7 Mayıs 2007 Pazartesi

ALİ İMRAN SÜRESİ 1.KISIM(MEVDUDİ)

Adı: Bu sure adını 33. ayette geçen "Al-i İmran" terkibinden alır. Diğer birçok sure adı gibi, bu da sadece sureyi diğerlerinden ayırdetmek içindir. İmran Ailesi anlatıldığı için değil.

Nüzul zamanı: Bu sure dört bölümden meydana gelir:

Birinci Bölüm (1-32 ayetler): Büyük bir ihtimalle hemen Bedir savaşı sonrasında nazil olmuştur.

İkinci Bölüm (33-63 ayetler): H. 9. yılda Necran Hıristiyanlarından bir heyetin ziyareti üzerine nazil olmuştur.

Üçüncü Bölüm (64-120 ayetler): Birinci bölümden hemen sonra indirilmiş olmalıdır.

Dördüncü Bölüm (121-200 ayetler): Uhud savaşından sanra nâzil olmuştur.

Konu: Bu bölümler, farklı zamanlarda ve farklı sebeplerle indirilmiş olmalarına rağmen amaçları, ana konuları ve vurguladıkları şey açısından öyle iç bağlantılara sahiptirler ki, hepsi, kopukluğu olmayan tam bir bütün oluştururlar. Bu sure özellikle şu iki gruba hitap eder: Ehl-i kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar) ve Hz. Muhammed'e (s.a.) uyanlar.

Bakara suresinde, batıl inançları ve kötü davranışları nedeniyle uyarılan, buna karşılık Kur'an gerçeğini kabul etmeye çağrılan Yahudiler ve Hıristiyanlara yapılan davet, bu surede de sürdürülüyor. Burada onlara Hz. Muhammed'in de (s.a.) kendi peygamberlerinin öğrettiği hayat tarzının aynısını ortaya koyduğu söyleniyor. Öyle ki bu yol tek doğru yoldur, Allah'ın yoludur ve bu yoldan herhangi bir sapma onların kendi kitaplarına göre de büyük bir yanılgı addedilmektedir.

Bakara suresinde en hayırlı topluluk ve Hakk'ın koruyucuları olarak açıklanan ve dünyayı düzeltme görevi kendilerine verilen ikinci gruba, yani müslümanlara ise burada, bir önceki sureyi takip eder nitelikte yeni görevler veriliyor. Müslümanlar önceki toplulukların ahlâkî ve dinî çöküşünden ders almaları ve o topluluklar gibi olmamaları için uyarılıyor. Yapmak zorunda oldukları ıslahat ile ilgili görevler konusunda da bilgi veriliyor. Bunun yanısıra, bu surede, müslümanlara Ehl-i kitab'a nasıl davranacakları ve Allah'ın yoluna çeşitli engeller koyan münafıklarla nasıl ilgilenecekleri öğretiliyor. En sonunda da Uhud savaşında, açığa çıkan zayıflıklara karşı kendilerini korumaları için uyarıda bulunuluyor.

Surenin Arka-planı:

1) Müminler, Bakara suresinde dikkatlerinin çekildiği birçok zorluk ve engellerle karşılaşmışlardı. Bedir savaşından zaferle ayrılmalarına rağmen henüz güvenlikte değillerdi. Onların zaferi, Arabistan'da İslâm'a karşı olan tüm güçlerin düşmanlığını uyandırmıştı. Her tarafta tedirgin edici söylentiler yayılmaya başladı ve müminler sürekli bir korku ve endişe içinde yaşamaya başladı. Sanki, küçücük Medine devletinin -o zaman sadece bir şehir devleti idi- çevresindeki tüm Arap dünyası, bu devletin varlığını ortadan kaldırmaya and içmişti. Bu savaş durumu Mekke'den hicret eden müslümanlar nedeniyle zaten sarsılan ekonomiyi de olumsuz yönde etkiliyordu.

2) Bir de Medine'nin hemen dışında yaşayan Yahudi kabileleri meselesi vardı. Hz. Peygamber'in (s.a.) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Yahudilerle yaptığı karşılıklı anlaşmalara Yahudiler ihanet ediyorlardı. Öyle ki Bedir savaşında, Ehl-i kitap olan bu Yahudiler, imanın temel noktalarında -Allah'ın birliği, peygamberlik, ölümden sonra dirilme- müslümanlarla aynı şeyi paylaştıkları halde, putperestlerin kötü niyetlerine sempati duydular. Bedir savaşından sonra Kureyş ve diğer Arap kabilelerini, öçlerini almaya açıkça teşvik ettiler. Böylece Yahudi kabileleri, Medine halkı ile yüzyıllardan beri varolan dostça komşuluk ilişkilerini bir tarafa bırakıyorlardı. En sonunda kötülükler ve anlaşmaya ihanet dayanılmaz dereceye gelince Hz. Peygamber (s.a.), müminleri dört bir taraftan sarmak için Medine'deki münafıklar ve Arap putperestleri ile işbirliği yapan ve Yahudi kabileler içinde en zararlısı olan Beni Kaynuka'ya saldırdı. Tehlikenin büyüklüğü Hz. Peygamber'in (s.a.) hayatının söz konusu olmasına kadar varmıştı. Bu nedenle Ashab'tan bir kısmı geceleri zırhlarıyla uyuyorlar ve ani bir saldıraya karşı hazırlıklı bulunuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.) bir süre için gözden kaybolsa hemen O'nu aramaya çıkıyorlardı.

3) Yahudilerin teşviki Kureyş'in kalbinde yatan korları alevlendirdi ve Bedir'de yaşadıkları yenilginin öcünü almak için hazırlıklara başladılar. Bundan bir yıl sonra 3000 kişilik bir ordu Medine'yi ele geçirmek üzere Mekke'den yola çıktı ve Uhud dağının eteklerinde bir çatışma meydana geldi. Hz. Peygamber (s.a.) düşmanı karşılamak üzere Medine'den 1000 kişi alarak yola çıkmıştı. Savaş alanına doğru yol alırken üç yüz münafık ordudan ayrıldı ve Medine'ye döndü. Fakat Hz. Peygamber'e (s.a.) katılanlar arasında yine birkaç münafık kaldı. Münafıklar görevlerini yaptılar ve çatışma sırasında mümin saflarında kaos ve tedirginlik yaratmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu, müslüman topluluk arasında kendi kardeşlerine zarar vermek için daima düşmanla işbirliği yapmaya hazır çok sayıda sabotajcının varolduğunun ilk açık göstergesiydi.

4) Uhud'daki yenilgide, münafıkların bozgunculuğu büyük bir rol oynasa da, müslümanların kendi zayıflıklarının da katkısı vardı. Fakat müslümanların manevî bir zaaf göstermesi çok tabiî bir olaydı. Çünkü onlar henüz çok kısa bir süre önce hayatlarını yepyeni bir ideoloji üzerine kurmuşlar ve henüz normal eğitimden geçirilmemişlerdi. Maddî ve manevî güçlerini sınayan bu ikinci zor imtihanda, tabiî olarak, bazı zayıflıklar yüzeye çıkmıştı. Müslümanları, eksiklikleri konusunda uyarmak ve düzelmelerine yarayacak olan tavsiyelerde bulunmak için surede, Uhud savaşının ayrıntılı biçimde ele alınmasının nedeni budur. Bu savaşın ele alınış ve inceleniş şeklinin, genelde buna benzer olaylardaki ele alış şeklinden farklı olduğuna da dikkat edilmelidir.

ÖZET

Konu: Hidayet

Bu sure Bakara'nın devamı niteliğindedir ve orada Ehl-i kitab'a yapılan çağrı burada da devam eder. Bakara'da özellikle Yahudiler Hidayet'i (Doğru Yol) kabul etmeye çağrılıyorlar. Bu surede ise özellikle Hıristiyanlar, sapık inançlarından vazgeçmeleri ve Kur'an'ın rehberliğini kabul etmeleri için uyarılmaktadırlar. Aynı zamanda müslümanlar, görevlerini yerine getirebilmeleri ve Allah'ın hidayetini yayabilmeleri için gerekli faziletleri edinmeleri konusunda eğitilmektedirler.

Konular ve birbirleriyle bağlantısı:

1-32 Bu ilk ayetlerde, surede tartışılan ana konulara uygun önsözler olarak, vahiy ve ölümden sonra dirilmenin hak olduğu konuları tekrarlanıyor.

33-65 Bu bölüm özellikle "Hıristiyanlar'a hitap ediyor ve onları İslâm'ı kabul etmeye davet ediyor. Hz. İsa (a.s.) ve annesini, Yahudilerin attığı iftiralardan temize çıkarmasının yanısıra, doğumundaki mucize nedeniyle Hıristiyanlar tarafından formüle edilen Hz. İsa'nın (a.s.) ilâhlığı inancını da reddediyor. Bu nedenle Hz. Yahya'nın (a.s.) kısır bir kadın ile çok yaşlı bir adamdan dünyaya gelmesi ve Hz. Adem'in (a.s.) annesiz ve babasız yaratılışı olaylarına değiniliyor, Hz. İsa'nın (a.s.) babasız doğuşunun, O'na ilâhlık atfetme nedeni olamayacağı vurgulanmak isteniyor.

66-101 Bu ayetlerde Ehl-i kitap, yani Yahudiler, kötü alışkanlıklarını bırakıp Allah'ın hidayetini kabul etmeye çağrılıyorlar. Aynı zamanda müslümanlara da Yahudilerin kötü niyetleri, sapık alışkanlıkları ve saçma itirazlarına karşı uyanık olmaları tavsiye ediliyor.

102-120 Müslümanlara, Ehl-i kitab'ın tarihte yaptıklarından ders almaları, kendilerini onların düzenlerine karşı korumaları ve kendilerini Hakk'ı yayıp, Bâtıl'ı yok etmek için eğitip hazırlamaları konusunda öğütler veriliyor.

121-175 Bu bölümde, müslümanları eğer sabreder, emirlere uyar ve Allah'tan korkarlarsa, düşmanlarının onlara hiçbir kötülük yapamayacakları konusunda temin etmek (güven vermek) için Uhud savaşından bahsediliyor. Yaşadıkları yenilginin bazı manevî niteliklerin eksikliği ve kötü duyguların varlığı nedeniyle başlarına geldiğine işaret ediliyor. Yenilginin asıl sebebi, geçidi koruyan okçuların zaafları olduğu için, insanların mala karşı olan zaaflarını ortadan kaldırmak üzere faiz yasaklanmıştır.

176-189 109-120. ayetlerde ele alınan konu, müslümanları düşmanlarının tehlikeli oyunlarına karşı cesaretlendirmek ve temin etmek bakımından burada tekrar özetlenmektedir.

190-200 Bu bölüm surenin sonuç bölümüdür ve kendisinden hemen önce gelen ayetlerle doğrudan bir bağlantısı yoktur. Fakat surenin bütünü ile bağlantılıdır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Elif, Lâm, Mim.

2 Allah; O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir.1

3 O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti.

4 (Ki onlar) Bundan önce insanlar için bir hidayetti. Doğruyu yanlıştan ayıran (furkan)ı da indirdi.2 Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır.

5 Şüphesiz, yerde ve gökte Allah'a hiç bir şey gizli kalmaz.3

AÇIKLAMA

1. Bkz. Bakara an: 278

2. Tevrat ve İncil hakkında genel bir yanılgı vardır. Çünkü çoğu kişi Pentateuch'u (Eski Ahid'in ilk beş kitabı) Tevrat, Gospel'i (Yeni Ahid'in ilk dört kitabı) ise İncil olarak kabul eder. Bu yanlış anlama vahyin kendisinden şüpheler uyandırır ve şöyle bir soru akla gelebilir: "Bu kitaplar gerçekten Allah'ın kelamı mı? Kur'an-ı Kerim gerçekten bunların içindekileri tasdik mi ediyor?"

Aslında Kur'an'ın tasdik ettiği Tevrat, Pentateuch'un kendisi değildir; fakat O'nun içine serpiştirilmiştir. Aynı şekilde İncil de "Dört Gospel" değildir, fakat bu kitaplarda muhtevîdir.

Tevrat, Hz. Musa'ya (a.s.) kırk yıl süren peygamberliği müddetince verilen emir ve öğütlerden oluşur. Taş tabletlere kazınmış olan ve Tur Dağı'nda Musa'ya verilen On Emir de bunların içindedir. Geri kalan emir ve öğütleri ise Hz. Musa (a.s.) kendisi yazdırmıştır. Daha sonra on iki israil kabilesinin (sıbt) her birine, rehberlik etmesi için Tevrat'ın bir kopyasını vermiştir. Bir kopyası da dikkatle korunması için Levi'lere verilmiş ve taş tabletlerle birlikte Tabut'ta (On Emir'in muhafaza edildiği sandık) muhafaza edilmiştir. Bu Tevrat, Kudüs'ün ilk yakılıp yıkılmasına kadar tam bir kitap olarak kalmıştır. Fakat zamanla İsrailoğulları bu Kitab'a o denli ilgisiz, anlayışsız ve aldırmaz bir hale geldiler ki, Yoşiya'nın krallığı zamanında Süleyman Tapınağı tamir edilirken, başkâhin Hilkiya O'nu şans eseri buldu; fakat O'nun Tevrat olduğunu anlayamadı. O'nun sadece bir kanun kitabı olduğunu düşündü ve Kitab'ı krallık yazmanına antika bir eser olarak verdi. Bir sonraki, O'nu Kral Yoşiya'ya iletti. Kitap okununca Yoşiya elbiselerini yırttı ve Hilkiya ile diğerlerine Kitab'ın içindekiler hakkında Rabbe danışmalarını emretti. (II Krallar, 22:8-13). Nebukadanazor'un Kudüs'ü yağmalayıp Süleyman Tapınağını yıktığı dönemde, İsrailoğulları'nın durumu işte böyleydi. Bu şekilde uzun yıllardan beri bir köşede unutulmuş Tevrat'ın son kopyalarını da ebediyen kaybetmiş oldular.

İsrailoğulları, Babil'deki sürgünden ülkeleri Kudüs'e geri dönüp tapınağı tekrar yaptıklarında Ezra, Eski Ahid'i derledi. Ezra, halkının ileri gelen bazı adamlarını topladı ve onların yardımıyla şimdi Kitab-ı Mukaddes'in ilk 17 kitabını oluşturan İsrailoğulları'nın tüm tarihini yazdı. Bunlardan Çıkış (Eski Ahid'in ikinci kitabı Çev.) Leviller (Eski Ahit-3. kitap), Sayılar (Eski Ahit-4. Kitap), Tesniye (Eski Ahit-5. Kitap) Hz. Musa'nın (a.s.) hayatını anlatır. Ezra ve yardımcılarının bulup vahyin kronolojik düzenini gözönünde bulundurarak uygun yerlere yerleştirdikleri asıl Tevrat ayetlerini de içerir. Asıl Tevrat, Hz. Musa'nın (a.s.) hayat hikâyesi içine serpiştirilmiş bulunan ayetlerden oluşur ve bugün bile onları diğerlerinden ayırıp Musa'nın (a.s.) "Rabbiniz Allah diyor ki," dediği yerde asıl Tevrat başlar ve hayat hikâyesi yeniden başladığında Tevrat'ın o bölümü biter. Kitab-ı Mukaddes'in yazarı buralara açıklama ve yorum mahiyetinde bazı şeyler eklemiştir. Sıradan okuyucu işte bu yorumlardan asıl Tevrat'ı ayırdetmede yanılgıya düşer.

Bununla birlikte İlâhî Kitaplar'ın mahiyetini iyi bilenler, bir dereceye kadar bu yorumla, vahyolunan ayetleri ayırdedebilirler.

Kur'an'a göre sadece Pentateuch'un içine serpiştirilen bu bölümleri gerçek Tevrat'tır ve Kur'an sadece bu bölümleri tasdik eder. Bu ayetleri derleyip Kur'an'la karşılaştırarak sınayabiliriz. Orada veya burada ayrıntılarda bazı farklılıklarla karşılaşılabilir; fakat, iki kitabın ana öğretilerinde en ufak bir farklılık bile yoktur. Bugün bile bu iki Kitab'ın aynı kaynaktan geldiği açıkça görülebilir.

Aynı şekilde, İncil de Hz. İsa'nın (a.s.) hayatının son birkaç yılı boyunca sarfettiği, vahyolunan sözler ve konulardan oluşur.

Bu sözlerin Hz. İsa'nın (a.s.) hayatı esnasında derlenip kaydedildiğinden emin olamayız. Moffat, Kitab-ı Mukaddes tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: "İsa (a.s.) hiçbir şey yazmadı ve bir müddet için havarileri de O'nunla ilgili hiçbir kayıt tutma ihtiyacı duymadılar. O halde tarihte İsa ile ilgili bize ulaşan bilgiler Filistinli ilk havarilerin sözlerine ve derlemelerine dayanıyor. Bunların ne zaman yazıya geçirildiğini söyleyemeyiz. Fakat en azından onlardan bir tanesi her halde yaklaşık M.S. 50 yıllarında yazılı halde mevcut idi." Her ne ise, ölümünden yıllar sonra Hz. İsa'nın (a.s.) hikâyeleri dört incil (Gospel) şeklinde derlendiği zaman (Markos'un tertiplendiği zaman, ilki M.S. 65-67 yıllarında düzenlenmiştir), O'nun bazı yazılı veya ezberde kalan sözleri, tarihsel sıralamaya göre uygun yerlere konulmuştur. Yani ilk dört Gospel'in İncil olmadığı, yani Hz. İsa'nın (a.s.) söz ve rivayetlerinden oluşmadığı, fakat onları içerdiği çok açıktır. Yazarların eserlerinde Hz. İsa'nın (a.s.) sözlerini diğerlerinden ayırmak için tek bir aracımız var: Yazarların "İsa şunu söyledi ve öğretti" dediği yerlerde İncil başlar ve hikâyeye geri döndüklerinde İncil biter. Kur'an'a göre sadece bu bölümler İncil'dir ve Kur'an sadece bu bölümleri tasdik eder. Eğer bu bölümler derlenir ve Kur'an'la karşılaştırılırsa, ikisi arasında ciddî bir fark görülmez. Eğer bazı ufak farklılıklar varmış gibi görünüyorsa, bunlar da ön yargısız bir düşünce sonucunda ortadan kaldırılabilir.

3. Yani, "O, bütün evren hakkında tam, mükemmel ve kesin bir bilgiye sahiptir. Bu nedenle O'nun indirdiği Kitap'ta da Hakk'tan (Gerçek) başkası yer almaz. O halde Hakk (Gerçek) ancak Alim (her şeyi bilen) ve Hakim (Hikmet sahibi) olanın indirdiği o kitaptan öğrenilebilir."

6 Döl yataklarında size dilediği gibi sûret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.4

7 Sana Kitabı indiren O'dur. Ondan, kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir;5 diğerleri de benzeşen (müteşabih)lerdir.

Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar.6 Oysa onun yorumunu Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin katındandır." derler.7 Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

8 "Rabbimiz, bizi hidayete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve yanından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen."

9 "Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları muhakkak Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, vâ'dinden cayıp-dönmez."

10 Şüphesiz küfredenler,8 onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.

11 Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

12 Küfredenlere de ki: "Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz." Ne kötü yataktır o.

AÇIKLAMA

4. Bu, iki önemli noktayı ima eder:

a. Allah sizin yaradılışınızı sizden veya bir başkasından daha iyi bilir; o halde sizin için O'nun gönderdiği hidayet'e tâbi olmaktan başka alternatif yoktur.

b. Ana rahmine düştüğünüzden beri hayatınızın her safhasında sizin, küçük büyük bütün ihtiyaçlarınızı karşılayan merhamet sahibi Allah'ın, sizin hayatınızın her şeyden öte en büyük ihtiyacı olan hidayeti (doğru yolu) bulmanızı sağlamayı ihmal etmesi mümkün değildir.

5. Muhkem açık, kesin, yalın ve kat'î demektir. Muhkemât ise, hiçbir belirsizlik gölgesine düşürmeksizin anlamlarını çok açık olarak ifade eden Kur'an ayetleridir. Bu ayetler yanlış anlamaya çok az meydan bırakacak şekilde anlamlarının çok açık ve kesin olması için böyle ifade edilmişlerdir. Bu ayetler Kitab'ın ana prensiplerini oluştururlar; yani, Kur'an'ın gerçekleştirmek için indirdiği amacı ancak ve ancak bu ayetler belirler. Bunlar dünyayı İslâm'a çağırır, öğütler verir ve uyarılarda bulunur. Yanlış inanç ve uygulamaları reddedip doğru hayat nizamını bu ayetler ortaya koyar.

Dinin esaslarını açıklayıp, inançla ibadetleri, görevle sorumlulukları, emir ve yasakları bunlar bildirir. Bu nedenle Hakk'ı arayan bir kimse, kendi ihtiyaçlarına ancak bunlar cevap verebileceği için bu ayetlere başvurmalıdır. Doğal olarak böyle bir kimse bu ayetler üzerinde duracak ve bunlardan en fazla faydayı elde etmeye gayret edecektir.

6. Müteşabihat, birden fazla anlama gelebilen ayetlerdir. Bu ayetlerin amacı evren hakkında, onun başlangıcı ve sonu, insanın evrendeki konumu gibi konularda bir miktar bilgi vermektir. Çünkü bu tip bilgiler, herhangi bir hayat sistemini formüle etmede esas teşkil ederler. Hiçbir dilin, henüz insan duyuları tarafından algılanmamış, hiçbir insan tarafından duyulmamış, koklanmamış dokunulmamış ve tadılmamış bu doğa-üstü şeyleri ifade edecek kelime, ifade, deyim vs. sahip olmadığı bilinen bir şeydir. Bu doğa-üstü şeylerin, insan hayatı sözkonusu edilerek anlatılmasının nedeni işte budur. Kur'an'ın insan dilinde birden çok anlama gelebilecek müphem ifadeler kullanmasının nedeni de budur.

O halde bu ayetlerin en önemli faydasının, kişinin gerçekliğe yaklaşmasının ve onun bu gerçekliği bu şekilde kavramasını sağlamak olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu ayetlerin asıl manalarını belirlemek için ne denli çaba sarfedilirse, o denli şüphe ve belirsizlik içine düşülür. Bunun bir sonucu olarak kişi, gerçekliği (reality) bulmayı hiçbir zaman başaramaz, hatta ondan uzaklaşır ve sapıklığa düşer. Bu yüzden Hakk'ı arayanlar ve gereksiz şeylerin peşinde koşmayanlar, bu müphem ayetlerden aldıkları yalın gerçeklik anlayışıyla yetinirler ve bu da onların Kur'an'ı anlamalarını sağlar. Bu tür kişiler tüm dikkatlerini anlamları açık ve kesin ayetleri anlamakta kullanırlar. Diğer taraftan gereksiz şeylerden hoşlanan ve fitne peşinde koşanlar, zamanlarını ve enerjilerini bu anlamı belirsiz olan ayetleri yorumlamada harcarlar.

7. Bu şöyle bir soruya neden olabilir: Kişi müteşabih ayetlerin gerçek anlamını bilmediği halde nasıl onların hak olduğuna inanabilir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Müteşabih (müphem) ayetler yorumlandığında değil, muhkem (anlamı açık ve kesin) ayetler iyice incelendiğinde, bu inceleme, anlayışlı bir kişiyi Kur'an'ın gerçekten Allah'ın kelâmı olduğu inancına götürür. Muhkem ayetleri inceleme, kişiyi bir kez Kitab'ın gerçekten Allah'tan olduğu inancına götürdükten sonra, müteşabih ayetler onun zihninde şüphelere yol açmaz ve kişi bu ayetlerden anladığı en basit anlamı kabul edip, ayet anlamlarında karmaşıklıklara rastlandığında ise, bunları bir tarafa bırakır. Kılı kırk yarıp onları araştıracağına Allah'ın Kelâmı'na bütün olarak inanır ve dikkatini daha faydalı işlere yöneltir.

8. Bkz. Bakara an: 61

13 Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda vuruşuyordu, diğeri ise kâfirdi ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı.9 İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır.10

AÇIKLAMA

9. Gerçek oranın üçte bir olmasına rağmen, sıradan bir gözlemci bile kâfirlerin sayısının, müslümanların sayısının en azından iki katı olduğunu gözleyebilirdi.

10. Kısa bir zaman önce yaşanan Bedir Savaşının anahatları, o savaşta yaşanan olaylara ve sonuca değinilerek ders verici bir nitelikte burada tekrarlanmaktadır. Bedir Savaşı üç önemli şey öğretmiştir:

1) Allah yolunda savaşan müminler savaş alanında bile kâfirlerden farklı davranırlar. Kâfirler, Kureyşliler gibi, cümbüş yapıp, kadın, şarap, dans ve müzikle eğlenirken müslümanlar Allah'tan korkup, ibadet ederler ve kendilerini namaza ve oruca verirler. Ayrıca ahlâkî esaslara bağlı kalarak Allah'a dua ederler. Bu manzarayı gören bir insan, hangi grubun Allah yolunda savaştığını açıkça anlayabilir.

2) Sayıca az ve teçhizat bakımından yoksun olmalarına rağmen müslümanların, daha kalabalık ve daha iyi silahlara sahip olan kâfirleri yenmeleri, Allah'ın yardımının onlarla olduğunu açıkça göstermiştir.

3) Yenilgi, Allah'ın gücünü görmezlikten gelip kendi silahlarının ve adamlarının çokluğu ile övünen kâfirler için büyük bir şok olmuştur. Bununla Allah, Mekke'den hicret eden birkaç muhacir ile Medineli çiftçilere güç vererek, Arabistan'ın en etkili ve güçlü kabilesi olan Kureyşlileri müthiş bir yenilgiye uğratabileceğini öğretmiştir.

14 Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.

15 De ki: "Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Korkup-sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler11 ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir."12

16 Ki onlar: "Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyenler;

17 Sabredenler,13 doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir.

18 Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti;14 melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle15 şahitlik ettiler. Aziz ve hakim olan O'ndan başka ilah yoktur.

AÇIKLAMA

11. Bkz. Bakara an: 27

12. Yani, "Allah, kendi rızasını hatalı veya acayip bir şekilde izhar etmez. O yapmacık ve gelişi güzel kararlar da vermez. O, kullarının niyetlerinden, amellerinden ve hareketlerinden tamamen haberdardır ve onları doğru değerlendirip, kimin kendi rızasını kazanması gerektiğini, kimin de kendi gazabına müstahak olduğunu bilir."

13. Bu şu anlama gelir: "Onlar hak yolunda sabrederler, kayıplar ve zorluklardan yılmazlar, yenilgilerle onların cesaretleri kırılmaz ve onları hiçbir çıkar hak yoldan çeviremez. Hiçbir başarı şansı olmadığı durumlarda bile onlar Hakk'a bağlı kalırlar" (Bkz. Bakara an: 60)

14. Bu, Allah'ın kendisinin tüm evrende mâbudluk sıfatına, otorite ve haklarına sahip tek Mâbud olduğuna şehadet etmesidir. Bu O'nun şahitliğidir ve kimin şahitliği, evrendeki tüm gerçeklikleri doğrudan bilen Allah'ın şahitliğinden daha güvenilir olabilir? O, tüm yarattıklarını görür ve ne yerde, ne gökte O'ndan gizli bir şey yoktur.

15. Allah'tan sonra en güvenilir şahitler evren'deki işleri yöneten meleklerdir. Onların delili kendi kişisel bilgilerine dayanır; yani "Bu ülkenin tek Hakim'i Allah'tır, dolayısıyla gök ve yerle ilgili işlerde O'ndan başka emir verebilecek kimse yoktur." Daha sonra Hak bilgisiyle donanan herkes, dünyanın başlangıcından bugüne dek, tüm evrende sadece Allah'ın Hakim ve düzenleyici olduğuna şahitlik etmektedir.

19 Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm'dır.16 Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki 'kıskançlık ve hakka başkaldırma' (buğuz) yüzünden ayrılığa düştüler.17 Kim Allah'ın ayetlerine küfrederse, gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.

20 Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kendilerine kitap verilenlerle ümmilere, de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?"18 Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık yalnızca sana düşen duyurup-bildirme (tebliğ)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.

21 Allah'ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.19

AÇIKLAMA

16. Allah'a göre sadece bir tek doğru sistem ve insan için bir tek doğru hayat tarzı vardır. Bu şu demektir: İnsan Allah'a ibadet etmeli, O'nu mâbud olarak tanımalı, tamamen O'na teslim olmalı, kendisini O'na ibadet ve hizmete adamalıdır. Ayrıca keyfine göre bir ibadet şekli de icat etmemelidir. Bilâkis hiçbir şey ekleyip eksiltmeksizin Allah'ın rasûllerine indirdiği hidayet'i rehber edinmelidir. Bu düşünce ve davranma şekline "İslâm" denir. Allah'ın, kulları ve yarattıkları için İslâm'dan başkasını meşru kabul etmemesi, O'nun kulları üzerindeki mutlak hakkıdır. Bir kimse cahilce, herhangi bir sistemi -ateizm, putperestlik gibi- seçmenin, kişinin kendi hakkı olduğunu düşünebilir; fakat evrenin Hâkim'i bu davranışı isyan olarak kabul eder.

17. Bu, Allah tarafından tarih boyunca dünyanın hangi köşesine gönderilmiş olursa olsun, her peygamberin sadece ve sadece İslâm'ı tebliğ ettiği anlamına gelir. O halde herhangi bir topluluğa, herhangi bir dilde indirilen her kitap, aynı İslâm'ı öğretmiştir. Sonraları insanlar bu dini bozmuşlar ve ona ya kendi çıkarlarını korumak ya da nefislerini yüceltmek için bazı şeyler eklemişler, çıkarlarına uymayan bazı bölümleri de kitaptan çıkarmışlardır. Belirlenen sınırları aşmak, adaletsiz kazanç, imtiyaz ve haklar elde etmek istedikleri için yeni dinler icad etmişlerdir. Böylece budine tâbi olan kişiyi, kendi istek ve arzularına uydurmak için doğru Din'in prensipleri, inançları ve emirlerinde değişiklikler yapmışlardır.

18. Aynı şey şu şekilde de ifade edilebilir; "Ben ve peşimden gelenler İslâm'dan eminiz ve Allah'ın hak dinini kabul ettik; şimdi söyleyin bakalım, sizin ve büyüklerinizin yaptığı değişiklikleri bırakıp eski hak dininize dönecek misiniz?"

19. Bu, alaylı bir şekilde kâfirleri, bugün "güzel şeyler" olarak kabul edip eğlendikleri kötü amellerin sonuçlarıyla uyarmanın bir yoludur.

22 Onlar, yaptıkları dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır.20 Ve onların yardımcıları yoktur.21

23 Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında Allah'ın Kitabı hükmetsin diye çağrılıyorlar da, onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. Onlar, işte böyle arka dönenlerdir.22

24 Bu, onların: "Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir.23 Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür.

25 Artık onları, kendisinden şüphe olmayan bir gün topladığımızda ve her bir nefse -kendileri haksızlığa uğratılmaksızın- kazandığı tam olarak ödendiğinde nasıl olacak?

26 De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin."

AÇIKLAMA

20. Yani, "Onlar tüm enerji ve güçlerini kötü yollarda harcadıkları için, yaptıkları şeyler onlara hem bu dünyada, hem de ahiret'te hüsran getirecektir."

21. "Onların kötüye yönelmiş çabalarından iyi sonuçlar çıkarabilecek veya en azından onların zararını ortadan kaldırabilecek bir güç yoktur. Bu dünyada veya ahiret'te kendilerine yardım edeceklerine inandıkları hiçbir şeyin onlara faydası dokunmayacaktır."

22. Yani, "Onlardan Allah'ın Kitabı'nı en son otorite olarak kabul etmeleri, hükümleri önünde baş eğmeleri, O'nun doğru olarak öne sürdüğü şeyleri doğru olarak kabul etmeleri ve O'na göre yanlış olan şeyleri yanlış olarak kabul etmeleri isteniyor." Burada Allah'ın Kitab'ı ile Tevrat'ın veya İncil'in kastedildiği ve "Kitab'ın bilgisinin bir kısmına sahip olanlar"dan da Yahudi ve Hıristiyan âlimlerin kastedildiği belirtilmelidir.

23. Bu tür kimseler kendilerini Allah'ın gözdeleri olarak kabul ettikleri için amellerinin niteliği sözkonusu olmaksızın her halükârda Cennet'e gireceklerini zannederek kendilerini aldatırlar. Onlar "gerçek" müminler oldukları, çok dindar ataların çocukları, şu şu peygamberlerin ümmeti, şu şu ulu kişilerin takipçileri vs. oldukları için, aptalca, Cehennem'e atılsalar bile orada günahlarının pisliğinden temizlenmek için sadece birkaç gün kalacaklarını ve daha sonra süreki olarak Cennet'te yaşayacaklarını savunurlar. Bu tip yanlış anlayış ve hatalı fikirler onları o denli gözü pek yapmıştır ki, en ağır suçları ve en büyük günahları korkusuzca işlerler. O kadar ki en ufak bir Allah korkusu duymaksızın açıkça Hakk'ı reddederler.

27 "Geceyi gündüzü bağlayıp-katarsın, gündüzü de geceye bağlayıp-katarsın; diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın. Sen, dilediğine hesapsız rızık verirsin."24

28 Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka.25 Allah, sizi kendisiyle sakındırır. Varış Allah'adır.26

29 De ki: "Sinelerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, her şeye güç yetirendir."

AÇIKLAMA

24. 26. ve 27. ayetler kendilerinden önceki ve hemen sonraki ayetlerle güzel bir uyum teşkil eder. 19. ayetten itibaren İslâm düşmanlarına bir uyarı ve tehdit yer alır ve 25. ayette müslümanlar düşmanlarının ceza gününde yaptıklarının karşılığını göreceği konusunda temin edilirler.

Allah bu ayetlerde onları tekrar temin etmek için müminler ve Allah'a itaat eden kullar, açlık ve zorluklar çekerken, kâfirlerin ve Allah'a isyan edenlerin dünyada bolluk içinde yaşadığı görüldüğünde, insanın aklına gelen, fakat henüz sorulmamış olan bir soruyu cevaplandırıyor. Soru şöyledir: İki grubun bu zenginlik ve yoksulluğu arasındaki dengesizliğin altında yatan hikmet nedir? Bu bölümün nazil olduğu dönemde (H.3) Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabı her taraftan o kadar baskıya maruz kalıyorlardı ki insanların zihninde bu soru oluşuyordu. Sorunun cevabını bu ayetler ihtiva eder; tüm otorite, güç, zenginlik ve servetin sahibi olan Allah, bunlardan bir kısmını istediği kişilere verir. Onlar, bu dengesizlikten tedirgin olmazlar. Çünkü O, Hakim'dir (Hikmet sahibi) ve Alim'dir (her şeyi bilendir). Bundan başka Allah serveti dilediğine verir, dolayısıyla zenginlik bir şeref ve dostluk kriteri değildir. Bu nedenle bunu takip eden ayetlerde müslümanların zengin kâfirlerle dostluk kurmaları yasaklanmaktadır.

25. Yani, "Eğer bir mümin, İslâm düşmanlarının eline düşer ve kötü davranılmaktan, tahakküm altına alınmaktan korkarsa, imanını gizleyip onlardan biriymiş gibi, onlarla birlikte yaşayabilir. Veya kâfirler onun mümin olduğunu anlarlarsa, hayatını kurtarmak için onlara dostluk gösterebilir. Aşırı korku anında, eğer onların baskısına katlanacak gücü olmadığını hissederse inandığını inkâr etmesine bile izin verilmiştir.

26. Bu bir tavsiyedir: İnsanlardan korku duymanız, kalplerinizden Allah korkusunu silecek kadar size hükmetmesin. İnsanların size yapabilecekleri en büyük kötülük bile bu dünya hayatı ile sınırlıdır. Oysa Allah size ebedi bir azap yükleme gücüne sahiptir. Bu nedenle, eğer aşırı bir durumda hayatınız tehlikeye düşer de imanınızı gizlemek zorunda kalırsanız, İslâm davasına, İslâm toplumuna ve hiçbir müslümanın mal ve canına zarar vermediğiniz sürece malınızı ve canınızı kurtarabilirsiniz. Aynı zamanda kâfirlerin elinde âlet olup İslâm'ın karşısındaki kötü güçleri desteklememek ve kâfirlerin müslümanlar üzerinde baskı uygulamalarını sağlayacak hiçbir konuda onlara hizmette bulunmamak için her an tetikte olmalısınız. Eğer hayatınızı kurtarmak için Allah'ın dinine, müminler topluluğuna veya bir tek mümine herhangi bir zarar verirseniz, veya Allah'a asi olanlara herhangi bir gerçek hizmette bulunursanız en sonunda Allah'a döndürüldüğünüzde, hesap günü'nde kendinizi kurtaramayacağınızı aklınızdan çıkarmayın.

30 Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi kendisiyle sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.27

31 De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."

32 De ki: "Allah'a ve Resulüne itaat edin." Eğer yüz çeviririlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez.28

33 Gerçek şu ki, Allah,29 Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini30 alemler üzerine seçti;

34 Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.31

AÇIKLAMA

27. "Allah'ın helâk olmanıza sebep olabilecek şeyler için sizi önceden uyarması, sadece O'nun engin merhametinden kaynaklanır."

28. Burada birinci bölüm sona erer. Eğer bu bölümün temasını, özellikle, Bedir Savaşı'na değinilmesini gözönünde bulundurursak, bu bölümün Bedir Savaşı'ndan bir müddet sonra, Uhud Savaşından ise bir müddet önce, yani H.3. yılda nazil olduğu sonucuna varırız. Muhammed İbn İshak'ın rivayeti çoğu kişiyi ilk 80 ayetin H.9. yılda nazil olduğu konusunda sabit ve yanlış bir fikre götürmektedir. Bu kaynağa göre bu bölüm Necran'dan gelen heyet nedeniyle nazil olmuştur. Fakat bu görüş şu iki sebep yüzünden hatalıdır; Birincisi, bu giriş bölümünü teşkil eden konunun dile getiriliş biçimi, onun çok daha önce nazil olduğunu açıkça ortaya koyar. İkincisi, Mukâtil İbn Süleyman'ın rivayetinde adı geçen heyetle ilgili olarak sadece Hz. Yahya'dan (a.s.) ve Hz. İsa'dan (a.s.) bahseden 33-63. ayetler nazil olduğu konusunda kesin bir tesbit yapılmıştır.

29. Buradan itibaren ikinci bölüm başlamaktadır. Bu bölüm H. 9. yılda, Hicaz ile Yemen arasında yer alan Necran Hıristiyanlarından bir delege grubunun gelmesi üzerine nazil olmuştur. Necran'ın 73 köy ve kasabadan oluştuğu ve yüz yirmi bin kişilik bir ordudan fazlasını çıkarabileceği söylenir. Topluluğun tümü Hıristiyandı ve ülke, toplumun başkanı olan "Seyyid", sosyal ve politik olaylarla ilgilenen "Akib" ve halkın dinî işlerine bakan bir "Piskopos" tarafından yönetiliyordu. Yukarıda adı geçen delegeler, Mekke'nin fethinden sonra, Arabistan'ın tümünün, ülkenin geleceğinin O'nun ellerinde olduğunu farkettiğinde, Hz. Peygamber'i (s.a.) ziyaret etmeye başlayan birçok delege grubundan biriydi. Necran'dan Medine'ye gelen bir heyet 60 kişiden ve üç yöneticiden oluşuyordu. Kesinlikle savaş etmeyi düşünmedikleri için önlerinde iki seçenek vardı: Ya İslâm'ı kabul edecekler, ya da zımmî olarak yaşayacaklardı. Bu sebeple Allah bu bölümü Hz. Peygamberi'ne (s.a.), heyettekileri İslâm'a davet etmesi için göndermişti.

30. İmran, Hz. Musa'nın (a.s.) ve Hz. Harun'un (a.s.) babalarının ismidir ve Kitab'ı Mukaddes'te "Emren" olarak geçer.

31. Hıristiyanların sapık olmalarının asıl nedeni, Hz. İsa'yı (Allah'ın kulu ve Rasûlü olarak değil), Allah'ın oğlu ve İlâhlığa ortak olarak kabul etmeleridir. Bu nedenle bu büyük hata, gerçek ve doğru İslâm'ı anlamalarına yardım edecek bir tarzda düzeltiliyor. Bölüme girişin, Hz. Adem'in, Hz. Nuh'un, İbrahim ailesinden ve İmran ailesinden gelen peygamberlerin (Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun) hepsinin insan olduğunun ve hiçbirinin "Allah" olmadığının teyid edilmesiyle başlamasının nedeni işte budur. Onların tek farkı, Allah'ın onları, dinini yaymaları ve dünyayı ıslah etmeleri için seçmiş olmasıydı.

35 Hani İmran'ın karısı:32 "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen Sensin Sen."33 demişti.

36 Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir.34 Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım."

37 Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı35 da ona sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman mihraba36 girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, sana nerden bu?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.

AÇIKLAMA

32. Eğer "İmran'ın kadını" ile "İmran'ın karısı" kastediliyorsa, bu, 33. ayette adı geçen İmran'dan başka biri olmalı. Bu durumda büyük dedelerinden sonra Hz. Meryem'in babasının bu adı aldığı sonucuna varılır. Fakat eğer İmran'ın kadını ile İmran ailesinden herhangi bir kadın kastediliyorsa, Hz. Meryem'in annesinin İmran soyundan gelen bir kadın olduğu ortaya çıkar. Bu görüşlerden birini tercih edebilecek sahih bilgiye sahip değiliz. Bazı Hıristiyan kaynaklarında Hz. Meryem'in babasının Iaachim olarak geçmesine rağmen, tarih, Hz. Meryem'in babasının kim olduğunu ve annesinin hangi aileye mensup olduğunu bildirmez. Fakat eğer Hz. Meryem ile Hz. Yahya'nın annesi Elisabeth'in kuzen oldukları görüşü doğru kabul edilirse (Luka 1;36), o zaman "İmran'ın kadını", İmran ailesinden bir kadın anlamına gelecektir.

Luka İncili (1;5), Hz. Zekeriya'nın (a.s.) karısı Elisabeth'in "Harun'un kızlarından" olduğunu, yani İmran'ın kızı veya İmran'ın kadını olduğunu söyler, O halde Harun'un kızkardeşi Miriyam ile bakire Meryem'i birbirine karıştırma gibi bir hata sözkonusu değildir. Çocukları dedelerinin adıyla anmak yaygın bir gelenektir. Bu nedenle açıklamalardan her biri kabul edilmeye değer. Bununla birlikte burada yapılan bu tartışma, yani İmran gerçekten Meryem'in babasının ismi mi, yoksa dedelerinden biri mi tartışması, asıl konu olan Hz. İsa'nın mücizevi doğumunu açıklamada herhangi bir fark yaratmaz.

33. Yani "Sen kullarının dualarını duyarsın ve onların niyetlerinden haberdarsın."

34. Hz. Meryem'in annesi bununla şunu kasdetmiştir: "Eğer erkek olsaydı daha iyi olabilirdi; çünkü kadın birçok doğal zayıflıklar ve toplumsal kısıtlamalarla sınırlandırılmıştır ve bir din adamı (priest) olamaz. Bu nedenle benim çocuğumu adadığım amaca bir erkek çocuk daha uygun düşerdi."

35. Bu olay, Hz. Meryem rüşde erdiğinde ve gece gündüz Allah'a ibadetle meşgul olduğu Mâbed'e (Kudüs) kabul edildiğinde meydana gelmiştir. O'nun koruyuculuğunu üstlenen Hz. Zekeriya (a.s.) büyük bir ihtimalle Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi ve Mâbed'in koruyucularından biri idi. O, Eski Ahid'e göre öldürülen Zekeriya Peygamber'le (a.s.) aynı kişi değildir.

36. Arapça bir kelime olan "mihrab", camilerde imam için hazırlanan bir makam (ibadet edilen oyuk bir yer) anlamına gelir. Fakat burada bu kelime, manastırları ve kiliseleri birbirine bağlayan ve yerden biraz yüksek olarak inşa edilen hücreler için kullanılmıştır. Bu yerler, ibadet edilen yerlerin koruyucuları olan ve kendini zahidçe ibadete veren kimseler için hazırlanmıştır. Hz. Meryem de bu hücrelerden birinde kendini ibadete veriyordu.

38 Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işetensin"37 dedi.

39 O mihrapta namaz kılmakta iken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler.38 O, Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan,39 efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir."

40 Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısır iken nasıl benim bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar."40

41 (Zekeriya) Dedi ki: "Rabbim, bana bir alamet ver."41 "Sana alamet, işaretleşme dışınıda, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah onu tesbih et." dedi.42

42 Hani melekler de: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı." demişti.

43 "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et."

AÇIKLAMA

37. Hz. Zekeriya (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O'nun Allah'ın özel koruması altında ve O'nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah'ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı.

38. Kitab-ı Mukaddes, Hz. Yahya'dan (a.s.) John the Babtist olarak bahseder. (Matta: böl. 3, 11, 14, Markos, 1, 6, Luka, 1, 3).

39. "Allah'tan bir emir (kelime)" ile burada Hz. İsa (a.s.) kastediliyor. Kur'an-ı Kerim Onu "Allah'ın bir emri (kelimesi)" olarak anar; çünkü Onun doğumu mucizevi olarak Allah'ın bir tek "Ol" emri ile meydana gelmiştir.

40. Yani, "Senin yaşlılığına ve karının kısırlığına rağmen Allah sana bir oğul bağışlayacak."

41. "Benim gibi yaşlı bir adamla, karım gibi kısır bir kadından bir oğul dünyaya geleceğinden emin olabilmem için bana bir işaret ver."

42. Bu bölümün en önde gelen amacı Hıristiyanların, Hz. İsa'yı (a.s.) Allah'ın oğlu kabul edip, Ona karşı ibadet ederek yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Hz. Yahya'nın (a.s.) mucizevi doğumu da onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak Kur'an'da anlatılıyor. Hz. İsa'nın (a.s.) mucizevi doğumu Onu ilâh olarak kabul etmeye yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir şekilde yetiştirilen Hz. Yahya da (a.s.) bir mucize sonucu dünyaya gelmiştir.

44 Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahy ediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.43

45 Hani Melekler, dedi ki: "Meryem, doğrusu Allah, kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada da, ahirette de 'seçkin, onurlu, saygın' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."

46 "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve o salihlerdendir."

47 "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bana bir çocuk olabilir?" dedi. Öyle (idi cevap). 44 (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."

48 "Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek."