14 Ağustos 2007 Salı

TEKASÜR SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Birinci ayetteki "tekasûr" kelimesi sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: Ebu Hayyan ve Şevkanî, bütün müfessirlere göre bu surenin Mekkî olduğunu söylemişlerdir. İmam Suyutî'nin kavline göre en meşhur söz, bu surenin Mekkî olduğudur. Ancak bazı rivayetlerde surenin Medenî olduğu da kayıtlıdır. Bu rivayetler aşağıdadır.

İbn Ebî Hatim, Ebu Bureyde'den bu surenin Ensar'ın iki kabilesi olan Benî Harise ve Benî Hars hakkında nazil olduğunu rivayet etmektedirler. İki kabile birbirlerine karşı önce ileri gelenlerini, daha sonra da mezarlığa giderek ölülerini medhetmişlerdi. Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur. Ancak nüzul hakkındaki Sahabe ve Tabiin üslubunu göz önüne alırsak, bu rivayetin Tekâsur suresinin nüzul zamanının delili olmayacağını anlarız. Yalnız bu surenin, onların haline uygun düşmesi söz konusu olabilir.

İmam Buharî ve İbn Cerir, Ubey b. Ka'b'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Biz Rasulullah'ın, "Eğer insanoğlunun elinde iki vadi dolusu mal olsa üçüncü vadiyi ister. İnsanoğlunun karnını ancak toprak doyurur" buyurduğunu işittik. Tekâsur suresi nazil olana kadar bu sözü Kur'an'dan zannediyorduk... Bu Hadise dayanarak, Tekâsur suresinin Medenî olduğu söylenmiştir. Çünkü Ubey Medine'de Müslüman olmuştu. Ancak Ubey'in beyanında, Ashab-ı Kiram'ın bu hadisi ne anlamda Kur'an'dan zannettiklerine dair bir açıklama yoktur.

Eğer bu hadisi Kur'an'dan ayet zannetmeleri kastediliyorsa bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü sahabenin büyük çoğunluğu Kur'an'a harf harf vakıftı. Bu Hadisin Kur'an'dan ayet olup olmadığı konusunda nasıl yanlışa düşebilirler ki? Eğer bu Hadisin Kur'an'dan olmasının anlamını, Kur'an'ın manasından alınmış bir söz olarak kabul edersek o zaman bu rivayet, Medine'de Müslüman olan ashabın Rasulullah'ın ağzından bu sureyi ilk duyduklarında onun yeni nazil olduğunu zannetmelerine delalet eder.

İbn Cerir, Tirmizî ve İbnü'l Münzir v.s. Hz. Ali'nin şu kavlini nakletmişlerdir: "Biz, Tekâsur suresi nazil olana kadar kabir azabı hakkında şüphe içindeydik." Bu surenin Medenî olduğuna delil olarak, kabir azabının Medine'de zikredildiği, Mekke'de bu konuya değinilmediği gösterilmiştir. Ancak bu doğru değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in pek çok Mekkî suresinde yer yer açık ifadelerle kabir azabı zikredilmiştir. Bunda şüpheye imkan yoktur. Mesela bkz. En'am 93, Nahl 28, Mü'minun 99-100, Mü'min 45-46. Bunların hepsi Mekkî surelerdir. Onun için, Hz. Ali'nin yukarıda söylediği söz bir şeye ispat olacaksa, o, yukarıda adı geçen ve kabir azabından bahseden Mekkî surelerden önce Tekâsur suresinin nazil olduğudur. Bu surenin nüzulu Sahabe-i Kiram'ın kabir azabı hakkındaki şüphesini gidermiştir.

Bu rivayetlere rağmen müfessirlerin çoğu bu surenin Mekkî olduğunda müttefiktirler. Bizim görüşümüz, bu surenin sadece Mekkî değil, aynı zamanda muhteva ve üslubundan da anlaşıldığına göre, Mekke döneminin ilk nazil olan surelerinden birisi olduğu yolundadır.

Konu: Bu surede insanlar dünyaya tapmalarının sonucu hakkında uyarılmışlardır. Ölüme kadar mal, servet yığmak maksadıyla ve lezzetler, kuvvetler elde ederek bu konuda birbiriyle yarışmak, bu eşyayı elde ettikten sonra da birbirlerine karşı kibirlenmek için gece gündüz çaba içindeyken kendilerini o kadar kaybetmişlerdir ki, daha önemli şeyler akıllarına bile gelmemiştir. Bunlar kötü sonları hakkında uyarılarak şöyle buyurulmuştur: Topladığınız bu nimetler sadece nimet değil, aynı zamanda sizin için bir imtihan vesilesidir. Her nimet için ahiret günü soru sorulacaktır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 (Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi.1

2 "Öyle ki (bu) mezarı ziyaretinize (Kabire gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü."2

3 Hayır; ileride bileceksiniz,3

4 Yine hayır; ileride bileceksiniz.

5 Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız,

6 Andolsun, o çılgınca yanan ateşi de elbette görecektiniz.

7 Sonra onu, hiç tartışmasız yakîn gözüyle (Ayne'l Yakîn) görmüş olacaksınız.

8 Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz.4

AÇIKLAMA

1. Burada "elhakumu't tekâsur" kullanılmıştır. Bunun anlamı o kadar geniştir ki, uzun bir yazıda bile zor açıklanabilir. "Elhakum lehu"nun asıl manası "gaflet"tir. Ama Arapça'da bu kelime, "her şeyden ilgiyi kesen meşgale" anlamında kullanılır. Bu maddede "kelimesi kullanıldığında anlamı, "bir lehu (meşgale) seni o kadar "Elhakum" cezbetmiştir ki, gözünde hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. O, senin üzerine musallat olmuştur. Gece gündüz onunla meşgul olarak herşeyden gafil olmuşsunuz."

"Ettekasür", "kesret"tendir. Onun üç anlamı vardır. Birincisi, insanın en fazla "kesret" elde etmek için çalışmasıdır. İkincisi, insanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbirlerinin üzerine çıkmaya çaba göstermesidir. Üçüncüsü, insanların birbirlerine karşı kibirli davranmalarının bolluk dolayısıyla olmasıdır.

Dolayısıyla, "elhakumu't tekâsur"un manası, tekâsur size o kadar çekici gelmiştir ki, ondan daha önemli şeylerden gafil olmuşsunuz. Bu cümlede, tekâsur ile ne kastedildiği açıklanmamıştır. "Elhakum" da hangi şeyden gafil olduğu izah edilmemiştir. "Elhakum" (sizi gafil etmiştir.) sözünün muhatabının kim olduğu belirtilmemiştir. Bunu tasrih etmemesinden dolayı bu kelimelerin ıtlakı çok geniş anlamlara, eğlence ve lezzet vasıtalarına, kuvvet vesilelerine, iktidar sağlama çabasına, ve onu elde etmek için yarışmalarına, elde edince de birbirlerine kibirli davranmalarına şamildir. Aynı zamanda "elhakum"un muhatabları da sınırlı değildir. Her devirde insanlar fert veya toplum olarak da olabilir. "Elhakumu't tekâsur"un insanları bu kadar cezbederek hangi şeyden gafil ettiği tasrih edilmemiştir. Bu nedenle anlamı çok geniştir. Yani bu tekâsur insanlara o kadar musallat olmuştur ki, onlar, daha önemli şeylerden gafil olmuşlardır. Onlar, hayat seviyeleri yükselsin diye kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, insanî seviyelerini düşürmeyi bile göze almışlardır. Çok fazla servet elde etmek isterken bunun hangi yolla olacağına aldırmazlar. Onlar refah, cismanî lezzetler ve çok fazla imkanlar elde etmek isterler. Ancak sonunun ne olacağını düşünmeden bu isteklere tutulmuşlardır. Onlar, çok fazla güç, en büyük askerî kuvvet ve en gelişmiş silahları elde etmek isterler. Bu yolda birbirleriyle yarış içindedirler. Fakat onlar, bütün bunların, Allah'ın arzında zulüm yapmak ve insanlığın felaketini hazırlamak anlamına geldiğini düşünemezler. Kısaca "tekâsur", insanları ve milletleri içine çeken sayısız şekillerdedir. Artık dünyadan, ondan faydalanmaktan ve dünyevî lezzetlerden başka bir şey düşünmeye meydan kalmamıştır.

2. Yani siz hayatınızı bu çaba ile tüketiyorsunuz. Hatta son nefesinize kadar bu düşünceden kurtulamıyorsunuz.

3. Yani, siz yanlış içindesiniz. Bu dünyanın malını, bolluğunu ve bu nedenle birbirinizden üstün olmanızı, ilerleme ve başarı olarak kabul ediyorsunuz. Oysa bu kesinlikle ilerleme ve başarı değildir. Yakında kötü sonu göreceksiniz ve hayatınız boyunca içinde bulunduğunuz hatanın ne kadar büyük olduğunu anlayacaksınız. Burada çok yakından kasıt ahiret olabilir. Çünkü ezelden ebede kadar bütün zamanlar gözünün önünde olan Zat (c.c) için binlerce ya da onbinlerce sene, zamanın küçük bir parçasıdır. Ancak bundan kasıt ölüm de olabilir. Çünkü o, hiçbir zaman insana uzak değildir.

Ölümden sonra insan, hayatı boyunca sarfettiği çabalarının kendisi için mutluluk ve hoş vaktine mi vesile, yoksa bahtsızlık ve kötü sonuna mı vesile olduğunu anlayacaktır.

4. Bu cümledeki "sonra" kelimesi, cehenneme koyduktan sonra sorgulayacak anlamında değildir. Asıl anlamı, "sonra bu haberi de size vermekteyiz ki, size bu nimet hakkında soru sorulacaktır." şeklindedir. Bu sorunun ilahî adalet kurulduğunda sorulacağı anlaşılmaktadır. Bunun delili olarak pek çok Hadiste Rasulullah'tan şu söz nakledilmiştir: "Allah kullarına verdiği nimetler hakkında, mü'min ve kafir herkese soracaktır." Küfran-ı nimet etmeyip Allah'a şükredenlerin sorgulamada başarılı olacakları ile, Allah'ın nimetlerine hak vermeyip söz ve amellerde de nankörlük yapanların hüsrana uğrayacakları ayrı bir meseledir.

Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah bize geldi. Biz de O'na taze hurmalar yedirdik ve soğuk su içirdik. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: "Hakkında soru sorulacak nimetlerden bir kısmı da bunlardır." (Ahmed, Neseî, İbn Cerir, İbn Mûnzir, İbn Merduye, Abd b. Humayd, Beyhakî, Şu'ab, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah, Ebubekir ve Ömer'e şöyle dedi: "Gelin, Ebu Leysim b. Etyan el-Ensarî'ye gidelim." Hep birlikte İbn Etyan'ın bağına gittiler. O da onlara bir hurma dalı getirdi. Rasulullah, "Hurmayı neden koparıp getirmedin?" buyurdu! O da "Ben, kendiniz seçerek yemenizi istedim" dedi. Onlar hurmaları yiyip soğuk suyu içtiler. Sonra Rasulullah şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana (c.c.) yemin ederim ki, bu nimetler hakkında kıyamet günü Allah (c.c.) sizden soracaktır. Bu serin gölge, soğuk hurmalar ve soğuk su, hepsi..." (Bu olayı muhtelif senetlerle Müslim, İbn Mace, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Ebu Ya'la v.s. de Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir. Bazı rivayetlerde Ensardan olan ev sahibinin ismi zikredilmemiştir. Bazı rivayetlerde ise, Ensardan bir şahıs denmiştir. Bu kıssayı muhtelif vasıtalar ve pek çok ayrıntı ile İbn Ebî Hatim Hz. Ömer'den, Ahmed, Rasulullah'ın azatlı kölesi Ebu Asiyb'ten nakletmişlerdir. İbn Hibban ve İbn Merduye hemen hemen aynı olan bir olayın Ebu Eyyub el Ensari ile de vuku bulduğunu İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.)

Bu hadislerden açıkça anlaşılıyor ki, sorgulama sadece kafirlere değil, aynı zamanda salih mü'minlere de yöneliktir. Allah'ın size verdiği nimetlere gelince onlar sayısızdır ve saymak mümkün değildir.

Hatta İnsanın bilmediği nice nimetler bile vardır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Siz Allah'ın nimetlerini sayamazsınız." (İbrahim, 34) Bu sayısız nimetler, Allah'ın doğrudan doğruya insana verdikleridir. Pek çok nimet te insanın çalışması sonucu elde ettikleridir. İnsanın çalışması karşılığı elde ettiği nimetler hakkında, bu nimetleri hangi vasıtayla elde ettiği ve ne için sarfettiği sorulacaktır. Allah'ın doğrudan doğruya bağışladığı nimetler hakkında o nimetleri nasıl kullandığı, topluca bütün nimetleri Allah'ın verdiğini itiraf edip etmediği, kalple, lisanla ve fiillen şükredip şükretmediği veya hepsinin bir tesadüf sonucu eline geçtiğini zannedip zannetmediği, bu nimetleri onlara pek çok tanrının mı yoksa Allah'ın mı verdiği konusundaki inancı, Allah'tan başka zatların da var olup onlara da ibadet ederek şükredip şükretmediği sorulacaktır.