saçma sloganlarla sağcı solcu ayrımına gitmektedirler.
Güvercinden korktuğu halde aslan kesilenlere ne diyelim? Bu akıllılık mı? Bunun için bu kanunun ardından şu âyet gelmiştir:
"Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tcvhidden küfre) çevriliyorsunuz?" (Fâtır: 3)
Nimetleri Allah'tan başka kim vermektedir? Gönüllerini ferahlatarak kullarını erdemli kılan kimdir?
Hadis-i Şerifte şöyle geçmektedir:
"Ey Allahım! Bana ne kadar nimet verdin veya beni yaratıklarından biri kıldın. Senin tek oluşun şarıltıdandır. Senin ortağın yoktur, Hamd sanadır ve şükür senin içindir, "
İman, ancak bu her şeyi içine alan bilinç ile tamamlanır. Bu bilinç, Allah bilincidir: "Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur. O her şeyi işitendir, bilendir." (En'am: 13) O, velînimet ve iyilikleri düzenleyendir.
İnsanlar arasında şirkin yayılmasının ana kaynağı, insanlara, efendilerin efendisini unutturarak ve onları sinekler peşine takarak bu inancı öldürmektir. Zorbalar, yeryüzünde imanı gönüllerden çekip almak için kavga çıkartmıyor mu?
Bu yüzden bu açıklığa yönelmeleri için çağrı ikinci kez tekrarlanmıştır:
"Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Çünkü şeytan, sizin düş-manımzdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır." (Fâtır: 5-6)
Allah, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Muhammed'e bu kitabı vahyetti. Muhammed, onu insanlara yollarını bulmaları için okudu. Onu kabul edenler kurtuldular:
"Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); senden önceki peygamberler de yalanlan-nııştır. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir." (Fâtır; 4)
Müşrikler, tevhid akidesini ve yeniden dirilmeyi inkâr ettiler. Peygamber, kendi kavminden inad ve düşmanlık gördü. O'na birinde şöyle denmişti:
"Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. (Oysa ki) peygamberleri onlara açık âyetler (mucizeler), sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. Sonra ben, o inkâr edenleri yakaladım. (Bak ki) cezam nasıl oldu?" (Fâtır: 25-26)
418 • Fitır Sûresi
Muhammet! Gaz alî
Fakat bu ceza hemen olmuyor. Allah, kullarına süre tanır. Bu süre, bazen uzar ki, uyuyanlar uyansın ve ahmaklar düşünsün:
"Eğer Allah, yapakları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir." (Fâtır: 45)
Bil ki kim bu geciktirmeden istifâde ederse tevbe eder, kim de aldamrsa yok olup gider.
Bundan Önce âyetler, geciktirmeyi bir ihmal sayan ve ilâhî sabrın kendisini kör ettiği insanların bulunduğunu ortaya koymaktadır:
"Kötü İşi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helak etme. Allah onların ne yaptıklarını biliyor." (Fâtır: 8)
Peygamber, çok üzüntülüydü. İnkâr eden inkâr etti. O hatırlatmak ve öğüt vermek için bütün çabasını harcıyordu. Fakat Allah'a saldıran helak olur. Hakkı inkâr eden uçuruma yuvarlanır.
Bu sûredeki üçüncü ve son çağn işte şudur:
"Ey İnsanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık oları ancak O'dur. Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir. Bu da Allah'a güç bir şey değildir." (Fâtır: 15-17)
Allah için hiçbir şey zor değildir. O'nun, bütün dünyadakileri yok edip yerine daha temiz ve muttakîleri getirmeye gücü yeter.
İnsanların önlerinde, zulüm ve adalet, zillet ve izzet, Allah'a sadakat ve O'nun ahdini bozma arasında bir seçim vardır:
"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a sâlilı amel ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur." (Fâtır: 10)
Sûre, yaratma ve yardım durumunu ortaya koymaktadır. Allah, bulutlan sürükleyen rüzgâr gönderen ve denizleri; bu tatlıdır hoştur, bu acıdır tuzludur, şeklînde vare-
dendir.
"Allah sizi (Önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-di-şi) kıldı." (Fâtır: 11)
Bununla birlikte birçok insan, tıpkı aylak, eğitilmemiş, kendisine bir şey verilme-
Fâtır Sûresi-419
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
yen, bu itilip kovulmuşluğuna son vermek için çaba göstermeksizin sağda solda gezmeye devam eden köpekler gibi hayat yollarına atılmaktadır.
Adeta dinler tarihini bilenler arasında, İslâm'ın evreni düşünme, hayatı görme, hararetle dünyayı, dünyadaki âyetleri, güçlen, sırlan ve kanunları kafa yorup düşünmeye davet etme üzerine kurulduğu noktasında görüş birliği sağlanmıştır.
Allah'ın zâtını düşünme mümkün değildir. O'nun büyüklüğünü tanıma yolu, ancak yaratı ki arı ndakî âyetleri araştırma ile mümkündür. Bu, Allah'ın ilminin, kudretinin, celâlinin ve cemâlinin yalanlanamayacağına bir delildir. Yeryüzünün belli alanlarında, hepsi aynı yerden çıkan tatları, renkleri ve kokulan farklı olan meyveler görmektesiniz. Başınızı göğe kaldırıp baktığınızda büyük ve geniş bir âleme işaret eden parlayan bir güneş, aydınlatan bir ay ve ufuklara saçılmış yıldızlar görürsünüz.
Bütün bunlar büyük yaratıcının eseridir. Bu bağlamda Yüce Allah'ın şu buyruğunu bir okuyunuz:
"Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kullan içinde ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, dâima üstündür, çok bağışlayandır." (Fâtır: 27-28)
Âyetin siyakından, âyette geçen âlimlerden kastın, tıp, mühendislik, astronomi bilimadamlarına ilâveten botanik, zooloji, jeoloji, fizik, kimya bilginleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu bil i madamlarının, Yüce Allah hakkında yaptıkları açıklamaları dinlediğimizde ve sözlerini araştırdığımızda, Allah'ı, övülen ve saygı duyulan büyük ve kulluğa layık olarak zikrettiklerini görmekteyiz.
Her şeyde O'nun İçin âyet vardır, O'nun tek olduğuna işaret eden...
Kur'ân kavramları, bu eksen üzerinde dönüp dolaşmaktadır. îman, zekî ve araştırmacı aklın bir sonucudur. Din, ancak inanmış bir akıl ve Allah'a yönelerek yaşayan bir kalbin sonucudur. İslâm ümmeti, din gerçeklerini bu kavram çerçevesinde yüklenmiş ve insanlar arasında böyle temsil etmeyi istemiştir. Yüce Allah buyuruyor ki:
"Sonra Kitâb'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük erdemlilik budur." (Fâtır: 32)
Araplar, Allah'ın risâletini İnsanlara taşımada diğer milletleri geçmiştir. İsrâilo-ğulları, vahyin tebliğ edildiği bir millettiler. Fakat bencillikleri baskın çıktı. Vahyi, şehvetlerine hizmet ve aldanmalarına destek için kullandılar. Bu yüzden Allah, onlara gazab etti ve onları vahiyden uzaklaştırdı.
Ayetin buradaki beyanâtına göre Araplar üç gruba ayrılmışlardır: İsyan ve aşın-
420 ■ Fâtır Sûresi
Muhammed Gazali
lıkla kendisine zulmedenler; iyilikleri yapmakla ve bir kısım kötülükleri birbirine karıştırmakla yetinen uzlaşmacılar; Allah'a teslim olan, O'nun rızasını kazanmaya çalışan ve bu uğurda birbirleriyle yarışanlar..
Bu gruplardan birini ele geçirmeye çalışararak ve egemen olan konjonktüre tâbi olarak herhangi bir milletin yönetildiği ve onun otorite altına alındığı bir gerçektir! Milletlerin geneli, kendilerine zulmedenlerden veya haddi aşanlardan olunca durum tehlike arzeder.
İlâhî ceza sert olur. Millet bütün kendi eliyle seçtiği ve seçimle miras aldığı unsurları yitirir. Müslümanlar bu gerçeği kavrayabiliyorlar mı?
Biz Müslümanlar, kendimizi yetiştirip bu ve buna benzer âyetlere gelince İbni Abbas'tan rivayet edildiği gibi: "Allah, Muhammed ümmetine indirdiği bütün kitapları miras bırakmıştır. Ümmetin zulmedenleri onunla bağışlanır, orta yolu tutanları kolayca hesaba çeker ve önde olanları hesaba çekmeden cennetine sokar." diyerek ri-sâletimizi tebliğ edebiliyor muyuz? Böyle olmadığı takdirde yukarıda belirtilen tehlikelerin yaygınlık kazanması halkı ifsâd eder. Medeniyet ve avantaj itibariyle diğer milletleri Müslümanlar üzerine baskın kılar! Bİz Yüce Allah'ın şu buyruğunu okuyunca bu köklü şuura ulaşıyoruz:
"Kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir mîlletten daha çok doğru yolda olacaklarına dâir bütün güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Muhammed) gelince, bu onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi attırmadı. Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." (Fâtır: 42-43)
Bu anlam, Kur'ân-ı Kerîm'de; Fâtır Sûresi'ndeki bu ayetlerde, En'am ve Saffât Sûresi'nde olmak üzere üç kez tekrar edilmiştir. Bu üç yerde de kasdedilen, nefisleri peşine takılan, önceki Ehl-i Kitab'tan haberler alan ve şayet bizim kitabımız olsaydı onlardan daha doğru yolda olurduk diyen cahiliye Araplarının kınanmasıdir. İşte alın size kitap. Ona karşı ne yaptınız? Gördüğüm kadarıyla selef-i salihimiz, vahyin ufuklarında dolaşıyorlardı, yaşam ve hareketleriyle yüklendikleri örnekleri sergiliyorlardı. Fakat Arapların bu karakterleri bozuldu. Bu yüzden Allah'ın yolundan saptılar, Kur'ân'ın bu vasiyetlerine ihanet ettiler ve kendi nevalarına boyun eğdiler. Bugün Arapların ırkçılık yaparak kendi kavimleriyle övündüklerini duyuyoruz ve Allah'ın onları kendisi için seçtiği mirastan uzaklaşıp ayrıldıklarını görüyoruz. Araplar bu ir-tidattan sonra ne istiyorlar? Allah'ın insanlarla olan ilişkisinin temelini, insanların O'nu dost edinmesi veya O'na karşı gelmesi oluşturmaktadır. Bunun için Allah uyararak şöyle buyuruyor:
Fâtır Sûresi-421
Kur'ân-ı Kerîm 'İn Konulu Tefsiri
"Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah'ı âciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür." (Fâtır: 44)
Keşke Araplar bunu bilselerdi.