Şu da var ki bu ilkenin boşanma hükümleri Dolayı siyle hatırlatılması özel bir anlam ve derin etkili bir mesaj taşıyor.

"Allah her şey için bir ölçü koymuştur."

Şu halde her şey miktarı, zamanı, yeri, şartları, sebep ve sonuçları ile, bir ölçüye göre belirlenmiştir. Tesadüfle meydana gelen hiçbir şey yoktur. Gerek bütün evren içinde, gerekse insanın iç aleminde ve hayatında olup biten hiçbir şey gereksiz ve boşuna değildir. Hiç kuşkusuz bu, iman esasına dayalı İslam düşüncesinin önemli bir yönünü oluşturan büyük bir gerçektir. (Furkan suresinin "O her şeyi yaratmış ve bir ön tasarıya göre düzenlemiştir" ayeti ile Kamer suresinin "Biz her şeyi bir ön tasarıya göre yaratmışız" ayetini sunarken bu gerçeği ayrıntılı olarak açıkladık.) Fakat bu genel gerçeğin burada hatırlatılması yüce Allah'ın boşanma ve boşanma devresi, boşanma sonrası bekleme ve süresi, şahitlik ve şahitliğin yerine getirilmesi ile ilgili koyduğu ölçüleri, bu gerçeğe bağlama amacına yöneliktir. Böylece boşanma hükümleri her zaman yürürlükte olan ilahi yasa, genel evrensel kanun niteliğini kazanıyorlar. Bu sayede insanın kafasında meselenin yüce Allah'ın yarattığı tüm varlıkların varlığına esas oluşturan bir ölçüye göre belirlenmiş evrensel düzen kadar ciddi olduğu düşüncesi uyanıyor. , .



4- Kadınlarınızın içinden adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

5- Bu Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür.

Boşanma sonrası bekleme döneminin süresine ilişkin bu sınırlandırma hayız görmeyen, bir de hamile olmayan kadınlar içindir. Hayız görmeme durumu hem hayızdan kesilmiş kocamış kadınlar hem de yaşının küçüklüğünden veya bir hastalıktan dolayı henüz hayız görmeyen kadınları kapsıyor. Buna göre daha önce Bakara suresinde açıklanan süre hayız gören kadınlar içindir (Bu da üç hayız görme dönemidir veya üç defa hayızdan temizlenmedir. Bu farklılık fıkhi görüş ayrılıklarından kaynaklanır.) Fakat adetten kesilmiş olanlar ve hiç adet görmeyenlerle ilgili hüküm biraz karışıktı. Bu süre neye göre ve nasıl hesaplanacaktı? işte bu ayet indi ve meselenin üzerindeki kuşku havasını ve karışıklığı giderdi. Ve her ikisinin de bekleme süresini üç ay olarak belirledi. Çünkü her ikisi de ötekilerin bekleme sürelerinde esas alınan hayızı görmüyorlardı. Fakat hamile kadınların bekleme süreleri doğumla sınırlandırıldı. Boşanmadan sonra bu surenin uzun veya kısa olması fark etmez. Doğumdan sonra kırk gün loğusalıktan temizlenme dönemi olsa da doğum boşanmış kadının bekleme süresinin sonu olarak kabul edilir. Çünkü doğumla birlikte ana rahminin boş olduğu kesinlik kazanmıştır, Dolayısıyla beklemeye gerek yoktur. Doğumla birlikte boşanan kadın boşayan kocasından kesin olarak ayrılır. Bundan sonra beklemenin bir gerekçesi yoktur. Çünkü kadın yeni bir evlilik sözleşmesi (nikah) olmaksızın artık kesinlikle kocasına dönemez. Kuşkusuz yüce Allah her şey için bir ölçü belirlemiştir. Şu halde onun koyduğu her hükmün bir gerekçesi, bir hikmeti vardır.

İşte mesele ile ilgili hüküm budur. Şimdi de uyarı amaçlı mesajlar ve değerlendirmeler yer alıyor:

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

İşlerinin kolayca çözümlenmesi her insanın beklentisidir, içinde taşıdığı umududur. Hiç kuşkusuz yüce Allah'ın herhangi bir kulunun bütün işlerini kolaylaştırması; zorlanmadan, sıkılmadan, meşakkat çekmeden, daralmadan işlerinin kolayca hallolması, bilinç ve doğa tasarımda işleri kolayca ele alması, hareket ve davranışta kolayca üstesinden gelmesi, sonuçlarını, akıbetlerini kolayca ve hoşnutlukla elde etmesi ve Allah'a kavuşana kadar kolay, rahat, esenlik dolu bir hayat yaşaması büyük bir nimettir. Dikkat edin! Bu ifade, hayatın diğer alanlarında her işin kolayca çözümlenmesi için kişiyi boşanma işinde kolaylaştırıcı bir rol üstlenmeye teşvik ediyor.

"Bu Allah'ın size indirdiği buyruğudur."

Biraz önceki ile birlikte yer alan ve aynı amaca yönelik bir diğer mesaj. Bu mesaj insanın dikkatini emrin kaynağına çekiyor ve emrin ciddiyetle ele alınmasını ima ediyor. Kuşkusuz bu emri Allah indirmiştir. Ve müminlerin uyması için indirmiştir. Şu halde bu emre uymak imanın anlamının gerçekleşmesidir, onlarla Allah arasındaki iletişimin gerçek mahiyetiyle ortaya çıkmasıdır.

Ve tekrar takvaya, bu meselede sürekli gündeme getirilen Allah korkusuna dönülüyor:

"Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür."

Birinci de işlerin kolaylaştırılması... İkincide kötülüklerin silinmesi, ardından verilecek ödülün daha da büyütülmesi... Hiç kuşkusuz bu insanı teşvik eden bir lütuf, coşturan bir öneridir... Ve bu genel bir hüküm, tüm durumları kapsayan bir vaaddir. Fakat bu vaadin gölgesi boşanma konusuna yansıtılıyor, bu sayede insan kalbi Allah bilinci ile, onun engin lütfu ile dolup taşıyor. Öyleyse Allah kendisini kolaylıkla, bağışlanma ve büyük ödüllerle bürüdüğü halde neden kendisi işi zorlaştırsın, içinden çıkılmaz hale getirsin?



6- Boşadığınız kadınları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun, onları sıkıştırıp, gitmelerini sağlamak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretini verin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer güçlüğe uğrarsanız çocuğu, başka bir kadın emzirecektir.

7- İmkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin. Rızkı daralmış bulunan da nafakayı, Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez. Allah daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır.

Boşanan kadınların boşanma sonrası bekleme dönemi içinde kocalarının evlerinde kalmaları, ayrıca müddeti tartışma konusu olan bu süre içinde kendilerine ödenecek nafaka meselesini çözüme bağlayan son açıklama budur. Emredilen, kocalarının boşadıkları karılarını boşanma sonrası bekleme süresi içinde kendi evlerinde tutmalarıdır. Kendilerinin bulunduğu yerden aşağı veya güçlerinin ve maddi durumlarının elverdiğinden daha düşük bir yerde oturtmamalıdırlar. Gerek yerlerini daraltmak, gerek kalacakları yerin iç düzenini bozmak, gerekse ev içinde kötü muamelede bulunmak suretiyle onlara zarar vermemelidirler. Nafaka konusu da özellikle hamile kadınlarla ilgili bir meseleymiş gibi sunuluyor. -Oysa bütün kadınlara boşanma sonrası döneminde nafaka ödemek zorunludur-. Ama bunun özellikle hamilelerle birlikte gündeme getirilmesi, hamilelik durumunun normal bekleme süresini aşınca bu dönemde nafaka verilmeyeceğini veya bir süreden az olması durumunda kadına ek ödemede bulunulması gerekeceğini öngören yanlış bir düşünceye meydan vermeme amacına yöneliktir. Buna göre hamile kadına verilecek zorunlu nafakanın süresi doğumla sınırlıdır. Hamile kadın için doğum, yasal uygulama için yeterli açıklık bulunması açısından boşanma sonrası bekleme döneminin sonudur.

Ardından doğan çocuğun emzirilmesi meselesinin çözümüne sıra geliyor. Ve bu iş karşılıksız bir görev olarak anneye yüklenmiyor. Mademki ikisinin ortak çocuğunun emzirilmesi söz konusudur. Şu halde hayatını sürdürmesi ve küçük yavrunun besleneceği sütü sağlaması için annenin belli bir ücret alması yasal hakkıdır. Bu da İslam şeriatında annenin en son noktaya kadar özenle korunduğunun belgesidir. Aynı zamanda anne ve babaya küçük yavrunun durumu ile ilgili olarak işbirliği yapmaları, çocuğun yararı için birbirlerine danışmaları emrediliyor. Çünkü çocuk ikisine birden verilmiş bir emanettir. Şu halde ikisinin hayatlarını birbirinden ayırmalarının kötü sonuçları ikisinin yaptıklarından sorumlu olmayan çocukcağızın omuzlarına yıkılmamalıdır.

İşte bu yüce Allah'ın anne-babayı uymaya çağırdığı kolaylaştırmadır. Fakat anne-baba zorluk çıkarır, çocuğun emzirilmesi ve verilecek ücret konusunda aralarında uzlaşma sağlanamazsa bile çocuğun hakları garantiye alınmıştır. Bu durumda "Çocuğu, başka bir kadın emzirecektir." Anne çocuğun bir başkası tarafından emzirilmesine itiraz edemez ve anne-baba ayrılmalarından sonra birbirlerine çıkardıkları zorluklardan dolayı çocuğun haklarını göz ardı edemezler.

Sonra boşanma sonrası bekleme döneminde kadına verilecek nafakanın miktarı konusu çeşitli yönlerden ayrıntılı olarak ele alınıyor. Bu da kolaylık, yardımlaşma ve adalet olarak nitelendiriliyor. Bu konuda erkek zorbalık yapmamalı kadın da zorluk çıkarmamalıdır. Yüce Allah'ın bol rızk verdiği kimse bu zenginliği oranında nafaka vermelidir. Gerek kalacak yer, gerek geçim nafakası gerekse emzirme ücreti konusunda cömert davranmalıdır. Ama eli dar olan da zorlanmamalıdır. Çünkü yüce Allah kişiye ancak gücünün kaldırabileceği bir nafaka yüklemiştir. Çünkü rızk veren Allah'tır. Hiç kimse Allah'ın vermediği bir şeyi elde etme gücüne sahip değildir. Allah'ın dışında rızk verecek bir kaynak, onun hazinelerinden başka bir hazine yoktur:

"Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez."

Bunun ardından, karı-kocaya karşılıklı hoşnut bırakmayı, ücret ve süre bakımından birbirlerine toleranslı davranmalarını tavsiye eden ve her ikisinin duyarlı tellerine dokunan bir mesaj yer alıyor:

"Allah, daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır."

Şu halde, darlıktan sonra genişlik, zorluktan sonra kolaylık meselesi yüce Allah'ı ilgilendirmektedir. Dolayı siyle karı-kocanın bütün meseleyi Allah'ın öngördüğü şekilde çözüme bağlamaları, bu meseleyi ele alırken hep ona yönelmeleri, onun gözetimini hissetmeleri, ondan korkmaları ve tüm meseleyi ona bağlamaları gerekir. Çünkü veren de alan da O'dur. O'dur rızkı daraltıp genişleten. Darlık-genişlik, zorluk-kolaylık, sıkıntı ve bolluk O'nun elindedir.

Buraya kadar boşanma ve boşanma sonrası meydana gelen sorunlara ilişkin hükümler ele alınmış oluyor; boşanmanın ortaya çıkardığı tüm meseleler kesin bir çözüme bağlanıyor; yıkılan evden geriye bir enkaz, ruhları dolduran, kalpleri bürüyen bir toz-duman bırakılıyor. Bu yıkımdan sonra merhem sürülmemiş bir yara, dindirilmemiş bir ağrı, ızdırap veren dert bırakılmıyor.

Aynı şekilde buraya kadar kalplerde geçebilecek olumsuz düşünceler, vesveseler giderilmiş; karşılıklı hoşgörü, kolaylaştırma ve meseleyi iyilikle ele alma sayesinde bunların önüne geçilmiş oluyor. Böylece boşadığı karısını evinde barındırdığı, bol nafaka ödediği ya da çocuğunu emziren kadına fazla bir ücret verdiği zaman kocanın kalbinden fakirlik korkusunu, malın azalıp yok olması düşüncesini gideriyor. Yine kısıtlı bir nafakadan dolayı kadının içinde baş gösteren sıkıntıyı veya daha fazla nafaka koparmakla eski kocasının malına zarar verme arzusu atılıyor. Ayrıca Allah'tan korkanlar için zorluktan sonra kolaylık, sıkıntıdan sonra genişlik ve beklenmedik yerden rızk geleceği vurgulanıyor. Bunun yanı sıra dünyada verilecek rızkın ötesinden ahirette de bol rızk verileceği, işlenen hatalar silindikten sonra büyük ücretler bahşedileceği pekiştirilerek ifade ediliyor.

Yine buraya kadar ki açıklamalarda, boşanma ile sonuçlanan çekişme ve geçimsizliğin geride bıraktığı kin, öfke, duygu ve vicdanı bürüyen toz-duman gibi kalıntılar gideriliyor, kalpler huzura kavuşturuluyor. Şefkat ve güzellikle bütün bunlar bir kenara atılıyor ve bu kalplere ilahi rahmet meltemleri estiriliyor Allah'a yönelik umutla dolduruluyor. Allah korkusu, ona yönelik umut ve ,onun hoşnutluğunu beklemeye ilişkin mesajlarla kalplere sevgi ve iyilik pınarlarından duygular akıtılıyor.

İşte bu kapsamlı ve çok yönlü tedavi bu derin etkili psikolojik uyarılar, sık sık vurgulanan bu pekiştirilmiş ifadeler... Evet bu meselede belirlenen kuralların uygulanışının tek güvencesi budur. Çünkü vicdanların duyarlılığından ve kalplerin takvasından başka bir kontrol mekanizması söz konusu değildir. Çünkü ortada tek engel kanun olursa karı ve kocanın her biri duygularını bastırmak için ötekine çeşitli zararlar verme imkanına sahip olur. Bu yüzden bazı emirler bütün bunları kapsayacak şekilde erdemliliğe yöneliktir. Çünkü karı-kocanın karşılıklı olarak birbirlerine zarar vermemeleri emrediliyor: "Onlara zarar vermeyin." Bu emir karı-kocanın birbirlerine vereceği her türlü zararı kapsıyor. Bir kanun maddesi ne kadar geniş kapsamlı olursa da bu etkinliği sağlayamaz. Bu mesele vicdani duyarlılığı uyandıran etkenlerle, takva duygusunu coşturmakla, bütün sırlardan haberdar olan, her şeyi ilmiyle kuşatan Allah korkusu ile ele alınıyor. Buna karşılık yüce Allah'ın dünya ve ahirette muttakiler için vaad ettiği nimetler özellikle de değişik açılardan gündeme getirilen rızk bağışı hatırlatılıyor. Çünkü meseleyi kolaylaştırmak ve boşanma durumunun neden olduğu sert havayı yumuşatmak için gerekli olan en önemli etken budur.

Bu hükümler ve direktiflerin ışığında eşler birbirlerinden ayrılabilirler. Ama içlerinde ölmemiş sevgi tohumları kalır. Bu tohumlar yerde bir yağmur çisin tisi ile canlanır yeniden yeşerebilirler. Bu, aynı zamanda İslam'ın Müslüman toplumun yaşam biçimine egemen kılmak ve toplumun her tarafında yaygınlaştırmak istediği güzel ve üstün bir edep tavrıdır.

İNANMIŞ AKIL SAHİPLERİ

Surenin akışı bütün bunları sunduktan sonra, ders alınacak son ibret tablosunu, Rablerinin ve onun gönderdiği elçilerin emirlerini çiğneyen, kendilerine okunan ayetleri dinlemeyen, olumlu karşılık vermeyen toplumların bu suçlarından dolayı başlarına gelen acıklı akıbetten örnekler sunarak çiziyor. Bu ibret tablosunu, Allah'tan korkmayan, ona itaat etmeyen kimseyi bekleyen acı akıbeti, aynı şekilde bu sureye ve surenin içerdiği hükümlere muhatap olan müminlere yönelik Allah'ın nimetlerini hatırlatacak şekilde başlarının üzerine asıyor:



8- Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik.

9- Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.

10- Allah onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri. Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitab indirmiştir.

11- İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir. Kim Allah â inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. Allah böylesine gerçekten güzel bir rızk vermiştir.

Burada uzun bir uyarı, sahneleri ayrıntılı biçimde gözler önüne serilen bir sakındırma yer alıyor. Bunun yanı sıra yüce Allah'ın iman ve nur şeklinde beliren nimetine ve rızkın en güzeli ve onur vericisi olan ahiret ödülüne ilişkin vaadini hatırlatan derin etkili bir mesaj sunuluyor.

Şu halde yüce Allah'ın, kendi emrine karşı çıkan ve peygamberlerine teslim olmayan toplumları cezalandırması her zaman yürürlükte olan bir yasadır: "Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik." Yüce Allah'ın bu toplumları cezalandırması ayrıntılı olarak anlatılıyor. Sonra çetin hesaplaşma ve görülmemiş azap sahnesi detaylı olarak sunuluyor. Ardından akıbet ve başa gelen kaçınılmaz musibet tasvir ediliyor: "Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. İşlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur." Hüsranla noktalanan acı akıbeti yansıtan tablonun sunuluşu ise bir sonraki ayete erteleniyor: "Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır." Bütün bunlara sahneyi biraz daha uzatmak, adımları ve aşamaları daha çok açmak amacıyla başvuruluyor. Hiç kuşkusuz bu, duyguda derin etki bırakmak, sinirler üzerindeki etkiyi uzun süreli kılmak için Kur'an-ı Kerim'in başvurduğu ifade yöntemlerinden biridir.

Bu uyarı karşısında bir süre duruyoruz ve yüce Allah'ın, emirlerine karşı çıkan gönderdiği peygamberlere başkaldıran şehirleri birer birer cezalandırdığını görüyoruz. Ayrıca bu uyarının burada boşanma ve boşanma hükümleri Dolayısıyla yer aldığını da görüyoruz. Böylece boşanma ve boşanma hükümleri bu genel yasaya bağlanıyor. Boşanma ile bu evrensel yasa arasında kurulan bu bağlantı boşanma sorununun aile veya eşlerin dar sınırları içinde bir olay olarak algılanmadığını, aksine bütün Müslüman ümmeti ilgilendiren bir bir sorun olarak ele alındığını gösteriyor. Şu halde bu konuda Müslüman ümmet sorumludur. Bu konuda Allah'ın şeriatına uymakla yükümlüdür. Müslüman ümmetin bu konuda Allah'ın şeriatına ters düşmesi -tıpkı bu düzenin hükümlerinden herhangi birine yahut insan hayatına egemen olması için gönderilen bu eksiksiz sistemin herhangi bir ilkesine ters düşmesi gibi- Allah'ın emrinin dışına çıkmaktır, O'na baş kaldırmaktır. Bu durumda sadece bu suçu işleyenler cezalandırılmaz. İçinde bu tür bir başkaldırı yaşanan, hayatla ilgili meselelerde Allah'ın sisteminden sapan, onun emrine ters düşen tüm şehir cezalandırılır. Çünkü Allah'ın dini itaat edilsin, eksiksiz uygulansın, tüm hayata egemen olsun diye gelmiştir. Bu yüzden fertleri ilgilendiren kişisel meselelerde bile- Allah'ın dininin ilkelerine ters düşen biri daha önce böyle bir suç işleyipte sorumlu tutulan şehirlerin tabi tutuldukları değişmez ilahi yasaya muhatap olacaktır.

İşte adı geçen şehirler durumlarının gerektirdiği cezayı çekmiş ve sonunda da zarar etmişlerdir. Son hesaplaşma gününden yani kıyamet gününden önce daha bu dünyadayken cezalarını çekmişlerdir. Evet, bu cezayı yüce Allah'ın yeryüzüne egemen olması için gönderdiği hayat sisteminden sapan, ilkelerini çiğneyen bütün şehirler, bütün milletler ve bütün halklar çekmişlerdir. Biz ve bizden önceki kuşaklarda bu durumu gözlerimizle gördük. Allah'ın koyduğu sistemi rafa kaldıran, onun ilkelerini çiğneyen toplumların bir sosyal bozulma ve çözülme sürecini yaşadığına, yoksulluk ve kıtlık çektiğine, zulüm ve baskı altında inim inim inlediğine, can güvenliğinden, barıştan, istikrar ve huzurdan yoksun korkulu bir hayat yaşadığına şahit oluyoruz. Her gün bu uyarıyı doğrulayan olaylarla karşılaşıyoruz!

Bütün bunların yanı sıra yüce Allah'ın koyduğu hayat sistemini tanımayanları bekleyen çok şiddetli bir azap vardır. İşte yüce Allah buyuruyor: "Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır." Ve Allah en doğrusunu söyler.

Bu din -Saff suresinde değindiğimiz gibi- toplumsal bir hayat sistemidir. Kendine özgü bir hayat düzeni olan Müslüman bir toplum meydana getirmek için gelmiştir. Bu toplumun tüm hayatını yönlendirmek için gelmiştir. Bu yüzden toplumun tümü bu dine karşı sorumludur. Hükümlerinden sorumludur. Bu hükümlere ters düştüğü zaman, geçmişte Allah'ın emrine ve Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerin sunduğu mesaja karşı çıkan, baş kaldıran şehirler gibi bu uyarının gerektirdiği cezayı hakkeder.

İşte bu uyarılar ve uyarıları somut olarak gözler önüne sunan sahnelerin karşısında ayet-i kerime iman eden akıllı kimselere, akıllarının yol göstericiliği ile imanı algılayanlara sesleniyor. Onları, kendilerine uyarıcı bir kitap indiren Allah'tan korkmağa çağırıyor: "Allah size gerçekten bir uyarıcı kitap indirmiştir." Ayet-i kerime bu uyarıyı somutlaştırıyor, Peygamber Efendimizin şahsı ile birleştiriyor. Onun saygın kişiliğini uyarının kendisi veya canlı bir ifadesi olarak sunuyor: "Allah apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir."

Bu ayet, çeşitli anlamlara gelen doğru, derin etkili, olağanüstü bir ifade tarzı ile sunulan ve dikkatlerimizi önemli bir nokta üzerinde toplayan bir mesaj içermektedir.

Allah katından gelen bu uyarı, bu kitap Hz. Peygamberin dosdoğru kişiliği aracılığı ile onlara ulaşmış ve sanki bu uyarı doğrudan onların içlerine girmiştir. Peygamberin şahsı bu uyarının içerdiği hiçbir gerçeğe perde olmamıştır.

Bu ayetin işaret ettiği gerçeği bir de şu şekilde ele almak mümkündür: Hz. Peygamberin şahsı doğrudan doğruya bir uyarı niteliğine bürünmüştür. Hz. Peygamber bu uyarının somut bir örneğidir. Sözlü olarak bu uyarıyı ifade etmiş ve kendisi de bu uyarının gerçekliğini yansıtmıştır. Dolayı siyle Hz. Peygamber Kuran'ın içerdiği gerçeklerin canlı bir tercümesidir. Doğrusu Peygamberimiz böyleydi. Nitekim Hz. Aişe onu şu şekilde tanıtmaktadır: "O'nun ahlâkı Kuran'dı." Peygamberimiz hayatın sorunları karşısında Kuran'ı bu şekilde algılamıştı. Bizzat kendini canlı bir Kur'an olarak sorunları ele almıştı.

Yüce Allah'ın bahşettiği uyarıcı kitap, aydınlatıcı nur, yol gösterici ve yapıcı mesaj şeklinde somutlaşan nimetin ötesinde bir de içinde sonsuza dek kalınacak cennet nimetleri vaad ediliyor. Bu rızkın en güzel olduğu hatırlatılıyor. Yeryüzünde bahşedilen diğer rızklarla karşılaştırılamayacağı vurgulanıyor: "Allah böylesine gerçekten güzel bir rızk vermiştir."Allah hem dünyada hem de ahirette rızk verir ama bu her türlü rızktan daha iyi bir rızktır. Ve bunu en güzel bir rızk olarak seçmesi gerçeğe dayalı ve onurlandırıcı bir seçimdir.

Böylece rızk konusuna bir kez daha değiniliyor. Bu işaretle cennette verilecek rızk karşısında dünya rızkının önemsizliği, basitliği vurgulanıyor. Bununla birlikte surenin ilk bölümlerinde dünya rızkının da bollaştırılacağı vaad edilmişti.

ALLAH HER ŞEYE KADİRDİR

Ve surenin sonunda şu dehşet verici evrensel mesaj sunuluyor. Böylece surenin konusu, surede yer alan yasal düzenlemeler ve direktifler Allah'ın uçsuz bucaksız evrene egemen kaderine, tüm evreni kontrolünde tutan gücüne ve tüm evreni kuşatan bilgisine bağlanıyor.



12- Allah yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yarattı. Allah':n buyruğu bunlar arasında iner ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.

Yedi kat göğün ne anlama geldiğini, boyutlarının ve alanının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Yedi kat yer de öyle. Şu anda üzerinde yaşadığımız dünya bu yedi kat yerden biri olabilir ve ötekiler de yüce Allah'ın bilgisinin kapsamında olabilirler. Ayette geçen "Mislehunne - bir o kadarı" ifadesi ile bu yeryüzü-nün de yapısı ve özellikleri bakımından göklerle aynı türden olduğuna işaret edilmiş olabilir. Her halükârda bu ayetleri pozitif bilimlerin verilmesine göre yorumlamak diye bir zorunluluğumuz yoktur. Çünkü beşeri bilimler tüm evreni kuşatamamıştır ki biz de kesin olarak "İşte Kur'an-ı Kerim bunu demek istiyor" diyelim. Ne var ki insanoğlu kesin olarak evrenin yapısının bütünüyle öğrenmediği sürece böyle bir şey söyleyemeyiz .. Bu ise uzak hem de çok uzak bir temennidir.

Biz bu işaretin vurgulamak istediği gerçeğin psikolojik boyutundan ve iman esasına dayalı, doğru ve evrensel düşüncenin inşasına yönelik mesajından yararlanıyoruz.

"Allah yedi kat gök ve yerden bir o kadarını yarattı." şeklinde ifade edilen akıllara durgunluk veren evrene yönelik bu işaret karşısında insan duygusu donakalıyor. Kalp Allah'ın gücünü uçsuz bucaksız mülkünü gözler önüne seren sahnelerden birinin karşısında buluyor kendini. Bırakın dünya mülkünün bir kısmını bırakın dünyada olup biten bazı olayları, bırakın kocanın ödediği veya kadının indirim yaptığı birkaç kuruş parayı... Bütün yeryüzü bu uçsuz bucaksız mülk karşısında küçülüveriyor, önemsizleşiyor...

İşte şu yedi kat gökyüzü ve yedi kat yer veya yerler arasında iner Allah'ın emirleri. Şu anda bu surede onlara yöneltilen emir de bunlardan biridir. Şu halde bu emir, insanların güçleri oranında zaman ve mekana ilişkin düşüncelerinden kaynaklanan ölçüler bakımından da oldukça önemlidir, olağanüstüdür. Bu emre karşı çıkmak, gökler ve yerler arasında yankılanıp duran, yüceler aleminin ve göklerde ve yerlerde yüce Allah'ın yarattığı diğer varlıkların dinlediği emre karşı gelmektir. Bu öylesine ağır bir cürümdür ki, akıl sahibi hiçbir mümin buna yeltenemez. Kendisini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kendisine Allah'ın açık ve anlaşılır ayetlerini okuyan, göklerle yerler arasında yankılanan bu emri bildiren bir elçi gelmiş bulunan hiçbir mümin bu iğrenç suçu işleyemez.

Göklerle yer arasında inen bu emir, müminin kalbine Allah'ın her şeye gücünün yettiğine, hiçbir şey O'nun iradesini engelleyemeyeceğine, O'nun bilgisiyle her şeyi kuşattığına, bu uçsuz bucaksız mülkünde olup biten veya kalplerin derinliklerinde gizlenen hiçbir şeyin onun bilgisinden kaçamayacağına ilişkin inancı yerleştirir. Bu mesaj iki açıdan önemlidir.

Birincisi: Her şeyi ilmiyle kuşatan Allah, boşanma ile ilgili hükümlerin uygulanmasını emrediyor. Çünkü yüce Allah onların içinde bulunduğu şartları, yaşadıkları ortamı, onların çıkarını ve kapasitelerini göz önünde bulundurarak bu hükümleri indirmiştir. Şu halde bu emre uymak ve en ufak bir konuda bile bu emrin dışına çıkmamak yapılacak en uygun davranıştır. Çünkü bu hükümleri koyan, her şeyi ilmiyle kuşatan yüce Allah'tır.

İkincisi: Bu hükümler doğrudan doğruya vicdanların duyarlılığına bırakılmıştır. Çünkü yüce Allah'ın bilgisinin ve her şeyden haberdar olduğunun bilincinde olmak, göğüslerde geçen her türlü duyguyu bilen Allah'tan korkmaktan başka bir şey düşünülmeyen bir mesele karşısında vicdanların daha da duyarlı olmalarının garantisidir.

Böylece sure, kalpleri boyun eğmeye, itaat etmeye zorlayan bu dehşet verici, bu ürpertici mesaj ile son buluyor. Kalpleri yaratan, onların kıvrımlarını, gizli açık bölmelerini bilen Allah yücedir, noksan sıfatlardan uzaktır.