"Andolsun o sıra sıra dizilenlere, bağırıp sürenlere, zikir okuyanlara." (Sâffât: 1-3
Bu vahyin yavaş yavaş indirilişini nitelemedir. Vahiy, Cibrîl-i Emin önderliğinde meleklerin de katılımıyla peygamberlerin sonuncusunun kalbine indirilmiştir. Bu vahiyde Yüce Allah'ın vahdaniyetini pekiştirmek için yemin edilmiştir.
Cebrâîl, vahiyden sorumlu olmasına rağmen O'nunla birlikte bir çok melek, risâ-leti onurlandırmak ve hatırını yüceltmek için inmiştir: "Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, 'Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun' diye gönderir." (Nahl: 2) Melekler, vahiy haberlerine muttalî olmak İçin kulak kabartan şeytanları, işte böyle vahiy yolundan uzaklaş-tirmişl ardır.
Zikir, hadiste geçtiği üzere adı mübarek olan Rahman katından başlıyor:
"Allah göklerde bir ise karar verince, melekler, Allah'ın sözüne itaat için kanatlarım çırparlar. Sanki taşların birbiri üzerine dizilmeleri gibi- yani âdeta demiri kayaya vurunca çıkardığı ses gibi meleklerin kanat sesleri duyulur! Nihayet onların yüreklerinden endişe alınınca - korku giderilince- Rabbimiz ne buyurdu? derler. Onlar da hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür. (Sebe': 23)
Bir olan ilah şöyle nitelenmiştir:
"Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların Rabbi, doğuların da Rabbi-dir." (Sâffât: 5)
Yani güneşin doğduğu yerlerin Rabbidir. Çünkü senenin dört mevsiminde güneşin doğduğu yer ve zaman farklıdır.
Sûrenin baş tarafı, tevhid ve yeniden dirilmeden ibaret olan iki gerçeği ifâde etmektedir. Tevhid ve yeniden dirilme, müşriklerin inkâr ettikleri şeylerdir.
Sâffât Sûresi • 429
Kur'an-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
"Çünkü onlara: 'Allah'tan başka tanrı yoktur.' dendiği zaman büyüklük taslarlardı. 'Ciltlenmiş bir şâir için biz tanrılarımızı mı terk edeceğiz?' derlerdi." (Sâffat: 35-36)
Gerçeği yalanlama bir anlam ifâde etmez. Çünkü gerçek, kesin olarak kendisini ifâde eder. Son cezanın ifâde edilmesinde Kur'ân, iki kıyamet sahnesi ortaya koyar ve bunları belki müşrikler düşünürler diye dünyada sunar:
"Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz? Hayır, onlar o gün teslim olmuşlardır. Birbirlerine döndüler, soruyorlar: (Uyanlar uydukları adamlara) dediler ki: 'Siz bize sağdan gelirdiniz.' (Ötekiler de): 'Hayır' dediler, zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz." (Sâffât: 24-29)
Liderler ve kendisine uyanlar, âhirette birbirleriyle tartışırlar ve herbiri birbirini suçlar. Zayıf olanlar liderlere:
"Siz gücünüz ve otoritenizle bizi aldattınız, derler. Liderler de onlara: 'Aksine siz gerçeği görmeyen beyinsiz kimselersiniz, kendi sorumluluklarınızı bizimle birlikte yüklenin' derler. Şüphesiz o gün onlar azapta ortaktırlar. İşte biz, suçlulara böyle yaparız." (Sâffât: 33-34)
Bu birinci sahnedir.
İkinci sahne ise Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifâde edilmiştir:
"İşte o zaman birbirlerine dönerek dünyadaki hallerini soracaklar. İçlerinden biri, 'Benim bir arkadaşım vardı.' dedi. (Alay ederek) derdi ki: 'Sen de (dirilmeye) İnananlardan mısın? Biz ölüp kemik, sonra da toprak haline geldiğimiz zaman (diriltilip) biz mi cezalanacağız?' (Sonra yanındakilere): 'Bakar mısınız?' dedi. Baktı onu cehennemin ortasında gördü. 'Tallahi' dedi, sen az daha beni de alçaltacaktın." (Sâffât: 50-56)
Manzara insanların dünyasına uygundur. Her arkadaş, kendi arkadaşını ekolüne çekmek ister. Mü'min, şayet güçlü olmasaydı mutlaka ayağı kayıp giderdi. Bunun için arkadaşını cehennem ortasında görünce şöyle diyor:
"Rabbimin nimeti olmasaydı şimdi ben de (oraya) getirilenlerden olurdum. Nasıl, biz ölmeyecek miymişiz? Yalnız ilk Ölümümüz ha? Ve azap görmeyecek miymişiz? İşte bu, büyük kurtuluş ve mutluluktur. Çalışanlar bunun için çalışsınlar." (Sâffât: 57-61)
Görünmeyen âlem sahnesini, insanlar görünen âlemde düşünürler. Bu Kur'ân'da yaygın anlatımdır. Buna benzer sahnelere A'râf Sûresi'nde genişçe yer verilmiştir.
Siz burada arkadaşının dûçâr olduğu kötü sonuçtan imanı kendisini kurtardıktan sonra mü'min insanın bütün benliğini kaplayan kurtuluş sevincini göreceksiniz. O,
430 ■ Sâffât Sûresi
M u lı a m m e d Gazali
cennette arkadaşlarıyla birlikte nimetler İçinde sevinmektedir. Fakat o, Allah'ı ve âhi-ret gününü inkâr eden bir adamı hatırlayiverir, o adamın durumunu öğrenmek ister. Onu görünce, kendisinin kurtuluş ve ihsan içinde olduğu için şuuru daha da artar.
Sonra Hak şöyle der:
"(Nasıl) ağırlanmak için bu (nimet) mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zâlimler için bir fitne yaptık. O cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları, şeytanların başları gibidir." (Sâffât: 62-65)
Zakkum ağacı, Kur'ân'ın bir çok yerinde zikredilmiştir. Vakıa Sûresi'nde Yüce Allah şöyle buyurur: "Sonra siz, ey sapık yalancılar, elbette bir ağaçtan, bir zakkum ağacından yiyeceksiniz." (Vakıa: 51-52)
Dûhân Sûresi'nde Yüce Allah şöyle buyurur: "Şüphesiz Zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar." (Duhân: 43-46)
İsrâ Sûresi'nde: ".. .Kur'ân'da lanetlenmiş ağaç." (İsrâ: 60)
Zakkum ağacının, çöl ağaçlarından olduğu söylenmektedir. Bu ağaç, pis kokulu, küçük yapraklı, insan derisine dokununca kabartan ve çoğu zaman hücreleri öldüren zehirli sütü olan ve çorak yerlerde biten bir ağaçtır. Bu, bir örneklemedir. Cehennem ağacı, taze, gölgeli ve hoş meyveli olamayacak. Aksine insanların çöl ağaçlarından görebildiklerine benzer bir görünümü bulunan ve tadı pis olan bir ağaç olacaktır. Bir ağaç, ancak kuruyup odun olduğu zaman hoş olduğu bir gerçektir. Dallan, yaprakları, kökleri yakacak yapması ve yeşil ağaçtan ateş çıkarması Allah'ın kudretinin bir göstergesidir.
"Allah, Zakkum ağacını cehennem ehlinin yiyeceği kılmıştır. Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su karıştırılmış bir içkileri vardır." (Sâffât: 66-67)
Niçin bu acı veren azap?
"Çünkü onlar babalarını sapık kimseler buldular. Kendileri de onların izlerinde koşuşturuyorlar." (Sâffât: 69-70)
Kor taklitçilik ve ataların peşinden gitme, bu sancılı azabın perde arkasındaki ilkeler ve geleneklerdir. İnsanların genelinin, bu yönde atalarının miraslarına kondukları, bunlara aykırı olan çağrılara ve sistemlere saldırdıkları, dengeli ve şeffaf düşünmedikleri, kendilerine karşı gelenleri zulüm ve taassubla öldürdükleri yahut onların tartışmalarına ve düşüncelerine mensup oldukları bir gerçektir:
"Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı. Biz onların içine uyarıcılar gönderdik. Bak, o uyarılanların sonu nice oldu." (Sâffât: 71-73)
Y5Sîn Sûresi-431
Kur'ân-ı Kerîm "in Konulu Tefsiri
Sâffât Sûresi'nin ortalarında, Peygamber'! teselli etmek ve gönlünü yatıştırmak için vahyi Peygamber (s.a.v)'e taşıyan altı risâlet zikredilmektedir.
Peygamberlerin ilki olan Nuh, ulu'1-azm peygamberlerin de ilkidir. O, Allah için uzun süre belâlara katlanmıştır. Fıtratın temellerini koyan ve önceden bizi Müslümanlar olarak isimlendiren İbrâhîm. Dini; inanç, şeriat, din ve devlet olarak sunan ve içinde Muhammed risâletine benzer yanlan bulunan kitap sahibi Mûsâ. Bu üç peygamber asıl olup bunları izleyen bir diğer üç peygamber daha vardır:
İbrâhîm dininden olan ve onun kardeşinin oğlu olan Lût.
Kitapları Musa'ya indirilen Tevrat olan İsrâiloğulları'nın peygamberlerinden İl-yas ve Yûnus..
Buradaki Nûh kıssasının sonundan başlaması gayet hoştur. Nûh, dokuzbuçuk asır (dokuzyüzelli yıl) kavmini Allah'a davet etmeye devam etmiş, yüz çevirme dışında başka bir şey görememiştir. Yenildiğini hissedince şöyle haykırmış: "Ey Rabbim, ben yenik düşüp pes ettim., yardım et." İşte tam o esnada yardım gelmiştir.
Sâffât Sûresi'ndeki kıssa şu dua İle başlıyor:
"Andolsun, Nûh bize yalvarmıştı da ne güzel kabul buyurmuştuk. O'nu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. Yalnız O'nıın zürriyetini kalıcılar yaptık. Sonra gelenler arasında O'na iyi bir ün bıraktık. Âlemler içinde Nuh'a selam olsun." (Sâffât: 75-79)
Allah'ın, Nuh'un güzel ününü ebedî kılmasından amaç, O'nun düşmanlarını helak ettikten sonra ona şöyle demesidir: "Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketle (gemiden) in." (Hûd: 48)
Nuh'un kendi kavmine gönderilen bir peygamber olduğunu, kavmini helak eden tufanın bölgesel olduğunu, Mısır, İran, Avrupa, Afrika vs. yerlerle bir alâkasının bulunmadığını açıklamıştık.
İbrâhîm, Nuh'un uğruna mücâdele verdiği tevhid akîdesini diriltti. Kavmine, putlara tapmada yanlışlıklarını belirten deliller sundu. Mücâdelesine Yüce Allah'ın şu buyruğu ile başladı:
"Yıldızlara göz altı: 'Ben hastayım' dedi. Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan kaçtılar. O da gizlice onların tanrılarına sokuldu: 'Yemez misiniz?' dedi. Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?" (Sâffâl: 88-92)
Ayet, İbrâhîm'in bu putperestliği yıkan bir eylem düşündüğünü anlatıyor. İbrâhîm, hasta olduğunu söyledi. Bunun üzerine kavmi O'nu terkedip yalnız bıraktılar. İbrâhîm, putların olduğu yere gitti ve onları yerle bir etti: "Sonunda İbrâhîm onları paramparça elti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye."
432 • Sâffât Sûresi
gönlünü yatıştırmak
11".
[ikidir. O, Allah için den bizi Müslüman-
)larak sunan ve için-
L
tısa. Bu üç peygam-
ygamberlerinden İlin, dokuzbuçuk asır fiiz çevirme dışında I: "EyRabbim, ben ıiştir.
ırmuştuk. O'nu ve âi-retini kalıcılar yaptık. r içinde Nuh'a selam
in düşmanlarını he-Han ümmetlere bİz-
jbvmini helak eden 5 bir alâkasının bu-
îltti. Kavmine, put-s Yüce Allah'ın şu
arkalarını dönüp on-emez misiniz?' dedi.
tnü anlatıyor. İbrâ-p yalnız bıraktılar. tda İbrahim onları mat ederler diye."
Muhammed Gazalî
(Enbiyâ: 58) İbrâhîm, kardeşleri olan ilâhları bu parçaladı demek için baltayı büyük putun omuzuna astı.
İbrâhîm, kavminin kendilerine hiçbir şey yapamayan odunlara veya taşlara tapmadaki kötü düşüncelerini ve gerizekâl ılıklarını ortaya koymak için böyle bir plana başvurdu. Kavmi bu olaydan haberdar olunca İbrâhîm onlara şöyle dedi: "Bu eylemi, büyük put yaptı. O açıkça yalan söylemez. O ancak yaptıklarına karşı utanıyor ve mahcup oluyor."
Bu ve buna benzer kıssalarda İbrahim'in üç yerde yalana başvurduğu rivayet olunmuştur. Oysa bu, görüşte acziyetin ve anlayışta kalınkafalıhğın ifadesidir. Bu tür vehimleri Kitap Ehli ortaya atmış ve daha sonra İsrailiyat yoluyla bizim rivayetlerimize sızmıştır. Oysa bu kabulü mümkün olmayan bir görüştür. İbrâhîm, yalan söylemekten bendir. O'nun hakkında rivayet edilen kıssa, bu saçmalığı kabul anlamına gelmez.
İbrahim'in yaşam öyküsündeki oğluna ve oğlunun kendisine karşı konumu, endişe uyandırabilir. İbrâhîm, dua ettikten sonra yaşlı olduğu halde oğlu kendisine bahşedilmiştir. Çocuk gençlik yaşına erişip delikanlı olunca İbrâhîm onunla sevinmiş, Allah, İbrahim'e oğlunu kendisi için kurban kesmesini vahyetmiştir:
"(Çocuk) babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: 'Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?' dedi." (Sâffât: 102)
Bu yaşlı adamın durumu nedir kikendisiyle sevindikten ve onunla konuşma arzusunda olduktan sonra kendisine yeryüzü halkından en sevimlisi olan oğlunu boğazlamakla sorumlu tutuluyor?
Onun çektiğini bir başkası çekseydi üzüntüden ölüp giderdi. İbrâhîm, nasıl oğlunu öldürmekle yükümlü tutulabilirdi?
Fakat İbrâhîm, Allah' ur kulu, elçisi ve dostudur. O, Allah'ın rızasından gayrı bîr hayat tanımaz ve kendisi için çok zor da olsa Allah'a karşı gelecek bir iş yapamaz. İşte bu yüzden yakîni ve sıdkı babasından geri kalmayan sâlih bir evlat olan oğluna olup bitenleri anlattı:
"O da cevaben- 'Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulurşıur: dedi." (Sâffât: 102)
Baba çocuğuna çocuk kendisine güvendi. Uygulama başlayıp bıçak boğaza dayanınca yardım geldi ve kurban indirildi:
"Biz ona: îbrâhîm! diye seslendik. Sen rüyayı doğruladın, işte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız! Gerçekten bu apaçık bir imtihan idi." (Sâffât: 104-106)
YSSîn Sûresi ■ 433
Kur'ûn-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
Kıssa, insanoğlunun uzun ve zor olan bir ilâhî sınavdan geçtiğinin ve imanın boş bir sözden ibaret değil sabır ve teslim olduğunun bir tanıklığıdır.
Suredeki diğer kıssaları atlayıp Yüce Allah'ın şu buyruğuna bir bakalım:
"(Ya Mulıammed) şimdi sor onlara: Rabbine kızlar, onlara da oğlanlar mı?" (Sâffât: 149)
Bu, ikinci soru sorma işidir.
Birinci soru sorma işi şu âyette geçmektedir: "Şimdi sor onlara: Yaratılış bakımından kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık." (Sâffât: 11) Yaratıcının büyüklüğünü ve ilâhî otoritenin genişliğini açıklamak için evrenin ufuklarını, doğu ve batılarını tasavvur ettikten sonra bu soru sorulmuştur. Müşrikler yanında ilâhlık düşüncesinin basit bir komedi olduğu, Allah'ı gereği gibi takdir edemedikleri ve O'nu kızların babası zayıflığına indirgedikleri açıktır!
Müşriklerden birinin bir kızı olunca onu diri diri toprağa gömerken melekleri, Allah'ın kızları yapabiliyor ve onları Allah'a nisbet edebiliyorlar.
"Yoksa biz melekleri, onların gözleri önünde dişi mi yarattık?" (Sâffât: 150)
Allah'ın, ne cinlerden, ne İnsanlardan, ne de meleklerden hiç çocukları yoktur. Aynı zamanda hayır ve şer tanrısı da yoktur: "O ancak bir Tanrı dır." (Nahl: 51) Şer tanrısının hayır tanrısının bir kardeşi olduğu zehabı, bir uydurmadır. Bu tür hurafeler, ancak sapıtmışlar arasında yaygınlık kazanır.
Araplar, Hıristiyan ve Yahudilere verilen kitabın bir benzeri kendilerine verilmiş olsaydı onlardan daha iyi olacaklarını sanıyorlardı:
"Putperestler: Eğer öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah'ın ihlaslı kullan olurduk, diyorlardı." (Sâffât: 167-169
Allah onlara kitap verince onu yalanladılar. Öne geçenler iman ettiler ve apaçık kitapla dünyayı yönettiler.
Sonra geriden gelenler bu kitabın hidâyetinden sapınca onlar için olanlar oldu:
"Andolsuıı ki, Gönderile» peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Ve galib gelecek olanlar mutlaka bizim ordularımız-dır." (Sâffât: 171-173)
Fakat va'dedilen zafer, filizler olgunlaştıktan ve zamanı tamamlandıktan sonra gelecektir. Bunun için Allah şöyle buyuruyor:
"Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Onların halini gör, onlar da görecekler. Azabımızı acele mi istiyorlar? Azap yurtlarına indiğinde, uyarılanların sabahı
434 • Sâffat Sûresi
Muhammed Gazalî
ne kötü olur." (SâfFat: 174-177)
Bu süre, yeniden vurgulanıyor ve Allah şöyle buyuruyor: "Bir süreye kadar onlardan yüz çevir." (Sâffât: 178)