18 Haziran 2007 Pazartesi

CASİYE SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Sure adını, 28. ayette geçen "Casiye" kelimesinden almıştır.

Nüzul Zamanı: Bu surenin nüzul zamanıyla ilgili kesin bir rivayet olmamasına rağmen, muhtevasından, Duhan Suresi'nden kısa bir süre sonra nazil olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu iki surenin muhtevaları birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir.

Konu: Bu surede kafirlerin tevhid ve ahiret hakkındaki kuşkuları cevaplandırılmakla birlikte, onlar, Kur'an karşısında takındıkları tavır dolayısıyla ikaz edilmişlerdir.

Sureye tevhid hakkında deliller öne sürülmek suretiyle bir giriş yapılmıştır. Bu konuda insanın yaratılışı, yer, gök ve kainattaki harikulade nizam şahit gösterilerek şöyle buyurulmuştur: "Nereye bakarsanız bakın herşeyin tevhidi ispatladığını göreceksiniz. Çeşit çeşit canlılar, gece ve gündüzün deveranı, yağmurun yağması ve bitkilerin çıkması, rüzgarların esmesi ve hatta insanın doğuşu ile ilgili vakıalar üzerinde önyargıya sahip olmayan bir kafayla düşünülecek olursa, muhakkak surette, kainat nizamının kendi kendine meydana gelmediği veya birkaç ilahın eseri olmadığı sonucuna varılır. Çünkü kainatı bir tek Allah idare etmektedir. Ancak bu gerçeğe inanmayan, önceden karar vermiş bir insana, elbette iman nasip olmaz."

Sonraki ayetlerde ise şunlar anlatılmaktadır: "Kainatta emriniz altına verilen bunca sayısız varlık ve kuvvet, kendi kendine mi oluşmuştur?

Ya da sizin ilahlarınız mı onları yaratmıştır? Onları yaratan ve hizmetinize veren tek olan Allah'dır. Dolayısıyla akıl sahibi her insan, hamd ve şükre ancak bunları yaratan Allah'ın layık olduğu sonucuna varır."

Bundan sonra, Kur'an davetiyle alay etmelerinden dolayı kafirler ikaz edilmektedir: "Bu Kur'an, İsrailoğullarına verilen nimeti sizlere getirmektedir. Onlar nankörlük ettikleri ve aralarında "din" dolayısıyla ihtilafa düştükleri için kendilerine verilen bu nimetten mahrum olmuşlardır. Aynı nimet şimdi sizlere verilmiştir. Bu sizleri dinin anayollarına ileten bir yol göstericidir. Ona tabi olmayanlar sadece kendi kötü akibetlerini hazırlamaktadırlar. Fakat Allah'ın rahmet ve yardımına layık olanlar ise, sadece bu yol göstericiye tabi olan takva sahipleridir.

Rasulullah'ın ashabına ise, "Bu Allah'tan korkmayan kimselerin, sizlerle alay etmelerine, küstahlıklarına, sabır ve tahammülle karşı koyun. Allah en sonunda onları hesaba çekecek ve sizleri gösterdiğiniz sabırdan dolayı mükafatlandıracaktır" diye nasihat edilmiştir. Daha sonraysa kafirlerin cahiliyye inançları ele alınmıştır. Kafirlerin, "Bu hayatın sonunda başka bir hayat daha yoktur. Bizi sadece zaman öldürür. Tıpkı bir saatin belli bir süre sonra durması gibi. İşte insanoğlu da tıpkı saat gibi, hayatın sonunda, yani ölümden sonra toz toprak olur gider. Zaten "ruh" diye birşey yok ki kabzedilebilsin ve tekrar kendisine üflenerek can verilebilsin. Fakat gerçek senin dediğin gibiyse eğer ölmüş atalarımızı bir dirilt bakalım" şeklindeki sözlerine peşisıra aşağıdaki cevaplar verilmiştir:

a) Bu iddianız bir ilme dayanmamaktadır ve başka bir hayatın olmayacağı şeklindeki düşünceniz sadece bir zandır. Sizler ölümden sonra başka bir hayatın olmayacağını, ruhların kabzedilip yok olacağını gerçekten biliyor musunuz?

b) Sizler, ölümden sonra diriltilmiş bir kimseyi görmemiş olmanızı en kuvvetli bir deliliniz sayıyorsunuz. Oysa bu delil ahiret hayatını inkar etmek için yeterli midir? Sizler tecrübe ve müşahedeye dayanmayan her düşüncenin olamayacağına hükmeder ve onu imkansız mı kabul edersiniz?

c) Salih ve fasık insanların, itaat eden ve isyan eden kimselerin, zalimlerin ve mazlumların sonlarının aynı olacağı şeklindeki bir düşünce akla ve mantığa tamamen ters düşmektedir. İyilerin sonlarının iyi, kötülerinkinin ise kötü olmazsa ve yine mazlumlar adalet, zalimler ceza görmezse, kısaca herkes aynı sonuçla karşılaşırsa, bu akla uygun mu olur? Bir kimse bunun akla uygun olacağına gerçekten inanıyorsa eğer, çok yanlış düşünmektedir.

Ancak zalim ve fasık kimseler böyle düşünürler. Çünkü onlar amellerinin sonucunda kötü şeylerle karşılaşmak istemezler. Fakat bu kainatı yaratan Allah adildir. Zalimle salih kimseleri birbirinden ayırıp, onlara yaptıklarına göre ceza veya mükafat vermesi, O'nun adaletinin gereğidir ve bundan daha tabii ne olabilir?

d) Ahireti inkar, ahlaki çöküşü getirir ve onu ancak nefislerinin kölesi olan kimseler inkar ederler. Bu insanların bu gibi düşüncelere sarılmasının nedeni, arzu ettikleri her kötülüğü dilediğince yapabilmeleri dolayısıyladır. Nitekim bir insan böylesine sapık bir yola girdikten sonra, artık battıkça batar ve hatta öyle bir noktaya girer ki, tüm ahlaki hassasiyeti yok olur, sonunda ise hidayeti kabul etme yeteneğinden tamamen yoksun olur. İşte böyle bir kimse için artık hidayetin tüm kapıları kapanmış demektir.

Bu deliller sırasıyla serdedildikten sonra, kesin bir uslup kullanılarak, kafirlere şöyle denilmiştir: "Sizler nasıl Allah'ın izniyle yaşıyorsanız, yine Allah'ın izniyle hayatınız son bulur ve sonuçta O'nun huzurunda toplanırsınız. Cehaletiniz nedeniyle inanmıyorsanız yine inanmayın ama şunu iyice belleyin ki vakit gelince kendinizi Allah'ın huzurunda bulacak ve tüm amellerinizin kayıtlı olduğu defterler önünüze getirilecektir. İşte o zaman ahireti inkar etmek ve onunla eğlenmek sizlere neye mal olmuştur öğrenirsiniz.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Hâ, Mîm.

2 Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah'tandır.1

3 Şüphesiz, mü'minler için 2göklerde ve yerde ayetler vardır.

4 Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.3

5 Gece ile gündüzün ardarda gelişinde4 (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip5 onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde6 ve rüzgârları (belli bir düzen içinde) yöneltmesinde7 aklını kullanabilen bir kavim için ayetler vardır.

6 İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okumaktayız. Öyleyse onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?8

AÇIKLAMA

1. Surenin bu kısa girişi, okuyucuya iki önemli hususu hatırlatır: 1) Bu kitab, asla Muhammed'in uydurduğu bir kitab değildir. Bu, bizzat Allah tarafından indirilmiştir.

2) Bu mesajı Aziz ve Hakim olan Allah indirmektedir. O Aziz ve Hakimdir. Dolayısıyla hiçkimse boşuna O'na karşı koymaya cüret etmesin. O'na karşı gelen, O'nun cezasından asla kaçamaz ve kurtulamaz. Hikmet sahibi olan Allah'ın hiçbir talimatının yanlış olma ihtimali bulunmadığı için, tereddütsüz O'nun her emrine uymak gerekir. Bilinmelidir ki O'nun yol göstericiliğinde yürüyen kimseye zarar gelmez.

2. Böyle bir girişin yapılmasından, bu kitabın arka planında Mekke'lilerin Rasulullah'a (s.a) yönelttikleri itirazların bulunduğunu anlıyoruz. Onlar Hz. Peygamber'e, (s.a.) "Senin söylediklerin, bizim bugüne kadar inandığımız tüm düşünceleri reddeden büyük bir iddia iken nasıl sadece senin dediklerine inanabilir ve onları doğru kabul edebiliriz?" demişlerdir. Bu sözlerine şöyle cevap verilmiştir "Sizler tevhidin gerekliliğine inandıktan sonra, bile bile onu inkar ediyorsunuz. Oysa kainat içerisindeki bunca işaret onun gerçekliğini ispat etmektedir. Biraz dikkat edecek olursanız, bizzat kendi varlığınızın ve kainat içerisindeki yayılmış ayetlerin, bu kainatın Haliki, Rabbi, Hakimi ve Müdebbiri'nin tek olan Allah olduğunu açıkça gösterdiğini müşahede edersiniz." Ancak burada, yerdeki ve gökteki işaretlerin neler olduğu açıklanmamıştır. Çünkü asıl münakaşa konusu, kafirlerin Allah'ın dışında birtakım ilahları ma'bud edinmekte ısrar etmeleridir. Oysa Kur'an, Allah'ın tek yaratıcı olduğunu ve hiçbir ortağı bulunmadığını beyan ediyordu. Bu ayetlerin mahal itibariyle, tevhidin hak oluşunu ve şirkin ise batıllığını gösterdiği anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra bu ayetlerin iman edenlere hitap ettiği vurgulanmıştır. Yani bu ayetlerden (işaretlerden) doğru sonuçları ancak iman eden kimseler çıkarabilir. Gafil olanlar ve inatçılar ise, bu işaretlere sadece hayvanlar gibi bakarlar, fakat ne ders alırlar ne de düşünürler. Dolayısıyla bu ayetler onlar için bir anlam taşımazlar. Tıpkı âmâ olan bir kimsenin, çiçek bahçesindeki renklere ve güzelliğe bir anlam veremediği gibi.

3. Yani, ancak önceden inkar etmeye karar vermiş olanların dışındaki kimselerin kalpleri iman etmeye müsaittir. Onlar kendi doğumları, vücud yapıları, kainattaki çeşitli sayıdaki canlılar üzerinde tefekkür ederler ve tüm bunların yaratıcısının bir olan Allah olduğu, O'nun yaratma işinde bir ortağı bulunmadığı konusunda kalplerinde hiçbir kuşkuya yer kalmaz. İzah için bkz. En'am an: 25-27, Nahl an: 7-9, Hac an: 5-9, Mü'minun an: 12-13, Furkan an: 69, Şuara an: 57-58, Neml an: 80, Rum an: 25-37, 79, Secde an: 14-18, Yasin: 71-73, Zümer: 6, Mü'min an: 97-98.

4. Gece ve gündüz, tam bir ahenk içinde deveran etmelerinden ötürü birer işarettirler. Nitekim biri aydınlık, diğeri karanlıktır. Ayrıca, tedricen gündüzün kısalması ve gecenin uzaması, hatta belli günlerde birbirlerine eşit olmaları, sonra tekrar birinin uzayıp, diğerinin kısalması ve böylece sürüp gitmesi de bir işarettir. Bu deveranın ardındaki hikmet, güneşin ve yeryüzünün tek hakiminin Allah olduğunu apaçık göstermektedir. Öyle ki tüm kainatı idare edenin O olduğu aşikardır. Bu cereyan eden hadiselerin ardındaki güç; kör ve sağır olmayıp, aksine bu nizamı hikmete dayalı olarak ayrıntılarıyla hesaplamış ve insan, hayvan ve bitkilerin her çeşidi için ayrı ayrı ihtiyaçlarını tam bir ölçü ile yaratmıştır. İzah için bkz. Yunus an: 65, Neml an: 104, Kasas an: 92, Lokman: 22 ve an: 50, Yasin: 37, ve an: 32.

5. Burada, bir sonraki cümleden de anlaşıldığına göre "rızk" kelimesi ile "yağmur" kastolunmaktadır.

6. İzah için bkz. Mü'minun an: 17, Furkan an: 62-65, Şuara an: 5, Neml an: 73, Rum an: 35-73, Yasin an: 26-31.

7. Rüzgarların sarfedilmesiyle, çeşitli zamanlarda, muhtelif bölgelerde, çeşitli yüksekliklerde, farklı özelliklerde esen ve mevsimlerin değişmesine yol açan rüzgarlar kastedilmektedir. Rüzgarların, yeryüzündeki canlıların nefes almaları için sürekli esmesi ve yeryüzünü adeta bir yorgan gibi kaplayarak, insanları semavî afetlerden koruması oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca devamlı hareket etmektedirler. Bazen soğuk bazen sıcak, bazen hızlı, bazen ise durgundurlar. Bazen fırtına ve tufan şeklinde eserlerken, bazen kuru, bazen de nemlidirler. Yine bazen yağmur getirirken bazen de bulutları götürürler. Elbette ki rüzgarların bu şekilde farklı hareket etmeleri kör bir tesadüfün eseri değildir. Bilakis, bir kanuna bağlıdır. Dolayısıyla açıkça anlaşılmaktadır ki, rüzgarları kontrolü altında tutan bir hikmet sahibi bulunmaktadır. O hikmet sahibi ki bu rüzgarları yüce hikmetiyle bir gayeye matuf olarak bir nizama sokmuştur. Bu gerçekler net bir şekilde, mevsimlerin değişikliğinin, yağmurların dağılımının, güneşin, yeryüzünün, rüzgarların, suyun, bitkilerin, hayvanların herbirinin ayrı ayrı idaresinin mümkün olamayacağını göstermektedir. Hepsini de idare eden Allah'tır ve O, herşeyi büyük bir hedefe yönelik olarak, ahenk içinde yaratmış ve idare etmektedir.

8. Yani, tevhid hakkındaki delilleri bizzat Allah Teâlâ'nın kendisi ileri sürüyor olmasına rağmen, yine de iman etmiyorlar. Bundan sonra onları hiç kimse doğru yola iletemez. Bu, Allah'ın kesin ve son sözüdür. Yine de inanmaz olurlarsa, Kur'an'da beyan edilen hakikatler değişmez.

7 Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline.

8 Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki onları işitmemiş gibi ısrar eder.9 Artık sen onu acı bir azabla müjdele.

9 Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alay konusu edinir.10 İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.

AÇIKLAMA

9. Diğer bir ifadeyle, bu iki tip insan arasında oldukça büyük bir fark vardır. Birincisi, Allah'ın ayetlerini açık bir kalple dinler ve onlar üzerinde tefekkür eder. Böyle bir insanın hâlâ iman etmemiş olması, kalbinin daha mutmain olmadığını gösterir. Dolayısıyla başka bir zaman, başka bir ayeti işittiğinde, kalbinin mutmain olması mümkündür. Ancak ikincisi, önceden iman etmemeye karar vermiştir ve kalbi kapalıdır. Böyle insanlar şu üç nedenden dolayı iman etmezler: 1) Onlar yalancıdırlar, doğruluğa ve gerçeğe yanaşmak istemezler. 2) Kötü amellerin sahibidirler. Kendilerini kötü amellerinden alıkoyacak diye hiçbir yüksek ahlaki kuralı kabul etmezler. 3) Kibirli ve kendilerini beğenmişlerdir. Herşeyi kendilerinin bildiğini zannettikleri için, Allah'ın ayetleri onlara okunduğunda üzerlerinde hiç düşünmezler. Bu yüzden ayetleri dinleyip dinlememeleri arasında bir fark yoktur.

10.Yani, onlar Allah'ın ayetleriyle alay ederler. Sözgelimi Kur'an'ın bir ayetini işittiklerinde, onda bir yanlış taraf ararlar ve ayeti siyak ve sibakından çıkararak yorumlarlar ve onu alay konusu yaparlar.

10 Arkalarından cehennem (onları izlemektedir).11 Kazanmakta oldukları şeyler, onlara hiç bir yarar sağlamaz; Allah'tan başka edinmekte oldukları veliler de.12 Onlar için büyük bir azab vardır.

11 İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenler ise, onlar için, (en) iğrenç olanından acı bir azab vardır.

12 Allah; kendi emriyle onda gemiler akıp gitsin 13 ve O'nun fazlından ararsınız diye,14 sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.

13 Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi.15 Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için16 gerçekten ayetler vardır.17

AÇIKLAMA

11. "min verâîhim cehennem" ifadesindeki "vera" lugatta, "Önde veya arkada olsun, gözden gizli bir şey" için kullanılır. Dolayısıyla "Onların arkasında cehennem vardır" şeklinde bir anlam verilebilmesi mümkündür.

Eğer birinci anlamda kabul edilecek olursa, "Onlar ahiretten habersiz kendi şerleriyle meşguldürler, oysa cehennemin arkalarında olduğunun farkında bile değillerdir." şeklinde anlaşılır. Fakat ikinci anlam kabul edilirse, bu sefer, "Onlar hiç düşünmeden gidiyorlar, oysa cehennemin önlerinde bulunduğunu ve onun içine düşeceklerini biliyorlar" şeklinde anlaşılır.

12. "Veli" kelimesi, burada iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi, müşriklerin ölü olan tanrılarıdır. Müşrikler, onların öbür dünyada kendilerini azabtan kurtaracaklarına inanırlar. İkincisi, insanların Allah'a aldırmaksızın itaat ettikleri liderler, yöneticiler, hükümdarlardır. Bu ayet, müşriklere, veli edindikleri her iki grubun da kendilerine hiçbir şekilde yardım edemeyeceklerini haber vermektedir.

13. İzah için bkz. İsra an: 83, Rum an: 65, Lokman an: 65, Mü'min an: 110, Şura an: 54.

14. Yani deniz vasıtasıyla ticaret yapar, balık avlar, gemicilik ve diğer helal yollarla rızkınızı elde edersiniz.

15. İzah için bkz. İbrahim an: 44, Lokman an: 35.

16. Bu cümle iki anlama gelir. Birincisi, "Allah'ın ihsanı, dünyadaki hükümdarların, halktan alarak dilediklerine ihsan etmesi gibi değildir. Kainattaki herşey, zaten O'nundur ve yine yaratan O olduğu için, O'nun ihsanı insanlarınkine benzemez." İkincisi, "Tüm nimetlerin yaratıcısı Allah'tır, ve O'nun bir ortağı yoktur. Çeşit çeşit nimetleri insanların hizmetine veren sadece O'dur ve hiçkimsenin O'nun bu ihsanında bir payı yoktur."

17. Yani, bunların hepsini de insanlar için Allah yaratmış ve yararlansınlar diye onların hizmetine vermiştir. Bu hakikat tüm yeryüzünü ve gökyüzünü, kainattaki herşeyi Allah'ın yarattığına, onların yegane sahibinin Allah olduğuna ve bunların O'nun kanununa tabi olduğuna açık bir işarettir. Yüce hikmetiyle kainattaki herşeyi, insanların ilerlemeleri, rızıklarını temin etmeleri ve medeniyetler kurmaları için kendilerine yardımcı olsunlar diye yaratmıştır. Dolayısıyla O'ndan başka hiçkimse ibadete layık değildir. Zira hiçkimsenin bunca varlığı ve gücü insanların hizmetine vermesinde, Allah'a bir yardımı olmamıştır.

14 İman edenlere de ki: Allah'ın, gelecek azab gününden korkmayanları18 (şimdilik) bağışlasınlar ki Allah onların yaptıklarını cezalandırsın.19

15 Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz.

16 Andolsun, biz İsrailoğullarına Kitap, hüküm 20ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık ve onları alemlere karşı üstün kıldık.21

17 Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan' dolayı ihtilafa düştüler.22 Şüphesiz senin Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

AÇIKLAMA

18. "Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanlar" ifadesinde geçen "eyyam" (günler) kelimesi, Araplar tarafından önemli (tarihi) günlere atfen kullanılıyordu. Sözgelimi "Eyyamul-Arab" (Arab'ın günleri) ifadesi, Araplar tarafından kendi tarihlerinde asırlardır hafızalarda kalan önemli hadiseler ve meşhur savaşlar için kullanılır.

Aynı şekilde yukarıdaki ayette de "Eyyamullah" ifadesi kullanılmak suretiyle bir toplumun vuku bulan feci akibeti, yani Allah'ın gazabı sonucunda helak olduğu günler hatırlatılmaktadır. "Allah'ın günlerinin geleceğini ummazlar", yani Allah'dan kötü günlerin gelmeyeceğini düşünür, dolayısıyla hiç korkmazlar ve gaflet içinde yaşarlar. Bu yüzden de zulüm ve haksızlık yapmaktan çekinmezler.

19. Müfessirler, bu ayete iki şekilde anlam vermişlerdir ve ayet bu her iki anlama da gelebilir. Birincisi, "Mü'minler, Allah'ın kendilerini daha fazla mükafatlandırması için, onların zulümlerine sabretsinler", İkincisi, "Mü'minler kafirlerden intikam almasın ve intikam almayı Allah'a bıraksınlar."

Bazı müfessirler bu ayeti mensuh kabul etmişlerdir. Onlara göre bu emir müslümanlara savaşma izni gelmeden önce geçerliydi. Ancak ayette kullanılan ifadeyi dikkate alırsak, ayetin mensuh kabul edilmesinin gerekmeyeceği sonucuna varırız. Çünkü ayette "Tahammül etsinler" denilmemiş "Sabretsinler, bağışlasınlar" denilmiştir. Yani, intikam alma kudretinde olmalarına rağmen intikam almasınlar. Zira onlar intikamcı bir ahlaka sahip değillerdir. Görüldüğü gibi burada savaşıp savaşmamak sözkonusu edilmemiştir. Elbette müslüman bir devlet, makul sebebleri varsa kafirlere savaş açabilir, ancak yukarıda zikredilen ayette, intikam almaktan vazgeçilmesinin ve bağışlama yolunun tutulmasının emrolunması genel şartlara mahsusen verilmiştir. Yani, müslümanlar, kafirlerin dillerinden, kalemlerinden veya herhangi bir vasıtayla yaptıkları suçlamalardan zarar görürlerse bu ahlaksız ve düşüncesiz insanların seviyelerine inmek suretiyle, kendi yüksek vasıflarına zarar vermesinler. Ve onların işini Allah'a bıraksınlar. Çünkü, müslümanlar bu işi kendileri yapmaya kalkışırlarsa, Allah da onları kendi halleriyle başbaşa bırakır. Fakat müslümanlar kendilerine eziyet eden bu zalimlerin karşısında sabrettikleri takdirde, Allah o zalimlerin hesabını bizzat kendisi görür ve sabreden müslümanları mükafatlandırır.

20. "Hüküm" kelimesiyle üç husus kastolunmuştur: 1) Kitab'ın bilgisi, idrak ve feraset, 2) Kitab'a göre davranmanın hikmeti, 3) Muamelatta muhakeme yeteneği.

21. Bu, İsrailoğulları'nın insanlar üzerinde daimi olarak üstün kılındığı anlamına gelmez. Burada İsrailoğulları'nın o dönemde Allah'a hizmet için seçildikleri ve insanlara Hakkı tebliğ etmeleri için Kitab'ın taşıyıcıları oldukları anlatılmaktadır.

22. İzah için bkz. Bakara an: 230, Âl-i İmran an: 17-18, Şuara an: 22-23.

18 Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıldık;23 öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.

19 Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiç bir şeyi senden savamazlar.24 Hiç şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir.

20 Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle25 inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.

21 Yoksa26 kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri de bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.27

AÇIKLAMA

23. Yani, bu görevi daha önce İsrailoğulları'na vermiştik, şimdi ise sizlere veriyoruz. Onlar, hak kendilerine geldikten sonra, aralarında ihtilafa düştüler ve çeşitli gruplara ayrıldılar. Sonuçta da Allah'ın kendilerine verdiği vazifeyi ifa edemeyerek, yoldan çıktılar.

Şimdi aynı vazifeyi, insanları Allah'ın gösterdiği yola çağırmanız için sizlere veriyoruz. İşte bu yol İsrailoğulları'nın daha önce kaybederek kendisinden saptıkları yolun ta kendisidir. İzah için bkz. Şuara: 1/3-15 ve an: 25-27.

24. Yani, "Şayet sen onların hatırı için, Allah'ın dininde bir değişiklik yapmaya yeltenirsen, onlar seni Allah'ın elinden kurtaramazlar."

25. Yani, "Bu kitab ve onun getirdiği şeriat tüm insanlık için bir aydınlıktır. O hak ve batıl arasındaki farkı bildirmektedir. Fakat onun aydınlığından ancak Hakka iman edenler yararlanabilirler."

26. Tevhid'e yapılan çağrılardan sonra şimdi de ahiret hakkında açıklamalar yapılıyor.

27. Burada ahiretin vuku bulmasıyla ilgili ahlaki deliller serdedilmiştir. İyi ahlaklı olan ve salih ameller işleyen kimselerle, kötü ahlaklı ve fasid ameller işleyen kimselerin aynı akibetle karşılaşmalarının mümkün olmayacağı buyurulmaktadır. Çünkü hayır ve şer aynı şey değillerdir ve iyiliğe mükafat, kötülüğe ceza verilmesi adaletin gereğidir. Şayet böyle olmazsa, iyi ve kötü kavramları bir anlam ifade etmezler. Kötü yolu takip eden kimselerin, dünyada işledikleri amellere bir karşılık verilmesini istemeyecekleri gayet doğaldır. Onlar sorumsuzca ve başıboş yaşadıkları hayatın sürmesini arzu ettiklerinden dolayı, böyle bir fikri düşünmek bile onları rahatsız eder. Ancak iyilik ve kötülüğün aynı sona sahip olması, Allah'ın hikmet ve adaletine ters düşer. Sözgelimi salih bir mü'min, tüm hayatını Allah'ın koyduğu sınırlara bağlı olarak geçirirken, sırf Allah'ın emri olduğu için başkalarının hakkını yemeyip, Allah'ın haram kıldığı zevkleri terkederken, hatta Hak ve doğruluk adına dünyada her türlü zararı göze alırken, kafir ve facirler hiçbir sınır tanımaz ve hiçbir ahlaki kurala uymazlar. Nerede çıkarlarına uygunluk görürler ve nasıl bir yarar sağlarlarsa, o şekilde davranırlar. Başkalarının hakkını çiğnerlerken yaptıklarının başkalarına zarar verip vermeyeceğini düşünmezler bile. Şimdi bu her iki tip insanın da sonlarının aynı olması Allah'tan beklenebilir mi? Bu insanlar hayatlarının sonlarına kadar farklı yolları takip etmişlerken, ölümden sonra aynı akibetle karşılaşmaları mümkün müdür? Şayet böyle olsaydı, bu çok büyük bir haksızlık olmaz mıydı? İzah için bkz. Yunus an: 9-10, Hud an: 106, Nahl an: 35, Hac an: 9, Neml an: 86, Rum an: 6-8, Sad: 28 ve an: 30.

22 Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; 28öyle ki, her nefis kazanmakta olduklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.29

23 Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen30 ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, 31kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi 32gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?33

24 Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi 'kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; onlar, yalnızca zannediyorlar.34

AÇIKLAMA

28. Yani, Allah, bu dünyayı bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Bilakis bu kainatın yaratılışı bir hikmete dayalıdır ve ciddi bir nizama sahiptir. Hikmete dayalı bu nizamda ise, insanlar için belli imkanlar sağlanmış ve onların tasarrufları altına verilmiştir. İnsanlara da bu imkanları kullanma konusunda bir noktaya kadar müsade edilmiştir.

Bu bağlamda, bir insan söz konusu imkanları Allah'ın emrine uygun deruhte ederken, bir başkası Allah'a karşı gelerek, dünyada zulüm ve fesad için bu imkanları kullanırsa bu iki insanın sonlarının aynı olması beklenebilir mi? Şayet ölümden sonra başka bir hayat yoksa, kainattaki tüm nizam bir anlam taşımaktan uzak, gayesiz ve başıboş bir keyfiyete sahip olur. Oysa hikmet sahibi olan Allah'tan böylesine anlamsız bir şey beklenemez. İzah için bkz. En'am an: 46, Yunus an: 11, İbrahim an: 26, Nahl an: 6, Ankebut an: 75, Rum an: 6.

29. Bu cümlenin siyak ve sibakından, iyilik yapan insanların amellerinin karşılığını, zalimlerin zulümlerinin cezasını ve mazlumların da adalet görmemelerinin, Allah'ın kurduğu nizam içinde mümkün olmayacağı açıkça anlaşılıyor. Ayrıca iyilik yapan kimselerin, hakettiklerinin altında mükafat almaları ya da zalimlerin yaptıklarından daha fazla ceza görmeleri gibi bir haksızlık da olmayacaktır. Herkes ne yapmışsa yaptığının tam karşılığını eksiksiz görecektir.

30. "Heva ve hevesini tanrı edinmek" ifadesiyle bir kimsenin, nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helal mı olduğunu dikkate almadan davranması kastolunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. İşte bu kimse nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şayet, o kimseleri de tanrı edinmiş olur. Her ne kadar bu kimse, o kimseleri ilah ve ma'bud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir. Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır. Ve bu da apaçık şirktir. Allah'tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve lisanen onun ilah olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz. Nitekim diğer büyük müfessirler de bu ayeti, bu şekilde yorumlamışlardır. İbn Cerir, "Allah'ın koyduğu helal ve haramı dikkate almadan nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilah edinmiş olur" demektedir. El-Cessas ise "Böyle bir kimse Allah'a itaat ettiği gibi nefsine itaat eder" derken, Zemahşeri, "Nefsinin yönlendirdiği gibi hareket eden kimse, nefsine tıpkı Allah'a itaat ettiği gibi itaat etmektedir." İzah için bkz. Furkan an: 56, Sebe an: 63, Yasin an: 53, Şura an: 38.

31. "Allah'ın bir ilme göre saptırdığı kimse" ifadesiyle, ilmi olmasına rağmen dalalete düşen kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü o nefsinin kölesi olmuştur.

Ayrıca şöyle bir anlam da vermek mümkündür: "Allah o kimsenin nefsine kulluk ettiğini bildiği için, onu dalalete itmiştir."

32. Allah'ın bir kimseyi dalalete itmesi, o kimsenin kalp ve kulağını mühürlemesi ve gözlerine perde çekmesi hakkında, birçok yerde açıklamalar yapılmıştır. İzah için bkz. Bakara an: 10-16, En'am an: 17-27, A'raf an: 80, Tevbe an: 89-93, Yunus an: 71, Rad an: 44, İbrahim an: 6-7-40, Nahl an: 110, İsra an: 51, Rum an: 84, Fatır: 8 ve an: 16-17, Mü'min an: 54.

33. Bu ayetin siyak ve sibakından ahiret düşüncesini ancak nefsinin yönlendirmesiyle hareket eden ve nefislerine kul olan kimselerin inkar ettikleri açıkca anlaşılmaktadır. Çünkü, ahiret düşüncesi böyle kimseleri nefislerine kulluk etmekten ve yine nefislerinin yönlendirmesiyle hareket etmekten alıkoyar. Bu defa ahireti inkar edenler nefislerine köleliği daha da artırarak, battıkça batarlar. Hiçbir kötülükten çekinmeyerek, başkalarının haklarına tecavüz etmekten ve zulümde bulunmaktan hiçbir surette utanmazlar. Hak ve hukukun onlar nezdinde bir anlamı yoktur. Hiçbir şeyden ibret almadıkları gibi, onlara nasihat da fayda vermez. Gece gündüz arzularının peşinde koşarlar ve hangi yolla olursa olsun heva ve heveslerini tatmin etmek için çırpınıp dururlar. Tüm bunlar, ahiret düşüncesini inkar etmenin sonuçta insanın ahlakını felç ettiğinin apaçık ispatıdırlar. Çünkü insanın Allah'a karşı davranışlarından kendini sorumlu hissetmesi, kendisini insanlık dairesinde tutmasını sağlar. Aksi takdirde insan ne kadar önemli vasıflara sahip olursa olsun onun bulunduğu durum bir hayvanınkinden daha kötüdür.

34. Yani, bu hayatın sonunda, başka bir hayatın olmadığına dair, onların elinde hiçbir ilmi dayanakları yoktur. Ruhu Allah'ın kabzetmediği, sadece insanı zamanın yok ettiği ve geriye toz topraktan başka birşey kalmadığı şeklindeki düşünceler, sadece ahireti inkar edenlerin zanlarıdır. Onlar "Bu hayattan sonra ne olacağını bilmeyiz" demekten başka ileri gitmezler. Fakat bu hayattan sonra başka bir hayatın olmadığını söylemek tamamen mantıksızca bir iddiadır. Onların, "İnsanın ruhunu Allah kabzetmez, insan tıpkı bir saat gibi zamanla durur ve çürür" şeklindeki sözleri akla ve mantığa dayanmaz. Onlar sadece böyle olmasını arzu ediyorlar. Çünkü ölümden sonra başka bir hayatın olması ve yaptıklarının hesabını vermeleri işlerine gelmez. İşte bu yüzden ruhu tamamen inkar ederek, bu heva ve heveslerine dayanan isteklerini bir akide haline getirmişlerdir.

25 Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman,35 onların (sözde savunma) delilleri: "Eğer doğru sözlüler iseniz,36 atalarımızı (diriltip) getirin" demekten başkası değildir.

26 De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor,37 sonra da kendisinde hiç bir kuşku olmayan38 kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler."39

AÇIKLAMA

35. Yani, Ahiret hakkında güçlü deliller ihtiva eden o ayetlerde, sonuçta ceza ve mükafatın verilmesinin adaletin bir gereği olduğu bildirilmiştir. Eğer böyle olmasaydı tüm kainat nizamının işleyişi anlamsız olurdu.

36. Diğer bir ifadeyle, "Onlara bu hayattan sonra başka bir hayatın olduğunu söylediğinizde, sizden delil olarak kabirlerden bir ölüyü getirip, gözler önünde ayağa dikmenizi beklerler. Oysa hiçkimse onlara ölülerin ayrı ayrı diriltileceğini söylememiştir. Fakat onlara Allah'ın gelmiş geçmiş tüm insanları dirilteceği ve onları yaptıklarından sorguya çekeceği söylenmiştir."

37. Bu cevap, "Bizi sadece zaman helak eder" şeklindeki iddialarına karşı verilmiştir. Bu yüzden hayatın da ölümün de bir tesadüf eseri olmadığı, insanı Allah'ın yarattığı ve yine onun canını sadece Allah'ın alabileceği bildirilmiştir.

38. Bu, onların "Eğer doğru söylüyorsan, bizim atalarımızı bir dirilt bakalım" şeklindeki isteklerine karşı verilmiş bir cevaptır. Bu istekleri üzerine onlara, bu işin ayrı ayrı olmayacağı, bir gün tüm insanların toplu olarak diriltileceği ve bunun için de bir vaktin tayin edildiği söylenmiştir.

39. Ahireti inkar etmenin nedeni, aslında cehalet ve akıl noksanlığıdır. Çünkü akla aykırı olan, ahiretin olması değil olmamasıdır. Şayet insan, gözü önündeki kainat nizamı hatta bizzat kendi vücudu üzerinde biraz düşünecek olursa bu nizamın ve kendisinin boşu boşuna yaratılmadığını anlayacaktır. Dolayısıyla bu hayatın tabii sonucu ahiret olmalıdır. Olmazsa eğer, tüm bunların hepsi anlamını yitirir.

27 Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.40 Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.

28 O gün sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün.41 Her ümmet, kendi kıtabına çağrılır. "Bugün yapmakta olduklarınızla karşılık göreceksiniz."

29 "Bu bizim kitabımızdır; sizin aleyhinizde hak ile konuşuyor. Gerçekten biz, sizin yapmakta olduklarınızı yazıyorduk."42

30 Artık iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları kendi rahmetine sokar. İşte apaçık olan 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur.

31 İnkâr edenlere gelince; "Size karşı ayetlerim okunduğunda büyüklük taslayan43 (müstekbir olan)lar ve suçlu-günahkâr bir kavim olanlar sizler değil miydiniz?"

32 "Gerçekten Allah'ın va'di haktır, kıyamet-saatinde hiç bir kuşku yoktur" denildiği zaman, siz: "Kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zan (ve tahmin)da bulunup zannediyoruz; biz, kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz" demiştiniz.44

AÇIKLAMA

40. Siyak ve sibak dikkate alındığında, ayetten doğal olarak, "İnsanları ilk defa yaratan ve kainatın sahibi olan Allah'ın insanları tekrar diriltmesinin hiç de zor bir iş olmadığı" anlamı çıkmaktadır.

41. Yani, mahşer meydanında o kadar heybetli ve korkunç bir manzara olacaktır ki, en şedid mütekebbirler bile korkudan diz çökmüş bir vaziyette çaresizlik içinde kalacaklardır.

42."Çünkü, biz yaptıklarınızı yazıyorduk" ifadesinde geçen "yazıyorduk" fiiliyle, kağıt üzerine kalemle yazmak anlamı kastedilmemektedir. Çünkü insanların davranışlarını kaydetmek için değişik metodlar kullanılabilir. Bu dünyada bile insanoğlunun davranışlarının, kaydedilmesinde değişik metodlar geliştirilmiştir. Buna rağmen daha farklı metodların icad edilemeyeceğini de söyleyemeyiz. Dolayısıyla Allah Teâlâ insanların gizli veya açık davranışlarını, söz ve amellerini, istek, arzu ve düşüncelerini kimbilir nasıl kaydedecektir? Ve yine her şahıs, her grup ve her toplum amel defterlerini önünde nasıl bulacaktır?

43. Yani, sizleri Allah'ın ayetlerini kabul etmekten alıkoyan kibrinizdir. Çünkü sizler, O'na teslim olmayı haysiyet meselesi haline getiriyorsunuz.

44. Daha önce 24. ayette ahireti kesinlikle inkar edenler zikredilmişti. Şimdi ise ahiret hakkında kesin bir tavır alamayanların zikri geçmektedir. Bu iki grup insan arasında önemli bir fark vardır. Fakat sonuç itibariyla iki grubun akibeti de aynı olacaktır. Çünkü ahireti kesin olarak reddedenlerle, tereddüd içinde olanlar arasında ahlaki bakımdan hiçbir fark yoktur. Zira her iki grup da Allah'ın huzurunda hesap vereceğine inanmamaktadır. Bu kavrayıştan yoksun oluşları dolayısıyla, düşünce ve davranışlarında sapıklığa düşmeleri kaçınılmazdır. Çünkü ahiret hakkında kesin bir iman, insanı doğru yola iletir. Aksi takdirde ahireti kesinlikle inkar eden veya şüpheye düşen kimselerin, bu dünyada sorumluluklarının bilincinde olarak hayat sürmeleri mümkün değildir. Binaenaleyh bu şuursuzluk her iki grubu da cehenneme götürür.

33 Onların yapmakta oldukları şeylerin kötülüğü kendileri için açığa çıktı 45ve kendisini alay konusu edindikleri de onları sarıp-kuşattı.

34 Denildi ki: "Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç bir yardımcı yoktur."

35 "Bunun nedeni de şudur: _ Çünkü siz Allah'ın ayetlerini alay konusu edindiniz; dünya hayatı da sizi aldattı." Böylece ne ordan (ateşten) çıkarılırlar, ne de (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilir.46

36 Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.

37 Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

AÇIKLAMA

45. Yani, onlar ahirette, dünyada gittikleri yolun, adaletlerinin, ahlaki tavırlarının, ilgi alanlarının ve tüm çabalarının yararsız olduğunu anlayacaklardır. Çünkü onların temelde dünyaya bakış açıları çarpık olduğu için tüm davranışları da yanlış idi. Onlar dünyada yaptıklarından hesaba çekilmeyeceklerini zannediyorlardı. İşte, bakış açılarındaki bu temel çarpıklık, onları sorumsuzluğa ittiğinden dolayı, tüm hayatlarını boş olarak geçirmişlerdir.

46. Bu cümlede, tıpkı bir efendinin hizmetçilerine kızıp yanındaki kimseye "Bu soysuzlar cezalarını çeksinler" demesi gibi bir üslup kullanılmıştır.