12 Ağustos 2007 Pazar

ADİYAT SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Birinci ayatteki "adiyat" kelimesi bu sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: Adiyat Suresi'nin Mekkî mi, Medenî mi olduğunda ihtilaf vardır. Abdullah b. Mesud, Cabir, Hasan Basrî, İkrime ve Ata bu surenin Mekkî olduğunu söylemişlerdir. Enes b. Malik ve Katade ise surenin Medenî olduğunu belirtmişlerdir. İbn Abbas'tan iki kavil menkuldür. Bunların birisi surenin Mekkî, diğeri ise surenin Medenî olduğu yolundadır. Ama surenin beyan üslubundan sadece Mekkî olduğu değil, aynı zamanda Mekke döneminin başlangıcında nazil olan surelerden olduğu anlaşılmaktadır.

Konu: Bu surenin maksadı, insanın ahireti inkar etmesinin veya ondan gafil olmasının, onu ahlâkî bakımdan aşağı seviyeye düşüreceğini anlatmaktadır. Bunun yanısıra, ahirete insanların sadece zahiri amellerinden değil, kalplerdeki gizli sırlardan da hesap sorulacağı ifade edilmiştir. Arabistan'da yaygın olan anarşiden herkesin perişan ve rahatsız olması bunun delili olarak ileri sürülmüştür. Çünkü o dönemde, her tarafta savaş, kan ve zulüm yaygındı. Kabileler birbirini helak etmekteydi. Hiç kimse geceleri rahatça uyuyamazdı. Çünkü fecr zamanı hücum edebilecek düşmanın saldırı tehlikesi ile karşı karşışaydı. Bu durum bütün Arabistan'da yaygındı ve onun kötülüğünü herkes hissetmekteydi. Zalim ve tecavüzkar olan kişi başarı kazandığı zaman memnun olurdu.

Mazlum olan ise matem içinde kalırdı. Ama muzaffer olan zalim zulme uğradığında, anarşinin ne kadar kötü olduğunu hissederdi. Buna işaret edilerek buyurulmuştur ki, insan ölümden sonraki hayatı ve Allah (c.c.) huzurunda hesap vermeyi bilmeden Rabb'ına karşı nankörlük yapmaktadır. Allah'ın verdiği kuvvetleri zulm, savaş ve kan dökmek için kullanmaktadır. Mal sevgisi gözünü o kadar kör etmiştir ki, bütün gayri meşru ve çirkin yolları bile ne pahasına olursa olsun elde etmek ister. Onun bu hali, Rabb'inin verdiği kuvvetleri yanlış yerlere kullanmakta ve Rabb'ine karşı nankörlük etmekte olduğuna kendi kendine şahitlik etmektedir. Kalbinde gizli olup bu dünyada böyle hareket etmeye onu teşvik eden niyetleri, maksatları ve gizli iradelerinin, kabirden kalktığı zaman açığa vurulacağını bilseydi kesinlikle bu tavrı takınmayacaktı. O an insanların Rabb'inin, kimin iyi olduğunu, kimin kime nasıl davrandığını en iyi bilen olduğunu anlayacaklardır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Soluk soluğa koşan (at)lara andolsun,1

2 (Tırnaklarıyla) Ateş saçanlara,2

3 Sabah vakti baskın yapanlara,3

AÇIKLAMA

1. Bu ayette "koşanlar"dan kastın, atlar olduğu açıklanmamıştır. Sadece "ve'l adiyat" (yemin olsun koşanlara) buyurulmuştur. Bu nedenle, "koşanlar"dan muradın ne olduğu konusunda müfessirler arasında ihtilaf vardır. Sahabe ve Tabiin'den bir grup bundan muradın atlar olduğunu kabul etmişlerdir. Diğer bir grup ise, bundan muradın "develer" olduğunu söylemişlerdir. "Koşanlar"ın atlar olduğunu kabul edenlere göre, ayette, koşan şeyin koşarken çıkardığı ses için kullanılan "dabha" kelimesi atın solumasını ifade etmekde kullanılır. Sonraki ayetlerde de "kıvılcım çıkaranlar", "Sabahleyin akın edenler" ve "toz koparanlar" sözkonusu edilmişlerdir. Bütün bunlar atlar için uygun düşer. Onun için pek çok araştırmacı, "koşanlar"dan muradın atlar olduğunu söylemişlerdir. İbn Cerir bu konudaki iki kavilden, "koşanlar"ın atlar olduğunu kabul eden kavli tercih etmiştir. Çünkü develerin solumasına "dabha" denmez. Bu kelime sadece atlar için kullanılır. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Koşarken -dabh- eden koşanlara yemin ederim." İmam Razî diyor ki, "Bu ayetlerin kelimelerinden kasıt açıkça atlardır. Çünkü -dabh- sesi atlardan başkası için kullanılmaz. Ayakların taşlara vurduğu zaman kıvılcım çıkması ise sadece atlara mahsustur. Aynı zamanda, sabahleyin akın etmenin en uygun kullanımı da atlar içindir."

2. "Kıvılcım çıkarmak" kelimesi, atların gece vaktinde koşmalarına delalet etmektedir. Çünkü ayakları taşlara vurduğunda çıkan kıvılcım ancak gece gözükebilir.

3. Düşmanın haberi olmasın diye bir yerleşime akın etmek için gece karanlığında hareket etmeleri Arabların usulü idi. Sabah aydınlığında herşeyi görebilmeleri için, sabahın çok erken saatlerinde aniden, hedef olan kabilelere hücum ederlerdi. Bu arada, düşman onları görüp hazırlanmaya fırsat bulamasın diye çok aydınlık olmamasına da özen gösteriyorlardı.

4 Derken, orada tozu dumana katanlara,

5 Bununla bir (düşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara.

6 Hiç şüphesiz insan, Rabbine karşı nankördür.4

7 Ve gerçekten, kendisi de buna şahiddir.5

8 Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.6

9 Yine de bilmeyecek mi? Kabirlerde olanların 'deşilip dışa atıldığı,7

10 Göğüslerde olanların derlenip-devşirildiği zamanı?8

11 Hiç şüphesiz, o gün Rableri, kendilerinden gerçekten haberdardır.9

AÇIKLAMA

4. Atın soluması, koşarak kıvılcım çıkarması, sabah erken toz kopararak bir yerleşime hücum etmek ve müdafaa edenlerin arasına girmek, at ile ilgili olarak üzerine yemin edilen şeylerdir. Bazı müfessirlerin bu atları gazilerin atları ve onların kafir topluluğuna hücum etmeleri olarak anlamaları çok gariptir. Halbuki bu yemin, "insanın nankörlük etmesi" karşısında edilmiştir. Bu durumda, cihad eden gazilerin atlarını koşturması ve kafirler topluluğuna hücum etmesi, insanın Allah'a nankörlük etmesine delalet etmez. Sonraki ayetler insanın nankörlüğüne ve onun mal, mülk sevgisine çok düşkün olduğuna şahittir. Allah (c.c.) yolunda cihad eden kişiler için bu ifade uygun düşmez. Onun için, bu surenin ilk beş ayetinin Arabistan'da yaygın olan kan dökme ve anarşiye işaret olduğunu kabul etmek gerekir. Cahiliye döneminde gece korkunç bir şeydi. Çünkü her kabile kendini tehlike içinde hissediyordu.

Kimbilir hangi düşman onlara ne zaman hücum edecekti? Sabah olduğunda, geceyi tehlikesiz geçirdikleri için biraz rahatlıyorlardı. Kabileler arasında sadece kan davası için değil, birbirinin mallarını, hayvanlarını elde etmek, kadınlarını ve çocuklarını köleleştirmek için de savaş çıkardı. Bu zulümlerde ve kan dökmelerde çoğunlukla atlar kullanılıyordu. Allah, insanın Rabb'ine karşı nankör olduğuna dair delil olarak, kendilerine verilen bu kuvvetleri iyilik yerine kötülük için kullanmalarını göstermektedir. Allah'ın verdiği imkanları ve onlara bağışladığı güçleri Allah'ın en nefret ettiği şey olan yer yüzünde fesat çıkarmak için kullanmaları, aslında Allah'a karşı en büyük nankörlüktür.

5. Yani vicdanı ve amelleri, pek çok kafirin açıkça Allah'a nankörlük ettiklerine şahittir. Çünkü onlar Allah'ın varlığını bile kabul etmezler. Dolayısıyla bu nimetleri itiraf etmeleri ve Allah'a şükretmeleri de söz konusu olamaz.

6. Buradaki ifade "o, hayr sevgisinde şiddetlidir" şeklindedir. Ancak Arapça'da "hayr" kelimesi, sadece iyiliği ifade etmez, mal ve servet için de kullanılır. Meselâ Bakara suresi 180. ayette de "hayr", mal ve serveti ifade etmek için kullanılmıştır. Hayr kelimesinin nerede iyilik için, nerede de mal için kullanıldığı siyak ve sibaktan anlaşılır. Bu ayetteki hayr kelimesi, siyak ve sibaktan da anlaşıldığı gibi iyilik için değil, tersine mal ve servet için kullanılmıştır. İnsanın ameli, Rabb'ine karşı nankörlüğüne şehadet etmektedir. Bu durumda, ayet için "o, iyiliği şiddetli sever" diyemeyiz.

7. Yani ölen insanlar, nerede ve ne durumda olurlarsa olsunlar, insanî şekillerinde diriltileceklerdir.

8. Yani, zahirî amellerini harekete geçiren kalplerindeki iradelerinin, niyetlerinin, maksatlarının, düşüncelerinin ve fikirlerinin hepsini açığa vuracak ve onlar değerlendirilerek iyilik ile kötülük ayrılacaktır. Diğer bir ifadeyle, sadece zahirî amel üzerine karar verilmeyecektir. Onların bu dünyada iken kalplerinde gizli kalan niyetleri ve iradeleri de hesaba katılarak karar verilecektir. Eğer insan düşünürse, gerçek adaletin ancak Allah'ın huzurunda Kıyamet günü gerçekleşeceğini kabul etmeye mecbur kalır. Bu dünyadaki laik kanunlarda bile usûl olarak sadece zahirî ameller değil, failin niyet ve iradesi de dikkate alınarak nihaî karara varılır. Ancak dünyadaki hiç bir adalet, bir kimsenin niyetini tam olarak tesbit etme imkanına sahip değildir. Bu ancak Allah'a mahsustur ki, insanın her zahirî fiilinin arkasındaki gizli niyetleri, iradeleri bilir ve ona göre nihaî ceza ya da mükafaata karar verir. Ayrıca, bu ayetin kelimelerinden, bu kararın sadece Allah'ın bilmesine dayanılarak verilmeyeceği anlaşılmaktadır.

Allah, insanların irade ve niyetlerini önceden bilse de, Kıyamet günü bu gizli şeyler açığa vurulacak ve onlar açık adaletle değerlendirilerek bunlardan hangisinin hayr, hangisinin şer olduğu gösterilecektir. Bu nedenle ayette, "göğüslerde olan devşirildiği zaman" ifadesi kullanılmıştır. "Hussile"nin manası, bir şeyi meydana çıkarmaktır. Mesela kafatasını kırarak beyni çıkarmak gibi. Ayrıca, çeşitli unsurlara ayırmak anlamında da kullanılır. Onun için burada gizli şeyleri açığa çıkarmak ve ayırt etmek anlamlarının ikisi de kullanılmıştır. Aynı konu Tarık suresinde şöyle beyan edilmiştir: "Gizli sırların tetkik edileceği gün" (Tarık 9).

9. Yani, O, kimin ne yaptığını, kimin cezaya ve kimin de mükafaata müstehak olduğunu iyi bilir.

ADİYAT SÜRESİ(Seyyid KUTUB)

1- Andolsun Allah yolunda koştukça koşanlara,

2- Andolsun kıvılcımlar saçanlara,

3- Sabah akşam akına çıkanlara,

4- Ve tozu dumana katanlara,

5- Düşman topluluğu içine dalanlara ki,

6- İnsan Rabbine karşı çok nankördür.

7- Ve kendisi de buna şahittir.

8- Doğrusu o, malı çok sever.

9- Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı atıldığı,

10- Kalplerde olanlar ortaya konulduğu zaman.

11- Doğrusu Rabbleri o gün herşeyinden haberdardır.

Yüce Allah savaş atları üstüne yemin ediyor. Atların savaştaki hareketlerini, koşmaya başladıkları ve koşarlarken burunlarından bilinen soluk seslerini çıkarmalarından itibaren birer birer çiziyor. Sonra atlar koşarlarken nallarını kayalara çarpıp kıvılcım çıkarmakta, sabahın erken vakti düşman neye uğradığını şaşırsın diye ona baskın yapmakta, tozu dumana katmaktadırlar. Evet hem de hiç de beklenmedik bir biçimde düşman saflarına düşmanı gafil avlayıp dalarken ve aralarına başıbozukluk ve bozgun yayarken tozu dumana katmaktadırlar.

Evet İşte Kur'an'da ilk kez karşılaşan kimselerin Alıştıkları savaş biçimine göre savaşın adım adım gelişmesi buydu. Bu çerçevede atın üstüne yemin edilmesi önce savaşın Allah'ın ölçüsündeki değerini ve yüce Allah'ın ona yönelmesini hissettirmekte sonra da bu savaş hareketinin onun katında sevimliliğini ve onun için etkinliklerde bulunmanın önemini ima etmektedir.

Bu da üzerine yemin edilen sahnelerle, yemin edilerek açıklananların ve daha önce değindiğimiz gibi bu sahnelerin ardından getirilen olguların sunulduğu tablolarla tam bir uyum arzetmektedir. Yüce Allah'ın atların üstüne yemin ederek açıkladığı şeye gelince: insan kalbi iman desteğinden yoksun olduğu zaman bu, onun ruhunda var olan bir gerçektir. insan onunla mücadele edebilsin diye Kur'an'ın insanın iradesini güçlendirebilmek için insan dikkatini üzerine çektiği bir gerçektir. Çünkü yüce Allah ezelden beri bu gerçeğin insan ruhundaki köklerinin ne kadar derin olduğunu ve benliğindeki ne denli yer kapladığını bilmektedir.

"İnsan Rabbine karşı çok nankördür. Ve kendisi de buna şahittir. Doğrusu o, malı çok sever."

Gerçek şu ki insanoğlu Rabbinin nimetlerini inkar etmekte ve ihsanının bolluğunu yok saymaktadır. insanın nankörlüğü ve inkarı birçok biçimde olabilir. Bunlar insanın yaptığı hareketlerde ve söylediği sözlerde ortaya çıkmaktadır. Ve sonunda bu hareketler ve sözler, bu gerçeği haykıran bir tanık gibi insanın aleyhine ifade vereceklerdir. Sanki insan, bunlar aracılığı ile kendi aleyhine tanıklık etmektedir. Ya da belki insan kıyamet günü kendi aleyhine tanıklık edecek nankör ve inkarcı olduğunu ifade edecektir. "Ve kendisi de buna şahittir." Hiçbir tartışma ve mücadelenin olmadığı o gün, insan kendi aleyhine de olsa gerçek ne ise onu konuşur.

"Doğrusu o malı çok sever." İnsan kendi nefsini çok sever. Bundan dolayı da "hayrı" çok sever. Fakat "hayır" "mal" olabilir, "iktidar" olabilir, dünya hayatındaki faydalı herşeyden "yararlanma" olabilir.

İman insanın kalbine girip de onun düşüncelerini, önem verdiği şeyleri ve değer ölçülerini değiştirmediği sürece... Nankörlüğüne, inkarcılığına, Allah'ın ihsanım itiraf etmek ve onlara şükretmek üzere engel olmadığı müddetçe... Bencilliğini, cimriliğini fedakarlıkla ve acıma duygusu ile değiştirmediği, hırsa, rekabete, çalışıp didinmeye layık gerçek değerleri -ki bu değerler maldan, iktidardan ve dünya hayatındaki yararlı herşeyden yararlanmaktan çok daha yücedir- evet iman insana o değerleri göstermediği sürece, insanın yapısı ve fıtratı bu olacaktır...

Gerçek şu ki imansız insan, önemsiz ve küçüktür. Arzu ettiği şeyler önemsiz, basit, değer ve önem verdiği şeyler küçüktür. imansız insanın arzuları ne kadar büyük olursa olsun, hırsı ne kadar şiddetli olursa olsun, hedefleri ne kadar üstün olursa olsun, yine de yeryüzünün kokuşmuş çamuruna tepesi üstü gömülmüş, ömür sınırı ile bağlı ve içindeki karanlık hapiste tutuklu kalmaya mahkumdur... insanı bu tutsaklıktan ancak yeryüzünden çok daha büyük dünya hayatından çok daha uzak, insanın kişiliğinden çok daha büyük bir alemle, ezeli olan (başlangıcı olmayan) Allah'tan çıkan ve ebedi (ölümsüz) olan Allah'a dönen ve kendisi ile dünyanın sonsuza kadar birleştiği bir aleme bağlanması kurtarır ve O'nu yüceltir.

Bundan dolayı surede, nankörlüğü, inkarcılığı, bencilliği ve cimriliği tedavi etmek, ruhun bağlı olduğu esaret zincirini kırıp parçalamak için, "hayır" sevgisini unutturan, azgınlığın ve şımarıklığın gafletinden uyandıran yeniden dirilme ve mahşere gelme sahnesini sunarak dikkatleri son bir kez daha çekmektedir.

"Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı atıldığı, kalplerde olanlar ortaya konulduğu zaman."

Bu tablo heyecanlı ve dehşetli bir tablodur. Kabirde olanların ortaya çıkmaları, bunun şiddetli ve heyecan verici sözcüklerle ifade edilmesi, sırların saklandığı ve gözlerden gizlendiği göğüslerden Alınıp ortaya çıkarılması ve bunun bu sert ve katı sözcükle ifade edilmesi... Kısacası olaylar bütünü ile sert, şiddetli ve tozlu dumanlı bir atmosferde verilmektedir.

Bu gelişmeler olacağı zaman insan bilmeyecek mi? Ancak yüce Allah insanın o zaman neyi bileceğine değinmiyor. Çünkü insanın sadece bunu bilmesi bile duygularını sarsmak için yeterlidir. Yüce Allah'ın bu soruyu sorması sonra da insanın vereceği cevabı hazırlasın, bunun için herşeye başvursun, bu sert hareketlere ve gelişmelere eşlik etmesi mümkün olan sonuçların ve acı akıbetlerin neler olabileceğini düşünsün diye onu kendi başına bırakması, insanın duygularını sarsmak için yeterlidir.

Bütün bu heyecan verici hareketler herşeyin her işin ve her akıbetin kendisine ulaştığı bir istikrar, bir duruşla bitiyor, son buluyor.

"Doğrusu Rabbleri o gün onların her şeyinden haberdardır."

O halde dönüş Rablerinedir. "O gün" Rabbleri onların kendilerini durumlarını ve sırlarını bilir. Allah her an ve her durumda onlardan haberdardır. Ancak bu haberdar oluşun, bilişin birtakım sonuçları olacaktır. İşte onların burada dikkatlerini kendi üzerine çeken bu sonuçlardır... Bu öyle bir biliştir ki arkasında ödenecek bedel vardır, arkasında hesaba çekilme ve ceza vardır. İşte burada ortaya çıkan da bu üstü kapalı anlamdır.

Böylece surenin Kur'an'ın metoduna uygun olarak, gerek anlam, gerek sözcük, gerek etki bakımından bu son noktaya ulaşana dek soluk soluğa, çığlık çığlığa ve heyecanlarla dolu olarak izlediği tek bir yolu, tek bir hedefi vardır.

ADİYAT SÜRESİ(Muhammed GAZALİ)

Cihad, inancı korur, hakikati himaye eder, ülkeleri ve mukaddesleri savunur. Bâtıl, onun önündeki herhangi bir boşlukta gelişir, zayıf bir direnme bulunca hemen bastırıverir ve hedefine ulaşır. Kötülüklerin, güçlü otoritelere dayandı­ğı için, kendisini halka benimsetmesiyle geldiğini ve bu yüzden onun önünde şerefin eriyip gittiğini ve yok olduğunu görmekteyiz.

Ashâb-ı Kehf gençlerinin birbirlerine söyledikleri şu sözleri çoğu kez hatırlarım. "Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse taşlayarak öldürürler yahut kendi dinlerine döndürürler ki o takdirde asla iflah olamazsınız." (Kehf: 20)

Bunun için Allah, cihad araçlarına yemin etmiştir:

"Andolsun nefesleriyle (güp güp) ses çıkararak koşan(at)lara, (tırnaklarıyla yer­den) ateş çıkaranlara, sabahleyin akın edenlere, (ayaklarıyla) toz koparanlara, derken bir topluluğun ortasına dalanlara. (Bunların hepsine andolsun) ki insan, Rabbine karşı çok nankördür." (Âdİyât: 1-6)

At koşunca onun nefesleri göğsüne sığmaz, hızlı koştuğu için tırnakları ateş çıka­rır. Atın sahipleri, saldırı veya savunma nedeniyle ölüme koşarlar. O zaman kahra­manlar yaptıklarının bir ağırlık olduğunu hisseder ve bedelini kanlarıyla öderler.

Bazen cihad ateşi, ziraat ve hayvancılığı korumak için âdeta haşaratları öldürmek gibi olur. Hamatü'l-A'rad'ın çok önceleri dediği gibi:

Yüce onur boyun eğmez işkenceye Her tarafı kan içinde kalsa da

Hak, günümüzde kendisini koruyan ve sancağını taşıyan süvarilere ve erlere ne de muhtaçtır! Burada inatçı ve nankörler, inanç ve erdemleri çalıyorlar ve insanlara zulüm ve işkenceyi reva görüyorlar:

"İnsan Rabbine karşı çok nankördür. Ve kendisi de buna şahittir." (Âdiyât: 6-7)

Âhiretin hiçbir asırda günümüzdeki kadar inkâr edildiğini ve dünyaya hiçbir za­man günümüzdeki kadar tapildığını sanmıyorum:

"Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı atıldığı, göğüslerde olanlar devşirildiği zaman. (Evet), o gün Rableri onların her halini haber almıştır." (Âdiyât: 9-11)

ADİYAT SÜRESİ(Muhammed ESED)

103. sureden (‘Asr) sonra nazil olmuştur. ‘Âdiyât (“binek atları”) sembolünün açıklaması için bkz. aşağıda not 2.
1 Ooo!1 Nefes nefese koşan binek atları,
2 ateş saçan kıvılcımlar,
3 sabah vakti akına koşan,
4 böylece toz bulutları yükselten,
5 [körcesine] bir ordunun içine dalan!2
6 GERÇEK ŞU Kİ, insan Rabbine karşı çok nankördür;3 7 ve kendisi [de] buna şahittir: 8 çünkü servet hırsına kapılmıştır.
9 Ama bilmez mi ki [Ahiret Günü,] herkes mezarından ayağa kalkıp dışarı çıktığında, 10 ve insanların kalplerinde [gizli] olan her şey ortaya döküldüğünde, 11 işte o Gün Rableri, onların her halinden haberdar [olduğunu gösterecek]tir?

DİPNOTLAR
1 Sonra gelen cümlecikler, temsîlî (imgesel) bir duruma işaret ettiklerinden, ve yemin edatı, genellikle yaptığım gibi “Düşün” olarak yahut öteki birçok çeviride yapıldığı gibi “andolsun” şeklinde değil de “Ooo!” şeklinde çevrilmiştir. (“Ooo!” ünlemi, burada hayret ve şaşkınlık belirten bir ifade olarak kullanılmıştır -T.ç.n.)
2 Yani, toz bulutları ile körleşerek akınlarının düşmana karşı mı, yoksa dosta karşı mı olduğunu bilmeden. Yukarıdaki beş ayette geliştirilen mecazî imaj, sonraki ifadelerle yakından ilgilidir. Oysa klasik müfessirler, bu bağlantıyı hiçbir zaman öne çıkarmamışlardır.
‘Âdiyât terimi, Araplar tarafından çok eski zamanlardan Orta Çağ'lara kadar kullanılan savaş atlarını veya binek atlarını gösterir (terimin müennes halde kullanılması, kural olarak, dişilerin damızlık atlara tercih edilmesindendir). Geleneksel açıklamalar, “binek atları”nın burada müminlerin Allah yolunda savaşmalarını (cihâd) sembolize ettiği ve bu nedenle son derece övgüye değer bir şeyi temsil ettiği varsayımına dayanmaktadır. Oysa bu açıklama, böyle olumlu bir temsil ile 6. ayet ve devamında ifade edilen kınama arasındaki tenakuzu dikkate almamakta, ayrıca bu şekildeki bir klasik açıklama surenin iki bölümü arasında mantıkî bir bağlantı kuramamaktadır. Ama böyle bir bağlantının varlığı gerekli olduğundan ve 6-11. ayetler tartışmasız bir şekilde kınayıcı bir nitelik taşıdığından, ilk beş ayetin de aynı -veya, en azından benzer- bir karaktere sahip olduğu sonucuna varırız. “Binek atları” temsîlinin burada olumlu bir anlamda kullanıldığı ön yargısından kendimizi kurtardığımızda bu karakter hemen açıkça anlaşılır.
Burada tersi geçerlidir. “Binek atları”, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, yoldan çıkmış insan ruhunu veya kişiliğini sembolize eder -bütün ruhî yönelişlerden yoksun, her türlü bâtıl ile şartlanmış ve yönlendirilmiş, bencil arzuların, çılgınca ihtirasların kölesi olmuş, akıl ve bilincin kontrolünden çıkmış, şaşkın toz bulutlarının ve sapık iştahların körleştirdiği, karmaşık/çözümsüz durumlara kendini sokan ve böylece manevî yok oluşunu hazırlayan insan ruhunu.
3 Yani, çılgınca akın eden atlarla sembolize edilen ihtiras ve iştahlarına ne zaman teslim olursa Allah'ı ve O'na karşı sorumluluğunu unutur.