11 Ağustos 2007 Cumartesi

ZELZELE SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Birinci ayetteki "zilzal" kelimesi sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: Bu surenin Mekkî'mi Medenî mi olduğunda ihtilaf vardır. İbn Mesud, Ata, Cabir ve Mücahid bu surenin Mekkî olduğunu söyler. İbn Abbas'ın bir kavli de bunu teyid etmektedir. Buna karşılık Katade ve Mukatil bu surenin Medenî olduğunu belirtmektedirler. İbn Abbas'ın diğer bir kavlini de bunu teyid etmek için nakletmişlerdir. Surenin Medenî olduğu hakkında, onunla istidlal edilen bir rivayeti İbn ebi Hatim, Ebu Said Hudrî'den nakletmiştir. Ebu Said Hudrî, "fe men ya'mel mıskale zerretin hayran yerah, fe men ya mel miskale zerretin şerren yerah" ayeti ile ilgili olarak Rasulullah'a şöyle demiştir: "Ya Rasulallah! Kendi amellerimi görecek miyim? Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Evet'. Ben şöyle dedim: 'Küçük küçük günahları?' Rasulullah: 'Evet' dedi. Bunun üzerine ben "vay halime" dedim. "Ben mahvoldum". Rasulullah şöyle buyurdu: "Memnun ol ey Ebu Said! Çünkü yaptığın her salih amele on sevap verilecektir." Bu hadis surenin Medenî olduğuna delil olarak ileri sürülmektedir. Çünkü Ebu Said Hudri ensardandı ve Uhud gazvesinden sonra bûluğa ermişti. Eğer bu sure Ebu Said Hudrî mevcutken nazil olmuşsa, onun açıkladığı gibi Medenî olmalıdır. Ancak sahabe ve tabiin, bu surenin nüzul zamanı hakkında bir uslûb beyan etmişlerdir. Bunun açıklamasını Dehr suresi girişinde belirtmiştik. Buna göre, bir sahabi, bu ayet filan mevkide nazil olmuştur dediğinde, bu surenin ancak o zaman nazil olduğunun kesin ispatı sayılamaz.

Mümkündür ki, Ebu Said Hudrî şuurlandığı zaman Rasulullah'ın mübarek ağzından ilk defa bu sureyi duyunca, surenin son kısmından korktu ve Rasulullah'a yukarıdaki soruları sordu. Bu olay sahabe ve tabiinden nakledilirken, bu ayetin, Rasulullah'a Ebu Said Hudrî tarafından soru sorulduğu zaman nazil olduğu da belirtilir. Eğer ortada bu rivayet olmasaydı, sureyi okuyan insan bunun Mekkî olduğunu anlardı. Surenin üslubundan sadece Mekkî olduğunu değil, üstelik Mekke döneminin başlangıcına ait olduğu da anlaşılır. O dönemde, kısa kısa ve gayet etkili üslûb ile İslâm'ın temel akidesi anlatılmaktaydı.

Konu: Bunun konusu, ölümden sonra diriliş ve kişinin dünyada yaptığı işlerin yazılı olduğu amel defterinin kendisine gösterilmesidir. İlk önceki üç ayette kısa cümlelerle, ölümden sonra dirilişin nasıl olacağı ve bu olayın insan için ne kadar şaşırtıcı bir şey olacağı anlatılmıştır. Sonraki cümlelerde bildirilmiştir ki, insanın hiç aldırmadan üzerinde her türlü ameli işlediği yeryüzü ve aklına bile getirmediği şekilde, bu cansız şeyler bir zaman gelecek onun yaptıklarına şehadet edeceklerdir. O gün Allah'ın emriyle konuşacaklar ve her insanın ne zaman, nerede, ne amel işlediği açıklanacaktır. Ondan sonra şöyle buyurulmuştur: O gün yeryüzünün her köşesinden insanlar grup grup kabirlerinden çıkıp gelecekler ve onlara yaptıkları gösterilecektir. Bu amellerin açıklanması o kadar mükemmel ve ayrıntılı olacaktır ki, zerre kadar yaptığı iyilik ve kötülük bile önünde açıkça duracaktır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Yer, o şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı,1

2 Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı,2

3 Ve insan: "buna ne oluyor?" dediği zaman;3

4 O gün (yer), haberlerini anlatacaktır.4

AÇIKLAMA

1. Buradaki "zelzele"nin manası, arka arkaya şiddetli sarsıntıdır. "Zülziletü'l ardu"nun manası, yeryüzünün şiddetle sallanacağıdır. Çünkü yeryüzünün sallanmasının zikredilmesinden, kendiliğinden şu anlam çıkmaktadır; yeryüzünün bir kısmı değil, bütün olarak yeryüzü sallanacaktır. Bunun şiddetini vurgulamak için "zilzaleha" kelimesi izafe edilmiştir. Lafzen manası "onu sallamak"tır. Bunun anlamı; arz öyle sallanacaktır ki, bu gerçek bir sallantıdır. Veya onu aşırı şiddetle sallayacaktır. Bazı müfessirler bu sarsıntıdan muradın, Kıyametin birinci merhalesindeki zelzele olduğunu söylemişlerdir. Yani bütün mahluk helak olacak ve dünyanın mevcut düzeni yıkılarak alt üst olacaktır. Ama bazı müfessirlere göre bundan murad, kıyametin ikinci merhalesinin başlangıcı olan zelzeledir. Yani bütün insanları tekrar diriltecek ve onlar kalkacaklardır. Bu ikinci tefsir daha doğrudur. Çünkü sonraki bütün muhteva buna delalet etmektedir.

2. Aynı konu İnşikak suresinde şöyle açıklanmıştır: "İçinde olanları atıp tamamen boşaldığı zaman" (İnşikak 4). Bunun birkaç anlamı vardır: Birincisi, ölmüş olan insanlar nerede ve hangi halde olurlarsa olsunlar hepsi yer altından dışarıya atılacaklardır. Sonraki ayet, o an onların cisimlerinin tüm parçalarının yeniden biraraya getirilerek dünyadaki ilk şekilleri gibi diriltileceklerine delalet etmektedir. Çünkü eğer böyle olmayacaksa onlar, "bu yeryüzü ne oluyor?" sözünü nasıl söyleyecekler?

İkinci anlamı şudur: Ölü insanları dışarıya atmakla yetinmeyecek, ayrıca insanın dünyadayken işlediği ve kendisine şehadet edecek olan fiiller ve sözlerin de hepsini dışarıya atacaktır. Daha sonraki ayet şuna delalet etmektedir: Yeryüzünde yayılması ve bu halin keyfiyeti açıklanmıştır. Bazı müfessirler üçüncü anlamı şöyle açıklamışlardır: Altın, gümüş, mücevherler ve yer altında gömülü olan her türlü varlık da dışarıya atılacaktır. İnsan görecektir ki, dünyada onlar için can attığı, onların hatırı için katlettiği, başkalarının hakkını yediği, hırsızlık yaptığı, yol kestiği, karada ve denizde korsanlık yaptığı, harp yaparak toplumları mahvettiği şeyler bugün önündedir ve hiç bir işine yaramamaktadır. Tersine, azabına sebep olacaktır.

3. "İnsan"dan kasıt, her insan olabilir. Çünkü tekrar diriltildiğinde ilk sözü "ne oluyor?" olacak. Sonra anlayacak ki, bu, Kıyamet günüdür. "İnsan"dan kasıt, Ahireti inkar eden insan da olabilir. Çünkü onun imkansız zannettiği şey önüne getirilecek, onu görerek hayret ve şaşkınlık içinde kalacaktır. Ehl-i iman, bu olay karşısında ne hayret içinde kalacak ne de bu onun için perişanlık sebebi olacaktır. Çünkü onlar akideleri gereği böyle bir günü beklemekteydiler. Bir bakıma Yasin suresinin 52. ayeti de bunu teyid etmektedir. Ahireti inkar edenler şöyle diyecekler: "Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" (Yasin 52) Onlara cevap şöyle olacaktır: "İşte Rahman'ın vaadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş" (Yasin 52). Ayet bu cevabı kafirlere ehl-i iman'ın vereceğini açıklamıyor. Çünkü ayette bu açıklanmamıştır. Ama bu cevabı Müslümanların verebileceği de ihtimal dahilindedir.

4. Ebu Hureyre, Rasulullah'ın bu ayeti okuyarak şöyle sorduğunu rivayet etmiştir: "Bu ayetin, nasıl bir hali anlattığını biliyor musunuz?" Sahabe-i Kiram: "Allah'ın Rasulü daha iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: "Bu hal, yeryüzünde amel işleyen erkek ve kadın her kulun yaptıkları hakkında, filan gün filan işi yapmıştır şeklinde şahitlik edip söyleyeceği haldir." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Abd b. Humeyd, İbnü'l Münzir, Hakim, İbn Merduye, Beyhaki) Rubeyye el-Hareşî, Rasulullah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Yeryüzünden sakının. Çünkü bu sizin temelinizdir. Üzerinde işlediğiniz iyi ya da kötü amellerin tümünden haberdardır ve ona şahitlik edecektir." (Mu'cem et-Taberanî) Enes, Rasulullah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Kıyamet günü yeryüzü işlenen her ameli meydana çıkaracaktır. Ondan sonra Rasulullah bu ayetleri okudu" (İbn Merduye, Beyhakî) Hz. Ali'nin hayatında onun, beytü'l maldan bütün hak sahiplerine para taksim ederek onu boşalttıktan sonra iki rekat namaz kıldığı yazılıdır. Hz. Ali daha sonra şöyle derdi: "Şahit ol ki, ben seni hak ile doldurdum ve hak ile boşalttım."

Yeryüzü, Kıyamet günü üzerinde olup biten olayları açıklayacaktır. Yeryüzünün nasıl konuşacağı, eski insanlar için hayret verici bir şey olabilir.

Tabiat ilminin bu kadar ilerlediği, mesela radyo, sinema, hoparlör, televizyon ve elektronik alanda çeşitli icatları gören bu devir insanı için bunu anlamak hiç de zor değildir. İnsanın ağzından çıkan kelimeler havada nakşolmaktadır. Radyo dalgaları ile, evdeki duvarlarda, tavanda, yolda, meydanda ya da tarlada konuştuklarının her zerresi korunmaktadır. Allah (c.c.) istediği zaman bu sesleri, insanın ağzından ilk çıktığı şekilde aynen tekrarlatabilir. İnsan bu seslerin kendisine ait olduğunu kulaklarıyla duyacak ve anlayacaktır. Onu tanıyanlar da bunu duyunca o şahsın ses ve lehçesinden anlayacaktır. Ayrıca insan yeryüzünde nerede, ne zaman ve nasıl hareket etmişse, onun her hareketinin aksi, çevresindeki eşyalar üzerinde korunmaktadır, tıpkı fotoğraf gibi. Karanlıkta bile bir hareket yapsa, bu durumda mevcut olan bazı dalgalar aracılığıyla aydınlıkta olduğu gibi resminin aksini alır. Bu bütün fotoğraflar kıyamet günü hareketli bir film gibi insanın önünden geçecektir. Ona dünya hayatında ne gibi ve nerede bir iş yaptığı gösterilecektir.

Allah'ın, her insanın yaptığını doğrudan bildiği bir gerçektir. Ama ahirette mahkeme kurulduğu zaman Allah (c.c.) eğer bir kimseye ceza verecekse, adaletinin bütün şartlarının gereğini yerine getirir. O'nun mahkemesinde her suçlu insan için mahkeme açıldığında, suç işlediğine dair eksiksiz ve mükemmel şehadetler gösterilerek, suç son noktasına kadar ispatlanacak ki suçunu inkar etmeye kalkışmasın. Birinci şehadet, Kiramen Katibîn meleklerinin her zaman, her yaptığı işi kaydettikleri amel defteridir. (Kaf 17-18, İnfitar 10-11-12) Amel defterleri ellerine verilecektir. Onlara şöyle denilecektir: "Hayatta yaptıklarını oku, Hesabın için bu sana yeter." (İsra 14) "İnsan onu okuduğunda kaydedilmemiş en ufak veya en büyük şey kalmadığına hayret edecek." (Kehf 19) Ondan sonra insanın bu dünyada kullandığı cisminin organları kendi lisanlarıyla Allah'ın mahkemesinde şehadet edeceklerdir. Allah'ın mahkemesinde dünyada iken nasıl konuşturduğunu açığa çıkarmak için diline lisan verilecektir. El ve ayakları, onları ne gibi işlerde kullandığına şehadet ettirilecektir. (Nur 24) Gözleri ve kulakları, onları neyi görmek ve neyi duymak için kullandığı yolunda ona karşı şehadet edecektir. Cisimlerinin derisi bütün amellerine şahitlik edecektir. İnsanlar hayret içinde kalarak, azalarına karşı, "sizler bana karşı nasıl şahitlik yaparsınız?" diyeceklerdir. Azaları cevap vererek, "Bu gün Allah'ın emridir, herşey konuşmaktadır ve biz de O'nun emriyle konuşmaktayız" diyeceklerdir. (Fussilet 20-21-22) Ayrıca yeryüzünde ve yaşadığı çevredeki sesleri kulaklarıyla duyacak ve yaptıklarının tamamını film gibi, gözleriyle seyredecektir. Üstelik insanın zihninden geçen düşünceleri, gizli maksatları, amellerinin arkasındaki niyetler onun gözünün önüne serilecektir. Bu, ileride Adiyat suresinde de görülecektir. Bu sebeble, o kadar kati, açık ve kesin ispattan sonra insanın inkâr etmesine ve mazeret ileri sürmesine mahal kalmayacaktır. (Mürselat 35-36)

5 Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir.

6 O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin5 diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar.6

7 Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür;

8 Kim de zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür.7

AÇIKLAMA

5. Bunun iki anlamı olabilir. İnsanların her birisinden yalnız olarak hesap sorulacaktır. Aile, sülale, parti, kavim gibi bütün bağları kopartılacaktır. Aynı şey Kur'an-ı Kerim'in diğer yerlerinde de buyurulmuştur. Mesela En'am suresine de Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "O gün görülecektir ki, ilk defa yarattığımızda olduğu gibi şimdi de sen yapayalnız benim huzurumdasın" (En'am 94) Meryem suresinde de şöyledir: "O bize yalnız olarak gelecek." (Meryem 80), "Onların her biri Kıyamet günü Allah'ın huzurunda yalnız olarak bulunacak" (Meryem 95). İkinci anlamı da şu olabilir: Yer yer ölen binlerce insan, yeryüzünün her köşesinden gruplar halinde gelecektir. Nebe suresinde buyurulduğu gibi. "Sur'a üflendiği zaman fevc fevc gelecekler" (Nebe 18). Ayrıca bazı müfessirler çeşitli anlamlar açıklamışlardır. Ancak hiç biri "eştâten" kelimesinin anlamına uygun düşmemektedir. En doğrusu, yukarıda geçen ve Kur'an ile sünnetin Kıyamet izahına uygun düşen açıklamadır.

6. Bunun iki anlamı olabilir. Birisi, "onlara amelleri gösterilecektir" şeklindedir. Yani herbirisine dünyada ne yaptığı gösterilecektir. İkincisi "onların amellerinin karşılığı gösterilecek" şeklindedir. Bu mana da olabilir. Ancak Allah, "onların amellerinin karşılığını göstereceğiz" değil, "onların amellerini göstereceğiz" demiştir. Eğer Allah, onların amellerinin karşılığını gösterecek olsaydı "onların amellerinin karşılığını göstereceğiz" derdi. Bundan dolayı birinci mana daha kabule şayandır.

Özellikle Kur'an'ın birçok yerinde, kâfir ve mü'min, salih ve fasık, itaatkâr ve asinin her birine kendi amel defterinin muhakkak verileceği tasrih edilmiştir. (Mesela bkz. Hakka 19-25, İnşikak 7-10) Bu da gösteriyor ki, bir kimseye amelini göstermekle onun amel defterini ona havale etmek arasında bir fark yoktur. Ayrıca yeryüzünde bütün olan bitenler açıklandığı zaman, baştan beri devam etmekte ve Kıyamete kadar sürecek olan hak ve batıl mücadelesinin bütün sahneleri ayrıntısıyla gözönüne serilecektir. Orada hak uğrunda çalışanların ne yaptığı ve batıl taraftarlarının onun karşısında ne gibi harekette bulunduğu apaçık görülecektir. Hakk'a çağıranların ve buna karşı dalaleti yayanların bütün konuşmalarının kendi kulaklarına duyurulacağı uzak bir ihtimal değildir. İki tarafın yazıları, literatürleri ve bütün yaptıkları aynen gösterilecektir. Kâfirlerin ehl-i hakk üzerindeki zulmünü, ehl-i hak ile ehl-i batıl arasındaki bütün harplerin manzarasını insanlar haşr meydanında kendi gözleriyle göreceklerdir.

7. Bu ayetin salt anlamı şudur: İnsan zerre kadar iyilik veya zerre kadar kötülük yapmışsa, onun amel defterinde kayıtlı olarak bulunacağı ve insanın onu göreceği doğrudur. Ama bunu görmeden ona ceza ve mükafat verilmesi şeklinde anlarsak o zaman şu anlamı kabul etmek mümkün değildir: Ahirette, her küçük iyilik için bir kimseye mükafat verilecek ve her küçük kötülük için de ona ceza verilecektir. Orada hiç kimse yaptığı iyiliğe mükafat ve kötülüğe cezadan kurtulamayacaktır. Çünkü bir anlama göre, her kötü amelin cezası ve her iyi amelin mükafatı ayrı ayrı verilecektir. Diğerinden ise şu anlam çıkmaktadır: En salih ve muttakî insanlar bile, işledikleri küçük küçük kusurlar için cezalanmaktan kurtulamayacaklardır. Hiç bir zalim, kafir ve kötü insan da küçük küçük iyiliklerine mükafat almadan kalmayacaktır. Bu iki anlam da Kur'an ve Hadis'in açıklamasına ters düşmektedir. Aklî bakımdan adalet ve insafa uymamaktadır. Aklî olarak düşünürsek, efendisine samimiyetle hizmet eden sadık bir hizmetçisinin küçük kusurlarını efendisinin affetmemesi, onun her bir hizmetine karşılık mükafat verirken, herbir kusurunu da sayarak ona ceza vermesi nasıl kabul edilebilir? Bu, akla da uygun değildir. Ayrıca, yaratıp kendisine sayısız ihsanda bulunduğunuz, ama size karşı gaddar ve vefasız olan, ihsanınıza karşı daima nankörlük yapan bir adamın gaddarlık ve nankörlük tavrını gözardı ederek küçük hizmetlerine mükafat vermeniz de akla uygun değildir. Kur'an ve Hadis'te mü'min, katıksız kafir, müfsid ve zalim kafir vs. çeşitli tip insanlara verilecek ceza ve mükafatın ayrıntılı kanunu beyan edilmiştir. Bu ceza ve mükafatın şekli dünya ve ahireti kapsar.

Bu babta Kur'an-ı Kerim usûl olarak birkaç temel ilkeyi açık olarak şöyle beyan etmiştir.

Birincisi, kafir, müşrik ve münafıkların amelleri (yani iyi sayılan ameller) zayi edilmiştir. Ahirette onlara mükafattan hiçbir pay verilmeyecektir. Eğer bir mükafatları varsa da bu dünyada verilmiştir. Mesela bkz. A'raf 147, Tevbe 17, 67'den 69'a kadar, Hud 15-16, İbrahim 18, Kehf 104-105, Nur 39, Furkan 23, Ahzab 10, Zümer 65, Ahkaf 20.

İkincisi, kötülüğün cezası, yapılan kötülük kadar verilecektir. Ama iyiliğin karşılığı, yaptığından daha fazla verilecektir. Hatta bazı yerlerde her iyiliğin karşılığının on kat verileceği açıklanmıştır. Bazı yerlerde de Allah'ın, ne kadar isterse o kadar vereceği buyurulmuştur. Bkz. Bakara 261, En'am 160, Yunus 26-27, Nur 38, Kasas 84, Sebe 37, Mü'min 40.

Üçüncüsü, Mü'min eğer büyük günahlardan sakınırsa küçük günahları affedilecektir. Nisa 31, Şura 37, Necm 32.

Dördüncüsü, salih mü'minden hafif hesap sorulacaktır. Onun kötülüklerine göz yumulacaktır. Yaptığı en iyi amellere göre mükafaat verilecektir. Ankebut 7, Zümer 35, Ahkaf 16, İnşikak 8.

Bu konu hakkındaki hadislerde de ifade açıktır. İnşikak suresinin tefsirinde Kıyamet gününün hafif ve zor hesabı hakkında açıklama yaparak Rasulullah'tan Hadis nakletmiştik. (Bkz. İnşikak an: 6) Enes'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Bir defasında Ebubekir Sıddık, Rasulullah ile birlikte yemek yiyordu. O esnada bu ayet nazil oldu. Hz. Ebubekir yemekten el çekerek şöyle dedi: Ya Rasulallah! Ben, benden sadır olan zerre kadar kötülüğün de karşılığını görecek miyim? Rasulullah şöyle buyurdu: "Ey Ebubekir! Dünyada hoşunuza gitmeyen olaylarla karşı karşıya geliyorsunuz. Onlar senden sadır olan küçük kötülüklere cezadır. Senin zerre kadar iyiliğin ahirete saklanır." (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Taberanî el-Evsat'ta, Beyhakî Şu'ab'ta, İbnü'l Münzir, Hakim, İbn Merduye, Abd b. Humeyd) Rasulullah, Ebu Eyyub el Ensarî'ye bu ayet hakkında şöyle buyuruyordu. "Sizden kim iyi bir iş yaparsa onun mükafatı ahirettedir. Kötü bir iş yaparsa o, bu dünyada musibetler ve hastalıklar şeklinde cezasını çekecektir." (İbn Merduye) Katade, Enes yoluyla Rasulullah'tan şu hadisi nakletmiştir: "Allah bir mü'mine zulmetmez. Bu dünyada iyiliklerinin karşılığı olarak onu rızıklandırır. Ahirette de mükafat verir. Kafire, iyiliklerinin karşılığını bu dünyada verir. Kıyamet günü onun hesabından iyilik kalmayacaktır." (İbn Cerir, Mesruk) Hz. Aişe'nin Rasulullah'a şöyle sorduğunu nakleder: "Abdullah bin Cûd'an cahiliye zamanında sıla-i rahim eder, miskinlere yemek yedirir ve misafirperverlik yapardı, esirleri kurtarırdı.

Bütün bunlar onun için ahirette faydalı olacak mı? Rasulullah buyurdu: Hayır! O, ölüme kadar hiçbir zaman Rabb'im ceza günü hatalarımı affet dememiştir" (İbn Cerir). Cahiliye döneminde iyilik yapmış ancak ölüme kadar küfr ve şirk üzeri kalmış bazıları için de Rasulullah aynı cevabı vermiştir. Ancak Rasulullah'ın bazı sözlerinden şu anlaşılmaktadır: İyilik, kafirleri cehennem azabından kurtaramaz, fakat cehennemde ona, zalim, fasid ve kafirlere olduğu gibi şedid azab verilmeyecektir. Mesela bir hadise göre, Hatim Tayy'a cömertliği dolayısıyla hafif azab verilecektir.

Bu ayet insanı önemli bir gerçek hakkında uyarmaktadır. O gerçek şudur: Her küçük iyiliğin bir ağırlığı ve değeri vardır. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. Onlar hesaplanacaklardır, onun için onlardan gafil olmamalı, küçük iyiliği terketmemelidir. Bunlar toplandığında daha büyük bir iyilik olurlar. Küçük kötülükleri de irtikap etmemelidir. Çünkü küçük kötülükler de birikebilir. Aynı şey, pek çok hadiste şu şekildedir: Buharî ve Müslim'de Adiyy b. Hatem'den şu rivayet menkuldür: "Rasulullah buyurdu ki; cehennem ateşinden sakının. Hurmanın bir parçasıyla bile olsa, güzel bir sözle bile olsa." Yine Adiyy b. Hatem'den sahih bir rivayette Rasulullah şöyle demiştir: "Hiçbir iyiliği hakir görmeyin, bir kimseye bir kap su bile verseniz, veya bir kardeşinizi güler yüzle bile karşılasanız." Buharî'de Ebu Hureyre'den şöyle mervidir. Rasulullah kadınlara hitaben şöyle buyurdu: "Ey Müslüman hanımlar, bir kimse komşusuna gönderdiği en küçük bir şeyi bile hakir görmesin, bir keçinin ayağı bile olsa." Ahmed, Neseî ve İbn Mace'de Hz. Aişe'den şöyle bir rivayet vardır: Rasulullah şöyle buyurdu: "Ey Aişe, küçük günah zannettiklerinizden de sakının. Çünkü Allah (c.c.) onlardan da hesap soracak." Müsned-i Ahmed'de Hz. Abdullah b. Mesud'dan şöyle bir rivayet vardır: Rasulullah buyurdu: "Dikkat edin! Küçük günahlardan da sakının, çünkü birikirlerse bir insanı helak ederler." (Büyük günah ile küçük günah arasındaki farkı anlamak için bkz. Nisa an: 53, Necm an: 32).