21 Temmuz 2007 Cumartesi

NEBE SÜRESİ(Muhammed ESED)

Mekke dönemi sonlarına ait olduğu tartışmasız olan bu surenin (Suyûtî) konusu, insan hayatının bedenî ölümden sonraki devamlılığı, yani yeniden dirilme ve Allah'ın nihaî yargısıdır. Surenin geleneksel başlığı, ikinci ayetinde geçen nebe’ sözünden alınmıştır.
1 BİRBİRLERİNE [bu kadar sık] neyi soruyorlar? 2 O müthiş [yeniden dirilme] haberini (mi), 3 üzerinde [hiçbir şekilde] anlaşamadıkları.1
4 Elbette, zamanı geldiğinde [onu] anlayacaklar!
5 Ve bir kez daha:2 Elbette, zamanı geldiğinde anlayacaklar!
6 YERYÜZÜNÜ [sizin için] bir dinlenme yeri yapmadık mı, 7 ve dağları da [onun] sütunları?3
8 Sizi çiftler halinde yarattık;4 9 uykunuzu ölüm[ün bir sembolü]5 kıldık 10 ve geceyi [onun] örtüsü yaptık, 11 gündüzü de hayat[ın sembolü].6
12 Üstünüze yedi gök kubbe7 bina ettik, 13 ve [oraya güneşi,] parıldayan ışık yüklü lambayı yerleştirdik.
14 Ve rüzgarın sürüklediği bulutlardan şarıldayan sular indirdik, 15 [indirdik] ki onunla taneler ve bitkiler yetiştirelim, 16 ve ağaçlarla kaplı bahçeler.8
17 GERÇEK ŞU Kİ, [doğru ile yanlış arasında] Ayrım Günü'nün9 belirlenmiş bir vakti vardır: 18 [yeniden dirilme] sûrun[un] üflendiği ve hepinizin kalabalıklar halinde ortaya çıkacağınız Gün; 19 göklerin açıldığı ve [kanatları açık] kapılar haline geldiği (gün);10 20 ve dağların bir serapmış gibi kaybolup gittiği (gün).11
21 [O Gün,] cehennem, [hakikati inkar edenleri] kuşatmak için bekleyecek; 22 hak ve adalet sınırlarını ihlal etmiş olanların durağı!
23 Onlar orada uzun süre12 kalacaklar. 24 Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de [susuzluk giderici] bir içecek; 25 yalnız yakıcı bir ümitsizlik ve buz gibi bir karanlık:13 26 [günahlarına] uygun bir karşılık!
27 Doğrusu onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı, 28 mesajlarımızı tek-tek ve tümüyle yalanladıkları halde; 29 ama Biz, [yaptıkları] her şeyi bir kayda almışızdır.
30 [Ve onlara şöyle diyeceğiz:] “O halde, [yaptığınız kötülüklerin meyvelerini] tadın, artık size şiddetli azaptan başka bir şey vermeyeceğiz!”14
31 [Ama,] Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar için büyük bir tatmin vardır:15 32 muhteşem bahçeler ve bağlar, 33 müthiş uyumlu harika eşler,16 34 ve dolup taşan [mutluluk] kadehleri.
35 Orada, [cennette,] ne boş sözler ne de yalanlar duyacaklar.
36 [Bütün bunlar,] Rabbinden bir ödül, [Kendi] hesabına göre17 bir armağandır; 37 göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rabbi[nden], Rahmân[dan bir ödül]!
[Ve] hiç kimse O'na karşı sesini yükseltme gücüne sahip değildir, 38 bütün [insan] ruhların[ın]18 ve bütün meleklerin saf saf sıralandıkları Gün: Rahmân'ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşmayacak ve [herkes, yalnız] doğruyu söyleyecek.19
39 Bu, Nihaî Hakikat Günü20 olacaktır: o halde, dileyen Rabbine giden yolu tutsun!
40 Gerçek şu ki, Biz sizi yakındaki bir azaba karşı uyarmaktayız; insanın ilerisi için yapıp-ettiklerini [açıkça] göreceği ve hakikati inkar edenin: “Eyvah, keşke toprak olsaydım..!” diyeceği21 Gün[ün azabına]!

DİPNOTLAR

1 İnsanı bütün öteki sorunlarından çok daha fazla meşgul eden sorun -ölümden sonra bir hayatın olup olmadığı sorunu- çağlar boyunca değişik biçimlerde cevaplandırılmıştır. Bu cevapların sayısız değişik biçimlerini anlatmak elbette imkansızdır; yine de birkaç temel düşünce çizgisi açıkça teşhis edilebilir ve bunların zikredilmesi, Kur’an'ın bu soruna yaklaşımı hakkında daha iyi bir anlayışa ulaşmamızı sağlayabilir: Bazı insanlar -muhtemelen belli bir azınlık- bedenî ölümün, kesin, nihaî ve geri dönülemez bir yok oluşa götürdüğü ve bu nedenle öteki dünya hakkındaki bütün konuşmaların bir kuruntunun ürünü olmaktan ileriye gitmediği görüşündedirler. Diğer bazılarına göre, kişinin ölümünden sonra beşerî “hayat-cevheri” kendisinden çıktığı kabul edilen ve “evrensel/küllî ruh” (universal soul) olarak algılanan kaynağa geri döner ve onunla tamamen bütünleşir. Bazıları da, bireysel ruhun, ölüm anında insan veya hayvan, başka bir canlıya geçtiğine ama bireysel bilincin devamlılığının kesildiğine inanır. Diğer bazısı da, ölümden sonra bütün bir insan “kişiliği”nin değil de, yalnız “ruh”un yani, bedenden bağımsız bir şekilde -ve büsbütün ruhsal olarak- yaşamaya devam ettiğine inanır. Son olarak bazısı da, bireysel kişiliğin ve bilincin azalmayan bir şekilde yaşamaya devam ettiğine inanır ve ölüm ile yeniden dirilmeyi, hangi şekilde olursa olsun, bütün bir insan kişiliğini pozitif olarak yeniden yaratma eyleminin ikiz aşamaları olarak görür: işte Kur’an'ın öteki hayat hakkındaki görüşü budur.
2 Sümme edatının bu çevirisi için bkz. sure 6, not 31.
3 Bkz. 16:15 -“O, yeryüzüne yerinden oynamaz dağlar yerleştirdi ki sizi sarsmasın”- ve dağlara “sütunlar” şeklinde atıfta bulunmayı açıklayan not 11, bu pasajın tümü (ayetler 6-16) Allah'ın kudretini ve yaratıcılığını tanımlamakta ve sanki şöyle demektedir: “Evreni yaratmış olan Allah, insanı, gerekli gördüğü her şekilde yeniden diriltmeye ve yeniden yaratmaya aynı ölçüde muktedir olamaz mı?”
4 Yani, “aynı yaratıcı güç ile sizde ve öteki canlı varlıklarda iki cinsin mucizevî çift-kutupluluğunu yarattık”. Evrenin tümünde görülen iki-kutupluluk olgusu (bkz. 36:36 ve ilgili not 18), 9-11. ayetlerde daha detaylı şekilde açıklanmaktadır.
5 Zemahşerî, subât'ın temel anlamını buradaki gibi “koparmak” (kat‘) yani, “ölüm” olarak almaktadır. Ayrıca, 2. yüzyılın ünlü dilbilimcisi Ebû ‘Ubeyde Ma‘mer b. Musennâ, Râzî'nin naklettiğine göre, yukarıdaki Kur’ânî ifadeyi “ölümün benzeri (şibh)i” olarak açıklamaktadır.
6 Zemahşerî'ye göre me‘âş (“kişinin oturduğu yer”) burada “hayat” ile eş anlamlıdır. Uykunun (yahut “ölüm”) ve uyanıklığın (yahut “hayat”) çift-kutupluluğunda, 6:60'da değinilen bedenî ölüme ve yeniden dirilmeye bir telmîh vardır.
7 Lafzen, “yedi sağlam gök”, kozmik sistemlerin çokluğunu gösterir (bkz. sure 2, not 20).
8 Bu ayetler şu gerçeğe îmada bulunmaktadır: bütün gözlemlenebilir tabiatın belli bir maksada ve plana göre yaratıldığını gösteren kanıtlar, “bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmış olmayan” (3:191) ve -devamında vurgulandığı gibi- her insanın kendisine fıtraten verilen içgüdülere ve ilahî vahiy aracılığıyla bildirilen ahlak ölçülerine göre yaşamak isteyip istemediği konusunda bir gün nihaî hükmünü verecek olan bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığına işaret ederler.
9 Bkz. 77:13, not 6. Bu pasaj, 4-5. ayetler ile bağlantılıdır.
10 Temsîlî olarak, “göklerin sırrı, insanın kavrayışına açılacaktır” -böylece bu deyim, “doğru ile yanlış arasında Ayrım Günü” kavramını daha da açmaktadır.
11 Bkz. 20:105-107, not 90 ve 14:48, not 63.
12 Yani, ebediyyen değil; çünkü hukb veya hikbe terimi (ki ahkâb bunların çoğuludur), “belli bir zaman devresi”ni yahut “uzun bir zaman”ı gösterir (Cevherî) -bazı otoritelere göre “seksen yıl”, bazılarına göre de “bir yıl” yahut sadece “yıllar” (Esâs, Kâmûs, Lisânu'l-‘Arab, vb.). Ancak bu terim nasıl tanımlanırsa tanımlansın, sınırlı bir zaman süresini gösterir, ebedîliği değil. Ve bu, Kur’an'da “cehennem” olarak tanımlanan azabın ebedî olmadığı şeklindeki birçok vurgulama ile (bkz. 6:128'in son paragrafı ile ilgili not 114) ve Hz. Peygamber'in birçok sahih Hadisi ile (mesela bunlardan biri 40:12 ile ilgili not 10'da nakledilmiştir) uyum halindedir.
13 Hamîm'i “yakıcı bir ümitsizlik” olarak çevirmem konusunda bkz. sure 6, not 62. Ğassâk teriminin anlamı, 38:57-58 ile ilgili not 47'de açıklanmıştır.
14 Lafzen, “artık sizin için azaptan başka bir şeyi artırmayacağız”: yani, bu dünyada işlenen günahlar öteki dünyada yeterli bir azap ile telafî edilinceye kadar -çünkü “kim ki [Allah'ın huzuruna] kötü bir fiil ile çıkarsa ancak onun aynısıyla cezalandırılacaktır; ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır” (6:160).
15 Yani, devamında “muhteşem bahçeler” vb. ile sembolize edilen, insanoğlunun arzu edebileceği her şeyin bulunması (Râzî).
16 Etrâb'ın yukarıdaki çevirisi için bkz. sure 56, not 15. Kevâ‘ib'i “harika eşler” olarak çevirmem konusunda ise, hatırlanmalıdır ki ke‘b teriminin -kâ‘ib isim-fiili buradan türetilmiştir- birçok anlamı vardır ve bu anlamlardan birisi, “çarpıcı olma”, “gözalıcı olma”, “üstünlük” yahut “ihtişam”dır (Lisânu'l-‘Arab). Böylece ke‘abe fiili, insan için kullanıldığında, “o, [başka bir kişiyi] gözalıcı/çarpıcı veya muhteşem veya harika yaptı” anlamına gelir (aynı yer). Hem ke‘abe fiilinin, hem de ke‘b isminin bu mecazî anlamına bağlı olarak kâ‘ib isim-fiili, halk dilinde “göğüsleri gözalıcı hale gelen veya tomurcuklanan kız” anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle birçok müfessir, bu ifadede, cennetin (erkek olduğu varsayılan) sakinlerine hoşnutluk verecek olan bir tür genç “dişi-eşler”e bir atıf görürler. Ancak, öncelikle belirtmeliyiz ki, Kur’an'ın cennetin güzellikleri ile ilgili bütün teşbîhleri aynı ölçüde hem erkek hem de kadın için geçerli bulunmaktadır. Diğer taraftan kevâ‘ib'in bu anlamı, yukarıdaki gündelik kullanışın türediği kökü -ki ke‘b isminin taşıdığı mecazî “gözalıcılık” anlamına dayanmaktadır- gözardı etmekte ve bu açık mecazın yerine maddî olarak gözalıcı bir şey için geçerli olan lafzî karşılığını geçirmektedir. Bu, bana göre tamamen temelsiz bir yorumdur. Cennetin nimetleri ile ilgili Kur’ânî tasvirlerin daima müteşabih olduklarını hatırlarsak, kevâ‘ib teriminin, yukarıdaki bağlamda, hiçbir cinsiyet ayrımı yapmaksızın, “muhteşem [veya “harika”] varlıklar” anlamına geldiğini ve etrâb terimi ile birlikte “müthiş uyumlu harika eşler”i gösterdiğini anlarız -böylece kutsanmış kimselerin birbirleriyle ilişkilerine işaret edilmiş ve onların tümünün karşılıklı tamamlayıcılıkları ve eşit ölçüdeki değerleri vurgulanmış olmaktadır. Bkz. ayrıca 56:34, not 13.
17 Yani, yalnızca onların güzel işlerine göre değil, ama onların da üstünde, Allah'ın sınırsız lütfuna göre.
18 Lafzen, “ruhun”. Rûh, burada tekil olarak kullanılmıştır ama çoğul bir karşılığı vardır. İbni ‘Abbâs, Katâde ve Hasan Basrî'ye göre (ki tümü Taberî tarafından nakledilmiştir) rûh'un yukarıdaki bağlamda taşıdığı anlam budur.
19 Bu, peygamberlerin Hesap Günü günahkarlar için sembolik olarak “şefaat etme” haklarını içermektedir (bkz. 10:3 -“Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse O'nun nezdinde şefaat edemez”- ve bu “şefaat”in, Allah'ın günahkarın tevbesini daha başta kabul ettiğinin işareti olduğunu vurgulayan not 7). Allah'ın konuşmasına izin vereceği kişinin “[yalnızca] doğru olanı söyleyeceği” ifadesi, daha geniş anlamda, hiç kimsenin Hesap Günü gerçeğin dışına çıkamayacağına işaret eder.
20 Karş. 69:1 ve ilgili not 1. Objektif olarak o gün, insan hayatının nihaî gerçekliğinin ve amacının insan tarafından tamamiyle anlaşılacağı zamandır.
21 Karş. 69:27.