7 Mayıs 2007 Pazartesi

ALİ İMRAN SÜRESİ 3.KISIM(MEVDUDİ)

100 Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.

101 Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun Resulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.

102 Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.82

103 Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın.83 Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı.84 Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.85

104 Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.

AÇIKLAMA

82. Yani, "Son nefesinize kadar Allah'a bağlı ve itaatkâr olun."

83. "Allah'ın ipi" O'nun tarafından belirlenen hayat tarzıdır. O bir "ip"tir, çünkü müminlerin Allah'la ilişkilerini sağlam tutar ve aynı zamanda onları birbirlerine bağlayıp, bir toplum halinde birleştirir.

"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın" ifadesi, müslümanların Allah'ın yoluna en büyük önemi vermeleri, dini, tüm ilgilerinin merkezi yapmaları ve onu yaymak için güçlerinin sonuna kadar çabalayıp, ona hizmette işbirliği yapmaları gerektiği anlamına gelir. Bu ipi gevşettikleri ve onun ana prensiplerinden uzaklaştıkları anda bölücülükten şikâyet etmeye başlayacaklar ve daha önceki peygamberlerin kavimleri gibi bölümlere ve alt-bölümlere ayrılacaklardır. Bunun bir sonucu olarak, geçmiş peygamberlerin ümmetleri bu dünyada da, ahiret'te de rezil olmuşlardır.

84. Bu, Arapların İslâm'dan sonra içinden çıktıkları dehşet verici duruma işaret etmektedir. İslâm'dan önce Arap kabileleri düşman kamplara bölünmüştü ve bu kamplar incir çekirdeğini doldurmaz nedenler için savaş yapıyorlardı. İnsan hayatı kutsiyetini kaybetmişti ve insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Eğer İslâm lütfedip onları kurtarmasıydı, düşmanlık ateşi tüm Arabistan'ı yakabilirdi. Bu lütuf, bu ayetlerin nazil olduğu dönemde Medine'de elle tutulur bir şekilde gözlenebiliyordu. Yıllardan beri birbirine düşman olan, kanlı savaşlar yapan ve birbirlerine vahşi saldırılarda bulunan Evs ve Hazrec kabileleri İslâm'ı kabul ettikten sonra birbirleriyle kardeş olmuşlardı. Sadece bununla da kalmamış, tarihte hiç eşine rastlanmayacak bir şekilde Mekke'den gelen muhacirlerin rahat etmesi için emsalsiz fedakârlıklar yapmışlardı.

85. "Eğer görebilen gözlere sahipseniz, çıkarınızın Allah'ın yoluna sımsıkı sarılmakta mı, yoksa onu terkedip eski cahiliye yollarına dönmekte mi olduğunu, veya size hayır dileyenin Allah ve Rasûlü mü, yoksa sizi eski halinize döndürmek isteyen Yahudiler, putperestler ve münafıklar mı olduğunu anlayabilirdiniz."

105 Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın.86 İşte onlar için büyük azab vardır.

106 Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün... Yüzleri kapkara-kesilecek olanlara: "İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyleyse inkâr etmenize karşılık olarak azabı tadın" (denilir).

107 Yüzleri ağaranlar ise, artık onlar Allah'ın rahmeti içindedirler, içinde de temelli kalacaklardır.

108 Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen87 değildir.

109 Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

110 Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz;88 maruf (iyi ve İslâm'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli89 de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.

111 Onlar size ezadan başka kesinlikle bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.

AÇIKLAMA

86. Bu, Allah'ın Rasûlü'nün getirdiği apaçık delillere ve hidayet'e kavuşan, fakat daha sonra hidayet'in ana prensiplerinden ayrılıp, çok küçük ve önemsiz meselelere dayanarak kendilerini farklı farklı gruplara ayıran, anlamsız ve faydasız tartışmalarla uğraşan toplulukları kasteder. Onlar, bu anlamsız tartışmalara o denli kendilerini kaptırmışlardır ki, Allah'ın onlara emanet ettiği asıl görevi unutmuşlar ve hatta insanoğlunun başarı ve kurtuluşunun dayanağını teşkil eden ana prensiplere bile ilgi duymaz olmuşlardı.

87. Allah, insanlara zulmetmek istemediği için, onlara, hesabını verecekleri şeyleri önceden haber vererek, doğru yolu (hidayet) gösteriyor. O halde artık bundan sonra doğru yolu bırakıp sapık yollara girenler kendi kendilerine zulmediyorlar demektir.

88. Bu, Bakara Suresi'nde yapılan ilânın bir tekrarıdır. Hz. Peygamber'e (s.a) uyanlara, başarısızlıkları nedeniyle İsrailoğulları'nın elinden alınan diğer insanlara önderlik yapma görevinin kendilerine verildiği hatırlatılıyor. Müslümanlar, liderlik için gerekli olan tüm niteliklere sahip olduklarından bu göreve lâyık görülmüşlerdir. Bunlar; pratikte iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, Allah'tan başka ilâh olmadığına inanmak ve bu inancın ifade ettiği gereklilikleri pratikte uygulayarak göstermektir. O halde müslümanlar, kendilerine emanet edilen görevin sorumluluğunun bilincine varmalı ve kendilerinden öncekilerin düştükleri hatalara düşmemelidirler. (Bkz. Bakara an: 123, 144)

89. Burada "Ehl-i Kitap" ile Yahudiler kastediliyor.

112 Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah'ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zilet (horluk damgası) vurulmuştur.90 Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır.

113 Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.

AÇIKLAMA

90. Yani, "Onların dünyada yaşadıkları en ufak bir güvenlik bile kendileri tarafından kazanılmamıştır; aksine, başkalarının yardımları ve nezaketi nedeniyle güvenliğe sahip olmuşlardır. Onlar bunu, ya Allah adına müslüman devletlerden ya da başka nedenlerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar. "Eğer bazı durumlarda biraz politik güç kazanmışlarsa bunu bile kendi çabalarıyla değil, başkaları sayesinde elde etmişlerdir.

114 Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.

115 Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir.

116 Gerçekten küfredenlerin ise, ne malları, ne çocukları, onlara Allah'tan yana bir şey sağlayamaz. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda temelli olarak kalacaklardır.

117 Onların bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgâra benzer ki, onu (ekini) helak etmiştir.91 Allah, onlara zulmetmedi, fakat kendi nefislerine kendileri zulmetmektedirler.

118 Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar.92 Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.

AÇIKLAMA

91. Bu misalde "Ekin" (Hars), insan hayatını sembolize eder. Çünkü insan, hayatta iyi ve kötü işleri eker ve ahiret'te bunları biçer. "Rüzgar" da, kâfirleri yani mallarını bağışlayıp, insanlar yararına harcamaya sevkeden yüzeysel ve iki yüzlü bir yardım isteğini temsil etmektedir. "Kavurucu soğuk" ise insanın tüm iş ve faziletlerini anlamsız kılacak bir şekilde İlâhî Kanun'a uymamayı ve ona inançtaki eksikliği ifade eder. Allah bu misalle şu dersi öğretir: Hava, tahılların yetişmesi için yararlı olabildiği gibi, eğer içinde kavurucu soğuk varsa, zararlı olup onları yok da edebilir. Aynı şekilde sadaka verip yardım etmek de ahiret'te toplanacak olan hesabın çoğalmasına yardım ettiği gibi, eğer küfürle zehirlenmişse aynı ürünü mahvedebilir de. Allah hem insanın, hem onun sahip olduğu servetin ve hem de onun etkinlikte bulunduğu alanın Hakimi'dir. Eğer Allah'ın kulu, Rabbinin Hakimliğini kabul etmez veya kanunsuz olarak tapınma nesneleri bulup, Onun nimetlerini tüketmede, O'nun kanunlarını çiğnerse, suçlu olacaktır. Aksine bu harcamaları için cezalandırılacaktır. Böyle bir insanın verdiği sadaka, efendisinin hazinesinden bir miktar para çalıp, onn efendisinin istemediği şekilde harcayan kölenin verdiği sadakaya benzer.

92. Burada Allah, müslümanları, Medine'nin çevresinde yaşayan Yahudilerin münafıkça tavırlarına karşı uyarıyor. Evs ve Hazrec kabileleri eskiden beri onlarla dostça ilişkiler içindeydiler ve İslâm'ı kabul ettikten sonra bile bu samimi tutumlarına devam ettiler. Bunun aksine Hz. Peygamber'e (s.a) ve getirdiklerine düşman olan Yahudiler, yeni harekete katılan hiç kimseye dostluk göstermediler. Yine de dışta Ensar'a dostmuş gibi göründüler; fakat gerçekte,onların en azılı düşmanı idiler. Onlar bu dış görünüşteki dostluktan yararlanarak müslüman topluluğunda ayrılık ve karışıklık yaratmaya uğraşıyorlardı. Aynı zamanda Müslüman topluluğun sırlarını öğrenip, düşmanlara açıklamayı da ihmal etmiyorlardı. Bu nedenle Allah, müslümanları, bu tip insanlara güvenmemeleri için uyarıyor.

119 Sizler, işte böylesiniz: onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler.93 Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

120 Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.

AÇIKLAMA

93. Yani, "Siz kendi kitabınızın yanısıra onların kitabına da inandığınız halde, onlar sizin kitabınız Kur'an'ı reddediyorlar ve buna rağmen yine de sizi suçluyorlar. Onların sizden şikâyet etmelerine hiçbir neden yoktur; aksine siz, Kitab'ınıza inanmadıkları için onlardan şikâyetçi olmalısınız."

121 Hani sen,94 mü'minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.

AÇIKLAMA

94. Buradan itibaren Uhud Savaşı'ndan sonra nazil olan dördüncü bölüm başlar. Bu bölüm, müminlere sabır gösterip Allah'tan korktukları sürece, düşmanlarının tuzaklarının kendilerine hiçbir zarar veremeyeceğini bildiren bir tavsiye ile biten bir önceki bölüme çok güzel bir şekilde bağlanmıştır. Bu bölüm aynı temanın devamı niteliğindedir; çünkü Uhud'daki yenilgi, sabırsızlık ve Allah korkusunun azlığı nedeniyle yaşanmıştı.

Verilmek istenen derslerin ortaya konabilmesi için savaşın önemli olaylarının bir özeti sunulduğundan, bu olayların arka-planını gözönünde bulundurmak yararlı olacaktır. Çünkü bu bölümde olayların ayrıntılarına girilmeden, sadece önemli noktalarına değinilmiştir.

H.3. yılda Şevval ayının başlarında, Kureyş 3000 kişilik bir orduyla Medine'ye saldırdı. Müslümanlardan hem sayıca fazlaydılar, hem de daha iyi silahlanmışlardı. Bunun yanısıra, hepsi de Bedir'deki yenilginin öcünü alma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Hz. Peygamber (a.s) ve sahabeden tecrübeli olanlar Medine'yi duvarların içinde savunma taraftarıydılar. Fakat Bedir savaşına katılamayan gençler şehit olma isteği ile o denli dolu idiler ki, düşmanı karşılama fikri üzerinde duruyorlardı. Onların bu ısrarı üzerine Hz. Peygamber (s.a) şehrin dışına çıkmaya karar verdi. Bunun üzerine 1000 kişilik ordu ile yola çıktı; fakat Şavt'da, münafıkların lideri Abdullah İbn Ubey, 300 kişiyle birlikte ordu saflarından çekildi. Doğal olarak onun bu ihaneti müslüman askerler arasında karışıklığa yol açtı. O kadar ki Beni Harise ve Beni Seleme kabileleri cesaretlerini kaybettiler ve kararsızlık içinde geri dönmeyi düşünmeye başladılar. Fakat azim sahibi sahabeler sayesinde bu düşünceden kurtuldular.

Hz. Peygamber (a.s) Abdullah İbn Ubey'in ayrılışından sonra kalan 700 kişiyle Uhud dağına doğru yola çıktı. Bu dağ, Medine'den takriben 4 mil uzaktadır. Adamlarını, Uhud dağı arkalarına, Kureyş ordusu karşılarına gelecek şekilde düzenledi. Böylece saldırıya müsait bir tek geçit kalıyordu. Hz. Peygamber (s.a) oraya da Hz. Abdullah İbn Cübeyr'in (r.a) kumandasında 50 okçu yerleştirdi ve onlara şöyle dedi: "Düşmanlardan hiçbirinin bize yaklaşmasına izin vermeyin ve hiçbir şekilde yerinizden ayrılmayın. kuşların etlerimizi gagaladığını görseniz bile sakın yerlerinizi terketmeyin."

Savaşın başlangıcında İslâm ordusu üstün durumdaydı ve düşman ordusunu bozguna uğratmayı başarmıştı. Fakat onlar, bu başarılı başlangıcı sonuca bağlayıp zafere ulaşmak yerine, mal hırsıyla gözleri dönmüş bir şekilde ganimet toplamaya başladılar. Geçidi koruyan okçular, arkadaşlarının kaçan düşmanı yağmaladıklarını görünce, ganimet toplayanlara katılmak üzere yerlerini terkettiler. Hz. Abdullah İbn Cübeyr (r.a) boş yere onları vazgeçirmek için Hz. Peygamber'in (s.a) kesin emrini hatırlattı. Sadece birkaç kişi onu dinledi. Düşman süvarilerine kumanda eden Halid İbn Velid bu fırsattan tam anlamıyla yararlandı. Dağın çevresini dolaşarak geçitten geçti ve Müslümanlara arkadan saldırdı. Hz. Abdullah İbn Cübeyr (r.a.) yanında kalan bir kaç kişi ile birlikte onları durdurmak için elinden geleni yaptı. Fakat Halid İbn Velid ganimet toplamaya koyulan müminlere ansızın saldırdı. Müminler arkadan gelen bu saldırıya o kadar şaşırmışlardı ki, geri dönüp kaçmaya başladılar. Fakat ne yazık ki, önlerinden de Mekke ordusu geri dönüp saldırıya başlamıştı. Bu durum savaşın müslümanların aleyhine dönmesine neden oldu. Savaş alanında hâlâ sabırla savaşan cesur müslümanlar da vardı. Fakat o sırada Hz. Peygamber'in (s.a) şehit olduğu söylentisi yayılmaya başladı. Sahabe bu söylentiden o denli etkilenmişti ki, savaş alanında sebat edenler bile cesaretlerini kaybettiler ve O'nun yanında sadece bir düzine kadar fedakâr müslüman kaldı. Sahabe Hz. Peygamber'in (s.a) yaralanmasına rağmen hâlâ yaşadığı haberini aldığında bu söylenti nerede ise gerçekleşecekti. O'nun yaşadığı haberini alınca tekrar etrafında toplandılar ve dağın emin bir yerine çekildiler.

Bu arada vukubulan acayip bir olayı belirtmekte yarar var: Kureyş ordusu bu fırsattan tam anlamıyla yararlanamadı, aksine Mekke'ye geri döndü. Bu çok garipti; çünkü eğer onlar kazandıkları zaferi sonuna kadar götürselerdi, önlerine hiçbir engel çıkmazdı. Müslümanlar o kadar perişan olmuşlardı ki, onlara karşı koymaları imkânsızdı.

122 O zaman sizden iki grup, neredeyse, 'çözülüp geri çekilmek' istemişti.95 Oysa Allah onların (velisi) yardımcısıydı. Artık mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.

123 Andolsun, siz güçsüz iken Allah size Bedir'de yardımıyla zafer verdi. Şu halde Allah'tan korkup-sakının, O'na şükredebilesiniz.

124 Sen mü'minlere: "Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım-iletmesi size yetmez mi?" diyordun.96

125 Evet, eğer sabrederseniz, korkup-sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır.

126 Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. 'Yardım ve zafer (nusret)' ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındandır.

127 (Ki bununla) Küfre sapanların ileri gelenlerini kessin (onları helak etsin) ya da 'umutları suya düşmüşler olarak onları tepesi aşağı getirsin de geri dönüp gitsinler.'

128 (Allah'ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalimler olduklarından dolayı azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur.

129 Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azablandırır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.97

130 Ey İman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin.98 Ve Allah'tan korkup-sakının, umulur ki, kurtulursunuz.

AÇIKLAMA

95. Bu iki grup, münafıkların lideri Abdullah İbn Ubey 300 adamıyla ayrıldığında tereddüte düşen Beni Seleme ve Beni Harise kabileleriydi.

96. Müslümanlar, 3000 kişinin karşısına 1000 kişiyle çıktıklarında aralarından 300 kişinin de ayrılması sonucu moralleri bozuldu, Hz. Peygamber (s.a) onları bu vaadle cesaretlendirdi.

97. Bu ayetler, Hz. Peygamber'in (s.a) savaş sırasında yaralandığında düşmanlarına karşı söylediği lânete bir cevap niteliğindedir. Hz. Peygamber (s.a) savaşta yaralanınca, ister-istemez düşmanlarının kötülüğü için dua etmiş ve "Peygamberi yaralayan bir toplum nasıl hâlâ kurtuluş içinde olabilir?" demişti.

98. Uhud'daki yenilginin en önemli nedeni, müslümanların servet gailesine düşmeleri olmuştu. Müslümanları ganimet toplama hırsı öyle bürümüştü ki, kazanmak üzere oldukları zaferi devam ettirmek yerine, ganimetleri toplamaya koyuldular. Hakim olan Allah'ın faize dikkat çekip yasaklamasının nedeni işte budur. Çünkü faizle borç para verenlerin, kendilerini, gece gündüz, kazanılmamış kârlarını arttırmaktan başka bir şey düşünmeyecek kadar kazanma hırsına kaptırdıkları, yaşanan bir gerçektir. Tabiî ki bu, onların paraya karşı açgözlülüklerini daha da arttırır.

131 Ve kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.

132 Allah'a ve Resulüne itaat edin, ki merhamet olunasınız.

133 Rabbinizden olan mağfirete ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.

134 Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.99

AÇIKLAMA

99. Faizin ihdas edilmesi, faiz alanlarda açgözlülük, hırs, cimrilik ve bencillik; faiz ödemek zorunda olanlarda ise nefret, kızgınlık, düşmanlık ve kıskançlık duyguları yaratır. İşte bu kötü duygular, Uhud'daki yenilgide belli bir ölçüde rol oynamışlardı. Bu nedenle Allah faizi yasakladı ve haram kıldı, onun aksine infakı emretti. Cennet'in faizle borç para veren açgözlüler için değil, infak eden ve cömertçe harcayanlar için hazırlandığı aşikârdır. (Bkz. Bakara an: 320).

135 Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları üzerinde bildikleri halde ısrarla durmayanlardır.

136 İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.)

137 Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün.

138 Bu (Kur'an), insanlar için bir beyan, sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.

139 Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.

140 Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir.100 O günleri; biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir.101 Allah, zulmedenleri sevmez;

141 (Yine bu) Allah'ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir.

142 Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

143 Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.102

144 Muhammed, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?103 İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.

AÇIKLAMA

100. Allah, Bedir savaşındaki zaferi hatırlatarak müslümanlara cesaret veriyor ve: "Bedir'deki bozgun nedeniyle kâfirler cesaretlerini yitirmediklerine göre, siz iman edenler, Uhud'daki bozgun için neden cesaretinizi kaybediyorsunuz?" diyor.

101. Arapça orijinal metin aşağıdaki iki anlama da gelebilir: "Allah bazılarınıza şehitlik şerefini vermek istedi" veya "Allah müminleri münafıklardan ayırdetmek istedi: Böylece müslüman topluluğuna verilen görevi yerine getirmeye yaraşır kişileri, yani Hakk'ın gerçek şahitleri, diğerlerinden ayırdedilmiş oluyordu."

102. Bu şehit olma arzusuyla, Hz.Peygamber'i (s.a) kendi isteğine rağmen, Medine dışına çıkıp düşmanla çarpışmaya razı eden kişileri kastetmektedir.

103. Bu, Uhud Savaşı'nda müslümanlarla birlikte yer alan münafıkların zararlı konuşmalarına bir cevap niteliğindedir. Hz. Peygamber'in (s.a) öldürüldüğü söylentisi yayılınca, gerçek müminler tabiî olarak cesaretlerini kaybettiler; fakat münafıklar şöyle demeye başladılar: "Abdullah İbn Ubey'e gidelim ve bizim için Ebu Süfyan'dan aman dilemesini rica edelim." Daha küstah olanları ise; "Eğer Muhammed gerçek bir peygamber olsaydı öldürülmezdi. Atalarımızın dinine dönsek daha iyi olur" diyecek kadar ileri gittiler. Allah böyle düşünenleri azarlar ve şöyle der: "Muhammed bir peygamberdir ve O'ndan önce gelen diğer peygamberler gibi ölümlüdür. Bu nedenle eğer sizin İslâm'a bağlılığınız Muhammed'in şahsına bağlıysa ve eğer O'nun ölümüyle tekrar küfre dönecekseniz, Allah'ın dininin size ihtiyacı yoktur."

Bu ayet, Hz. Muhammed'in (s.a) diğer bütün peygamberler gibi ölümlü olduğunu vurgulamak için nazil olmuştur. Bir kaynağa göre Hz. Peygamber'in (s.a) öldüğü sabah, Hz. Ebu Bekir (r.a) Medine'de mescide girdiğinde bütün insanları şaşkın ve Hz. Ömer'i (r.a) de O'nun öldüğünden bahsetmenin günah olduğunu söyler bir halde buldu. Hz. Ebu Bekir (r.a) gitti ve olayın gerçek olup olmadığını araştırdı; tekrar mescide gelerek: "Bakın! kim Muhammed'e (s.a) tapıyor idiyse, Muhammed (s.a) öldü; kim de Allah'a tapıyor idiyse, Allah diridir ve ölmez" diye bağırdı. Daha sonra bu ayeti okudu. Sanki insanlar o zamana kadar hiç böyle bir ayetin nazil olduğunu bilmiyorlardı.

145 Allah'ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır.104 Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim de ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz.105 Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.106

146 Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler.107 Allah, sabır-gösterenleri sever.

147 Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et." demelerinden başka bir şey değildi.

148 Böylece Allah, dünya sevabını da, ahiret sevabının güzelliğini de onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.

AÇIKLAMA

104. Burada müslümanlara ölüm korkusundan kaçmanın anlamsız olduğu öğütleniyor. Çünkü hiç kimse Allah'ın belirlediği zamandan bir dakika bile önce veya belirlenen zamandan bir dakika bile fazla yaşayamaz. Bu nedenle insanın dikkat etmesi gereken konu, ölümden nasıl kaçılacağı değil, bu dünyada kendisine verilen zamanı nasıl en iyi bir şekilde değerlendirebileceği olmalıdır. Önemli olan nokta şudur: İnsan kendisine verilen zamanı bu dünya hayatı için mi, yoksa ölümden sonraki hayat için mi harcayacaktır?

105. Sevap nedir? Sevap, bir amelin karşılığıdır. Dünyadaki sevap ile insanın amellerinin karşılığını dünyada elde etmesi; ahiret'teki sevap ile de, bu dünyadaki amellerinin karşılığını ahiret'te sürekli bulması kastedilmektedir. Yapılan her işin sonucu, yapan kişiyi kaçınılmaz bir şekilde takip ettiği için, İslâmî hayat görüşünde en önemli nokta, hayat için sarfedilen çabaların bu dünyanın geçici zevk ve çıkarları uğruna mı, yoksa ahiret'in son bulmayan zevkleri uğruna mı harcandığı konusudur. Bu soruya verilen cevap, kişinin iyi veya kötü olma konusundaki ahlâkî tutumunu belirler.

106. "Şükreden kullar", an: 105'de ortaya konulan soruya doğru cevabı verdikleri için Allah'ın mükâfatını kazanan kimselerdir. Allah, onlara bu dünyanın sınırlı hayatının ötesinde sonsuz ve sınırsız bir hayatın varolduğunu ve bu dünyada yapılanların karşılığının, sadece bu dünya ile sınırlı olmayıp, kişiyi ahiret'e kadar takip ettiğini bildirmişti. Bu nedenle, Allah'ın öbür dünyada iyi amellerin karşılığını vereceği sözüne güvenen ve sonuçlarının bu dünyada ortaya çıkıp çıkmamasına veya sonucunun olumsuz olmasına aldırmaksızın bu amelleri işlemeye devam eden kişi, gerçekten şükreden bir kuldur. Diğer taraftan zamanlarını, paralarını ve enerjilerini bu dünyada "olumlu" bir sonuç oluşturması tahmin edilmeyen hiçbir şeye harcamayan kimseler ise, şükretmeyen, nankör kullardır. Onlar şükretmezler; çünkü onlar, Allah'ın, bu dünyada yapılanların ahiret'te karşılığının verileceğini bildiren sözünü doğru değerlendirmemişlerdir.

107. Yani, "Onlar, sayıca düşmanlarından az ve teçhizat yönünden zayıf olmalarına rağmen, bâtıla tapanlara boyun eğmemişlerdir."

149 Ey iman edenler, eğer küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler,108 böylece büyük hüsrâna uğrayanlara dönersiniz.

150 Hayır, sizin mevlânız Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.

151 Kendisi hakkında hiç bir ispatlı delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür.

AÇIKLAMA

108. "Onlar sizi, henüz kurtulduğunuz küfür durumuna tekrar geri döndüreceklerdir". Bu uyarı tam zamanında yapılmıştı, çünkü Uhud yenilgisinden sonra münafıklar ve Yahudiler, müslümanları inançlarından döndürmeye çalıştılar. Yaptıkları yanlış mantıkî değerlendirme şu şekilde idi: "Eğer Muhammed (s.a) gerçekten peygamber olsaydı bir yenilgi yaşanmazdı. Buradan da anlaşıldığı üzere O, bir gün yenen, öbür gün de yenilen normal bir insandır. Allah'ın O'na yardım ve zafer vaadettiği sadece bir propagandadan ibarettir."

152 Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları kırıp-geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)i108/a size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı.109 Allah mü'minlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır.

AÇIKLAMA

108/a. Bu, okçuların durumuna işaret ediyor. Ganimet toplamaları yasaklandığında, onlar liderleriyle tartışıp O'na karşı geldiler ve yerlerinden ayrılarak savaşın müslümanların aleyhine dönmesine neden oldular.

109. Yani, "Sizin bu kaçışınız, eğer Allah sizi affetmeseydi, toptan helâk olmanıza yol açabilirdi. Allah'ın merhameti ve yardımı sayesinde bu kötü sonuçtan kurtuldunuz; çünkü, Kureyşliler zaferi kazanmış olmalarına rağmen hiçbir neden yokken geri dönüp gittiler."

153 Siz o zaman durmaksızın uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Peygamber de sürekli sizi arkadan çağırıyordu.110 (Allah) Elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı.111 Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

154 Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki,112 içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Eğer evlerinizde de olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

155 İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak olandır.

AÇIKLAMA

110. Hz. Peygamber'in (s.a) cesareti ve sabrı, düşmanın hem önden, hem de arkadan saldırmasıyla ortaya çıkan karışıklığın apaçık bir felâkete dönüşmesini önledi. Bazı müslümanlar Medine tarafına, bazıları da Uhud'a doğru kaçışırken Hz. Peygamber (s.a) olduğu yerde kaldı ve imtihanı başarıyla geçen birkaç arkadaşıyla birlikte mevkiini korudu. O sırada kaçanlara şöyle bağırıyordu: "Ey Allah'ın kulları, bana gelin."

111. Zaferin yenilgiye dönüşmesi, Hz. Peygamber'in (s.a) şehit olduğu söylentisinin yayılması, ashabdan bir çoğunun şehit olması, yaralıların acıklı durumu, vatanlarının tehlikede oluşu ve Medine'nin toplam nüfusundan bile fazla olan Kureyş ordusunun şehre girip yağma edeceği korkusu gibi kaygılar, üzüntünün artmasına neden olmuştu.

112. Bu, savaşta cesaretlerin kaybetmeyen müslümanlara bir yardım ve destekti. Bu kimseler öyle bir güven duygusu yaşamışlardı ki, acı içinde olmalarına rağmen kendilerini emin hissediyorlardı. Savaşta rol alan Hz. Ebu Talha (r.a) kendilerini, kılıçlarını ellerinden bırakacak kadar güven içinde ve emin hissetiklerini anlatmıştır.

156 Ey iman edenler, küfre sapanlar ile yer yüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu113 onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

157 Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah'tan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.

158 Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de şüphesiz Allah'a (varıp) toplanacaksınız.

159 Allah'tan bir rahmet dolasıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

160 Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.

161 Hiç bir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz.114 Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

AÇIKLAMA

113. Bunlar, onların hatalı düşüncelerinin sonucu olan üzüntü ve kuruntulardı. Allah'ın iradesinden kaçılamayacağı bir gerçektir. Bu tür kuruntular sadece, Allah'a değil, kendi plan ve programlarına güvenen kimselerin kalbinde keder ve acı yaratır. Bununla birlikte çabaları başarısızlıkla sonuçlandığında ellerini büküp yine de "Of! Şöyle şöyle yapılsaydı, şu şu sonuçlar elde edilebilirdi" derler.

114. Bu, Hz. Peygamber'in (s.a) ganimetleri dağıtırken adil davranıp davranmadığı konusunda okçuların zihninde uyanan şüphelere bir cevap niteliğindedir. Okçular diğer arkadaşlarının ganimetleri toplamaya başladığını görünce, kendileri toplama işinde rol almadıkları için dağıtımda, toplayanlardan daha az ganimet almaktan korktular. Yerlerinden aniden ayrılmaya kalkışmalarının nedeni işte buydu. Daha sonraları bazı özürler öne sürmeye çalıştılar, ama bu özürler kabul edilmedi. O zaman Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: "Aslında siz bana güvenmediniz. Size adaletli davranmayacağımı ve gerçek hakkınız olan payı vermeyeceğimi düşündünüz." Bu ayette Allah, Allah'ın Peygamberi (s.a) hakkında bu tip yanlış düşüncelere kapılmayı sorguluyor ve şöyle diyor: "Siz kendi çıkarlarınızın, Allah'ın Peygamberi elinde güven içinde olduğundan nasıl şüphe ediyorsunuz? Allah'ın Rasûlü'nün kendine emanet edilen serveti adaletsizce dağıtacağını nasıl düşünebilirsiniz?"

162 Allah'ın rızasına uyan kişi, Alah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi mi? Ne kötü barınaktır o?

163 Allah katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.

164 Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lutufta bulunmuştur. (Ki o) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.

165 Başınıza bir belâ gelince niçin: "Bu nereden?" diyorsunuz?115 Halbuki siz (Bedir'de) onların (düşmanların) başlarına bunun iki katı belâ getirmiştiniz.116 Ey Peygamber, onlara de ki: "Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz."117 Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.118

166 İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi;

167 Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler.119 O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.

AÇIKLAMA

115. Bu ayet, Uhud'daki yenilgi nedeniyle müslümanların çoğunun zihninde beliren karışıklıkları ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Hz. Peygamber'e (a.s) yakın olan samimi müslümanlar için, sadece peygamberin varlığı kendileri için bir başarı garantisi idi. Fakat müslümanların çoğu bu yanlış anlayış içine düşmüşlerdi. Hz. Peygamber (s.a) kendi aralarında bulunduğu ve Allah'ın yardım ve desteğine sahip oldukları için, kâfirlerin hiçbir şekilde kendilerini yenmemelerinin gerektiğini düşünüyorardı. Bu nedenle beklentilerinin aksine Uhud'da bir yenilgi ile karşılaştıklarında, kendi kendilerine şöyle demeye başladılar: Allah adına savaştığımız halde, İslâm'ı yıkmak için savaşan kâfirler karşısında bu yenilgiye uğramamızın sebebi ne? Bunu anlayamamalarının bir nedeni de, Allah'ın yardım edip destekleyeceğini vaadetmesi ve Hz. Peygamber'in (s.a) savaş alanında bulunmasıydı. Onlara bu felâkete kendilerinin neden olduğu söyleniyor.

116. Uhud savaşında 70 müslüman şehit olmuştu, oysa Bedir savaşında 70 kâfir öldürülmüş, 70 kâfir de esir alınmıştı.

117. Yani, "Bu sizin zayıflığınız ve yanlış davranışlarınızın bir sonucudur; siz sabretmediniz, takvaya aykırı şeyler yaptınız; komutanlarınızın tertibatına aykırı davrandınız, açgözlülüğün kurbanı oldunuz ve birbirinizle tartışmaya başladınız. Bir de kalkmış, 'Bu felâket nasıl başımıza geldi?' diye soruyorsunuz."

118. "Allah zafer vermeye de, yenilgiye uğratmaya da muktedirdir."

119. Abdullah İbn Ubey'in 300 adamıyla savaş alanından ayrılmasının bahanesi buydu. Müslümanlar onun ordudan ayrılmak üzere olduğunu görünce, onu kendileriyle birlikte kalmaya ikna etmeye çalıştılar; fakat o şu cevabı verdi: "Bugün hiç çarpışma olmayacağından eminiz. Geri dönmemizin nedeni bu; eğer bugün bir savaş olacağını ummuş olsaydık, muhakkak sizinle kalırdık."

168 Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse."

169 Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler,120 rızıklanmaktadırlar.

170 Allah'ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler.121 Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdeler vermektedirler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.

171 Onlar, Allah'tan bir nimeti bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah'ın mü'minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler.

172 Kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve Resulünün çağrısına icabet edenler,122 içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır.

173 Onlar,123 kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir.

AÇIKLAMA

120. Bkz. Bakara an: 155

121. Müsned-i Ahmed'de geçen bir hadise göre; Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "İyi amellerle ahiret'e göçen bir kimseye Allah tarafından orada o kadar güzel ve cazibeli bir hayat verilir ki, hiç bu dünyaya dönmeyi istemez. Fakat şehidin durumu farklıdır. O bu dünyaya tekrar gelip, kendisini Allah yolunda ölüme terkettiği zaman hissettiği zevk ve mutluluğu bir kez daha yaşamak ister."

122. Bu ayet, çok kritik bir dönemde bile Kureyşlilerin peşinden gitmekte olan Hz. Peygamber'e (s.a) eşlik eden samimi ve muttaki müslümanları kasteder.

Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu geri dönüp Mekke'ye doğru yürümeye başladı. Medine'den belli bir miktar uzaklaştıktan sonra, müslümanları yok etmek imkanından ve fırsatından yararlanamadıklarının farkına vardılar ve pişman oldular. Bu mükemmel şansı kullanmamakla ne büyük aptallık ettik, dediler. Bu nedenle hemen konakladılar ve bir savaş konseyi topladılar. Medine'ye dönüp ani bir saldırı yapmaya taraftar olmalarına rağmen geri dönme cesaretini gösteremediler ve yolarına devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de (s.a) düşmandan bir saldırı gelebileceğini tahmin ediyordu. Bu nedenle Uhud'un ertesi günü müslümanları topladı ve: "Kureyş'in peşinden gidelim" dedi. Çok kritik bir durum olmasına rağmen müminler ve Allah'a bağlı kullar, çağrıya cevap verdiler ve gönüllü olarak Hz. Peygamber'le (s.a) birlikte Medine'den sekiz mil uzakta yer alan Hamra'ül-Esed'e kadar gittiler.

123. 173-175. ayetler Bedir savaşından bir yıl sonra nazil olmuştur. Fakat aynı olaylara ve konulara değindiği için bu bölümde yer almıştır.

174 Bundan dolayı, kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

175 İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun.124

176 Küfürde 'büyük çaba harcayanlar' seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azab vardır.

177 Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.

178 O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.

179 Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.125 Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak da değildir.126 Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

AÇIKLAMA

124. Bu ayet Medine'de yayılan korkunç söylentilere değinir. Ebu Süfyan, Uhud'dan dönüşte müslümanları Bedir'in yıldönümünde tekrar savaşa davet etmişti. Fakat o zaman gelince, Mekke'de süren bir kıtlık nedeniyle savaşma cesareti bulamadı. Bu nedenle durumu kurtarmak için sorumluluğu müslümanların üzerine atmaya uğraştı. Bunu yapabilmek için Medine'ye, Kureyş'in savaş için büyük hazırlıklara giriştiği ve Arabistan'daki her orduyu yenebilecek güçte bir ordu topladığı haberini yayacak bir casus gönderdi. Ebu Süfyan istediği telaşı yaratmayı başardı. Hz. Peygamber (s.a) kararlaştırılan zamanda Bedir'de Kureyşlilerle savaşmayı teklif ettiğinde müslümanlardan cesaret verici bir cevap alamadı. O kadar ki, Allah'ın Rasûlü, (s.a) topluluğun önünde şöyle ilân etmek zorunda kaldı: "Benimle hiç kimse gelmese de, söz verilen savaşa tek başıma ben gideceğim." İşte o zaman 1500 gönülü O'nunla birlikte Bedir'e gittiler. Diğer taraftan Ebu Süfyan 2000 kişilik bir ordu ile Mekke'den ayrılmıştı. Fakat iki gün yol aldıktan sonra, adamlarına bu yıl savaş yapmalarının uygun olmadığını ve gelecek yıl savaş için geleceklerini açıkladı. Daha sonra adamlarıyla birlikte Mekke'ye döndü. Hz. Peygamber (s.a) yine de Bedir'de sekiz gün onu bekledi. Bugünlerde Rasûlullah'ın (s.a) ashabı bir ticarî grupla ticarî anlaşmalar ve kârlı işler yaptılar. Daha sonra kâfirlerin Mekke'ye geri döndüğü haberi gelince Medine'ye döndüler.

125. Yani, "Allah, aynı müslüman topluluk içinde müminlerle münafıkların karışık bir halde bulunmasından hoşlanmaz."

126. "Allah müminleri münafıklardan, onlara; münafıklar şöyle şöyle insanlardır diye bildirerek ayırmaz." O, müminleri, münafıklardan fiilî olaylar yaratarak ayırır ve iki grup birbirinden apayrı şekilde kendini belli eder.

180 Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.127 Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.

181 Andolsun; "Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginleriz" diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir.128 Onların bu sözlerini ve Peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız ve: "Yakıcı olan azabı tadın" diyeceğiz.

182 Bu, sizin ellerinizin önden sunduklarıdır. Allah, gerçekten kullara zulmedici değildir.

183 "Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız konusunda and verdi," diyenlere, de ki: "Şüphesiz, benden önce nice peygamberler, apaçık belgeler ve söylediklerinizle geldi; eğer, siz doğru idiyseniz, şu halde onları ne diye öldürdünüz?"129

AÇIKLAMA

127. Her şey kendi mirası olarak, sonuçta, Allah'a dönecektir. Çünkü o, gerçekte Allah'a aittir. O'nun kullarından birinin mülkiyetinde olan şey, sadece geçici bir emanettir. Herkes şu kısa dünya hayatında kendisinin olduğunu zannettiği servet ve zenginliği bir gün bırakmak zorunda kalacaktır; bu servet ve mal ise, onların gerçek sahibi olan Allah'a dönecektir. Bu nedenle akıllı olan kişi, Allah'ın serveti'ni Allah yolunda harcayandır, aptal kişi ise onu biriktirip yığmaya çalışandır.

128. Yahudiler bu sözü Bakara suresinin 245. ayetinin nazil olması üzerine söylemişlerdir: "Aranızda Allah'a güzel bir borç verecek olan kimse..." Onlar bu sözü alaya aldılar ve şöyle dediler: "Ah, evet! Allah servetini kaybetti, şimdi de kullarından borç istiyor."

129. Bu, Yahudiler tarafından Allah'a yöneltilen bir iftira ve yalandır; çünkü, Allah böyle bir şeyden beridir. Kitab-ı Mukaddes'te yakılmış kurbanlardan bahsedilmesine rağmen, bunlar, peygamberliğin asıl işaretlerinden kabul edilmezler. Bunlar sadece Allah'ın kurbanları kabul ettiğini gösteren sembollerdir. (Bkz. Hakimler, 6:20-21, 13-19-20; Leviler, 9;24 II, Tarihler, 7:1-2).

Bu isteğin Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini reddetmek anlamına geldiği ortadadır. Onların samimi olmadıklarının bir delili olarak, onlara yakılmış kurbanı bir işaret olarak gösteren kendi peygamberlerinden bazılarını da öldürdükleri hatırlanmalıdır. Hz. İlyas'ın (s.a) durumu bir örnek olarak gösterilebilir; "Ashab, kendinden önceki bütün krallardan daha çok Tanrı'yı (Eternal) önemsememeye başlayınca, İlyas ona gitti ve Tanrı'ya karşı gelerek İsrail'i bozduğunu söyledi. Tabii ki Baal'ın (eski Sami ırkının tanrılarından biri -çev-) "Peygamberleri" imtihanı kaybettiler. Allah'ın nuru kurbanı yaktı ve bütün İsrail bunu seyretti. Yine de İlyas'a karşı çıktılar ve O, hayatını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı." (Ayrıntılı bilgi için bkz. I Krallar, 18 ve 19).

184 Eğer seni yalanlarlarsa, senden önce apaçık belgeler, Zeburlar ve aydınlık kitapla gelen peygamberleri de yalanlamışlardır.

185 Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.130

186 Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız,131 (bu) emirlere olan azimdendir.

187 Hani kendilerine kitap verilenlerden: "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz" diye kesin söz almıştı.132 Fakat onlar, bunu arkalarına attılar ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne kötüdür.

AÇIKLAMA

130. Bu dünya hayatı fitneye sebep olan bir şeydir. Çünkü yapılan iyi ve kötü amellerin nihaî sonucu ile ilgili yanlış izlenimler uyandırır. Bu nedenle kişi, dünya hayatında sahip olunan varlık veya yokluğu hak ve bâtılın ölçüsü olarak kabul etmek gibi yanlış bir düşünceye yönelebilir. Bir kişinin bu dünyada refah ve servet sahibi olması, onun doğru yolda olduğu ve Allah'ın da onu desteklediği anlamına gelmez. Diğer taraftan, eğer bir kimsenin şanssızlıklara kurban gitmesi ve servet sahibi olmaması, onun yanlış yolda olduğu ve Allah'ın yardımından yoksun olduğu anlamına gelmez. Çünkü çoğunlukla bu dünyadaki sonuçlar, ahiret'te karşılaşılan sonuçların hemen hemen tam tersi niteliğindedir. Bu nedenle sonraki sonuçlar (yani ahiret'te elde edilenler) asıl değerlerdir ve insanın önemsemesi gereken sonuç da budur.

131. Yani "Yüksek karakterinizin sağlamlığını, tahrikler karşısında bile hiddetinizi kontrol ederek ispat etmelisiniz. Onların suçlamalarına, sataşmalarına, alaylarına, kötü laflarına ve propagandalarına sabırla karşılık verin. En zor durumlarda bile yanlış, adaletsiz, gayri medenî ve ahlâkdışı söz ve hareketlerde bulunacak şekilde hiddetlenmeyin."

132. "Allah'ın onlarla yaptığı ahdi ve onlara emanet edilen büyük görevi hatırlat. Çünkü onlar, bazı peygamberlere verilen ateşin yediği kurbanların işaretlerini hatırlamalarına rağmen, onu (verilen görevi) unuttular."

Bu ayette sözü edilen Ahid'e, Kitab-ı Mukaddes'te sık sık değinilir, özellikle Tesniye'de tekrar tekrar adı geçer. Musa Peygamber (a.s) onlara "kelimeye bir şey eklememeyi" ve "ondan hiçbir şey eksiltmemeyi" ve "Rabbin emirlerini muhafaza etmeyi" nasihat etti (4:2). Çocuklara bu emirleri hararetle öğretmelerini, onların evlerinde otururken, yolda yürürken, yatarken ve kalkarken bu emirleri çocuklara anlatmalarını, ayrıca evlerinin girişine ve kapılarına yazmalarını da tavsiye etti. (Tesniye, 6:4,9). Bu son istekle İsrail'in yaşlılarını, Filistin'in sınır çizgisini geçtikten sonra Ebel dağına büyük kayalar dizmeye teşvik etti. (27:2-4).

İşte onların Tevrat'ı bilmediklerini gösterir bir örnek daha: Hz. Musa (a.s) Tevrat'ın bir kopyasını Levi'lere emanet etti ve onlara kitabı her yedi yılda bir Fısıh bayramına denk gelen günde İsrailoğulları'nın erkek, kadın ve çocuklarının yer aldığı bir topluluk önünde açıktan okumalarını emretti. Fakat onlar görevlerinden o kadar gafildiler ki, Hz. Musa'nın (a.s) ölümünden yediyüz yıl sonra artık Tevrat adında bir kitabın varolduğunu bile unutmuşlardı. Hatta tapınağın başrahibi ve Kudüs'ün Yahudi kralı bile böyle bir kitabın varolduğunu bilmiyordu. (II. Krallar, 22:8-13).

188 Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmeden hoşlananları133 (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acıklı bir azab vardır.

189 Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, her şeye güç yetirendir.

190 Şüphesiz göklerin134 ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.

191 Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler.135 (Ve derler ki:)

"Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."136

192 "Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu 'hor ve aşağılık' kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur."

193 "Rabbimiz, biz: "Rabbinize iman edin" diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik.137 Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür."

AÇIKLAMA

133. Örneğin bu tür insanlar, gerçekte bu karakterlerin hiçbirine sahip olmadıkları halde, başkalarının kendilerini muttakî, dindar, Allah'tan korkan bir mümin ve İlâhî Kanun'un koruyucusu diye övmelerinden hoşlanırlar veya gerçekte tam tersi olduğu halde başkalarının kendilerini samimi, fedâkar, şerefli, başkaları için kendisini feda eden, diye propaganda etmelerini isterler.

134. Buradan itibaren surenin son bölümü başlar. Bu ayetlerin biraz önceki ayetlerle doğrudan bağlantısı yoktur; fakat surenin bütünlüğüne uygun niteliktedir. Bu nedenle bu bölümü anlayabilmek için surenin giriş bölümüne tekrar bakmak faydalı olacaktır.

135. Yani, "Bu ayetler (işaretler), Allah'tan gafil olmayan ve tabiat hadiselerini bir hayvan gibi değil, düşünen bir insan gibi gözleyen herkesin hakikat'ı anlamasını sağlayabilir."

136. Evrenin sistemini yakından gözlemeleri, onları, bu hayattan sonra cezaları ve mükâfatları ile bir ahiret hayatının varolduğu fikrine götürür. Sistemin kendisi, arka-planında varolan hikmeti açıkça ortaya koyar. Bundan da anlaşılacağı üzere Hakim (hikmet sahibi) olan Yaratıcı'nın insanı yaratmasının belli bir amacı vardır. Her şeyin insanın kullanımına verilmesi ve Allah'ın, insanı, iyiyi kötüden ayırdedebilecek bir idrak merkezi ile donatmış olması açıkça gösterir ki, Allah insanı bu yaratılış amacına uygun olmadığı konusunda hesaba çekecektir. Bunun sonucu, dünyada yaptığı iyilikler nedeniyle mükâfat alacak, kötülükler nedeniyle de cezalandırılacaktır. Bu düşünce insanı, kişinin amellerinin hesaba çekileceği, ölümden sonra bir hayatın varolması gerektiği sonucuna götürür. Bu düşünceye ulaşma insanı ahiret'te cezaya çarptırılma korkusuyla doldurur ve bu nedenle kendisini Cehennem azabından koruması için Allah'a dua etmeye yöneltir.

137. Aynı şekilde, evreni gözleme, doğru düşünebilen kimseleri, rasûllerin, evrenin başlangıcı, sonu ve yaratılış gayesi ile ilgili olarak ortaya koydukları dünya görüşünün asıl doğru görüş olduğu sonucuna götürür. Böylece onlar tarafından tavsiye edilip ortaya konan hayat tarzının tek doğru yol olduğu anlaşılır.

194 "Rabbimiz, peygamberlerine va'dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi 'hor ve aşağılık' kılma. Şüphesiz Sen, va'dine muhalefet etmeyensin."138

195 Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam.139 Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun katındadır."140

196 Küfre sapanların ülke ülke dönüp-dolaşmaları seni aldatmasın.

197 (Bu) Az bir yarar(lanma)dır. Sonra bunların barınma yereri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o.

198 Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın katında olanlar daha hayırlıdır.

199 Şüphesiz, Kitap Ehlinden de, Allah'a size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar, Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

200 Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın.141 (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa varırsınız.

AÇIKLAMA

138. Bu onların Allah'ın verdiği söz konusunda şüpheye düştükleri anlamına gelmez. Fakat bu, sadece, onların söz verilen mükâfatlara kendilerinin lâyık olup olmadıklarını öğrenme konusundaki tedirginliklerine delâlet eder. Bu nedenle onlar Allah'a dua ederler: "Rabbimiz, bizi affet sen sözünden dönmezsin." Çünkü onlar kâfirlerin kendilerini bu dünyada: "Şunlara bakın, rasûllere inanmaları bile onları sefaletten kurtaramadı" diyerek alaya almaları gibi ahiret'te alaya alınmaktan korkmaktadırlar.

139. Yani, "Benim gözümde hepiniz insansınız ve ben herkesi aynı adalet ve yargılama standardına tâbi tutarım. Erkekler unutmasınlar ki, kadınlar da kendileri gibi insandır. Ben kadın-erkek, efendi-köle, siyah-beyaz, yüksek ve aşağı tabaka arasında hiçbir ayırım yapmam."

140. Bir hadise göre bir grup kâfir Hz. Peygamber'e (s.a) gelip: "Bütün peygamberler beraberlerinde bir veya birkaç ayet (mucize) getirdiler. Örneğin, Musa mucizevî asaya ve beyaz bir ele sahipti. İsa ise körün gözünü açar ve alacayı iyi derdi. Peki sen peygamberliğini ispatlayacak bir ayet olarak ne getirdin, söyler misin? deyince, Hz. Peygamber (s.a) 192-195. ayetleri okumuş ve "Ben bunu getirdim" demiştir.

141. Arapça orijinal metindeki "Sabirû" kelimesi iki anlama gelir:

1) Hakk'ı savunurken kâfirlerin yanlış bir şeyi savunurken harcadıkları çabadan daha fazla gayret gösterin.,

2) "Kâfirlerle savaşırken şecaat, yiğitlik göstermede birbirinizle yarışın."