24 Temmuz 2007 Salı

TEKVİR SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Sure, ismini ilk ayetinde geçen 'kuvvirat' kelimesinden almıştır. Kuvvirat mâzi-meçhul sigasıdır ve anlamı "dürülmek" demektir. Surede güneşin dürülmesinden sözedildiği için, böyle bir isim almıştır.

Nüzûl zamanı: Muhtevasından ve üslübundan da anlaşılacağı gibi, bu sure Mekke'nin ilk dönemlerinde nâzil olmuştur.

Konu: Bu surede Kıyamet ve Risalet olmak üzere iki konu işlenmiştir. İlk 6 ayette kıyametin ilk safhası açıklanmıştır.

Güneş dürüldüğü zaman, yıldızlar kararıp dağıldığı zaman, dağlar yürütüldüğü zaman, on aylık gebe develer başıboş bırakıldığı zaman (ki bunların Arapların en kıymetli varlıkları olmasına rağmen onlarla ilgilenemiyeceklerdir.) vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman, denizler kaynatıldığı zaman.

Daha sonraki 7 ayette ise, kıyametin ikinci safhası açıklanmıştır.

Ruhlar bedenlerle birleştiği zaman ve defterler açılıp yayıldığı zaman, insanoğlu yaptıklarından sorguya çekildiği zaman, gökyüzü sıyrılıp açıldığı zaman, cehennem ve cennet insanın gözü önüne yaklaştırıldığı zaman.

Böyle bir tablo çizildikten sonra, düşünmesi için insan kendi kendine bırakılarak, her can ne yapıp getirdiğini bilecektir, diye buyuruluyor. Ardından da Risalet konusu üzerinde durulmuş ve Hz. Muhammed'in (s.a) tebliğ ettiği vahyin, bir mecnunun sözleri ve şeytanın vesveseleri olmadığı bildirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a) Allah'ın (c.c.) gönderdiği yüce bir peygamber olarak kutsal emaneti taşımış ve O ufuklarda emaneti aktaranı (Cibril-i Emin) apaçık görmüştür. Şimdi siz bu peygamberden ve O'nun getirdiği vahiyden yüz çevirerek nereye kaçabilirsiniz?

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Güneş, köreltildiği1 zaman,

2 Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,2

3 Dağlar, yürütüldüğü zaman,3

4 Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,4

5 Vahşi-hayvanlar, bir araya toplandığı zaman,5

6 Denizler, tutuşturulduğu zaman,6

7 O zaman 7 ki nefisler çiftleşir.8

8 Ve 'diri olarak toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

9 "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"6

10 Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

11 Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman10

12 Cehennem ateşi çılgınca kızıştığı zaman,

13 Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,11

14 (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.

AÇIKLAMA

1. Güneşin dürülmesi hakkında kullanılan 'Tekvir', eşsiz bir anlatımın ifadesidir. Arapçada 'Tekvir', dürülmek, sönmek, sarmak anlamına gelir. Örneğin başın üzerine sarığın sarılması şeklinde ifade edilir. Çünkü sarık açık iken dağılır. Bu münasebetle Tekvir, güneş ışınlarının yayılmasına benzetilmiştir. Yani güneş ışınları, sarık gibi dağılmış ve etrafa yayılmıştır. Kıyamet gününde de sarık gibi toplanacak ve o zaman güneş sönecektir.

2. Yani güneş sistemi dağılmış olacak ve yıldızlar sönecektir. Çünkü (kederet) karanlık anlamında kullanılmıştır. Yıldızlar yalnızca dağılmakla kalmayacak, aynı zamanda da söneceklerdir.

3. Başka bir ifadeyle, yerçekimi ortadan kalkacak ve dağlar ağırlıklarını kaybedip, yerlerinden sökülerek yürütüleceklerdir.

4. Araplara kıyamet gününün şiddetini idrak ettirebilmek için, en iyi açıklama tarzı seçilmiştir. Çünkü o zaman bugün olduğu gibi otobüsler, kamyonlar yoktu ve develer Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Özellikle gebe develer daha da kıymetliydi. Bunun için Araplar develerine çok iyi bakarlar ve onları kaybolmasınlar diye korurlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek, o gün çok büyük bir afetle karşı karşıya kalacaklar demektir. Öyleki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenemeyeceklerdir.

5. Dünyayı genel bir afet sarınca, her türden vahşi hayvanlar bir araya toplanır ve o zaman yılanlar ısıramaz, arslanlar parçalayamaz hale gelirler.

6. Bu ayette "succiret" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime 'tescir' den mazi-meçhul sigasıdır. Tescir, Arapça'da tandır içindeki ateşi tutuşturmak, körüklemek anlamına gelir. Gerçi denizlerin tutuşturulması insana ilk bakışta tuhaf gelebilir ama eğer suyun gerçek yapısını dikkate aldığımız zaman, bunun hiç de tuhaf olmadığını görürüz. Bu öyle bir mucizedir ki, Allah (c.c) suyu iki farklı gazdan (oksijen ve hidrojen) yaratmıştır. Biri (oksijen) ateşin yanması için gereklidir, ikincisi (hidrojen) ise, kendi kendine tutuşarak ateş alır. Bu iki gaz birleştiğinde suyu meydana getirirler ve ateşi söndürücü bir özellik alırlar. Allah Teâlâ işte bu hususa dikkati çekmektedir. Yani bu iki gaz birbirinden ayrıldığında, hidrojen kendi kendine tutuşur ve oksijen de bu ateşi hızlandırır. Zaten bu gazların asıl özellikleri de budur.

7. İnsanlar ölümden sonra tekrardan ruhen ve bedenen diriltileceklerdir.

8. Bu ayetlerden itibaren kıyametin ikinci safhası başlar.

9. Bu ayetler Allah'ın (c.c) nefret ve gazabının ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ'nın bundan daha fazla nefret ve gazab gösterebileceği tasavvur edilemez adeta.

Allah'ın (c.c.) gözü önünde, kız çocuklarını diri diri gömen anne ve babalar çok büyük bir nefret kazanmışlardır. Allah (c.c.) orada onlarla muhatap olmayacak ve 'Bu masum yavruyu niçin katlettiniz?' diye onlara soru bile sormayacaktır. Onlardan yüzçevirerek, o masum yavruya "senin ne kabahatin vardı ki, seni katlettiler?" diye soracaktır. İşte o zaman masum kız çocuğu uğradığı zulmü, yani anne ve babasının onu nasıl diri diri toprağa gömdüklerini anlatacaktır. Ayrıca bu iki ayette çok önemli iki konu, birkaç kelime ile açıklığa kavuşturulmuştur. Birincisi Araplar'a şu husus anlatılmak isteniyor: "Sizler öylesine sapıklık içindesiniz ki, kendi çocuğunuzu yine kendi ellerinizle diri diri toprağa gömüyor, bunca cehalet ve sapıklığınıza rağmen, Hz. Muhammed'in (s.a) getirdiği hidayeti inkâr ederek ıslah olmayı dahi kabul etmiyorsunuz." İkincisi bu, ahiret ve hesap günü için çok açık bir delildir. Çünkü diri diri toprağa gömülen o çaresiz ve mazlum yavrunun, bu dünyada hiçbir hâmisi ve yardımcısı olmamış, ona insaf ve adalette bulunulmamıştır. Yani cahiliyye toplumu bu çirkin ve korkunç fiile seyirci kalmış, anne ve babası hiç utanmamış ve hiç olmazsa akrabaları dahi müdahalede bulunarak karşı çıkmamışlardır. Kısaca cahiliyye toplumu bu mücrimleri ne kınamış ne de onlara bir ceza vermiştir. Oysa Allah'ın (c.c) saltanatı içerisinde, bu kadar büyük bir zulme uğramış kimselerin haklarının yerini bulmaması mümkün müdür?

Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmelerinin çeşitli nedenleri vardı. Birinci neden, mâli-ekonomik idi. Çünkü fakirlikten ötürü aile fertlerinin az olması isteniyordu ve erkek çocuklar büyüdükten sonra aile bütçesine katkıda bulunurlar ümidiyle yetiştiriliyorlardı. Fakat kız çocuklar büyüdükten sonra evlenecekleri için daha küçük yaşta iken öldürülüyorlardı. İkinci neden ise, genel kargaşa ile kabileler arasındaki sürekli savaş idi. Erkek çocuklara, büyüdüklerinde savaş zamanlarında yararlı olmalarından ötürü önem gösteriliyordu. Oysa kız çocukları savaş zamanlarında bir işe yaramadıkları gibi, ayrıca korunmaları da gerekiyordu. İşte bu nedenden dolayı kız çocuklarını daha küçükken öldürüyorlardı. Üçüncüsü Arap kabileleri birbirlerine hiç haber vermeden savaş açarlar ve esir aldıkları kızları ya pazarda satarlar ya da kendileri cariye olarak kullanırlardı. İşte tüm bu nedenlerden ötürü Arapların kadının doğumundan önce bir çukur kazdıkları ve doğan çocuk kız olursa onu çukura atarak diri diri gömdükleri rivayet olunur. Şayet anne yavrusunun gömülmesine karşı çıkar yahut anne tarafından akrabalar mâni olurlarsa baba mecburen bir süre çocuğa bakar ve bir fırsat bulduğunda, kızı çöle götürerek diri diri gömerdi. Bir gün bir müslüman bu çirkin fiili kendisinin işlediğini anlatmıştır.

Bu rivayet Dârimî'nin Süneni'nin 1. babı'nda beyan olunmuştur: 'Bir adam Rasûlullah'a (s.a.) geldi ve cahiliyye döneminde şöyle yaptığını anlattı; "Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severdi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman koşa koşa yanıma gelirdi. Birgün yine ben onu çağırdım ve koşa koşa yanıma geldi. Sonra onu beraberime alarak, yolda rastladığımız bir kuyuya onu elinden tutarak attım. Kulaklarıma gelen son sözleri "babacığım, babacağım" diyen çığlıklarıydı.' Bunları duyunca Rasûlullah'ın (s.a) gözlerinden yaşlar süzüldü. Ve bunun üzerine orada hazır bulunanlardan biri: 'Ey filan! Sen Rasûlullah'ı (s.a.) üzdün' dedi. Rasûlullah (s.a) 'ona engel olmayın, neler hissettiğini anlatsın' diyerek o adama 'bu olayı yeniden anlat' diye buyurdu. O şahıs da bu olayı yeniden anlatınca, Rasûlullah (s.a) mübarek sakalı ıslanıncaya değin ağladı. Daha sonra ona 'cahiliyye döneminde yaptığın için Allah (c.c.) seni affetti. Kendi hayatına yeniden başla' diye buyurdu."

Bunu 'kız çocuklarının katledilmesini kötü kabul eden hiç kimse yoktu' şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü bir toplum ne kadar bozulmuş olursa olsun herşeye rağmen iyilik duygularından tamamen yoksun olması düşünülemez. Bunun için, Kur'an, olayı uzun uzun açıklama cihetine gitmemiştir. Sadece dehşet verici ve çok keskin bir tavırla, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına 'sen ne yaptın ki, seni diri diri toprağa gömdüler' diye sorulacağı bir vaktin muhakkak geleceği anlatılmıştır. Arapların cahiliyye dönemlerinde bu çirkin fiilin işlenmesine rağmen, iyi karşılanmadığı da vâkidir. Örneğin Tabârânî'nin bir rivayetine göre şair Ferezdak'ın dedesi Sa'sa bin Naciye el-Mücasi, bir gün Allah'ın (c.c.) elçisine (s.a) "Ya Rasûlallah! Ben cahiliyyede bazı iyi işler de yaptım. Bunlardan birisi ben 360 kız çocuğunu diri diri toprağa gömülmekten kurtardım ve her çocuğu kurtarmak için iki deveyi karşılık olarak verdim. Bana bu iş için de bir mükâfat var mıdır?" Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Evet vardır. Bunun mükâfatı Allah'ın (c.c.) seni İslâm'ın nimetine kavuşturmasıdır."

Gerçekten bu İslâm'ın büyük nimetlerindendir. Öyle ki, Araplar da böyle bir zulme son verdiği gibi ayrıca kız çocuklarının doğmalarının kötü bir hadise ve musibet olduğu, dolayısıyla bu musibete mecburen katlanılması gerektiği anlayışını da ortadan kaldırdı. Bu anlayışın tam aksine İslâm'da kız çocuklarının terbiye edilmesi ve onların iyi birer hanımefendi olarak yetiştirilmesi teşvik edilmiştir. Resûlullah'ın (s.a) kız çocukları hakkındaki düşünce ve inançları nasıl değiştirdiği birçok hadislerle sabittir. Burada örnek olarak birkaç hadisi zikrediyoruz.

- Eğer bir kimse kendisine kız çocuğu verilerek imtihan edilmiş ve o da çocuğuna iyi muamele etmişse, bu ameli onu cehennem ateşinden korur. (Buhari, Müslim)

- Eğer bir kimse iki kız çocuğu büyütmüşse, kıyamet günü onunla benim aram şöyle olacaktır, diyerek Rasûlullah (s.a.) iki parmağını gösterdi. (Müslim)

- Eğer bir kimse üç kız çocuğunu ya da kızkardeşlerini iyi terbiye etmiş ve onlara şefkat göstermiş ve kendisine ihtiyaçları kalmayıncaya kadar büyütmüşse, bu kimse için cennet vacip olur. Bir şahıs, ya Rasûlallah iki çocuğu olsa? dediğinde Rasûlullah (s.a.), evet ona da cennet vacip olur, dedi. Bu hadisi rivayet eden İbni Abbas (r.a) buyuruyor ki, "Eğer bir kimse Rasûlullah'a "bir kız çocuğu?" diye sorsaydı. Ona da aynı cevabı verirdi. (Şerh-us-Sunne)

- Eğer bir kimse, kız çocuğu doğduğunda, onu diri diri toprağa gömmeyerek, onu zelil etmemiş ve erkek çocuklarını ondan üstün tutmamış ise Allah (c.c.) bu adama cenneti nasip edecektir. (Ebu Davud)

- Eğer bir kimsenin üç kız çocuğu doğar ve o da sabrederse, imkânlarına göre onlara iyi bakar, iyi yedirir, iyi giydirirse, kıyamet günü onlar onu cehennem ateşinden korurlar. (Buhari, İbni Mace)

- Eğer bir müslümanın iki kız çocuğu varsa ve o onları iyi yetiştirirse, bu onun cennete girmesine vesile olur. (Buhari, el-edebül-müfred)

-Rasululah Şuraka bin Cûşum'a şöyle buyurdu: "Ben sana en büyük sadakanın ne olduğunu haber vereyim mi?" Şuraka "Söyleyin ya Rasullahlah" dedi. "Kızın boşandıktan veya dul kaldıktan sonra sana gelirse ve senden başka geçimini sağlayan yoksa, ona bakman en büyük sadakadır." (Buharî, el-edebül-müfred)

Bu talimatlar sadece Araplarda değil, İslâm nerelere yayılmışsa oradaki kadın hakkında olan düşünceleri değiştirmiştir.

10. O gün herşeyi açık açık görürsünüz. Çünkü bütün perdeler ortadan kalkacaktır. Yani bugün bütün gözlerden ne gizli kalmışsa, bulutlar, yıldızlar, güneş ve ay ortadan kalktığında hakikat tüm çıplaklığıyla görülecektir.

11. Mahşerde büyük mahkeme kurulduğunda, cehennemin kızgın ateşi ile cennetin nimetleri herkesin gözüönünde bulunacaktır. Yani kötülük yapan kimseler de, iyilik yapan kimseler de orada cennet ve cehennemi bizzat göreceklerdir. Kötülük yapan kimseler, dünyada yaptıkları kötülüklerin onları hangi nimetlerden mahrum ettiğini ve sonlarının nasıl olacağını anlayacaklardır. İyilik yapan kimseler de, cehennem gibi çok kötü bir yerden iyilik yaparak kurtulmuş olduklarını ve cennetin en güzel nimetlerine kavuşacaklarını sevinerek göreceklerdir.

15 Artık hayır; yemin ederim12 (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere,

16 Bir akış içinde yerini alanlara;

17 Kararmağa ilk başladığı zaman, geceye andolsun,

18 Ve nefes13 almağa başladığı zaman, sabaha;

19 Hiç tartışmasız o (Kur'an), üstün onur sahibi olan bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;14

20 (Bu elçi,) Bir güç sahibidir;15 arşın sahibi katında şereflidir.

21 Ona itaat edilir,16 sonra güvenilirdi.17

22 Sizin sahibiniz18 bir deli değildir.

23 Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.19

24 O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz).20

25 O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.21

26 Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

27 O (Kur'an), alemler için yalnızca bir zikirdir;

28 Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için de.22

29 Alemlerin Rabbi olan Allah, dilemedikçe siz dileyemezsiniz.23

AÇIKLAMA

12. Yani sizlerin zannettiği gibi değil. Bu Kur'an bir mecnununun sözleri olmadığı gibi, şeytanın da bir vesvesesi değildir.

13. Burada Allah'ın (c.c.) niçin yemin ettiği daha sonra gelen ayetler ile açıklanıyor. Yani Hz. Muhammed (s.a) bir rüya görmemiştir. Yıldızlar kaybolduktan, gece geçtikten ve güneş ortaya çıktıktan sonra gündüzün aydınlığında gökyüzünde şerefli elçiyi görmüştür. Rasûlullah (s.a) size ne anlatıyorsa, onu bizzat kendisi müşahade ve tecrübe etmiştir.

14. Şerefli bir elçi ile vahy getiren melek kastedilmektedir. Aynı zamanda Allah Teâlâ Rasûlin Kerim ifadesi ile Cibril-i Emin'in mesajı kendinden değil, daha üst bir makamdan getirdiğini vurguluyor. Yani Cibril-i Emin Allah'tan Rasûlullah'a (s.a.) mesajı aktarmaktadır. Hakka-40'ta şöyle buyurulmaktadır. "Şübhesiz o elbette şerefli bir elçinin sözüdür." Buradaki Rasûlin Kerim ifadesi Rasûlullah (s.a) için kullanılmıştır. Bu vahyin Hz. Muhammed'in (s.a.) bir sözü olmadığı, sadece Allah'ın (c.c.) sözünü aktardığı anlamına gelir. Yani Allah'ın (c.c.) Rasûlü sıfatıyla, Muhammed bin Abdullah olarak değil.

Her iki yerde de, şerefli bir elçinin sözüdür ifadesi kullanılmıştır. Bir yerde şerefli elçi ile Allah'tan peygambere mesajı aktarması dolayısıyla Cibril-i Emin kastedilirken, Hakka 40'ta da şerefli elçi'nin Rasûlullah (s.a) olduğu beyan edilmiştir. Buradaki ifade Rasûlullah'ın (s.a) Kur'an'ın kendi uydurduğu anlamına gelmez. Şerefli elçi ifadesinin kullanılmasının nedeni, peygamberin bir Rasûl olarak Allah'ın (c.c.) sözünü aktarmasıdır, Muhammed bin Abdullah olarak değil. Yani 'şerefli bir elçinin sözü' ile birinde Rasûlullah, (s.a.) diğerinde Cibril-i Emin kastedilmektedir. Kısaca Cibril-i Emin Rasûlullah'a (s.a.) aktarmakta, Rasûlullah'ta insanlara tebliğ etmektedir. (Daha fazla izah için bkz. Hakka. an; 22)

15. Necm sûresi 4 ve 5. ayetlerinde bu konu şöyle anlatılmıştır: "O kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. Onu müthiş kuvvetleri olan öğretti." Cibril-i Emin'in müthiş kuvvetlerinin ne olduğu meselesi müteşabihattandır. Cibril-i Emin'in diğer meleklerden daha seçkin olduğu çok açık bir şekilde bellidir.

Müslim 'Kitab-ul-İman'da Hz. Aişe (r.a)'dan, Rasûlullah'ın (s.a) Cibril-i Emin'i iki defa asıl şekliyle gördüğü ve 'Cibril-i Emin o kadar büyüktü ki, yeryüzü ve gökyüzünü kaplıyordu,' dediği rivayet olunmuştur. Buhari, Müslim, Tirmizi, Müsned-i İmam Ahmet'de, Hz. Abdullah İbn Mesut'tan (r.a) rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.) Cibril-i Emin'i anlatırken 600 kanadı olduğunu söylemiştir. Bundan Cibril-i Emin'in ne kadar güçlü olduğu anlaşılmaktadır.

16. Yani Cibril-i Emin meleklerin üstünde emir sahibidir.

17. Yani o itimad edilen bir kimsedir.Allah (c.c.) ona nasıl vahyetmişse o hiç eksiltmeden ve kendisinden bir şey katmadan aktarır.

18. Arkadaşınız (Sahibuküm) ifadesi ile Hz. Muhammed (s.a) kastolunmaktadır. Hz. Muhammed'ten arkadaşları olduğu şeklinde bahsedilmesinin nedeni, Mekkeliler için Hz. Muhammed'in (s.a.) yabancı biri olmadığına, çocuklarının bile onu tanıdıklarına dikkat çekmektedir. Hz. Muhammed'in (s.a) ne derece akıl sahibi biri olduğunu biliyorsunuz. O halde böyle birine bile bile mecnun demekten utanmıyor musunuz? (İzah için bkz. Necm: 2-3)

19. Necm sûresinin 7 ve 9. ayetlerinde Rasûlullah'ın (s.a) bu müşahadesi daha ayrıntılı bir biçimde zikredilmiştir. Bkz. Necm. an: 7-8

20. Rasûlullah (s.a.) hiçbir şey saklamadan size, Allah'tan aldığı herşeyi aktarıyor. Allah'ın (c.c.) zâtı, sıfatları hakkında, ölümden sonraki hayat, kıyamet, ahiret, cennet ve cehennem hakkında hiçbir şey eksiltmeden ve saklamadan sizlere beyan etmekte ve bildirmektedir.

21. Şeytan, Muhammed'e vahyediyor şeklindeki düşünceniz yanlıştır. Çünkü şeytan insanı şirk, putperesetlik, dehriyet ve ilhada doğru yönlendirir. Ona Tevhid'i öğretmez ve Tevhid'e doğru da yönlendirmez. Ayrıca insana sorumsuzluk aşıladığı gibi, Allah'ın (c.c.) huzurunda sorumlu bir kişi olarak yaşamaya da teşvik etmez. Kısaca insanı cahiliyye geleneklerinden, zulm, ahlaksızlık ve fuhuştan menederek, pâk ve temiz bir hayata, adalet, takva ve üstün ahlâk'a yönelmesine yardımcı olmaz. (Bkz. Şuara: 210-212, Şuara: an; 130-133 ve ayrıca Şuara: 221-223, Şuara: an; 140-141)

22. Yani bu, tüm insanlık alemi için bir hidayettir. Bu hidayetten ancak Hakka talip olan ve Hakka muhabbet duyan kimseler istifade edebilirler.

23. Bu konu daha önce Müddessir-56 ve İnsan-30'da geçmişti. (Ayrıca bkz. Müddesir: an; 41)