20 Ağustos 2007 Pazartesi

KEVSER SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Birinci ayetteki "kevser" kelimesi sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: İbn Merduye; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Aişe'den bu surenin Mekkî olduğunu nakletmiştir. Kelbî ve Mukatil de bu surenin Mekkî olduğunu söylemişlerdir. Müfessirlerin çoğunluğunun kavli de aynıdır. Ama Hasan Basrî, İkrime, Mücahid ve Katade bu surenin Medenî olduğunu söylemişlerdir. İmam Suyutî de el-İtkan isimli eserinde bu kavle katılmıştır. İmam Nevevî, Müslim şerhinde aynı kavli tercih etmiştir. Bunun sebebi şu rivayettir: İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Neseî, İbn Ebi Şeybe, İbnü'l Münzir, İbn Merduye ve Beyhakî vs. hadisçiler Enes b. Malik'ten şöyle rivayet etmişlerdir: "Rasulullah aramızda oturuyordu. Bu sırada O'na vahiy geldi. Daha sonra tebessüm ederek başını kaldırdı." Bazı rivayetlerde, Rasulullah'a niçin tebessüm ettiğinin sorulduğu belirtilir. Bazı rivayetlerde ise Rasulullah'ın kendisine bir sure nazil olduğunu söylediği ve "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek Kevser suresini okuduğu nakledilir. Rasulullah sonra, "Biliyor musunuz Kevser nedir?" dedi. Ashab, "Allah'ın Rasulü daha iyi bilir" dediler. Rasulullah, "Rabbimin bana Cennette bağışladığı bir nehirdir" buyurdu. (Bunun tefsiri ileride gelecektir.) Bu rivayet, surenin Medenî olduğuna delil olarak ileri sürülmüştür. Çünkü Enes Mekke'li değil, Medineliydi. Enes, "Sure benim yanımda nazil oldu" dediği için bu sözün surenin Medenî olduğunu gösterdiği belirtilmiştir.

Ama İmam Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve İbni Cerir'in yine Enes'ten rivayet ettiğine göre, Cennetteki bu nehir (Kevser) Rasulullah'a Miraç sırasında gösterilmiştir.

Herkesin bildiği gibi Miraç olayı hicretten önce Mekke'de vuku bulmuştu. İkincisi, Miraç gecesinde Rasulullah kendisine verilen Kevser hediyesinden sadece haberdar değildi. Aynı zamanda onu görmüştü. Bu durumda, kendisine daha önce verilen nehrin müjdesinin Medine'de verilmesi için bir sebep yoktu. Eğer Enes'in beyan ettiği gibi, sahabenin bir toplantısında Rasulullah Kevser suresinin nazil olduğunu haber verseydi ve bundan bu surenin ilk defa Medine'de nazil olduğu anlamı çıksaydı, o zaman Hz. Aişe, İbn Abbas ve İbn Zübeyr gibi bilgin ashabın Kevser suresine Mekkî demesi ve çoğu müfessirlerin de buna kail olması mümkün olabilir miydi? Üzerinde düşünülürse Enes'in rivayetinde bir boşluk hissedilir. Bu rivayette, sözü geçen mecliste daha önce hangi konuşmanın devam ettiği ayrıntılı olarak açıklanmamıştır. Mümkündür ki, o sırada Rasulullah (s.a) bir meseleyi anlatmaktaydı ve vahiy aracılığıyla O'na bu mesele için Kevser suresinin açıklayıcı olduğu bildirilmişti. Rasulullah (s.a) bunun üzerine kendisine bu surenin nazil olduğunu zikretmiş olabilir. Bu gibi olaylar müteaddit kereler vuku bulmuştur. Bu nedenle müfessirler bazı sureler için iki defa nazil olduklarını söylemişlerdir. İkinci nüzulün anlamı, ayetin önce nazil olduğu, ama ikinci defa bir mesele üzerine Rasulullah'a gönderilen vahiy ile o ayete dikkat çekildiğidir. Bu gibi durumlarda, bir ayetin nüzulünde Mekkî mi yoksa Medenî mi olduğu kararına varmak çok zordur.

Eğer Hz. Enes'in rivayeti bir şüphe meydana getirmeseydi surenin muhtevası kendiliğinden surenin Mekkî olduğuna delil olurdu. Aynı zamanda sure, Rasulullah'ın içinde bulunduğu en zor ve cesaret kırıcı şartlarda nazil olmuştur.

Tarihi Arkaplan: Bundan önce Duha suresi ve İnşirah suresinde görüldüğü gibi, Rasulullah nübüvvetin başlangıç döneminde çok zor şartlar ile karşı karşıya idi. Bütün kavmi ona düşman kesilmişti. Her türlü engelleme yapılmakta ve fitne rüzgarları estirilmekte idi. Rasulullah ve onun seçkin ashabının başarılı olacağına küçük bir ihtimal bile verilmiyordu. O zaman Allah, teselli ve cesaret vermek için Rasulullah'a pek çok ayet indirmiştir. Mesela Duha suresinde, "Senin sonraki dönemin, önceki döneminden daha iyi olacak ve Rabb'in sana o kadar verecek ki memnun olacaksın" buyuruldu. İnşirah suresinde ise, "Senin zikrini yükselttik" buyuruldu. Yani, düşman seni bütün ülkede kötülemektedir. Ama buna rağmen biz isminizi yaydık ve sizin için şöhret imkânı meydana getirdik. "Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır" buyuruldu. Yani, şimdiki şartlar karşısında perişan olmayın. Çok yakında bu zor durum bitecek ve başarınız gelecektir.

Kevser suresi bu şartlarda nazil oldu ve Rasulullah'a teselli verilerek, muhaliflerinin helak olacağı önceden haber verildi. Kureyş'teki kafirler diyorlardı ki, "Muhammed kavminden ayrıldı. O şimdi yalnız ve çaresiz bir insandır."

İkrime'nin rivayetinde, Rasulullah'a nübüvvet verildiği ve Kureyşlileri İslam'a davet etmeye başladığı zaman Kureyşlilerin ona "kavminden kesildi ve köksüz bir ağaç gibi oldu. Bir süre sonra kuruyarak toprağa karışacaktır." Muhammed b. İshak diyor ki, Mekke'nin reisi olan As b. Vail Sahemî'nin yanında Rasulullah zikredildiğinde, "Bırakın onu, o ebter (kökten kesilmiş) bir insandır. Onun erkek çocuğu yoktur. Öldükten sonra ismini anan bile olmayacaktır" derdi. Samir b. Atıyye'den rivayet edildiğine göre, Ukbe b. Muiyt de böyle söylüyordu. (İbn Cerir). İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, Ka'b b. Eşref (Medine'nin Yahudi reisi) bir gün Mekke'ye geldiğinde, Kureyş'in ileri gelenleri O'na şöyle demişlerdir: "Kavminden kesilen bu çocuğa bakın. Bizden daha iyi olduğunu zannediyor. Halbuki biz Hac işlerini, Ka'be'nin hizmetini, hacılara su vermeyi yerine getiririz" (Bezzar) Aynı olay hakkında İkrime, Kureyşlilerin Rasulullah için "Zayıf, çaresiz ve çocuksuz birisidir. Kavminden kesilmiştir" dediklerini nakleder. (İbn Cerir) İbn Sa'd ve İbn Asakir, Abdullah b. Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah'ın en büyük erkek çocuğu Kasım, ondan küçüğü Zeyneb, daha küçüğü Abdullah idi. Daha sonra üç kızı, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Rukiyye geliyordu. Bunlardan önce Kasım vefat etti. Sonra Abdullah vefat etti. Bunun üzerine As b. Vail, Rasulullah'ın neslinin bittiğini ve ebter olduğunu, yani kökünün kesildiğini söylemiştir. Bazı rivayetlerde de As: "Muhammed ebterdir. Yerine geçecek hiçbir erkek çocuğu yoktur. Ölümünden sonra ismi silinecek ve siz de ondan kurtulacaksınız" demiştir. Abd b. Humayd'ın İbn Abbas'tan naklettiği rivayetten anlaşılıyor ki, Rasulullah'ın oğlu Abdullah'ın ölümü üzerine Ebu Cehil de bu gibi sözler sarfetmiştir. İbn Hatim, Şamir b. Atıyye'den rivayet etmiştir ki, Rasulullah'ın bu üzüntüsü üzerine bu gibi alçakça sözleri Ukbe b. Muiyt de söylemiştir. Ata diyor ki, Rasulullah'ın ikinci oğlunun vefatı üzerine evi Rasulullah'ın evinin yanında olan Ebu Leheb koşarak müşriklere gitti ve müjde(!)yi verdi: "Bu gece Muhammed çocuksuz kaldı ve onun kökü kesildi" dedi.

Bu zor şartlarda Rasulullah'a Kevser müjdesini vermek için bu sure nazil olmuştur. Kureyşliler, kendilerine yalnız Allah'a tapmalarını tavsiye edip şirklerini reddettiği için Rasulullah'a kızıyorlardı. Bunun için kavmi Rasulullah'ı toplumdaki makamından mahrum etti. Rasulullah kendi kavminden kesilmişti. Onun yanında, cemiyette etkin olmayan bir avuç insan bulunmaktaydı. Bunun yanısıra arka arkaya iki oğlu vefat edince Rasulullah büyük üzüntüye kapıldı. Bu olay üzerine akrabaları, yakınları ve kabilesi taziye ve teselli yerine, âdeta bayram yaptılar. Onların takındığı tavır, herhangi şerefli bir insanın kalbini kırmaya yeterdi. Rasulullah ise sadece akrabasına değil, yabancılara bile iyi davranan bir kişiydi. Bunun üzerine Allah, Rasulullah'a kısa sürede ve bir cümle ile dünyada hiç kimseye verilmemiş müjdeyi verdi. Aynı zamanda muhaliflerinin kökünün kazınacağı kararını da bildirdi.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik.1

AÇIKLAMA

1. Burada kullanılan "Kevser" kelimesinin tam karşılığı sadece lisanımızda değil, hiçbir lisanda bir tek kelime ile verilemez. Bu kelime, kesretin mübalağa sigasıdır. Lugat manası, "sınırsız bolluk"tur. Ama burada kullanılış biçimi ile sadece kesret değil, aynı zamanda hayr, iyilik ve nimette de bolluk anlamı taşır. Bu kesretten, ifrat ve çokluğun en aşırısı kasdedilmiştir. Bundan kasıt, bir hayr ve iyilik değil, sayısız iyilik ve nimetlerin çokluğudur. Surenin tarihi arka-planında açıkladığımız gibi, o zamanki şartlar gözönüne alınırsa, düşman, Hz. Muhammed'in (s.a.) her bakımdan kötü durumda olduğunu zannediyordu. Onlara göre Rasulullah kavminden kesilmekle çaresiz kalmış, ticareti mahvolmuş, ismini devam ettirebilecek erkek çocuğu ölmüş, yanında sayılı birkaç kişiden başkası yer almamış, değil Mekke'de, bütün Arabistan'da kulak asılmayan bir dava edinmişti. Onun için Kureyşlilere göre Rasulullah'ın kaderi, bu davada başarısız olacağı ve öldükten sonra da Onu hatırlayan kalmayacağıydı. Bu şartlarda Allah (c.c.) tarafından "Biz sana Kevser verdik" buyurulmuştur. Buradan kendiliğinden şu anlam çıkmaktadır: "Muhaliflerin zannediyorlar ki, sen mahvoldun. Sana daha önce verilen nimetlerden de mahrum olduğunu sanıyorlar. Ama gerçek şu ki, biz sana sınırsız iyilik ve sayısız nimetler bağışladık. Bu nimetler arasında Rasulullah'ın sahip olduğu sayısız ahlâkî faziletler de vardır. Bunun içine nübüvvet, Kur'an, ilim ve hikmet gibi büyük nimetler de girer. Bu, tevhid ve hayat nizamının nimetine de şamildir. Bu nimet, herkesin anlayacağı, akıl ve fıtrata uygun, bütün dünyaya yayılabilecek özellikteki evrensel usûlleri içerir ve sürekli yayılmaya devam edecektir.

Bu, "refea ez-zikr" (Rasulullah'ın zikrinin yükselmesine) de şamildir. Bundan dolayı Rasulullah'ın mübarek ismi 1400 seneden beri dünyanın her köşesinden yükselmektedir ve kıyamete kadar da yükselecektir. Bu, Rasulullah'ın davetinin daha sonra evrensel bir ümmet meydana getirmesine ve bu ümmetin, hak din İslam'ın bayraktarı olması nimetine de şamildir. O nimetin içinde, temiz ve yüksek ahlâkta insanların diğer ümmetlerden çok olması da vardır. O ümmet, bozuk halde iken bile diğer bütün ümmetlerden daha çok iyilik taşıyacaktır. Bunda, Rasulullah'ın, hayattayken davetin başarısını görmesi nimeti de vardır. O'nun meydana getirdiği cemaat bütün dünyaya hakim olmaya muktedirdi. Bunda, Rasulullah'ın erkek çocuktan mahrum olmasına rağmen düşmanın zannettiğinin tersine, bu dünyada izinin kalması nimeti de şamildir. Allah, Müslümanları O'nun manevi evlatları yaparak kıyamete kadar isminin yükselmesini sağlamıştır. Ayrıca kızı Fatıma'dan da cismanî evlat bağışlamış ve böylece neslinin bütün dünyaya yayılmasını sağlamıştır. Bu evlatların sahip olduğu şeref Rasulullah'a nispet edildiklerinden dolayıdır.

Allah'ın Rasulullah'a ne kadar bol nimet nasip ettiği bu dünyada da görülebilir. Bunun dışında "kevser"den murad, iki tane daha büyük nimettir. Allah (c.c.) bunları Rasulullah'a ahirette verecektir. Onların mahiyetini anlama imkanımız yoktur. Onun için Rasulullah bunları açıklamıştır. Buna göre Kevser'den murad, kıyamet günü haşr meydanında Rasulullah'a verilecek olan bir Kevser havuzudur. İkincisi, Rasulullah'a cennette verilecek olan Kevser nehridir. Bu ikisi hakkında çok hadis rivayet edilmiştir. Bu hadisler o kadar çok raviden nakledilmiştir ki sıhhati hakkında en ufak bir şüpheye bile mahal yoktur.

Kevser havuzu hakkında Rasulullah'ın açıklaması ayrıntısı ile şöyledir:

a) Bu havuz kıyamet günü Rasulullah'a verilecektir. Herkesin susadığı o zor şartlarda O'na bu havuz verilecektir. Rasulullah bu havuzdan ümmetine su verecektir. Oraya önce Rasulullah varacak ve havuzun arkasına gelecektir. Rasulullah buyurdu ki, "Ümmetim o havuz başında toplanacaktır." (Müslim, Kitabu's-Salat; Ebu Davud, Kitabu's-Sünne) "Ben o havuza sizden önce ulaşacağım." (Buharî, Kitabu'r-Rikak ve Kitabu'l-Fiten; Müslim, Kitabu'l-Fedail ve Kitabu't-Taharet; İbn Mace, Kitabu'l-Menasık, Kitabu'l-Zühd; Müsned-i Ahmed'de İbn Mesud, İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den rivayet) "Ben sizden önce oraya varacağım ve sizin için şahitlik yapacağım.

Allah'a yemin ederim ki o havuzu şimdiden görmekteyim." (Buharî, Kitabu'l Cenaiz, Kitabu'l-Megazî, Kitabu'r-Rikak) Rasulullah bir defasında Ensar'a şöyle buyurdu: "Benden sonra siz bencillik ve akrabayı kayırma ile karşı karşıya kalacaksınız. Siz, Kevser havuzu başında benimle buşulana kadar sabredin" (Buharî, Kitabu'l-Menakıbu'l-Ensar ve Kitabu'l-Megazî; Müslim, Kitabu'l-İmare; Tirmizî Kitabu'l-Fiten) "Ben kıyamet günü havuzun ortasında olacağım." (Müslim, Fedail) Ebu Berza Eslemi'ye sorulmuştur: "Siz havuz hakkında Rasulullah'tan bir şey duydunuz mu?" O da cevap vermiş ve "Bir değil iki değil, üç değil, dört değil, beş değil pek çok defa duydum. Onu yalanlayanlara Allah (c.c.) O'nun suyunu nasip etmesin" demiştir. (Ebu Davud, Kitabu's-Sünne) Ubeydullah b. Ziyad, havuz hakkındaki rivayetleri yalan kabul ediyordu. Hatta o, Ebu Berza Eslemî, Bera b. Azib ve Aziz b. Amr'ın bütün rivayetlerini yalanlamıştı. Sonunda Ebu Sebre, üzerinde Resulullah'ın, "Bilin, benim ve sizin buluşmanız havuz başında olacak" sözünün yazılı olduğu ve Abdullah b. Amr bin As'tan duyarak naklettiği bir yazı göstermiştir.

b) O havuzun genişliği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Ama pek çok rivayete göre uzunluğu, Eyle'den (İsrail'in bugünkü Eylat limanı) Yemen'in San'a şehrine kadar veya Eyle'den Aden'e kadar, ya da Amman'dan Aden'e kadardır. Genişliği ise Eyle'den Huafa'ya (Cidde ve Rabiğ arasında bir yer) kadar olacaktır. (Buharî Kitabu'r-Rikak, Ebu Davut et-Tayalisî hadis no: 995; Müsned-i Ahmed, Hz. Ebubekir ve İbn Ömer'den rivayet, Müslim, Kitabu't-Taharet ve Kitabu'l-Fedail; Tirmizî, Ebvabu'l Suffetu'l Kıyame; İbn Mace, Kitabu'z-Zühd) Bundan da anlaşılıyor ki, kıyamet günü bugünkü Kızıldeniz'in Kevser havuzuna çevrileceği sanılıyor. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

c) Bu havuz hakkında Resulullah buyurdu ki, "Bunun içine bir cennet nehrinden su aktarılacaktır." (Bunu ileride anlatacağız.) Yani iki kanal aracılığıyla buraya cennetten su verilecektir. (Müslim, Kitabu'l Fedail) Diğer bir rivayette, "Cennetin Kevser nehrinden bir nehir, bu havuz tarafına akıtılacaktır" buyurulmuştur. (Müsned-i Ahmed, İbn Mesud'tan rivayet).

d) Rasulullah bunun keyfiyetini şöyle açıklamıştır: Bu havuzun suyu sütten (Bazı rivayetlere göre gümüşten, bazılarına göre de kardan) daha beyaz olacaktır. Buzdan daha fazla serin ve baldan daha tatlı olacaktır. Suyun altındaki toprağın kokusu misk kokusu olacaktır.

Gökteki yıldızlar kadar ibrik orada hazır bulunacaktır. Bu havuzdan bir defa su içen hiçbir zaman susamayacaktır. Bundan mahrum kalan da hiç bir zaman susuzluğunu gideremeyecektir. Bütün bunlar lafzî farklılıklar ile pek çok hadiste nakledilmiştir. (Buharî, Kitabu'r-Rikak; Müslim, Kitabu't-Taharet ve Kitabu'l-Fedail; Müsned-i Ahmed, İbn Mesud'dan, İbn ömer b. As'tan rivayetler; Tirmizî, Ebvabu'l Suffetu'l Kıyame; İbn Mace, Kitabu'z Zühd; Ebu Davud, Tayalisî hadis no: 995 ve 2135).

e) Rasulullah kendi devrindeki Müslümanları tekrar tekrar uyararak kendisinden sonra sünnetini değiştirenlerin bu havuzdan uzaklaştırılacağını ve bu havuza gelmelerine izin verilmeyeceğini bildirmiştir. Rasulullah şöyle demiştir: "Ben diyeceğim ki bunlar benim ashabımdır. Bana şöyle cevap verilecek; sen bilmiyorsun onlar senden sonra neler yaptılar. Ondan sonra ben de onları defederek uzaklaşmalarını söyleyeceğim." Bu konu pek çok rivayet ile açıklanmıştır. (Buharî, Kitabu'r Rikak, Kitabu'l Fiten; Müslim, Kitabu't Taharet, Kitabu'l Fedail; Müsned-i Ahmed, İbni Mesud ve Ebu Hureyre'den rivayet; İbn Mace, Kitabu'l Menasık, İbn Mace'nin bu konuda naklettiği hadislerde çok açık ifadeler vardır. Rasulullah buyurdu ki, "Ben sizlerden önce havuz başında olacağım. Sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. O zaman beni mahcup etmeyin. İyi bilin ki bazılarını kurtaracağım, bazıları ise benden uzaklaştırılacak. Ben, Ey Rabb'im bunlar benim ashabımdır, diyeceğim. Allah (c.c.) buyuracak ki, sen bilmezsin, onlar senden sonra ne gibi şeyler icad ettiler." (İbni Mace'nin bu rivayetini Rasulullah Arafat'ta hutbede söylemiştir.)

f) Rasulullah kendi döneminden sonra kıyamete kadar gelecek olan Müslümanları, onların aralarından da Rasulullah'ın yolundan sapanların bulunacağı ile uyarmıştır. Rasulullah, "sünnetimi değiştiren bu kişiler havuzdan uzaklaştırılacaklardır. Ben diyeceğim ki; Rabb'im bunlar benim ümmetimdendirler. Bana şöyle cevap verilecek: Sen bilmezsin bunlar senden sonra neleri değiştirerek sapıttılar. Ondan sonra ben de onları kovarak havuza yaklaştırmayacağım." Bu konuda pek çok rivayet bulunmaktadır. (Buharî, Kitabu'l Musakat, Kitabu'r Rikak, Kitabu'l Fiten; Müslim, Kitabu't Taharet, Kitabu's Salât, Kitabu'l Fedail; İbn Mace, Kitabu'z Zühd; Müsned-i Ahmed, İbn Abbas'tan rivayet).

Havuz hakkındaki rivayetler, elliden fazla sahabeden mervidir. Genellikle bundan kasıt Kevser havuzudur. İmam Buharî, Kitabu'r Rikak'ın son babına, "bâbun fi'l havz ve kahe Allahu inne a'teynâ ke'l kevser" başlığını koymuştur. Hz. Enes'in rivayetinde bir açıklama vardır. Rasulullah Kevser hakkında şöyle buyurmuştur: "O havuz, ümmetimin, etrafında toplanacağı havuzdur."

Cennette Resulullah'a verilecek olan Kevser isimli nehirin zikri pek çok rivayette geçmiştir. Hz. Enes'ten, Miraç'ta Rasulullah'a cennetin gösterildiğine dair rivayetler nakledilmiştir. (Bazı rivayetlerde Rasulullah'ın kavli olarak belirtilmiştir.) O sırada Rasulullah, kenarında inci, elmas ve pırlanta taşlarından bir kubbe yapılmış bir nehir gördü. Altındaki toprak ise misk kokuyordu. Rasulullah Cebrail'e veya kendisini gezdiren meleğe, "bu nedir?" diye sordu O da, "bu Kevser nehridir ve Allah (c.c.) sana hediye etmiştir" dedi. (Müsned-i Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Ebu Davud Tayalisî, İbn Cerir) Hz. Enes'ten rivayet edilmiştir ki, Rasulullah'a şöyle sorulmuştur veya bir şahıs sormuştur: "Kevser nedir?" Rasulullah, "Bu Allah'ın bana cennette verdiği bir nehirdir. Onun toprağı misktir. Suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır" demiştir. Müslim, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerir, Müsned-i Ahmed'deki başka bir rivayete göre Rasulullah Kevser'in özelliğini açıklayarak "içinde taş yerine inci olacaktır" buyurdu. İbn Ömer, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: "Kevser cennette bir nehirdir. Onun kenarı altındandır. Suyu, inci ve elmas üzerinden akmaktadır. (Yani taş yerine inci ve elmas vardır.) Onun toprağı miskten daha iyi kokacaktır. Suyu kardan daha beyaz olacaktır. Buzdan daha serin, baldan daha tatlıdır." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Mace, İbn Ebi Hatim, Darimî, Ebu Davud Tayalisî, İbn Münzir, İbn Merduye, İbn Ebi Şeybe) Usame b. Zeyd'den rivayet edilmiştir ki, Rasulullah bir defasında Hz. Hamza'ya gitmişti. O evde yoktu. Hz. Hamza'nın hanımı Rasulullah'ı ağırladı. Konuşması sırasında kadın, "kocam bana, size cennette Kevser isminde bir nehir verildiğini söyledi" dedi. Rasulullah, "evet" dedi ve ekledi, "onun altında yakut, mercan ve inciler olacak." (İbn Cerir ve İbn Merduye bunun senedinin zayıf olduğunu, ama bu konudaki pek çok rivayetin bunu desteklediğini söylerler.) Bu merfu rivayetler dışında, kevserden kastın nehir olduğuna dair Sahabe ve Tabiine ait pek çok kavil nakledilmiştir. Yukarıda zikredilen özellikler bu kavillerde de beyan edilmiştir. Meselâ, İbn Ömer, İbn Abbas, Enes b. Malik, Hz. Aişe, Mücâhid ve Ebu Aliye'nin kavilleri, Müsned-i Ahmed, Buhari, Tirmizi, Neseî, İbn Merduye, İbn Cerir ve İbn Ebi Şeybe gibi hadisçilerin kitaplarında rivayet edilmiştir.

2 Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.2

3 Senin düşmanın,3 asıl sonu kesik (ebter) olandır.4

AÇIKLAMA

2. Bunun farklı tefsirleri çeşitli büyüklerden menkuldür. Bazılar namazdan kastı beş vakit namaz olarak anlamış, bazıları da Kurban bayramı olarak anlamışlardır. Bazıları da bundan kastın namaz olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre "nahr"dan kasıt, namazda elleri bağlamaktır. Bazıları ise namazda elleri kaldırarak tekbir getirmeyi anlamışlardır. Bazıları ise namaza başlarken, rükû ederken, rükûdan kalktığında elleri kaldırmak olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre bundan murad, Kurban bayramı namazı kılmak ve sonra kurban kesmektir. Ama siyak ve sibaka dikkat edildiğinde anlamı şöyle olur: "Ey peygamber, Rabbin sana o kadar büyük iyilik yaptı ve o kadar büyük nimet verdi ki, şimdi onun için namaz kıl ve kurban kes!" Bu emir verildiğinde Kureyş'teki ya da bütün Arabistan'daki müşrikler değil, bütün dünyadaki müşrikler kendi yaptıkları tanrılara ibadet etmekte ve onlar için kurban kesmekte idiler. Burada maksat, namaz ve kurbanı sadece Allah (c.c.) için yerine getirerek müşriklerin tersine kendi yolunda sebat etmesini belirtmektir. Başka bir yerde buyurulduğu gibi: "De ki, namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb'ı Allah (c.c.) içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim." (En'am, 162-163)

Aynı anlamda İbn Abbas, Ata, Mücahid, İkrime, Hasan Basrî, Katade, Muhammed b. Ka'b el-Kurzî, Dahhak, Rubey b. Ans, Ata el-Horasanî ve pek çok diğer müfessirler benzer açıklamalar yapmışlardır. (İbn Kesir)

Fakat Rasulullah'ın, Allah'ın emriyle kurban bayramı namazı kılıp kurban kesmeye Medine'de başlaması, ayetlerde önce namaz sonra kurban zikredildiği için Rasulullah'ın bu şekilde amel edip müslümanlara da böyle emretmesi bu ayetin ne tefsiri ne de nüzul sebebi değildir. Bu, Rasulullah'ın ayetlerden çıkardığı bir yorumdur. Tabii ki Rasulullah'ın yorumu da bir nevi vahiydir.

3. Burada "Şanieke" kullanılmıştır. "Şani", "şe'n" kelimesindendir. Manası, buğz ve düşmanlıktır. Bir şahıs buna dayanarak başka şahsa kötü davranır. Kur'an'da bir yerde şöyle buyurulmuştur: "Ey müslümanlar, sizden bir grup, düşmanlık nedeniyle bir kavme haksızlık etmesin." Dolayısıyla "şanieke"den kasıt, Rasulullah'a düşmanlık eden herkestir. Düşmanlıkta o kadar ileri gitmiştir ki, Rasulullah'a küfretmekte, O'nu alaşağı etmeye çalışmakta, O'na ayıp yakıştırmaya uğraşmakta ve böylece rahatlamayı amaçlamaktadır.

4. "Hüve'l ebter" (o ebterdir) buyurulmuştur. Yani, o, Rasulullah'a ebter (kökten kesilmiş) diyor. Halbuki asıl ebter kendisidir. Ebterin açıklamasını surenin girişinde yapmıştık. Bu kelime, "beter" kelimesinden gelmektedir. Manası "diken"dir. Ama ıstılah olarak çok geniş anlamlarda kullanılır. Bir hadiste, ikinci rekatı olmayan tek rekat namaza "buteyra" denmiştir. Yani bu, tek rekat demektir. Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herhangi önemli bir iş, Allah'ın adıyla başlanmadığı takdirde ebterdir." Yani ona başarı nasip olmaz, sonu da iyi olmaz. Başarısız insana da ebter denir. Vasıta ve imkândan mahrum olana da ebter denir. Bu şahsın iyilik ve hayırdan yana payı kalmamışsa ve onu başarmak için ümidi yoksa buna da ebter denir. Bir kimse kabile, aile ve ona yardımcı olanlardan ilişkiyi keserek yalnız kalmışsa ona da ebter denir. Bir kimsenin erkek çocuğu yoksa veya ölmüşse onun için de ebter kullanılır. Çünkü çocuğunun ölümünden sonra ismini sürdürecek kimse kalmayacaktır. Kureyş'teki kafirler hemen hemen bütün bu anlamlarda Resulullah'a ebter diyorlardı. Bunun üzerine buyurulmuştur ki, "Ey Nebi! Sen ebter değilsin, asıl ebter senin düşmanlarındır." Bu, sadece kafirlerin söylediklerine bir karşılık değildi. Kur'an-ı Kerim'in önceden bildirdiği ve harfiyen doğru çıkan bir gerçekti. Önceden bildirilen bu haber ispatlanana kadar herkes Rasulullah'ı ebter zannediyordu. Hiç kimse, sadece Mekke'de değil, Arabistan'da da meşhur ve başarılı olan Kureyş'in nasıl ebter olabileceğini düşünemiyordu. Onlar, mal, mülk ve evlad nimetlerinin yanısıra bütün ülkede yardımcılara da sahiptiler. Ticaret onların elindeydi. Hac nizamını onlar yönettiği için Arabistan'ın bütün kabileleri üzerinde etkileri vardı. Birkaç sene geçmeden bütün bu durum tersine döndü. Ahzab savaşı sırasında (Hicrî 5) Kureyş ve pek çok Arap, Yahudi kabileleri Medine'ye hücum ederek Rasulullah'ı mahsur bıraktılar. Müslümanlar, şehir çevresinde hendek kazarak kendilerini korumaya mecbur kaldılar. Ama üç seneden kısa bir süre sonra (Hicrî 8) işte bu müslümanlar Rasulullah'ın önderliğinde Mekke'ye hücum ettiklerinde artık Kureyşlilere yardım edecek hiç kimse kalmamıştı. Onlar çaresizlik içinde teslim olmuşlardı.

Ondan sonra bir sene içinde bütün Arabistan Rasulullah'ın eline geçmişti. Ülkenin her köşesinden kabilelerin heyetleri gelerek biat etmişlerdi. İslam'ın düşmanları böylece çaresiz kalmışlardı. Daha sonra onların izleri öyle kaldırılmıştı ki, evlatları bu dünyada devam etmesine rağmen bugün hiç kimse bu evlatların, Ebu Cehil, Ebu Leheb veya As b. Vail ya da Ukbe b. Muiyt gibi İslam düşmanlarının çocukları olduğunu bilmez. Bilseler de, hiç kimse kendisini onlara nispet etmez. Tersine Rasulullah'ın nesli bugün bütün dünyada devam etmektedir. Milyonlarca Müslüman her zaman, Rasulullah'a bağlı olmakla iftihar eder. Binlerce insan sadece Rasulullah'a değil, onun ashabının ailesine mensup olmayı da iftihar vesilesi kabul eder. Mesela bir kimse seyyiddir, Hz. Ali'nin soyundandır. Bazıları Abbasî, bazıları Haşimî, kimisi Sıddıkî, kimisi de Farukîdir. Bazıları Osmanîdir. Kimisi Zübeyrîdir. Kimisi de Ensarîdir. Ama isim olarak Ebu Cehil veya Ebu Leheb olan bir kimse görülmez. Tarih de ispatlamıştır ki, asıl ebter Rasulullah değil düşmanlarıydı ve şimdi de asıl ebter yine Rasulullah'ın düşmanlarıdır.