Zâriyât Sûresi, ilki rüzgâr bölümü olmak üzere düşünmeye ihtiyaç duyan bölümlerden sonra başlamıştır. Eğer biz hava alamasaydık boğulup kaskatı kesilirdik.
Ben, göğsümü dolduran bu havayı düşündüm: Biz insanlar onun bir benzerim ortaya koyabilir miyiz? Başkalarına giden havayı akciğerler çıkarabilirler mi?
Hava akımları, yeryüzünde yükselip alçalmaktadır. Ardından rüzgâr esmekte, bu akımları doğuya, batıya, güneye, kuzeye götürmektedir. Benim göğsümü dolduran hava Avrupa veya Asya'daki insanlara gitmektedir. Bunu kim biliyor, kim ayarlıyor ve oralara kadar götürüyor? Sadece Allah!
Sonra susamış insanların ve hayvanların veya dirilmek için ölü toprağın beklediği bulutlan bu rüzgâr taşıyor.
Bizler Mısır'da bizim için lazım olan yağmuru yağdıramıyoruz. Bizi sulamak için suyu Nil getiriyor. Fakat neden? Hind Okyanusu'ndan gelen mevsim yağmurları, sel olup taşıyor, Afrika'nın ortalarından kuzeyine kadar varan seller oluşturuyor. Bizler binlerce mil ötelerden ağzımıza kadar gelen bu yağmurdan Kahire ve İskenderiye'de içiyoruz.
İnce hafif hava, bu koskoca nehrin aktığı su miktarlarını taşıyor:
"Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işi ayıranlara andolsun ki, size va'dedilen kesinlikle doğrudur ve ceza mutlaka vuku bulacaktır." (Zâriyât: 1-6)
Ağır yükleri taşıyan araba lastiklerindeki havaya hayret ediyorum. Bize yağmur olarak yağmadan önce bulutlar olarak bu havanın taşıdığı yeryüzü nehirlerini şöyle bir düşünüyorum. Allah, cezanın gerçek olduğuna ve bir müddet sonra insanların yapıp yapmadıklarından sorulacaklarına dair rüzgâr üzerine yemin etmiştir.
Zâriyat Sûresi • 515
Kur'ân-ı Kerîm'İn Konulu Tefsiri
Bunun ardından diğer yeminler gelmiştir:
"İçinde yörüngeleri olan göğe andolsun ki siz çelişkili sözler söylüyorsunuz." (Zâriyât: 7-8)
Sema ufukları, serkeşlik ve taşkınlık olmaksızın sıkıca gerilmiştir. Orada yüzen şeyler, bu düzenlenen sistem üzerinde tamamlanır.
Semadan yeryüzüne dönüyoruz:
"Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır." (Zâriyât: 20)
Dedim ki: Biz yeryüzünde ne kadar ağırlaşıyoruz, bizzat yeryüzü fezada ne kadar ağırlaşıyor. Bütün bunlar, ezilmeden ve sapmadan taşınan şeyler üzerinde oluyor.
"Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? Semada da rızkınız ve size va'dedilen başka şeyler vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir." (Zâriyât; 21-23)
İnsan bedeni, karmaşık bir cihazdır. O bedeni yaratan, düzene koyan ve onda göz ve kulaklar açan Yüce Allah, herşeyden münezzehtir. Buna rağmen koltuğuna oturmuş kendini beğenen biri şöyle diyor: "Tanrı yok, hayat maddeden ibarettir!" Şayet hayat maddeden İbaretse onu kim yarattı? Onu kim ayarladı? Onun sistemini kim koydu?
Bu sorunun cevabını sûrenin sonunda bulabilmemiz için sûrenin ortasından oraya gidiyoruz:
"Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz. Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz! Herşeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız." (Zâriyât: 47-49)
Ahmaklığı ve gafleti sebebiyle inkâr eden, bir âfetle çekip gider. Bu yüzden Allah, bu tur insanlara şöyle buyuruyor:
"O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O'nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım." (Zâriyât: 50-51)
Fakat kâfirler, Allah'ın bahşettiği nimetlerden yasaklananlar kadar söz salatası yapmaktadırlar. Çünkü onlar Allah'a çağıranları sihirbazlık, donukluk ve gerizekâlı-lıkla nitelemektedirler!
"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: 'O bir büyücüdür veya delidir.' dediler. Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur." (Zâriyât: 52-53)
Onların taşkınlıkları, denenme aşamasından sonra onları silip götürmüştür.
516 *ZârlySt Sûresi
Muhammed Gazali
Zâriyât Sûresi, ortalarında bu kavimlerin yaşam tarzlarının değişiminden söz etmiş, İbrahim'in konuklanan misafirlerinden söze başlamıştır. Bu söz, putperest düşünceyle akıllarını karıştıran ve ulûhiyet iddiasında bulunan kitabîlerin kötü niyetlerini ortaya koymaktadır.
İbrahim'in misafirleri, Allah'ın, Lût'un ıslah edemediği pis bölgeleri yerle bir edeceğini ve kendisinj bilgin bir çocukla nimetlendireceğini haber vermeye gelen birkaç melekten oluşmaktadır.
Fakat eski çağda kıssa, Allah'ın İbrâhîm ile birlikte yemek yediğini, İbrahim'in âlemlerin Rabbine kızarmış bir dana ve ekmekten oluşan görkemli bir sofra hazırladığını ve Allah'ın bundan doyana kadar yediğini zikreden başka yöne kaymıştır.
Kitâb-i Mukaddes'in zikrettiği şey işte budur.
Ehl-i Kitâb yanında töhmet altındaki Kur'ân ise genel ve ayrıntılı bir şekilde bu bağlamdan münezzehtir. Çünkü onlar, Allah'ı hakkıyla takdir edemediler.
Musibet günlerinde insana hüküm verilir İyi olmayanı iyi görsün diye!
Sûre, Fir'avn ve ordusundan ve İsrâiloğullari'nın nasıl kurtulduklarından söz etmektedir:
"Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu." (Zâriyât: 40)
-Kendini azarlayıp durdu- tıpkı meyve çekirdeklerinin atıldığı gibi denize atıldı. Kader tahakkuk etti. Gökler ve yer onlara ağlamadı..
"Bizden daha güçlü kim vardır?" diye soran Âd kavmi zikredilmektedir:
"Âd kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu." (Zâriyât: 41-42)
Hiç direnmeden yok olup gittiler. Onlardan başka zâlim kasabalar da öyle oldular. Allah onlara, kendisini öğretenleri, kendisine kavuşmayı hatırlatanları ve O'nun haklarına riayet etmeyi isteyenleri gönderdi. Ancak onlar yüz çevirdiler, kibirlendiler. Bu yüzden yerle bir oldular.
Allah, yaratıklarına muhtaç değildir, onlara ihtiyacı yoktur. Yaratıklar ise O'na kullukla mükelleftirler. Yaratıklar, Allah'ın nimetine şükretmek, azametini hissetmek ve O'na ihtiyaç duymak ile yükümlüdürler. Bu, zor bir teklif midir?
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana Kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan nzık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz nzık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyât: 56-58)
İnsanlar Rablerine karşı gösterdikleri nankörlüklere rağmen sorguya çekilme; :ekler ve ilk atalarının karşılaştıklarıyla karşılaşacaklardır:
"Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir p; lan vardır. O halde acele etmesinler." (Zâriyât: 59)
Bu tek bir ceza ve müşterek bir neticedir:
"Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kâfirlerin hâline!"