Gözleri göklerin ve yerin saltanatına çevirmek ve Yüce Allah'a ulaştıran ilginçlikleri görmek için evreni incelemeye ve âyetlerini keşfetmeye teşvik hususunda, Câsiye Sûresi'nin baş tarafı İnmiştir.
"Hâ Mîm. Kitap, azız ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah'ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. Gece ve gündüzün değişmesinde de.." (Câsiye: 1-5)
Bakara, Âli İmrân ve başka sûrelerde buna benzer âyetler vardır. Amaç, imanın akıl binasını desteklemek ve onu dengeli düşünce ve zekâya dayalı görme üzerine ikame etmektir.
İnsan mutluluğu için bu teorik inceleme yeterli midir? Hayır. Bu olayın bir yönüdür. Diğer yönü ise, evrenin kendisini insan maslahatına vermektir. Çünkü evren bunun için yaratılmıştır.
"Allah o (yüce) varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için bir de şükredesiniz diye denizi size hazır hâle getirmiştir. O göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütuf olarak) size boyun eğdİrmişür. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (Câsiye: 12-13)
İnsanın maddî dünyasında faydalı olduğu gibi tabiat kanunlarına boyun eğme, insanın inançlarını savunmayı ve desteklemeyi belirler. Müslümanların geri kalmaları ve düşmanları önünde zelîl olmaları, bu alanda geri kaldıkları içindir.
"İŞte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?" (Câsiye: 6)
Kur'ân, yol göstermeleriyle nefisleri öİzginler, evren âyetleriyle Allah'a işaret eder. Böyle olmasına rağmen insanlar neden ayrılıyorlar veya sapıtıyorlar?
CSsrye Sûresi • 487
Kur'ân-i Kerîm 'in Konulu Tefsiri
"Vay hâline, her yalancı ve günahkâr kişinin." (Câsİye: 7)
Bu ikili direktifle birlikte Allah'ın kullarına olan rahmeti gereği kibirli insanların cezası geciktirilmiş, belki doğru yolu bulurlar diye onlara fırsat tanınmıştır. Bu me-yanda Allah, davet sahasında gevşememeleri ve kâfirlere süre tanımaları konusunda Müslümanlara nasihat etmiştir:
"İman edenlere söyle: Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanlan bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır. Kİm iyi iş yaparsa faydası kendisinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendisİne-dir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." (Câsiye: 14-15)
Aklî ve tabiat bilimleri yamsıra, şer'î naklî bilimler de vardır. Bu iki sınıf bilimde önemli olan, insanların doğru yolu bulmasıdır. Fakat tabiat bilimlerini inceleyenlerin geneli, onu yeterince ifâde edememiş, uzayla savaşmış ve Allah' ı inkârda devam etmiştir. Bu tür bilimlerle uğraşanlar anne karnındaki ceninleri görmüşler, yaratıcıyı itiraf edecekleri yerde bunu yapanın meçhul olduğunu söylemişlerdir.
Bu ilhad, bütün Avrupa'yı saran ve dumanı diğer kıtalara ulaşan çağdaş medeniyette genel bir karakterdir. Bu bilimsel sapmanın bir benzeri dinî bilimler arasında da mevcuttur. İnsanlara miras olan dinî bilimler, nefsi cezbetmeyen ve düşünceyi parlatmayan formel araştırmalara dönüşmüştür. İnsanlar, bu atağa karşı içindekilerle herhangi bir alâkası olmayan kitap sandıklan taşıyan hayvanlar gibidirler. Dünya fesadının yarısı, din adamlarının hatası ve psikolojik bozuklukları sebebiyle olmuştur.
Erdemlilik marifettir diyen Sokrat teorisinin İlk kahramanları belki de İsrâiloğul-ları âlimleridir. Ne yazık ki bu âlimler, ilim postuna bürünmüş ve arzularına uymuşlardır:
"Andolsun ki biz, İsrâiloğulları'na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık. Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler." (Câsİye: 16-17)
Dinî ilim, doğruluğa ve insafa mirasçı olmadığı zaman bir anlamı ve değeri yoktur. Bugün, kalbleri ölmüş dinci âlimler ve tabiatçı bilim adamları vardır. Bunlar insanlığı güzel bir iyiliğe götürebilirlerdi.
"Hevâ ve hevesini tann edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağım ve kalbini mühürlettiği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriş (irebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (Câsiye: 23)
Dünyayı anlamadaki zekâ, âhireti anlamadaki ahfhaklıkla birlikte insanı şehvetlerine tapmaya yönlendiriyor, onu salt bu dünya hayatıyla ilişkilendİriyor, kapasitesi-
488 ■ Câsiye Sûresi
M u h a m m e d Gazali
ni onun ötesine kullandırmıyor, aksine inkarcı bir münkir haline getiriyor:
"Dediler ki: 'Hayat ancak bu dünyada yaşadjğımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder.' Bu hususta onların hiç bir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanııa göre hüküm veriyorlar." (Câsiye: 24)
Bu yüzden bu sûrenin sonunda yeniden dirilme ve hesap ile tehdit etme ve insanların yaptıklarından sorulmalarından ibaret olan Rableri Önündeki konumları belirtilmiştir.
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır, (onlara şöyle denilir: ) Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız. Bu yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitâbı-mızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyoruz." (Câsiye: 27-29)
Bu çağın medeniyeti biraz düşünüldüğünde, bilimsel ilerlemenin, beşer hayatının gayesi olduğu görülmekte, insanlar lezzetlerle, burada geçirdikleri az bir zamanla yetinerek ve orada kendilerini bekleyen uzun ebedî dünyayı bırakarak sevinmektedir. Hem sonra Kitap Ehli, insanları Allah'a döndürmekten âciz kalmış ve İslâm'ı hançerleme ve ilerlemesini durdurma hususunda düşmanlarını desteklemişlerdir. Sonunda bütün dünya ufuklarında anarşi yaşanmış ve kullarının siyâsetinde Allah'ın kanunları yok olmuştur. Bu sebeble insanların, kıyamet günü şu sözü duydukları zaman şaşmamaları gerekir:
"Denilir ki: Bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur." (Câsiye: 34)
Dünyaya tapanlar, bu dünyada biraz kazanmış olabilirler. Onlar Allah'a bir şey yapabilirler mi? Eninde sonunda onlar kaybettiler.
"Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, bütün âlemlerin Rabbİ olan Allah'a mahsustur. Göklerde ve yerde azamet yalmz O'nundur. O, azîzdir, hakîmdir." {Câsiye: 36-37)
Sûrenin sonu, Allah'ı övme ve azîz ve hakîm olan Allah'ın güzel iki ismini vurgulama hususunda sûrenin başıyla uygunluk arzetmektedir.