3 Ağustos 2007 Cuma

ŞEMS SÜRESİ(Muhammed ESED)

Bu sureye nüzulünden itibaren adını veren anahtar kelime, birinci ayetinde geçmektedir. Bu surenin 97. sureden (Kadr) hemen sonra nazil olduğu kabul edilmektedir.
1 GÜNEŞİ ve onun aydınlık veren parlaklığını düşün, 2 ve güneşi(n ışığını) yansıtan1 ayı!
3 Dünyayı2 gün ışığına çıkaran gündüzü düşün, 4 ve onu karanlığa boğan geceyi!
5 Gökyüzünü ve onun hârika yapısını3 düşün, 6 ve yeryüzünü, onun (uçsuz bucaksız) genişliğini!
7 İnsan benliğini4 düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun şekillendirildiğini;5 8 ve nasıl ahlakî zaaflarla olduğu kadar Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle de donatıldığını!6
9 Her kim [benliğini] arındırırsa, kesinlikle mutluluğa erişecektir, 10 onu [karanlığa] gömen ise hüsrandadır.
11 SEMÛD [kavmi,] kaba bir küstahlıkla [bu] hakikati yalan saydı;7 12 içlerinden en onulmaz azgınları, [zulüm yapmak için] ileri atılırken, 13 Allah'ın Elçisi onlara: “Şu dişi deve Allah'ındır, öyleyse bırakın suyunu içsin [ve ona bir zarar vermeyin]!”8 demişti.
14 Ama onlar Elçi'yi (hiçe sayıp) yalanladılar ve deveyi vahşîce boğazladılar;9 bunun üzerine Rableri, bu günahları yüzünden onları yıkıma uğrattı ve tümünü birden yok etti: 15 çünkü [onlardan] hiç biri başlarına gelecek şeyin korkusunu taşımıyordu.10
DİPNOTLAR
1 Lafzen, “onu izleyen (telâhâ)”, yani güneşi. Hicret'ten sonra 2. yüzyılda yaşamış olan büyük dilbilimci Ferrâ'ya göre, “bunun anlamı, ayın ışığını güneşten aldığıdır” (Râzî'nin nakli). Bu, aynı zamanda Râğıb'ın da yukarıdaki ibare ile ilgili yorumunu yansıtmaktadır.
2 Lafzen, “onu” -açık bir şekilde “dünya”ya yahut “yeryüzü”ne işaret eden bir zamir (Zemahşerî). Dikkat edilince görülecektir ki 1-10. ayetler, bütün varlık âleminde yaratılıştan mevcut olan -hem fizikî hem de ruhî- kutupluluğu yansıtmakta ve onu Yaratıcı'nın birliği ve benzersizliği ile kıyaslamaktadır.
3 Lafzen, “ve onu inşa edeni” -yani, görünen âlemin (ki semâ’nın bu bağlamdaki karşılığıdır) uyumunu ve bütünlüğünü sağlayan olağanüstü vasıfları. Benzer şekilde, müteakiben yeryüzü ile ilgili olarak lafzen “onu yayanı” şeklinde yapılan atıf da, göründüğü kadarıyla, onun genişliğinin güzelliğini ve çok yönlülüğünü sağlayan vasıflara bir telmîhtir.
4 Başka birçok örnekte olduğu gibi, oldukça geniş bir anlam yelpazesine sahip olan (bkz. 4:1 ile ilgili not 1'in ilk cümlesi) nefs terimi, burada bir bütün olarak insan benliğini veya kişiliğini gösterir: fiziksel bir beden ile genelde “ruh” olarak tanımlanan ama ne olduğu tam olarak tasavvur olunamayan hayat özünün bileşimi olan bir varlık.
5 Lafzen, “ve onu ...'e uygun olarak yapanı [veya “şekillendireni”] (sevvâhâ).” Sevvâ fiilinin özel anlamı için bkz. yukarıdaki anlamda kullanıldığı ilk yer olan 87:2, not 1. İnsana ve “insan kişiliği”ni oluşturan şeye yapılan atıf ile bedensel ihtiyaçların ve dürtülerin, duyguların ve entellektüel faaliyetlerin kopmaz bir şekilde birbirlerine sıkı sıkıya bağlandıkları canlı bir varlığın son derece kompleks mahiyetine yapılan işaret, evrenin tasavvur edilemez azametini -insanın kavrayabildiği ve nüfûz edebildiği kadarıyla- Allah'ın yaratıcı gücünün etkili bir kanıtı olarak düşünme çağrısı ile devam etmektedir.
6 Lafzen, “ve [düşün,] ona hayasızca işlerini (fucûrahâ) ve Allah'a karşı sorumluluk bilincini (takvâhâ) aşılayanı” -yani, insanın hem üstün ruhî mertebelere yükselme hem de açık ahlakî zaaflar gösterebilme özelliğine aynı ölçüde sahip olduğu gerçeği, insan tabiatının temel bir karakteristiğidir. En derunî anlamıyla, insanın kötü/yanlış davranabilme özelliği, onun doğru davranma yeteneğinin bir eşidir: başka bir deyişle, her “doğru” seçime bir değer kazandıran ve böylece insanı ahlakî olarak serbest irade sahibi kılan şey, temelde mevcut bulunan bu eğilim kutupluluğudur (karş. bu bağlamda 7:24-25, not 16).
7 Burada insanın potansiyel günahkarlığının bir tasviri olarak sunulan Semûd kavminin kıssası için bkz. 7:73-79 ve ilgili notlar.
8 “Allah'a ait olan dişi deve” konusunda bkz. sure 7, not 57. “Bırakın içsin” yasaklayıcı emri ile ilgili olarak da bkz. 26:155 ve ilgili not 67. Bu pasajın kurgusu, dişi deve menkıbesinin İslam öncesi Arabistan'ında iyi bilindiğini göstermektedir.
9 ‘Akarûhâ 'nın bu çevirisi için bkz. 7:77, not 61.
10 Onların Allah'ın yarattıklarına karşı merhametsizliklerinin, O'nun intikamından korkmadıklarını ve dolayısıyla O'na gerçekten inanmadıklarını gösterdiğine işaret.