18 Temmuz 2007 Çarşamba

KIYAMET SÜRESİ(Muhammed ESED)

Mekke döneminin ilk çeyreğinde nazil olan bu sure, hemen hemen tamamiyle (16-19. ayetlerden oluşan ara pasaj hariç) geleneksel başlığının da yansıttığı “yeniden dirilme” kavramına tahsis edilmiştir.
1 KIYAMET Günü'nü tanıklığa çağırırım!1 2 İnsan vicdanının kınayan sesini2 tanıklığa çağırırım!
3 İnsan, [onu tekrar diriltip] kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor? 4 Hayır, kesinlikle! Onu parmak uçlarına kadar yeniden var etmeye kâdiriz!
5 Ama yine de insan, önüne serilmiş olan şeyi inkara kalkışır, 6 ve [istihzâ ile] sorar: “Şu Kıyamet Günü ne zaman gelecekmiş?”
7 Ama [o Gün,] gözler korku ile açıldığında,
8 ve ay karanlığa gömüldüğünde,
9 ve güneş ile ay bir araya getirildiğinde,3
10 o Gün insan haykıracak: “(Eyvah!) Nereye kaçayım?”
11 Hayır! Bir sığınak yok [senin için, ey insan]! 12 O Gün bütün yolların varış yeri, Rabbinin katı olacak!
13 O Gün insana, yaptığı ve yapmadığı her şey4 bildirilecek: 14 hayır, aslında insan, kendi aleyhine şahitlik yapacak, 15 mazeretler bulup kendi (yaptıkları)nı gizlemeye çalışsa bile.5
16 [VAHYİN sözlerini tekrarlarken] dilini hızla oynatıp durma:6 17 çünkü onu [senin kalbine] yerleştirmek ve [gerektiğinde] okutturmak Bizim işimizdir.7
18 Böylece, onu telaffuz ettiğimiz zaman, kelimelerini [bütün zihnini vererek] takip et:8 19 sonra onun anlamını açıklamak da Bize düşer:9
20 [ÇOĞUNUZ] bu geçici hayatı seviyorsunuz, 21 ama öteki dünyayı [ve Hesap Günü'nü] hiç düşünmüyorsunuz!
22 Bazı yüzler o Gün mutlulukla parlayacak, 23 Rablerine bakarken; 24 ve o Gün bazı yüzler ümitsizlikle kararacak, 25 çatırdatan bir felaketin başlarına gelmek üzere olduğunu bilerek.
26 NE ZAMAN Kİ, [son nefes ölen birinin] boğazına gelip düğümlenir, 27 ve insanlar: “[onu kurtaracak] bir hekim yok mu?”10 diye sorarlar; 28 kendisi de bilir ki bu ayrılma vaktidir, 29 ve ölüm sancıları ile örülmektedir:11 30 işte o zaman gidişinin Rabbine doğru olduğunu hisseder!12
31 [Artık son pişmanlık fayda etmez:13] çünkü [yaşadığı sürece] hakikati kabul etmedi ve [aydınlığa kavuşmak için] namaz kılmadı; 32 tam tersine, hakikati yalanladı ve [ondan] uzaklaştı, 33 ve sonra böbürlenerek geldiği yere14 döndü.
34 [Ama ey insan, akibetin geliyor her dakika] yakınına, daha da yakınına, 35 yakınına, daha da yakınına!
36 İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?15
37 O, bir zamanlar [sadece] akıtılan bir meni damlası değil miydi, 38 ve sonra döllenmiş hücre; bu safhada Allah [onu] yaratmış ve olması gerektiği gibi şekil vermişti,16 39 ve ondan iki cinsi, erkeği ve dişiyi var etmişti?
40 Öyleyse, Allah, ölüyü hayata yeniden döndüremez mi?
DİPNOTLAR
1 “Onu tanıklığa çağırarak”, yani Kıyamet Günü'nden sanki meydana gelmiş gibi söz ederek, yukarıdaki ifade, o günün gelip çatacağının kesinliğini bildirmeyi amaçlamaktadır.
2 Lafzen, “[kendi-kendini] kınayan nefsi”: yani, insanın kendi kusurlarının ve eksikliklerinin farkında oluşunu.
3 Yani, ikisinin de ışıklarını kaybetmesi, yahut ayın güneşe çarpması durumunda.
4 Lafzen, “insanın önüne koyduğu ve arkasında bıraktığı”, yani yaptığı veya ihmal ettiği iyi ve kötü her şey (Zemahşerî).
5 Karş. 24:24, 36:65 yahut 41:20-22.
6 Lafzen, “Onu hızla söylemek için dilini oynatıp durma” -buradaki zamir, vahyin sözlerine işaret etmektedir. Bu ara pasajı (16-19. ayetleri) doğru anlamak için, 20:114'deki ilgili pasaj ve buna ait 101. not ile birlikte okumak gerekir. Bu her iki pasaj da ilk bakışta vahyin nazil olduğu sırada vahyedilen sözleri tekrarlamadığı takdirde onları unutabileceğinden korktuğu rivayet edilen Hz. Peygamber'e hitab etmektedir. Ama her ikisi, aynı zamanda daha geniş bir içeriğe de sahiptir, çünkü Kur’an'ı okuyan, dinleyen veya inceleyen her mümini ilgilendirmektedir. 20:114'de, Kur’an'ın tek tek ayetlerinden veya ifadelerinden aceleyle -ve bu nedenle hatalı olabilecek- sonuçlar çıkarmamamız emredilmiştir, çünkü Kur’an mesajının ancak tümü ile incelenmesi halinde onun hakkında doğru bir anlayış sahibi olabiliriz. Diğer taraftan bu pasaj, her kelimenin ve ifadenin anlamını en kapsayıcı şekilde düşünebilmek ve mekanik bir tekrarlamadan farkı olmayan, daha da önemlisi, onu okuyan, anlatan veya dinleyen kişiyi, Kur’an'ın mesajını anlamadan -ve hatta yeterince önem vermeden- sadece dilinin ses güzelliği ile tatmin olmaya sevk eden bir tür aceleciliğe mani olmak için ilahî kelâmın yavaşça ve ağır ağır hazmedilerek okunması ihtiyacını vurgulamaktadır.
7 Yani, “Sana onu hatırlatmak ve onun zihin ve kalp ile okunmasını sağlamak Bize düşer”. Önceki notta işaret edildiği gibi, Kur’an, ancak düşünerek, sanki bölünmez bir bütünmüş gibi okunması halinde (doğru) anlaşılabilir, yoksa sadece ahlakî ilkeler, kıssalar ve bölük-pörçük kurallar kolleksiyonu olarak değil.
8 Lafzen, “onun okunuşunu takip et”, yani kelimelerde dile gelen mesajını. Kur’an'ı vahyeden ve insana onu anlama yeteneği bahşeden güç Allah olduğundan, onun “okunuşu”nu da Kendisine izafe etmektedir.
9 Yani, Kur’an “gerektiği gibi” okunursa (bkz. yukarıdaki 7. not), -Muhammed Abduh tarafından vurgulandığı gibi- kendisinin en iyi tefsiri olur.
10 Lafzen, “Kimdir bir hekim” [yahut “bir efsuncu]?” Benzer bir ifade, 28:71 ve 72'de geçer.
11 Lafzen, “ayaklar ayaklara dolaşmakta” -“yaşanmakta olan hayatın... ömrün son demiyle birleşmesinden doğan sıkıntıyı” gösteren deyimsel bir ifade (Lane IV, 1471, hem Kâmûs'dan hem de Tâcu'l-‘Arûs'dan naklen). Zemahşerî tarafından işaret edildiği gibi, sâk (lafzen, “baldır”), çoğu zaman mecazî olarak “zorluk”, “sıkıntı” veya “şiddet” (şiddeh) anlamlarında kullanılır; meşhur kâmeti'l-harbu ‘ale's-sâk “savaş şiddetle başladı” ifadesi, bunun bir örneğidir (Tâcu'l-‘Arûs).
12 Lafzen, “sürüklenme Rabbine doğru olacaktır”, yani geç kalınmış bir pişmanlıkla (bkz. müteakip üç ayet). Yukarıda “o zaman” olarak çevrilen ifade, lafzen, “o gün” şeklindedir; ama yevm terimi, çoğu zaman deyim olarak, süresi ne olursa olsun “zaman” anlamında kullanılır.
13 Ayetin devamını doğru olarak anlamak için gerekli olan bu parantez içi ifade, yukarıdaki pasaj ile açık bir bağlantı taşıyan 4:17-18'e dayanmaktadır.
14 Lafzen, “toplumuna”: yani, sosyal çevresinin maddeciliğinden kaynaklanan, insanın “kendi-kendine yeterli” olduğu ve bu nedenle ilahî bir rehberliğe ihtiyaç duymadığı şeklindeki küstahça inanca (karş. 96:6).
15 Yani, yaptıklarından dolayı ahlaken sorumlu tutulmadan.
16 Sevvâ'nın bu çevirisi için bkz. 87:2, not 1 ve 91:7, not 5. Allah'ın insanı bir kan pıhtısı haline geldikten sonra yarattığının vurgulanması, (başlangıçta) basit bir organizmayı “ruh” ile donatmasının mecazî bir ifadesidir.