19 Temmuz 2007 Perşembe

İNSAN SÜRESİ(Muhammed ESED)

Bu surenin -ilk ayetinde geçen bir kelimeden dolayı Dehr (“Zaman” veya “Sonsuz Zaman”) olarak da anılmaktadır- Mekke dönemine mi, yoksa Medine dönemine mi ait olduğu konusunda ilk müfessirlerin görüşleri farklılık arzetmektedir. İkinci kuşak otoritelerin büyük kısmı -Mücâhid, Katâde, Hasan Basrî ve ‘İkrime dahil (tümü de Beğavî tarafından nakledilmiştir)- bu surenin Medine'de nazil olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
1 İNSAN[ın tarih sahnesinde görünmesin]den önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibaret [değil] midir;1 insanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı2 [bir zaman kesiti]?
2 Şüphesiz, [sonraki hayatında] denemek için insanı katışık bir sperm damlasından3 yaratan Biziz: Biz, onu işitme ve görme (duyuları) ile donatılmış bir varlık kıldık.
3 Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik:4 şükredici, ya da nankör [olması artık kendisine kalmıştır].
4 [Şimdi] bakın, Biz hakikati inkar edenler5 için zincirler, halkalar ve yakıcı bir ateş6 hazırladık; 5 [halbuki] gerçek erdem sahipleri, hoş kokulu çiçekler ile tatlandırılmış bir fincandan7 içerler: 6 bir [kutlu] kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, suyu bol bol akan8 (o kaynaktan).
7 [Gerçek erdem sahipleri] onlar[dır ki,] sözlerini9 yerine getirirler ve şiddeti yayılıp genişleyen bir Gün'ün korkusunu duyarlar. 8 Ve kendi istekleri ne kadar çok olursa olsun,10 muhtaçlara, yetimlere ve esirlere11 yedirirler, 9 [ve kendi-kendilerine konuşurlar:] “Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz: sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz: 10 doğrusu, sıkıntı ve dehşet dolu bir Gün'de Rabbimize (vereceğimiz) hesabın korkusunu duyuyoruz!”12
11 Ve bu yüzden Allah onları o Gün'ün dehşetinden koruyacak, aydınlık ve sevinç verecektir, 12 ve onları sıkıntılara karşı sabrettikleri için [kutlu bir] bahçe ve ipek[ten giysiler] ile13 ödüllendirecektir.
13 Orada sedirlere uzanacaklar ve ne [yakıcı bir] güneş, ne de şiddetli bir soğuk görmeyecekler, 14 çünkü o [bahçe]nin [kutlu] gölgeleri başlarını örtecek14 ve meyve salkımları kolayca alınacak şekilde15 (yere doğru) sarkıtılacaktır.
15 Onlar gümüşten kaplar ve kristal[e benzeyen] kadehlerle karşılanacaklar 16 -kristal benzeri, [ama] gümüşten- ve hacimlerini yalnız kendileri tesbit edecek.16
17 Ve [cennette] kendilerine zencefille tatlandırılmış bir fincan içecek verilecek, 18 oradaki “Selsebil”17 isimli bir kaynak[tan].
19 Ve onları ölümsüz gençlikler bekleyecek:18 gördüğün zaman saçılmış inciler sanacağın [gençlikler]; 20 ve [nereye] baksan, [yalnız] kutsanmışlık ve aşkın bir düzen göreceksin.
21 O [kutsanmış kimse]lerin üzerinde yeşil ipekten ve atlastan giysiler olacak: onlar gümüş bilezikler ile süslenecekler.19 Ve Rableri onlara en temiz içeceklerden ikram edecek.20
22 [Ve onlara:] “Bunlar sizin ödüllerinizdir, çünkü [hayatta iken] yaptığınız işler [Allah'ın] rızasını kazanmıştır!” [denilecek.]
23 GERÇEK ŞU Kİ, [ey iman eden,] bu Kur’an'ı sana safha safha indiren21 Biziz, gerçek bir armağan (olarak!)
24 Öyleyse Rabbinin hükmünü sabırla bekle22 ve onlardan hiçbir günahkara veya nanköre uyma; 25 Rabbinin ismini23 sabah akşam an 26 ve gecenin bir kısmında,24 O'nun önünde secde et ve uzun geceler boyu O'nun sınırsız şanını yücelt.25
27 Bakın, [Allah'ı umursamayan] şu adamlar bu gelip geçici dünyayı severler, ama ızdırap dolu bir Günü [düşünmeyi] ihmal ederler.
28 [Kendi-kendilerine itiraf etmezler ki] onları yaratan ve kişiliklerini sağlamlaştıran26 Biziz ve dilersek onları başka hemcinsleriyle27 değiştirebiliriz.
29 BÜTÜN bunlar bir uyarıdır: öyleyse, dileyen Rabbine giden yolu bulabilir.
30 Ama Allah [size o yolu göstermeyi] dilemedikçe siz onu dileyemezsiniz:28 çünkü, bilin ki Allah her şeyi görendir, hikmet Sahibidir.
31 Dileyeni29 rahmetine kabul eder; ama zalimler için [öteki dünyada] şiddetli bir azap hazırlamıştır.

DİPNOTLAR

1 Bütün klasik müfessirlere göre bu ifade, “gerçekten son derece uzun [yahut “sonsuz/sınırsız”] bir zaman kesitinden ibarettir” anlamına gelmektedir. -Buradaki hel soru edatı kad edatının ifade ettiği olumlu anlamda kullanılmıştır. Ama “değil” ifadesini parantez içinde eklemek suretiyle aynı [olumlu] anlam kazandırılabilir.
2 Lafzen, “zikre değer” veya “zikredilen” -yani, farazî bir kavram olarak bile mevcut olmadığı. Bu ifadenin amacı -herhangi bir Yüce Varlığı değil de- insanı hayatın merkezi ve nihaî gerçekliği olarak alan küfür ifade edici “insan-merkezci” (anthropocentric) dünya-görüşünün reddedilmesidir.
3 Zımnen, “bir dişi yumurtaya”: karş. 86:6-7.
4 Yani, Allah insanı yalnızca “işitme ve görme” (duyuları), yani akıl ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırd etme içgüdüsel yeteneği (karş. 90:10) ile donatmış değildir; ama aynı zamanda peygamberlere indirilen vahiy yoluyla onu fiilen de doğruya yöneltmektedir.
5 “Hakikati inkar etmek” (küfr), bu bağlamda, insanın hem fıtratında mevcut olan Allah'ın varlığını tanıma yeteneğini (karş. 7:172 ve ilgili not 139) baskı altına alması, hem de sahip olduğu, iyiyi ve kötüyü içgüdüsel olarak kavrama yetisini gözardı etmesi anlamına gelir.
6 Yani, “ümitsizlik ateşi”. Günahkarların kendi ihtiraslarına ve bâtıl değerlere körcesine teslim olmalarının ve böylece ruhlarını köleleştirmelerinin ürünü olan bu “zincirler ve halkalar” mecazı için bkz. sure 34, not 44; ayrıca bkz. öteki dünyadaki azap ile ilgili bu temsîl konusunda Râzî'nin ayrıntılı yorumları (73:12-13, not 7'de nakledilmiştir).
7 Lisânu'l-‘Arab, kâfûr'un öncelikli anlamı olarak “üzümün çiçek açmadan önceki çanakçığı (kimm)”nı zikreder. Öteki lugatçilere (mesela Tâcu'l-‘Arûs) göre, kâfûr, “herhangi bir çiçeğin çanakçığı”nı gösterir. Cevherî, onu “bir hurma ağacı dalı” olarak tanımlar. Bu nedenle, kâfûr'un -“kâfuru” değil- yukarıdaki bağlamda sahip olduğu anlam böyledir: sembolik ilahî bilgi “içeceği”nin son derece tatlı, hoş kokusuna bir işaret (karş. 83:25-28 ve ilgili notlar 8 ve 9).
8 Lafzen, “akıttıkları” [veya “akmasına izin verdikleri”]; yani, her zaman emirleri altında bulundurdukları.
9 Yani, inançlarından kaynaklanan ruhsal ve sosyal yükümlülüklerini.
10 Yahut: 2:177'de olduğu gibi, “kendileri onu ne kadar çok isterlerse istesinler” [yani, “ne kadar ihtiyaç duyarlarsa duysunlar”]: karş. ayrıca 90:14-16. “Yedirmek” kavramı, bu bağlamda hem maddî, hem manevî her türlü yardım ve desteği kapsar.
11 Esîr terimi, ya lafzî olarak (örn. tutuklu) yahut mecazî olarak (çaresiz şartların esiri anlamında) “mahkum” olan herkesi gösterir; bu anlamda Hz. Peygamber şunları söylemiştir: “Sizin borçlunuz, sizin esirinizdir; o halde esirinize güzel davranın” (Zemahşerî, Râzî ve diğerleri). Yardıma muhtaç olan ve bu sebeple şu veya bu anlamda “esir” olan herkese karşı güzel davranma emri, aynı ölçüde hem müminleri hem de mümin olmayanları kapsar (Taberî, Zemahşerî) ve insanın hizmetinde olan hayvanları da içine alır.
12 Lafzen, “Rabbimizden korkarız”.
13 Bu temsîl için bkz. 18:31, not 41'in ilk yarısı.
14 “Gölgeler” (zilâl) teriminin temsîlî anlamı için bkz. 4:57, not 74. Belirtmek gerekir ki, gölgenin varlığı, ışığın varlığını gerektirir (Cevherî); bu da “cennet” kavramının taşıdığı vasıflardan biridir.
15 Lafzen, “bütün eğikliği ile”.
16 Yani, istedikleri kadarından yararlanacaklar.
17 Ali b. Ebî Tâlib, bileşik bir deyim olan selsebîl kelimesini -Zemahşerî ve Râzî tarafından nakledildiğine göre- sel sebîlen (“yolu” sor/iste [veya “ara”]) şeklinde iki bileşenine ayırarak açıklamıştır: yani, “yararlı işler yapmak suretiyle cennete giden yolu ara”. Bu yorum, Zemahşerî tarafından fazla benimsenmemekle birlikte, bana göre ikna edicidir; çünkü kişinin bu dünyadaki olumlu tavırlarının bir ruhsal sonucu olarak “cennet” kavramının temsîlî karakterine işaret etmektedir. Cennetin güzelliklerinin maddî nitelikte olmayışı, tanımlarının çeşitliliğinden de anlaşılmaktadır -17. ayetteki “zencefil katılmış bir fincan” ve 5. ayetteki “hoş kokulu çiçekler ile tatlandırılmış”, yahut 43:71'deki “onlar altından yapılmış tepsiler ve kadehler ile karşılanacaklardır” ve bu surenin 15-16. ayetlerindeki “gümüşten kaplar ve kristal[e benzeyen] kadehler ... kristal -benzeri, [ama] gümüşten...” ve benzeri bazı ayetler.
18 Bkz. 56:17-18, not 6.
19 Bkz. 18:31 (“altın bilezikler”in anıldığı ayet) ve ilgili not 41.
20 Allah'ın bizzat Kendisi, onların benliğini “bütün kıskançlıklardan, öfkeden, nefretten ve tahribata yol açan her şeyden ve insan tabiatında mevcut olan her türlü kötülükten” arındırmak (İbni Kesîr, Ali b. Ebî Tâlib'den naklen) ve onlara Kendi Nuru'ndan “içirmek” suretiyle (Râzî) ruhsal susuzluklarını giderecektir.
21 Kur’an vahyinin tedrîcîliği, nezzelnâ fiil kalıbında ifadesini bulmaktadır.
22 Bu, daha önce, dürüst ve erdemlilerin nimetler ile, kötülerin ise azap ile karşılaşacağı öteki dünyaya yapılan atıf ile bağlantılıdır.
23 Yani, O'nun yaratıcılığında tezahür eden “sıfatları”nı -çünkü insan aklı, yalnızca O'nun varlığını ve bu “sıfatlar”ın tezahürlerini kavrayabilir, ama O'nun Zatı'nın “nasıl” olduğunu asla kavrayamaz (Râzî).
24 Yani, uyandığın her an.
25 Yani, “ne zaman mutsuzluk seni bunaltır ve etrafındaki her şey karanlık görünürse”.
26 Yani, bedenlerini ve zihinlerini “bu gelip geçici hayat”ı sevme yeteneği ile donatan.
27 Yani, onlarla aynı bedene ve akla sahip olan ama bu güçleri daha iyi kullanacak olan başka insanlarla.
28 Bkz. 81:28-29, not 11. Bazı müfessirlerin, bu iki ayet -ve aynı zamanda bu surenin 29-30. ayetleri- arasındaki “çelişki” karşısında şaşkınlığa düşmelerinin sebebi, bu ayetlerin vecîz kurgusudur ki benim bu çevirimde açıklığa kavuştuğuna kaniyim. Bu örnekte, özellikle yukarıdaki iki ayet ile bu surenin 3. ayeti arasında açık bir bağlantı bulunmaktadır: “Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici ya da nankör [olması artık kendisine bağlıdır]”. (Karş. ayrıca 74:56.)
29 Yahut: “dilediğini” -bu her iki okuyuş/anlamlandırış da dilbilgisi bakımından doğrudur.