8 Haziran 2007 Cuma

FATIR SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: İlk kelimesi, sureye ad olarak verilmiştir. Bu surenin ikinci adı birinci ayette geçen el-melaike'dir.

Nüzul Zamanı: Surenin ne zaman nazil olduğu ancak muhtevasından tahmin edilebilmektedir. Bu sure, muhtemelen Mekkeli müşriklerin şiddete başvurdukları, aynı zamanda İslam davetini önlemek ve Allah'ın Rasûl'ünü (s.a) mağlub edebilmek için, hiçbir hileden geri kalmadıkları dönemde, yani Mekke döneminin ortalarında nazil olmuştur.

Konu: Bu sure şöyle özetlenebilir: Allah, Mekke toplumunun ileri gelenlerini davete karşı olan tutumlarından dolayı ikaz etmekte ve onlara bir nasihatçı, bir öğretmen gibi hitab etmektedir; "Ey akılsızlar! Bu peygamber iyiliğiniz için sizlere İslam'ı anlatmaya çalışırken siz ona kızıyor ve onu çeşitli hilelerle yalanlamaya kalkışıyorsunuz. Bu davetin size bir zararı mı var? Oysa siz ona zarar veremezsiniz. Peygamber'in (s.a) size ne anlatmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? O halde bunda tuhaf olan nedir? O size şirkten kaçınmanızı söylemektedir. Biraz düşünün, bu kâinat nizamında şirke yer var mıdır? Fakat sizler Allah'a şirk koşuyorsunuz. Peygamber (s.a) size Allah'ın birliğini tebliğ ediyor, biraz düşünün, yeri ve göğü yaratan Allah'tan başkası bu sıfatları taşıyabilir mi? O, size bu dünyada başıboş bırakılmadığınızı, sonunda Allah'a döneceğinizi ve yaptıklarınızdan hesaba çekilerek, hesabın sonunda ceza ve mükâfat göreceğinizi söylemektedir.

Bunda şaşıracak ne var? Kâinatta herşeyin aslına rücu ettiğini görmüyor musunuz? O halde sizin dönüşünüz niçin mümkün olmasın? Allah sizi bir damla sudan, nutfeden meydana getiriyorken, sizi ölümünüzden sonra diriltmesi niye zor olsun? İyilik ve kötülüğün bir olmaması gerektiği, akla daha yatkın değil midir? Düşünün bir kere; iyi bir kimseye mükâfat, kötü bir kimseye ise ceza vermek mi daha makuldur, yoksa ölümden sonra toz olarak hiçbir karşılık görmemek mi? İşte size bu gerçekleri anlatan Peygamber'i (s.a) reddetmekte ısrar eder, sahte tanrılara tapmakta ve sorumsuzca hayat sürmekte devam ederseniz, zararlı çıkacak olan yine sizler olursunuz. Peygamber (s.a) için hiçbir zarar sözkonusu değildir. Çünkü onun vazifesi sadece tebliğ etmektir ve o da bu görevini yapmıştır."

Burada Allah, Rasûlüne (s.a) "üzülme senin görevin sadece tebliğ ve nasihat etmektir" diye hatırlatmaktadır. "Sen inkarında ısrar eden kimseleri düzeltmekle mükellef değilsin. Sen üzülmeden tebliğine devam et, hidayeti kabul eden ve tebliğe kulak verenlere yönel."

Bu surede müminlere, "İmanları artsın ve böylece Allah'ın vaadettiklerine olan güvenleri daha da sağlamlaşsın" diye, hakikatler tekrar tekrar bildirilmektedir.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer üçer ve dörder1 kanatlı melekleri2 elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır.3 Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

2 Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak olan yoktur; her neyi de kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek olan yoktur.4 O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.5

3 Ey insanlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini anın.6 Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?7

AÇIKLAMA

1. Buradaki "Rasûl" (elçi) ifadesi, Allah'dan Hz. Peygamber'e (s.a) mesaj getiren melekler anlamına gelmekle birlikte, tüm kâinattta Allah'dan aldıkları emirleri yerine getiren ve uygulayan melekler anlamında da kullanılmış olabilir. Bu açıklamaların gayesi şudur: Mekkeli müşrikler "melekleri" Allah'ın kızları olarak kabul ediyorlardı.

Oysa bunlar sadece Allah'ın hizmetkarları ve emir kullarıdır. Bir hükümdarın hizmetkarları onun emirlerini yerine getirmek için nasıl koşuşup dururlarsa, aynı şekilde melekler de kâinatın gerçek hükümdarı olan Allah'ın emirlerini yerine getirmek için uçuşup dururlar. Kısaca meleklerin Allah'ın hükümranlığında söz hakkı yoktur ve onlar sadece memurdurlar.

2. Bizlerin meleklerin kanatlarının niteliği hakkında bir bilgi sahibi olmamız mümkün değildir. Ancak Allah, meleklerin kanatları hakkında insanların kuşlar için kullandıkları bir kavramı seçmiştir... Dolayısıyla bu kanatların kuşların kanatları gibi olması en muhtemel görüştür. Ayrıca "ikişer, üçer, dörder kanatları" oldukları zikrediliyor. Bundan da meleklerin sınıf sınıf oldukları, kendilerine görevlerine göre kanat ve kuvvet verilmiş olduğu anlaşılıyor.

3. Bu ifadeden meleklerin dörtten fazla kanatlı olanlarının da bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a) rivayet edilen bir hadiste, Rasûlullah'ın (s.a) Cibril'i 600 kanatlı olarak gördüğünü söylemiştir. (Buhari, Müslim, Tirmizi) Yine Hz. Aişe'den mervidir ki, Rasûlullah (s.a) Cibril-İ Emin'i iki kez asıl şeklinde görmüştür. Cibril'in 600 kanadı varmış ve bütün ufku kaplıyormuş. (Tirmizi)

4. Bu ifade ile müşriklere şu anlatılmak isteniyor. Sizlere Allah'tan başka hiç kimse rızık veremez, evlat veremez ve hastalıktan sonra şifa da veremez. Allah'ın ortağı olduğu şeklindeki tüm düşünceler asılsızdır. Bu, yalnız Allah'ın lütfudur ve bağışladığı nimetler sadece O'ndandır. Bu husus Kur'an-ı Kerim ve Hadislerde çeşitli şekillerde açıklanmıştır. İnsanlar kendilerine fayda ve zarar verebilecek tek kudretin sadece Allah olduğunu anlasınlar ve böylece çeşitli yerlerde Allah'tan başkasını çağırmasınlar ve ortak koşmasınlar.

5. "Aziz" ifadesi ile herşey üzerinde galip ve iktidar sahibi olan Allah kastolunmaktadır. O'nun emirlerinin uygulanmasına hiç kimse engel olamaz. O Hakîm'dir ve O'nun tüm emirleri bir hikmete mebnidir. Bir kimseye bir şey bağışlasa da, bağışlamasa da bunun mutlak bir hikmeti vardır. O'nun hiçbir işi hikmetsiz değildir.

6. Yani, nankörlük etmeyin ve elinizde ne varsa onun Allah'ın bir lütfu olduğunu unutmayın. Ayrıca bir kimse herhangi bir nimet için Allah'tan başkasına yalvarırsa veya "bir başkası verdi" diye Allah'a şükrettiği gibi ona da şükrederse, o en büyük nankördür, şeklinde de anlaşılabilir.

7. Burada birinci ile ikinci cümle arasında latif bir boşluk bırakılarak, böyle bir manzaranın okuyucunun kafasında oluşması istenmiştir. Yerden ve gökten kimin rızık verdiği soruluyor ve ortalığı bir sessizlik kaplıyor. Mecliste herkes susunca, bu sefer cevabı hatibin kendisi veriyor: "Allah'tan başka ilah yoktur ve O'ndan başka hiçkimse size rızık veremez. Bunu bildiğiniz halde niçin kandırılıyor ve başkalarına kulluk yapıyorsunuz? Yaratan ve rızık veren sadece Allah ise, itaate ve ibadete layık olan da sadece O'dur."

4 Eğer seni yalanlıyorlarsa,8 senden önceki peygamberler de yalanlandı. (En sonunda bütün) İşler Allah'a döndürülür.9

5 Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır,10 öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın11 ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.12

6 Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.

7 O küfredenler;13 onlar için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir14 vardır.

8 Kötü olarak yapıp-ettikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel15 gören mi16 (Allah katında kabul görecek)? Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. Öyleyse, onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin.17 Gerçekten Allah, yapmakta olduklarını bilendir.18

9 Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece biz onu ölü bir beldeye sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip-yayılma da böyledir.19

AÇIKLAMA

8. Yani, onlar senin peygamberliğini yalanlıyorlar ve Allah'tan başka hiçkimsenin kulluğa layık olmadığını kabul etmiyorlar.

9. Yani, bu hususta onlar karar vermeye yetkili değildirler. Yalancının kim olduğuna karar vermek Allah'ın elindedir. Sonunda O, yalancının kim olduğunu açıklayacak ve onu cezalandıracaktır.

10. "Va'd" ile ahiretin va'dedilmesi kastolunmaktadır. Ayrıca buna yukarıda işaret edilmişti. O gün tüm işler Allah'a döndürülecektir.

11. Yani, onlar yaptıklarının hesabını vermeyeceklerini ve dünyada nasıl rahat bir hayat geçiriyorlarsa orada da aynısını bulacaklarını zannetmekle başka bir yanlışa düşmüş oluyorlar.

12. Yani, "Şeytan"lar, insanlara; "Allah yoktur veya Allah bu dünyayı yaratmış ama bu dünya ile hiçbir ilgisi kalmamış. Ya da Allah kâinatın haliki ve sahibidir, fakat vahiy ve risalet uydurma şeylerdir" diye telkinde bulunurlar. Yine, bazılarına derler ki: "Allah Gafur ve Rahim'dir, siz ne yaparsanız yapın, O sizleri affeder" veya "Şu kimseler Allah indinde o kadar güçlüdürler ki, sizleri mutlaka kurtarırlar."

13. Yani, Allah'ın indirdiği Kitabı ve Rasûlü Hz. Muhammed'in (s.a) davetini inkar edecekler.

14. Yani, Allah, onların hatalarını sadece affetmekle kalmayacak ve onların yaptıkları iyiliklerin karşılıklarından daha fazlasını kendilerine verecektir.

15. Yukardaki iki paragrafta da sıradan insanlar muhatab alınıyordu. Şimdi ise bu paragrafta Rasûlullah'ı (s.a), yenilgiye uğratabilmek için tüm güçlerini sarfeden, küfrün önderleri muhatap alınıyor.

16. Yani, bazı kimseler, iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak etmelerine rağmen, hep kötü işler yaparlar. Bu gibi insanlar bazı zamanlar vicdanlarının sesine kulak verince, doğru yola girerler. Çünkü hâlâ birtakım hatalar içinde bulunsalar da, fıtratları tamamen bozulmamıştır. Fakat bazı kimseler de iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak bile edemezler. Öyle ki, kötülüğü medeniyetin ve kültürün bir simgesi olarak taşırlar. İyiliği gericilik olarak görürlerken fısk ve fücur'u da ilericilik kabul ederler. Doğru yol onların nazarında bir sapma iken, sapıklık onlar için doğru yoldur.

İşte böyle kimseler için nasihat faydasızdır. Çünkü bunlar için iyilik ve kötülüğü ayırdetmek mümkün olmadığından, kendilerini ıslah etmezler ve nasihatten yüz çevirirler. Bir davetçi bu gibi kimselerin peşinden boşuna koşmamalı, onun yerine iyi ve kötüyü fark edebilen ve kalbleri Hakk'a tamamen kapanmamış kimselere gitmelidirler.

17. İlk cümlede Allah, "hidayet vermek ve dalâlete düşürmek benim elimdedir" diye buyurmuştu. Bu, kötülükte ısrar eden, iyi ve kötüyü ayırdedebilme yeteneğini kaybeden kimselere, Allah'ın hidayet nasip etmeyip, onları kendi hallerine bıraktığı ve onların bu halde yollarına devam ettiklerini apaçık göstermektedir. Bundan dolayı Allah, Hz. Peygamber'e (s.a) bu gibi insanların peşini bırakmasını, artık onlardan ümidini keserek üzülmemesini ve sabretmesini söylüyor. Çünkü onlar dalâlet içinde kalacaklardır.

Burada iki nokta dikkat çekmektedir: Birincisi, burada sıradan insanlara değil, Rasûlullah'ı (s.a) ve İslam davetini başarısızlığa mahkum edebilmek için her hileye başvuran Mekke'nin ileri gelenlerine hitap edilmektedir. Bu insanlar Hz. Peygamber'in (s.a) insanları neye davet ettiğini ve onun iyi yolda, kendilerinin ise kötü yolda olduklarını pekâlâ biliyorlardı. Fakat buna rağmen Hz. Peygamber'i (s.a) yenilgiye uğratmak ve kendi kötülükleri üzerinde direnmek için, böyle bir yol tutuyorlar ve kötülüğü iyiliğin üzerine çıkarmaya çalışıyorlardı. Onlar Hz. Peygamber'e (s.a) karşı yalan, hile, iftirada bulunuyorlarsa da, kendi yalanlarını çok iyi biliyorlardı. Halbuki Rasûlullah (s.a) davetini sürdürürken, muhaliflerinin yaptığı gibi, asla aynı yollara başvurmamıştır. Fakat yine de, muhalifleri bu çirkin tavırlarında ısrar etmekten çekinmemişlerdir. Demek ki, artık onlar için iyiliği kabul etmek sözkonusu değildir ve kötülük onların fıtratı haline gelmiştir. Dikkat çeken diğer bir nokta da şudur: Şayet Allah gerçekleri sadece kendi elçisine -Hz. Muhammed'e (s.a)- anlatmak istemiş olsaydı, ileri gelenlerin dalâlet içinde olduklarını anlatmak için açık bir ayete gerek kalmaz, bunu başka bir şekilde bildirirdi. Ancak halka açıklamak için şunlar bildiriliyor: "Sizler, toplumunuzun ileri gelenleri olan bu kimselere uyuyor ve peşlerinden gidiyorsunuz. Oysa onların ahlâklarının ne kadar bozuk olduğu ve tavırlarının yanlışlığı apaçık ortadadır.

18. Bu cümle içerisinde dolaylı bir tehdit vardır: "Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Hakim ve yüce olan Allah, tüm yaptıklarınızı görmektedir. Ve sizler bu davranışlarınızdan ötürü azaba uğrayacaksınız."

19. Bu akılsızlar kıyametin mümkün olmayacağını zannetmektedirler. Ve bu düşüncelerinden dolayı gaflet içindedirler. Güya onlar, Allah'ın huzurunda hesap vermeyeceklerdir. Fakat onların bu düşünceleri yanlıştır. Kıyamet günü Allah'ın bir işareti ile gelmiş-geçmiş tüm ölüler diriltileceklerdir. Tıpkı yağmurdan sonra bitkilerin canlandığı ve eski köklerin filizlendiği gibi.

10 Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır.20 Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir.21 Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler22 ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'

11 Allah,23 sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan.24 Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır.25 Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.26

AÇIKLAMA

20. Mekke'nin ileri gelenleri (büyüklenerek ve cehalet içinde) Hz. Muhammed'in (s.a) davetini kabul ettikleri takdirde, kendilerinden şeref ve izzetin gideceği, dolayısıyla Araplar üzerinde bir tesirlerinin kalmayacağı düşüncesindeydiler. Bundan dolayı Allah, "Bana isyan ettiğiniz için sizin izzet ve şerefiniz zaten yok olmuştur" diye buyurdu. Gerçek izzet ve şeref Allah'a tabi olmakta ve O'na itaat etmektedir. Bu izzet ve şeref sadece dünyada değil ahirette de sözkonusudur. Eğer Allah'a itaat ederseniz böyle bir izzet ve şerefe nail olursunuz. Yüz çevirdiğiniz takdirde ise zillet içinde kalırsınız.

21. İzzet ve şerefi elde edebilmek için söylenmiş ifsad edici ve habis söz hiçbir zaman yükselmez. Ancak O'nun yanında en doğru pak, temiz ve hakîkate mebni söz, samimi ve salih itikad yükselir. Bu sözü yükselten insanın amelleridir. Şayet söz ile birlikte amel yoksa, o söz Allah'ın indinde makbul olmaz. Sözün yükselebilmesi için salih amellerin kuvveti gerekir.

Kur'an'a göre salih söz ile salih amelin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olması çok dikkate değerdir. Hiçbir amel arkasında salih bir akide olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih akide, onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih akide, onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça itimada layık değildir. Şayet bir kimse lisanen, "Allah'tan başka ilah yoktur ve ancak O ibadete layıktır" diyor, fakat yaşantısında Allah'tan başka şeylere kulluk ediyorsa, bu söz onun amelini yalanlar. Ayrıca bir kimse lisanen içkinin haram olduğunu ifade ediyor buna rağmen içki içiyorsa, o kimsenin sözlerini ne halk ne de Allah kabul eder.

22. Yani, batıl, habis söz ile, hak sözü susturmak istiyorlar. Batıl sözü yükseltmek için de her yola başvurmaktadırlar.

23. Burada hitab sıradan insanlara yöneltilmiştir.

24. Yani, ilk olarak insan topraktan yaratılmış ve daha sonra nutfe (sperm) ile nesiller devam etmiştir.

25. Yani, her insanın ömrü o daha doğmadan tayin edilmiştir. Allah insanın ne kadar bir ömür süreceğini kararlaştırmıştır. Demek ki ömrün uzun ya da kısa olması Allah'ın takdirine göredir. Akılsız bazı kişiler; "Çok önceden çocuklar erken yaşlarda ölüyorlardı, ancak şimdi tıp ilerlediği için, çocuklar erken yaşlarda ölmüyorlar. Yine daha önce insanların ömrü kısa iken, şimdi tıp ilerlediği için insanın ömrü uzamıştır" diyorlar. Kur'an'ın söylediklerini yalanlamaya çalışan bu iddia; şayet biz bir kimsenin iki yıllık bir ömrü kaldığını bilebilecek bir ilme sahip olabilirsek ve o şahsın ömrünün birgün daha uzatıldığını görebilirsek, işte o zaman geçerli olabilir. Böyle bir ilme de kimse sahip olmadığı ve olamayacağı için, hiçkimsenin Kur'an'ın bu açıklamasına karşı bir delil getirmesi mümkün değildir. İstatistiklere göre şimdi çocuk ölümlerinin öncekilere nazaran azaldığının ve insanların ömürlerinin eskisinden daha uzun olduğunun tespit edildiği söyleniyorsa, bu insanların Allah'ın takdirini değiştirmeye kadir oldukları anlamına gelmez. Muhtelif devirlerde insanlara muhtelif süreler tayin edildiği daha akla yatkın değil midir? Ve bu Allah'ın bir hikmetidir. Yani falan devirdeki insanların bir hastalığın ilacını bulmaları sağlanacak, falan devirde de yaşayan insanların hayatının idamesi için herhangi bir vesile bağışlanacaktır.

26. Yani, sayısız mahlukat için, ayrı ayrı tafsilat vermek Allah için hiç de güç değildir.

12 İki deniz bir değildir.27 Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz28 ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını29 çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.

13 (Allah,) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar;30 güneşi ve ayı emre amade kılmıştır,31 her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah, sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka tapmakta olduklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar.32

14 Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler.33 Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır.34 (Bunu her şeyden) Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez.35

15 Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız;36 Allah ise, Ganiy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamîd (övülmeye layık)tır.37

16 Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir.

17 Bu, Allah'a göre güç değildir.38

AÇIKLAMA

27. Yani, denizlerdeki tuzlu su ve diğer nehir, göl ve çeşmelerdeki tatlı su.

28. Yani, denizlerdeki etleri yenen hayvanlar.

29. Yani, inci, mercan, altın vs.

30. Yani, günün aydınlığı yavaş yavaş azalmaya başladığında, gecenin karanlığı artmaya başlar ve sonunda tamamen karanlık bastırır. Nitekim gece sonunda ufukta önce hafif bir aydınlık meydana gelir ve sonra yavaş yavaş ortalık aydınlanmaya başlar.

31. Yani, bir nizama tabidirler.

32. Burada "Ketmir" kelimesi geçmektedir. "Ketmir" Arapçada hurmanın çekirdeği üzerindeki çok ince olan zar için kullanılır. Fakat buradaki kullanış sebebi, müşriklerin mabudlarının hakir birşeye bile sahip olmadıklarına işaret içindir. Bu nedenden ötürü ben bu kelimeyi lafzî olarak değil, mecazî olarak tercüme ettim.

33. Bu onların, sizin davetinizi işitmedikleri, ya da "evet" veya "hayır" şeklinde bir tercih yaptıkları halde cevap vermedikleri anlamına gelmez. Sözgelimi bir memura bir konu hakkında müracaatta bulunduğunuzda, o memurun sizin müracaat ettiğiniz konu ile bir alâkası yoksa, müracaatınız bir anlam ifade etmez. Çünkü o memur "evet" ya da "hayır" deme yetkisine sahip olmadığı için, kendisinden bir cevap alamazsınız. Ama aynı müracaat yetki sahibi birine yapılmış olsaydı, müracaatınız değerlendirilir ve kabul edilse de, edilmese de bir işleme tabi tutulurdu.

34. Yani, onlar, "Biz Allah'ın ortaklarıyız, bize kulluk edin demedik. Bizim bunlardan haberimiz bile yoktu. Bizi Allah'a ortak koşuyorlarmış, bize dua ediyorlarmış, farkında bile değildik. Nitekim onların duaları ve adakları bize ulaşmadı" diyeceklerdir.

35. Buradaki "haberdar" ifadesi ile Allah kastolunmaktadır. Belki bazı kimseler akıl yoluyla ve mantıken, Allah'a ortak koşulan putların ne kadar zavallı olduklarını bilebilirler ama Allah, o sahte putların acizliğinden tam anlamıyla haberdardır. Kıyamet günü ise onlar, acizliklerini bizzat itiraf edeceklerdir.

36. Yani, Allah'ın size muhtaç olduğu şeklinde yanlış bir düşünceye kapılmayın. Sizlerin inanıp-inanmaması Allah için bir anlam ifade etmez. O'nun takdiri herşeye rağmen vuku bulacaktır, sizler O'na ibadet etmeseniz de, O birşey kaybetmez, lakin sizler yaşadığınız her saniye içerisinde O'na muhtaçsınız. Hayatınızı idame ettirebilmek için muhtaç olduğunuz imkanları, Allah Teâla sizlerin emrine vermemiş olsa, bir an bile ayakta kalamazsınız. Allah'a ibadet etmenizin emredilmesi yine sizin yararınızadır. Çünkü sizlerin dünyada ve ahiretteki iyiliğiniz buna bağlıdır. Yoksa Allah'ın kaybedeceği birşey yoktur.

37. "Gani", Herşeye sahip ve herkesten müstağni olan, fakat hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir. Allah hiç kimsenin kendisine "hamd" edip etmemesine muhtaç değildir. O zaten kendisine hamd edilmiş olandır. Burada "Gani" ve "Hamid" sıfatlarının her ikisi birden kullanılmıştır. Çünkü Gani olan bir kimse servet sahibi de olsa başkaları onun malından faydalanamayabilir, o takdirde bu kimse ganidir ama hamid değildir. Ancak, kendisi başkalarından faydalanmadığı halde, başkalarının kendisinden faydalandığı kimse, gani ve hamid'tir. İşte Allah, hem Gani'dir, hem de Hamid'tir. Tüm mahlukat O'na muhtaç olduğu ve O'ndan faydalandığı için her hamd ve şükür O'na aittir.

38. Yani, sizler kendi gücünüze dayanarak dünyaya gelmediniz. Şayet Allah dilerse, sizleri bir işareti ile yok eder ve sizin yerinize başka bir kavim getirir. Bunun için "ne" olduğunuzu bir düşünün ve başka kavimlerin kötü sonuçlarına neden olan bu tavırdan vazgeçin. Bir kavim hakkında menfi bir karar çıktığı takdirde, kâinattaki hiçbir kuvvet bunun gerçekleşmesine engel olamaz.

18 Hiç bir günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez.39 Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, onun yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez.40 Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları41 uyarıp-korkutursun. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.

19 Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;

20 Karanlıklara aydınlık,

21 Gölge ile sıcaklık da.

22 Diri olanlarla ölüler de bir değildir.42 Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.43

AÇIKLAMA

39. "Yük" ifadesi ile amellerin sonuçları kastolunuyor. Yani, Allah katında herkes yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hiçkimse bir başkasının yaptıklarından mesul olmayacaktır. Bir şahsın başka birini kurtarmak için onun yerini almasına da imkan yoktur. Bu ifade, Mekkeli müşriklerin, Müslüman olan yakınlarına, "Dininizden vazgeçin ve atalarınızın dinine dönün. Kıyamet gününde biz sizin günahlarınızı yükleniriz" sözlerine atfen kullanılmıştır.

40. Yukarıdaki cümlede; hiçkimsenin başka bir kimseden dolayı ceza görmeyeceğini ve herkesin kendi hesabını yine kendisinin vereceğini bildiren Allah'ın adaleti hakkında söz edilmiştir. Başkalarının sorumluluklarını taşıyacaklarını iddia edenler, yalan söylemektedirler. Kıyamet günü kendi yaptıklarının hesabını verdiklerinde, kendilerini bile kurtaramadıklarını göreceklerdir. O gün kardeş kardeşden, baba oğuldan kaçacaktır ve hiç kimse bir başkası ile ilgilenmeyecektir.

41. Yani, inatçılık edenler, senin tebliğinden asla faydalanamazlar, ancak Allah'tan korkan, O'nun önünde eğilen kimseler bu çağrıya kulak verirler ve hidayete sadece onlar ererler.

42. Bu benzetmelerle, müminler ve kafirlerin şimdiki ve istikbaldeki hayatları arasındaki fark açıklanmak isteniyor. Bir grup (kafirler) kâinattaki tüm varlığın hangi hakikate işaret ettiğini görmemektedirler, çünkü gözleri kapalıdır. Diğer grup (müminler) Allah'ın birliğini ve insanoğlunun Allah'ın indindeki sorumluluğunu her zerrede idrak etmektedirler, çünkü basiret sahibidirler. Birinciler cehalet, zan, vehim ve karanlıklar içindedirler ve Rasülullah'ın (s.a) getirdiği aydınlıktan bilerek kaçmaktadırlar. İkinciler ise, basiret sahibi oldukları için, Hz. Peygamber'in (s.a) getirdiği aydınlığı hemen görürler. Müşriklerin takip ettikleri yolun felakete, Rasülullah'ın (s.a) davet ettiği yolun ise hayır ve felaha götürdüğünü anlarlar. Bu iki grup insan aynı yolun takipçileri değildirler. Dolayısıyla bunların hayat karşısındaki takındıkları tavrın aynı olması ve hayatlarının sonunda yok olup gitmeleri mümkün müdür? Kötülüğe ceza, iyiliğe mükâfat verilmeyecek midir? Onlara "Gölgenin serinliği ile, güneşin şiddetli sıcağının bir olmadığı" söylenerek, bir grubun ateşte yanacağı, diğer grubun ise Allah'ın rahmetinin gölgesinde serinleyeceği hatırlatılıyor. Yani, sizler her iki grubun sonlarının aynı olacağını sanmakla büyük bir yanılgı içindesiniz. Son olarak, müminler diri ve zinde kimselere benzetilirken, inatçı kafirler de ölüye benzetilmiş. Yani mümin öyle kimsedir ki, onda duygu, idrak, anlayış, şuur vardır ve vicdanı iyilik ve kötülüğü ayıracak derecede hassastır. Kafirler ise tam aksine inatçılığa gömülmüştür ve onların hali karanlıklar içinde kalmış bir körden daha beter olduğu gibi, kendisinde hiçbir duygudan eser kalmamış ölüye benzerler.

43. Yani, Allah dilerse taşlara bile anlama özelliği verir. Ancak Hz. Peygamber'in (s.a) görevi bu değildir ve o, sadece tebliğ eder. Onun tebliğini, idrakleri, duyguları ve vicdanları hassas olan ve göğüsleri vicdanlarına bir mezar olmayan kimseler anlarlar. İşte Rasülullah (s.a) ancak böyle kimseleri doğru yola iletir. Çünkü Hakka karşı sağır ve kör gibi davranan kimseler, Hakkı duyamazlar. Fakat kim o makul sözü dinlerse, ancak o Hakkı kabul eder.

23 Sen, yalnızca bir uyarıcı-korkutucusun.44

24 Hiç şüphesiz biz seni, Hak ile bir müjde verici bir uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı-korkutucu gelip-geçmiş olmasın.45

25 Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; peygamberleri ise, kendilerine apaçık olan ayetler,46 sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar47 getirmişlerdi.

26 Sonra ben de o küfre sapanları yakalayıverdim. Beni inkârları nasıl oldu (onlar gördüler)?

27 Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı, renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık).

28 İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik48 olanlar vardır. Kulları içinde ise, Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'49 Hiç şüphe yok Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.50

29 Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.

30 Çünkü (Allah,) onların ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara arttırır.51 Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir.52

AÇIKLAMA

44. Yani, senin vazifen sadece tebliğ etmek ve onları gerçeklerden haberdar etmektir. Daha fazlası değil. Şayet bir kimse, hidayeti kabul etmez ve dalâlet üzerinde bulunmakta ısrar ederse senin böyle kimseler karşısında bir sorumluluğun yoktur. Sen kör ve sağırlara anlatamazsın.

45. "Her topluma mutlaka bir uyarıcı gelmiştir." Bu husus Kur'an'ın çeşitli yerlerinde beyan edilmiştir; "Her toplumun bir uyarıcısı vardır." (Rad:7) "Andolsun senden önce de, daha evvelki toplumların herbirine uyarıcı gönderdik." (Hicr: 10), "Biz her ümmet içinden bir uyarıcı çıkardık." (Nahl: 36), "Biz uyarıcı göndermediğimiz hiçbir kasabayı mahvetmedik." (Şuara: 208). Yanlış bir anlamaya yol açmaması için burada iki noktaya dikkat etmek gerekir: Birincisi, bir nebinin tebliğinin ulaştığı yerlerde, başka bir nebiye ihtiyaç yoktur. Ayrıca bu ayet, her topluma ayrı ayrı nebilerin de gönderileceği anlamına gelmez. İkincisi nebinin yol göstericiliğinin devam ettiği ve korunduğu zamana kadar, yeni bir nebi göndermeye ihtiyaç olmadığı gibi, ayrıca her asır için ayrı bir Nebi göndermeye de gerek yoktur.

46. Yani, bu deliller, çok açık bir şekilde Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini ispat etmektedir.

47. Sayfalar (Suhuf) ile kitablar (Kütüb) arasında, sanıyorum şöyle bir fark vardır. Sayfalar ahlâki kaideler ve nasihatler ihtiva ederken, kitablar bütün bir şeriat vaaz ederler.

48. Burada, Allah'ın kâinat içerisinde ne kadar muhtelif ve çeşitli varlıklar yarattığına işaret olunmaktadır. Aynı toprak ve sudan, farklı vasıflarda bitkiler yaratılırken, aynı tip ağaçlardan farklı tad ve büyüklükte meyveler meydana getirilmiştir. Şayet bir dağa bakarsanız, onun değişik renklerde bezenmiş olduğunu ve değişik kısımlarında birbirinden çok farklı özelliklere sahip madenler bulunduğunu görürsünüz.

Mizaç, tabiat ve zihniyetlerin bu kadar farklı olmasını (bu konuya 19. ayetten 22. ayete kadar olan bölümlerde işaret edilmiştir) insanın havsalasının alması mümkün değildir. Çünkü tüm insanların huyları, istekleri, duyguları, zihniyetleri, düşünce biçimleri aynı olsaydı eğer, yeni bir mahluk yaratmak gerekmezdi. Hâlik olan Allah, yeryüzünde sorumluluk taşıyacak olan varlığın irade sahibi olması gerektiğinden, onu farklı özelliklerde ve zihniyetlerde yaratmıştır. Tüm bunlar, bu hikmetin arkasında Hakîm ve Azim bir planlayıcının olduğunu göstermektedir. Bu muazzam nizamın ardında, bir planlayıcının olduğunu ancak bir akılsız düşünemez.

49. Yani, insan Allah'ın sıfatlarını yeterince kavrayamadığı zaman Allah'dan korkmaz, fakat Allah'ın gücüne, O'nun İlim, Hikmet, Kahhar, Cabbar gibi sıfatlarına ne kadar vakıfsa Allah'dan o derece korkar. Dolayısıyla burada ilimden, matematik, felsefe, tarih ve diğer pozitif bilimler kastolunmuyor, buradaki söz konusu ilim, Allah'ın sıfatlarını bilmektir. Bir kimse tahsil görmüş olsa da, olmasa da Allah'ın sıfatlarından habersizse eğer, o kimse cahildir. Öyleki pozitif bilimlerde "allame-i cihan" olsa bile bu böyledir. Fakat bir kimse hiçbir tahsil görmemiş olduğu halde Allah'ın sıfatlarını biliyor ve O'nun içinde Allah korkusu bulunuyor ise, o kimse ilim ehlidir. Bu ayetteki "alim" ifadesi ile, Kur'an, Hadis, Kelam ilimlerini bilenler kastedilmektedir. Ancak bir şahıs dini bilgiye sahip olduğu ölçüde, içinde Allah korkusu taşıyorsa, o zaman ayetin bahsettiği "alim" sınıfına girer. Nitekim Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a) nakledilen bir söz bu hususu doğrulamaktadır. "İlim sadece çok sayıda hadis bilmek değildir. İlim Allah'dan çok korkmaktır." Hasan Basri (r.a), "alim, Allah'ı görmediği halde korkan, Allah'ın sevdiğini seven ve Allah'ın sevmediğinden uzak kalan kimsedir" diye buyurmuştur. Bu ayet böyle kimselere işaret etmektedir.

50. Yani, O kuvvet sahibidir, dilediği zaman mücrimleri yakalar ve hiçkimse O'ndan kaçamaz. Fakat O, aynı zamanda affedicidir. Bu yüzden, zalimlere fırsat tanıyarak onları hemen yakalamaz.

51. Burada müminlerin amelleri "Ticaret" ile ifade edilmiştir. Yani insan kendi sermayesini ticarete yatırarak ümitle çalışır ve sermayesi ile çalışmasının karşılığında daha fazla kazanırsa, aynı şekilde bir mümin de mal, vakit ve meşakkat sarfederek Allah katında daha fazlasını alır. Fakat bu iki ticaret arasında fark vardır. Şöyle ki, dünyada ticaret ehli için, kazancın yanında zarar ve iflas söz konusu iken bir müminin Allah ile yaptığı ticarette zarar etme ihtimali söz konusu bile değildir.

52. Yani, Allah'ın salih kullarına karşı muamelesi, küçük hatalar yaptığında kölesine kızan ve kızdığında, onun tüm fedakârlıklarını, sadakatini unutan hasis bir kimse gibi değildir. Allah, Kerim ve Feyyaz'dır. Salih kullarının hatalarına göz yumarak, onların yaptıkları hizmetlere değer verir.

31 Kendinden öncekini53 doğrulayıcı olarak sana Kitap'tan vahyettiğimiz gerçeğin ta kendisidir. Şüphesiz Allah, elbette haber alandır, görendir.54

32 Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık.55 Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi kendi orta yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır-öne geçer. İşte bu, büyük fazlın56 kendisidir.

33 Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler;57 orada altından bileziklerle ve incirlerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri de ipektir.

AÇIKLAMA

53. Bu Peygamber (s.a) sizlere şaşılacak bir mesaj getirmemiştir. Sadece daha önce gelen peygamberlerin taşıdıkları mesajı teyid etmektedir ki, bu zaten ezelî ve ebedî hakikattir.

54. Allah'ın sıfatlarını beyan etmekle insanların hayrına ve hidayetine delâlet eden hakikate işaret olunmaktadır. Hidayet insanın yararınadır, çünkü Allah insan için neyin yararlı olduğunu bilir. Allah Hâlık olduğu için insanın fıtratını en iyi bilen ve ona en doğru yolu gösterendir.

55. Burada, Allah'ın Hz. Peygamber'den (s.a) sonra Kitab'ı ulaştırmaları için, kendilerini Kitab'a varis kıldığı Müslümanlara işaret olunmaktadır. Allah'ın son kitabı Kur'an-ı Kerim, tüm insanlığa gönderilmiştir. Fakat ona ve Rasülullah'ın (s.a) getirdiği talimatlara sadece bu yüce kitabı okuyan ve onunla amel eden kimseler varis olurlar.

56. Yani, Müslümanların hepsi bir değildir. Bu yüzden onlar üç grupta değerlendirilmiştir:

a) "Allah'a ve Rasûlullah'a (s.a) iman ettiği halde talimatlara uymayanlar." Bunlar kendi nefislerine zulmetmektedirler. Mümindirler ama asi olmayıp, günahkardırlar. İmanları zayıftır, fakat kalben ve zihnen kafir olmadıkları gibi münafık da değildirler. Kendi nefislerine zulmettiklerinden ötürü suç işlemişlerdir, ama Allah'ın kitabına varis olanların dışında tutulmamışlardır. Ancak asiler, münafıklar, kalben ve zihnen kafir olanlar varis olamazlar. Çoğunluğu bu gruptakiler oluşturmaktadırlar.

b) "Orta yolu tutanlar." Bunlar varis olmanın şartlarını tam değil, yaklaşık olarak yerine getirenlerdir. Bu kimseler Allah'ın emirlerine riayet etmeye ve Rasûlullah'ın (s.a.) talimatlarına uymaya gayret göstermelerine rağmen, gevşek davranır ve günah işlerler. Onların hayatlarında iyilik de, kötülük de bulunmaktadır. Sayıları birinci gruptan az, üçüncü gruptan çoktur.

c) "İyilik için çalışan ve yine iyilik için birbirleriyle yarışanlar." Bu insanlar Kitab'a varis olanların başında gelirler. Çünkü varis olmanın tüm vecibelerini gereğince yerine getirirler. Kitab'a ve Sünnet'e uyar, insanlara tebliğ etmekte gayret gösterir ve din-i mübin için fedakarlık, hatta kendilerini kurban etmek için öne geçmeye çalışırlar. Böyle insanlar, bile bile günah işlemezler. Fakat günah işledikleri takdirde pişman olarak Allah'dan bağışlanma dilerler. Bunlar birinci ve ikinci gruptan az oldukları için en son zikredilmişlerdir. Aslında verasetin şartlarını hakkıyla yerine getiren bu insanlar, birinci sırayla şereflenmişlerdir. "İşte bu büyük bir fazilettir." cümlesi ile en yakın cümle arasında bir ilişki kurmaya çalışarak, bu cümle ümmetin iyiliği için yarışan ve ümmetin en makbul olan insanlarına işaret eder. Şayet yukarıdaki cümleyi tüm paragrafa dahil edersek, o zaman bu, Kur'an'ı ve Rasûlullah'ın (s.a) talimatlarını kabul eden herkes için fazilettir.

57. Müfessirlerden bir grup, mezkur cümlenin, en yakın cümleyle bir ilişkisi olduğunu söylemişlerdir. Yani, iyilik için yarışanlar en faziletlidir ve sadece onlar cennete gireceklerdir. Diğer iki grup hakkında ise, onların kendi hallerini düzeltmeleri ve iyilikte yarışanlardan olmaları için susmuşlardır. Bu husus üzerinde Zemahşeri ısrarla durmuş ve İmam Razi'de kendisini onaylamıştır.

Müfessirlerin çoğu ise, mezkur cümlenin tüm paragrafa dahil edilmesi görüşündedirler. Yani, hesaba çekilmeden ve hesaba çekildikten ve cezalarını çektikten sonra bu üç grup da cennete girecektir. Ayetin siyak ve sibakından da böyle anlaşılıyor. Çünkü ilerideki ayetlerde Kitab'a varis olanların karşılığında, başka bir gruptan, yani cehenneme giren kafirlerden bahsedilmektedir.

Bu husus, Kur'an'a inanan bir kimsenin Cennete ve Kur'an'a inanmaktan imtina eden bir kimsenin de Cehenneme gireceğini gösteriyor. İmam Ahmet, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Taberi, Beyhakî ve bazı muhaddislerin naklettiklerine göre, Hz. Ebu Derda (r.a) Rasûlullah'dan (s.a) şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Rasûlullah dedi ki: İyilikte ileri gidenler ve başarıya ulaşanlar, kendilerine hiç hesap sorulmadan Cennete gireceklerdir. Orta yolu tutanlar hesaba çekileceklerdir, ama hesapları kolay olacaktır. Diğerleri yani nefislerine zulmedenler ise hesabın sonuna kadar bekletilecekler ve daha sonra Allah onlara rahmet edecektir. Böylece bunlar da Cennete girecek ve "Bizi sıkıntı ve kederden kurtaran Allah'a hamdolsun" diyeceklerdir."

Bu hadisde, ehli imanın üç grubunun da ayrı ayrı sonlarını bildiren Hz. Peygamber (s.a), bu ayeti izah etmiş olmaktadır. Kolay hesap; orta yolu tutanların toplu olarak hesaba çekilecekleri ve yaptıklarından tek tek sorgulanmayacakları anlamına gelmektedir. Fakat kafirler, bunların tam aksine yaptıklarından ayrı ayrı sorgulanacak ve ceza göreceklerdir. Bu ceza onların inkârlarına karşılıktır. Ayrıca işledikleri suçların cezasını da çekeceklerdir. Müminler ise, iyi ya da kötü yaptıkları amellerden topluca hesaba çekilecek ve her kötü amelinden ayrı ayrı cezalandırılmayacaklardır. Müminlerden nefislerine zulmeden kimseler hesap süresi bitene kadar mahşer meydanında bekleyeceklerdir. Yani cehenneme girmeyecek, sadece ceza gününün şiddeti içinde uzun bir süre (Kimbilir kaç asırlık bir uzunlukta olacaktır) bekletilerek cezalandırılacaklardır. Ancak, Allah, hesap süresi bitince onlara merhamet ederek "bu kullarımı da Cennete götürün" diyecektir. Bu konu hakkında muhaddisler sahabeden (Hz. Ömer, Hz. Osman, İbn Mes'ud, İbn Abbas, Hz. Aişe, Ebu Said b. Hudri, Berra b. Azib) birçok rivayetler nakletmişlerdir. Sahabe böylesine nazik konularda Rasûlullah'dan (s.a) işitmedikleri birşeyi söylemezlerdi.

Bundan kendi nefislerine zulmeden kimselerin, Cehenneme hiç gitmeyecekleri ve hesap bitene kadar bekleyecekleri anlaşılmamalıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim ve hadislerde ehl-i iman bile olsa bazı suçları işleyenlerin cehenneme gitmekten kurtulamayacakları beyan olunmuştur. Sözgelimi bir mümin başka bir mümini kasten öldürürse Cehenneme gider. Bunu Allah Teâla bildirmiştir. Yine örneğin Kur'an'da Allah'ın emrettiği veraset kanununa muhalefet edenler, faiz alanlar, "ateş ehli" denilerek cehenneme gönderilecektir. Bunların dışında hadislere göre büyük günahları işleyenler de aynı akibete uğrayacaklardır.

34 Derler ki: "Bizden hüznü giderip-yok eden58 Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir."59

35 "Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda60 yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz."61

36 İnkâr edenlere gelince,62 onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne karar verilir, ki, böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.

37 İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?63 Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.

38 Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.

39 Yeryüzünde sizi halifeler kılan64 O'dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artık küfrü kendi aleyhinedir.65 Rableri katında kâfir olanlara kendi küfürleri gazabtan başkasını arttırmaz ve kâfir olanlara kendi küfürleri kayıptan başkasını da arttırmaz.

40 De ki: "Siz, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız ortaklarınızı gördünüz mü?66 Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge67 üzerinde midirler? Hayır, zulmetmekte olanlar, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar.68

AÇIKLAMA

58. Yani, "Dünyada her türlü perişanlık ve sıkıntı ile karşı karşıya iken onlardan kurtularak, ahiret hakkındaki korkularımız sona erdi. Artık rahatız ve herhangi bir sorunumuz kalmadı."

59. Yani, "günahlarımızı affetti ve bize yaptığımız küçük işler dolayısıyla, büyük lütuflar bağışladı."

60. Yani, "Dünya bir merhale idi, onu aştık.... Diğer bir merhalede mahşerdi, onu da aştık. Artık bundan sonra aşmamız gereken bir merhale kalmadı."

61. Yani, "Bizim çekmemiz gereken tüm zahmetler bitti. Şimdi burada bize zahmet çektirecek hiçbir zorluk ve meşakkat bulunmuyor."

62. Yani, bu mesaj, Hz. Muhammed'e (s.a) gelmişti. Onlar ise, ona inanmadılar ve inkar ettiler.

63. Bu kelimeyle, iyi ve kötü arasını ayırabilmenin mümkün olduğu ve hesaba çekilmeyi hak edici bir yaş limiti kastedilmektedir. Bu yaştan sonra insana, doğru yola girmesi için ne kadar fırsat tanınmışsa, sorumluluğu da o derecede artacaktır.

Hatta bir kimse uzun bir süre yaşamış olmasına rağmen Allah'a inanmamış ise eğer, kendisinin hiç özrü bulunmayacaktır. Aynı hususda bir hadis, Ebu Hureyre ve Süheyl b. Sa'd kanalıyla Rasûlullah'tan (s.a) rivayet edilmiştir: "Şayet bir kimse kısa bir ömür yaşamışsa onun için küçük bir özür sözkonusudur. Ancak 60 sene ve daha fazla yaşamışsa artık onun için hiçbir özür ileri sürme imkanı yoktur." (Buhari, Nesei, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim)

64. Bu iki anlama gelebilir. Birincisi "Sizleri daha önce geçmiş olan kavim ve nesillerin yerine getirdik." İkincisi, "Sizler bu dünyada sadece halifesiniz, yani mülkün sahibi olan Allah, kendi mülkünde sizlere geçici olarak tasarruf etme yetkisi vermiştir."

65. "Sizleri daha önce geçmiş olan kavim ve nesillerin yerine getirdik" şeklindeki, birinci anlamı ele aldığımız takdirde bu ayeti şöyle anlamak mümkün olur: "Daha önce geçmiş olan o kavimlerin, kendilerinden daha önceki kavimlerden ders almadıkları gibi, sizler de aynı tavrı sürdürür, ve küfürde ısrar ederek kendinizden önceki kavimlerin akibetinden ders almazsanız, sizlerin sonu da bir felaket olacak ve bu yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz", şayet "Allah bu dünyada bazı yetkiler vermek suretiyle sizleri halife kıldı" anlamını tercih edersek, o takdirde bu ayet şöyle anlaşılabilir: "Bir kimse halife olduğunu unutarak kendini asıl kudret sahibi sanmaya başlar veya asıl kudret sahibinin yerine başka birine itaat ederse eğer, bu isyanının kötü sonuçlarını görecektir."

66. Burada "ortaklarınız" ifadesi kullanılmıştır. Aslında onlar Allah'ın ortağı değildir. Fakat müşrikler onları Allah'a ortak koştukları için "ortaklarınız" ifadesi geçmektedir.

67. Yani, onların elinde, "filan zat şifa verir, filan keramet sahibi iş bulur, şu bölgede filan zat bu işleri yürütmektedir ve yetkilidir" şeklinde ya da "İnsanlar şu kimselere müracaat etsinler, yalvarsınlar, onlara adak adasınlar ve sahip oldukları nimetlere karşı onlara şükretsinler" diye benim tarafımdan verilmiş bir belge mi bulunmaktadır? Ellerinde böyle bir belge varsa göstersinler. Şayet böyle bir belge yoksa, o zaman bu müşrikçe düşünce ve itikatların hangi temele dayandığını bir düşünsünler. Yerde ve gökte yaptığınız ve övdüğünüz zatların, Allah'ın saltanatı içerisinde bir pay sahibi olduklarına dair herhangi bir deliliniz var mıdır? Sizler asla böyle bir delil bulamazsınız. Allah'ın bu kimselere yetki verdiğine dair bir belgeniz var da, sizler böyle bir yetkiyi bu yüzden mi onlara veriyorsunuz? Böyle bir belgeniz bulunmuyor olmasına rağmen onlara bu yetkiyi tanırken ve bu düşünceyi savunurken neye dayanıyorsunuz? Yoksa siz dilediğine yetki veren kâinatın sahibi misiniz?

68. Yani, kahinler, mücavirler, brahmanlar, panditler, hatipler ve onların yardımcıları dinlerinin ticaretini artırmak ve halkı kandırmak için "Filan şeyhin, filan zatın eteklerine yapıştığınız takdirde, onlar tüm işlerinizi düzene sokarlar ve ahirette sizleri Allah'ın azabından kurtarırlar" şeklinde yalan hikâyeler uydururlar.

41 Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz.69 Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.70

42 Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerin herhangi birinden mutlaka daha doğru yolda71 olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını artırmadı.

43 (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli-düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.

44 Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, böylelikle kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler;72 üstelik onlar, kuvvet bakımından kendilerinden daha şiddetliydiler. Göklerde de, yerde de Allah'ı aciz bırakacak hiç bir şey yoktur. Hiç şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.

45 Eğer Allah, kazanmakta oldukları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.

AÇIKLAMA

69. Yani, bu muazzam kâinat Allah'ın izniyle ayakta durmaktadır. Yoksa bir meleğin, cinin, peygamberin veya bir veli ya da kutubun kâinatı ayakta tutmaya gücü yoktur. Bırakın kâinatı ayakta tutmayı, onlar kendi hayatlarını sürdürebilmek için bile her saniye Allah'a muhtaçtırlar. Onların ilahlık sıfatı olduğunu veya kendilerinde birtakım ilahi yetkiler bulunduğunu sanmayın, çünkü bunların hepsi safsatadır.

70. İnsanoğlunun bunca küstahlığa rağmen Allah'ın onlara fırsat tanıması ve hemen cezalandırmaması, O'nun büyük bir lütfudur.

71. Bu sözü Arapların ve Kureyş'in ileri gelenleri özellikler Yahudi ve Hıristiyanlar, Hz. Muhammed'e (s.a) daha peygamberlik gelmeden önce toplumun çok kötü olan ahlâkî manzarasını gördüklerinde diyorlardı. Bu söze, En'am: 156-157'de işaret edilmiştir. Yine Saffat Suresi'nin 167-169. ayetlerinde bu söz zikredilmiştir.

72. Yani, daha önceki kavimler kendi dönemlerindeki peygamberi yalanladıklarında nasıl helâk olmuşlarsa bunlar için Allah'ın aynı kanunu geçerlidir.