19 Mayıs 2007 Cumartesi

HİCR SÜRESİ(Muhammed GAZALİ)

"Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'ân'ın âyetleridir." (Hicr, 15/1)

Yüce vahiy, yazılı bir metin olması sebebiyle Kitap'tır; okunan âyetler olması se­bebiyle de Kur'ân'dır. Kitap ve Kur'ân lafızları, Mushaf-ı Şerif için birer İsimdirler.

"İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık, diye arzu eder­ler." (Hicr, 15/2)

Bir zaman gelir ki, az iyilik yapanlar, çok iyilik yapmayı arzu ederler. Bir zaman gelir ki, Allah (c.c.)'a isyan edenler, O (c.c.)'na itaat etmeyi arzu ederler. Büyük hi­lelerin açığa çıktığı kıyamet koptuğu zaman, günlerini boşa geçiren ve gelecekleri için hiçbir hazırlık yapmayanlar çok pişman olurlar.

"Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!" (Hicr, 15/3)

Dünyaya tapınmak ve onun geçici zevklerine dalmak, geçmiş dönemlerde de in­sanların yaptığı bir şeydi. Ancak dünyanın geçici arzularına esir olmak, günümüz İn­sanını öyle bir kuşattı ki, neredeyse âhiret hayatı boş bir iddiadan öteye geçmemek­tedir. İşte bu düşüncenin karşılığında yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Sakın onlardan bazılarına verdiğimiz dünya malına göz dikme ve onlardan do­layı üzülme. Mü'minlere karşı da alçak gönüllü ol." (Hicr, 15/88)

Sûrenin son âyetlerinin, baş tarafındaki âyetleri desteklediğini ve birbirleriyle uyum içinde olduklarını görmekteyiz. Zira sûrenin baş tarafında, peygamberlerine meydan okuyan, onların yollarını kesen ve sahip oldukları iktidarın sonsuza kadar ba­kî kalacağını iddia eden hayatperestler için yüce Allah (c.c.)'ın şu uyarısı gelmektedir:

"Helak ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki, hakkında bilinen bir yazgı olmasın. Hiç­bir toplum ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez." (Hicr, 15/4-5)

Hicr Sûresi -241

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

İşte özetle ifâde edilen bu ana temayı, Hz. Lût (a.s.), Hz. Şuayb (a.s.) ve Hz. Sâ-Iih (a.s.)'in kavminin nasıl helak olduklarını anlatan, sûrenin sonundaki âyetler açık­lamaktadır.

Kap dolana kadar hatalar bir ölçüde kabul edilebilir, ama kap dolup da taşmaya başladığı zaman ceza başlar. Herhalde o günahkâr kimseler de, kendisinden sonra he-lâkın geldiği tüm suçları bir bir işlemişlerdi.

Hz. Lût (a.s.)'un misafirlerine kötülük yapmak isteyen o kavmi anlatırken yüce Allah (c.c.) şöyle diyor:

"(Resulüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. Gü­neş doğarken onları o korkunç ses yakalayıverdi. Böylece ülkelerinin üstünü al­tına getirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. İşte bunda ib­ret alanlar için işaretler vardır." (Hicr, 15/72-75)

Yani sebep sonuç ilişkisini kurabilenler için bu tür olaylarda ibretler vardır. "Onlar hâlâ gözler önünde duran bir yol üzerindedirler." (Hicr, 15/76)

Yani helak olan Hz. Lût (a.s.) kavminin kalıntıları, Mekkelilerin sürekli gidip gel­dikleri ticâret yollarının üzerinde idi.

Hz. Şuayb (a.s.)'ın kavmi hakkında da yüce Allah (c.c.) şöyle diyor:

"Eyke halkı da gerçekten zâlim idi biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Ey-ke ve Medyen) apaçık bir yol üzerinde bulunuyorlar." (Hicr, 15/78-79)

Sûrenin de ismini aldığı Hicr halkı hakkında Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Andolsun Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı. Biz onlara mucizelerimi­zi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi. Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı. Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakala­dı. Kazanmakta oldukları şeyler de onlardan hiçbir zararı savamadı." (Hicr, 15/80-84)

Hicr ashabı Semûd kavmidir ve Araplar onların yurtlarını, Hz. Salih (a.s.)'in şe­hirleri olarak isimlendirmişlerdir. Araplar gece gündüz onların yurtlarına uğradıkları halde, hiç ibret almazlar mı acaba?!

İşte tüm bu âyetler, ilâhî güçle ilgili sûrenin başında gelen şu âyetleri açıklama sadedindedİr:

"Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik. Onlara bir el­çi gelmeye dursun, hemen onunla alay ederlerdi." (Hicr, 15/10-11)

Evet câhiliyye Arapları Kur'ân'la ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'le alay ediyorlardı; "Dediler ki: Ey kendisine Kur'ân indirilen! Sen mutlaka bir mecnunsun! Eğer

242 • Hicr Sûresi

Muhammed Gazali

doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirmeliydin." (Hicr, 15/6-7)

Oysa meleklerin inmesini isteme konusunda bu cahiller, bid'atçı ve türedi kimse­ler değillerdi. Çünkü bunlardan önce Hz. Nûh (a.s.), Hz. Salih (a.s.) ve Hz. Hûd (a.s.)'un kavimleri de aynı istekte bulunmuşlardı. Fakat yüce Allah (c.c), risâlet gö­revini hemcinslerinden bir kimseye çok gören bu insanların saçmalıklarına asla cevap

vermez.

Bu insanlar, kendilerinin dışında bir kimseye verilen üstünlüğü hor gören ve risâ-Ieti alma görevini, sonuçta malı ve serveti çok olan kimselerin kazanacağı bir yarış olarak düşünen kimselerdir.

"Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez." (Hicr, 15/8)

Yüce Allah (c.c), gökler ve yeryüzü var olduğu sürece bu son vahyin devam ede­ceğini ve hakikat düşmanlarının hırs ve tamahları ne kadar çok olursa olsun, o haki­katin nurunu asla sondüremeyeceklerini bildirmektedir:

"Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik ve onu elbette yine biz koruyacağız." (Hicr, 15/9)

Bu Kur'ân'la Resûlü'nü destekleyen yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'ân'ı indirdik." (Hicr, 15/87)

Bazı insanların Kur'ân'ı inkâr etmeleri, bu kitaptaki herhangi bir eksiklikten do­layı değildir. Aksine onların inkârlarının gerçek sebebi taassup ve inattır. Sonuçta tüm mucizeler onların önüne serilse de, inkârlarından başka bir şeyleri artmaz.

"Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı doğru çıksalar, yine de 'gözle­rimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır' derler." (Hicr, 15/14-15)

İşte deliller ne kadar güçlü olursa olsun onlara bir fayda vermez.

Hicr Sûresi'nin başında ve sonunda evren, onun sırları ve yaratıcısına delâlet eden güçleri anlatan çok güzel ifâdeler vardır. Kişi kendisinin üzerindeki gökyüzüne bir baksa, uçsuz bucaksız uzaydaki yıldızların doğuşu ve batışı, onun şaşkınlığını or­tadan kaldıramaz. Yine o kişi kara parçasıyla ve deniziyle yeryüzünün ihtiva ettiği ni­metlere bir baksa, bu uçsuz bucaksız evrendeki yaratıkların bütün azıklarını Allah (c.c.)'ın nasıl temin ettiğine şaşar kalır ve kutlu elçinin şu sözlerini tekrarlamaktan kendini alamaz: "Ey Allah'ım! Bütün hamdler sadece sanadır; sen yerin, göklerin ve her ikisi arasındakilerin düzenleyicisi ve yöneticisisin."

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

Hicr Süresi • 243

Kur'ûn-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri

"Andolsun, biz gökte bir takım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsle­dik. Onları, taşlanmış her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müs­tesna. Onunda peşine açık bir alev sütunu (şihâb) düşmüştür. Yeri uzatıp yay­dık, orada sabit dağlar yerleştirdik ve yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için ge­çim vâsıtaları yarattık." (Hicr, 15/16-20)

Sûrenin başında bu kâinatın nimetleri, iyilikleri ve şaşkınlık verici şeyleri uzun uzun açıklanırken, sûrenin sonunda da kısa ve öz olarak ifâde edilmiştir.

"Bİz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak İle yarattık. O kıyamet sa­ati mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et. Şüphesiz Rabbin hak­kıyla yaratan ve çok iyi bilendir." (Hicr, 15/85-86)

İnsan vücudunun temel unsurlarının, bu toprak parçasının unsurları olduğu artık kanıtlanmıştır. Peki et ve kemik nasıl toprak oluyor? Sonra aynı toprak ikinci kez, na­sıl et ve kemiğe dönüşüyor? İnsanın genetik özelliklerini yumurtalıktaki iki yumurta mı düzenliyor? İnsanın fizîkî ve ruhî özelliklerini bu iki yumurta mı çocuklarına taşı­yor? Bu birkaç gramlık et parçası mı, insanın geleceğini inşa ediyor? Doğrusu bu yu­murtalar mükemmel birer bezedirler.

Sonuçta, doğru bir bakışla, bu yumurtalar 'Yüce Kudret'in sadece bir örtüsünden ibarettirler. Bu örtüyü akl-ı selim kimseler aralayarak perdenin gerisindeki, yüce Al­lah (c.c.)'m tek başına her şeye can verdiğini, her şeyin canını aldığını ve hikmeti ve eşsizliği gereği her şeyi yarattığını görür.

"Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belirli bir öl­çüyle indiririz." (Hİcr, 15/21)

İlâhî bilgi bir tek süreçtir. Bu süreçte, ezel ile ebed, yer ile gökler, küçük ile büyük ve böcekler ve mikroplar ile insan, cin ve kuşlar âlemi hep iç içedir. Bir gün uçakla gi­derken çölü seyrediyordum. Aklıma, bu çöllerin ziraata uygun hale getirilebileceği geldi. Bunun üzerine, kendi kendime, yarın bu çölü ekebilir misin, dedim. Sonra yine kendi sorumu kendim cevapladım; Şayet bu çöl ekilse bile, oraya yağmurun ne zaman yağacağını ve etrafına insanların ne zaman gelip yerleşeceğini ve ürünlerini toplaya­caklarını, sadece Allah (c.c.) biliyor.

"Andolsun biz, sizden Önce gelip geçenleri de biliriz, geri de kalanları da. Şüp­hesin Rabbin onları kıyamette toplayacaktır. Çünkü O, Alîm'dir ve Hakîm'dir."

(Hicr, 15/24-25)

Televizyonda hayvanlar ve denizler alemi ile ilgili programları seyrettikçe, onla­rın nasıl çoğalıp yok olduklarına, Allah (c.c.)'ın, gökyüzünde hür olarak uçan bir ku­şun yiyeceğini büyükbaş bir hayvanın sırtına yapışmış bir kurtçuk yaptığına ve o kurtçuğu yiyince bu kuşun nasıl mutlu olduğuna bakıp hayretlere düşüyorum.

244 - Hicr Sûresi

Muhammed Gazalî

Bizzat beşer dünyası da derin bir düşüncenin konusudur. Zira insan, kokuşmuş, kuru bir çamurdan ve şekillenmiş kara bir balçıktan yaratılmıştır. Hayat yolculuğu biterek toprağa geri döndüğünde, cesedin kokusu çok rahatsız edici bir hal aldığı için toprağın altına gömülürler. Belki de insanlar, birbirlerini rahatsız etmemeleri için, ölülerini gömmektedirler.

İnsan ne ile büyüyüp gelişti? Ne ile diğer varlıklardan üstün kılındı ve kendisine tüm nimetler verildi? Şüphesiz bütün bunlar, kendisine yerleştirilen Rabbânî bir ruh ile olmaktadır. İnsanoğlu bu ruh ile yürüyüp zirveye tırmandığı sürece, ne kadar da güzel iş yapmış olur. İnsanoğlunda, şeytanın çekemediği, itiraf etmekten hoşlanmadı­ğı, Hz. Âdem (a.s.) ve oğullarından intikam almaya karar verdiği, Allah (c.c.)'ın par­layan nurundan bîr parça vardır:

"(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlar­dan ihlash kulların müstesna. (Allah) şöyle buyurdu: işte bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak az­gınlardan sana uyan müstesna." (Hicr, 15/39-42)

Hz. Âdem (a.s.) ve düşmanının hikâyesi Kur'ân-ı Kerim'de birçok yerde anlatıl­maktadır. Bu sûredeki Hz. Âdem (a.s.) kıssası ise, onun yaratıldığı maddenin tekrar edilmesiyle göze çarpmaktadır. Bu madde İse, kuru bir çamur, yani kokusu değişmiş bir topraktır.

Hangi durumda olursa olsun bu dünya, geçici bir konaklama yeridir. Başka bir ifâdeyle, insanoğlunun bu dünya hayatındaki geçirdiği süre, işlediği amellere uygun olarak ebedî mekânına geçmek için bir köprüdür. Rabbini, geldiği yeri ve gideceği yeri unutan kimse, elbette aldanmıştır.

Şeytanın insanoğlu üzerinde bir etkisi ve otoritesi yoktur. Yasalar, ihmalkârları korumaz. Şeytan da sadece, kışkırtma, aldatma ve kullananları için zehiri güzel gös­terme gücüne sahiptir. İşte sürekli ikaz ve uyandan sonra, kınanması gereken kimdir

acaba?

İnsanoğluna düşen görev şu hususta uyanık, bilinçli ve şuurlu olmasıdır: Şayet Allah (c.c.) bir kulundan razı olursa, o kulunun günahlarını bağışlar ve derecesİHİ yükseltir; yok eğer razı olmazsa O (c.c.)'nun azabından hiçbir kimse kurtulamaz

"Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğumu haber ver. Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da haber ver." (Hicr, 15/49-50)

Bu müjde ve tehdidin ardından Hz. İbrâhîm (a.s.) ile misafirlerinin haberi gel­mektedir. O'nun misafirleri kimlerdi? Bu misafirler, Hz. İbrâhîm (a.s.)'i, gelecekte bilgin olacak bir çocukla müjdelemek ve aynı zamanda kötü işler yapan bir şehri he-

Hicr Sûresi ■ 245

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

lâl etmek için gelen meleklerdi.

Kur'ân, Tevrat'ın, Hz. İbrâhîm (a.s.)'in düzenlediği bir törende sofranın üzerinde bulunan besili buzağı etinden Allah (c.c.)'m öğle ve akşam yemeği yediğiyle ilgili id­dia ettiği batıl inancı yalanlamaya kalkışmamıştır bile. Zira Allah (c.c.) hiçbir şey ye­mez ki! Kur'ân'ın Hz. İbrahim (a.s.) kıssasında bu olaya yer vermemesi, bu olayı an­latıp sonra düzelterek reddetmesinden daha etkilidir. Kur'ân-ı Kerim'in, Allah (c.c.)'i tüm noksan sıfatlardan münezzeh kılarak tüm kemâl sıfatlarla anmak ve O (c.c.)'na hamd etmek İle ilgili âyetlerle dolu olması yeterlidir.

Hz. Lût (a.s.)'un kavmi, çok kötü ve çirkin işler yapan kimselerdi. Hz. Lût (a.s.) onları bu çirkinliklerden uzaklaştırmak için çok uğraştı. Ama onları bu kötülüklerden arındırmada başarılı olamadı. Sonuçta da Allah (c.c.) onların ülkelerini başlarına ge­çirerek helak etti.

Homoseksüellik, hem cinsî taşkınlıkla ve hem de cinsî yasaklarla eşit olarak or­taya çıkan bir hastalıktır. Aslında Lût kavmi homoseksüelliği gözlerden uzak bir şe­kilde yapıyordu. Oysa günümüzün Avrupa ve Amerikalıları homoseksüelliği önce ka­bul ettiler sonra da yasalaştırdılar. Daha nice cinsel serkeşlikleri bu modem medeni­yet onaylamıştır. Ancak ilâhî ceza kapıdadır.

Sûrenin başı ile sonunu birbirine bağlayan bağlara biraz önce değinmiştik. İbret ve öğüt için konulmuş bu kıssalarda sûrenin ortasına yerleştirilmiştir. Sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e şöyle denilmiştir: Yüce Allah (c.c.) bu vahiyle seni şereflendir­di, öyleyse sen de bu vahiy ile toplumları eğit.

"Sakın onlardan bir kısmına verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan do­layı üzülme ve mü'minlere karşı da alçak gönüllü ol. Ve de ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım." (Hİcr, 15/88-89)

Şu âyette geçen "bölücülerin", Kur'ân'ı parçalayıp bir kısmını doğrulayan, geri kalan kısmını da yalanlayan Ehl-i Kitâb olduğunu zannediyorum:

"Nitekim biz, (Kur'ân'ı) kısımlara ayıranlara azabı indinnişizdir. Zira onlar, Kur'ân-ı bölüp parçalayanlardır." (Hicr, 15/90-91)

Yani onlar Kur'ân'ı kısımlara ayırıyorlar ve kendilerine hoş geleni kabul edip hoş gelmeyeni de reddediyorlardı.

Buradaki genel anlam şudur: Yüce Allah (c.c.) Müslümanlara, önceki tüm vahiy­leri gözeten son vahiy sayesinde, özel bir ihsanda bulunmuştur. Tıpkı Ehl-i Kitab'a önceki vahiylerle ihsanda bulunduğu gibi. Ancak onlar kendilerine gelen vahyi değiş­tirdiler ve onun yerine başka şeyler koydular.

"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çe­keceğiz." (Hicr, 15/92-93)

>

246 • Hicr Sûresi

Muhammed Gazalî

Sonra yüce Allah (c.c.) nebisine şu müjdeyi veriyor: Senin risâletine karşı çıkan putperestler, çok kısa bir süre sonra topluca yenileceklerdir;

"Seninle alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!" (Hicr, 15/95-96)

Mekke halkı Hz. Peygamber (a.s.)'e ve ona indirilen vahye karşı, dalga geçme ve alaya alma savaşı ilan etmişlerdi. Bu alaylarını ve suçlamalarını da geniş bir alana yaymışlardı. Ayrıca Mekke'ye gelen elçileri, Resûlullah (a.s.)'m sözlerine uymaktan ve ona tabi olan mü'minlerden sakındırmak için, gözetim altına almışlardı.

Doğal olarak Hz. Peygamber (s.a.v.), yürürlükte olan bu kampanyalardan üzüntü duymaktaydı. Ancak yüce Allah (c.c.) O'na, bunları kafasına takmamasını ve müşrik­lerin bu kampanyalarından dolayı da üzülmemesini emretmekteydi;

"Onların söyledikleri şeyler yüzünden canının sıkıldığını biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd İle teşbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana ölüm gelinceye ka­dar da Rabbine ibâdet et!" (Hicr, 15/97-99)

Sonuçta Allah (c.c.) vaadini gerçekleştirdi; iman sancağı göklere yükseldi, şirk ve müşrikler İse mazide kaldı.

Hicr Sûresi • 247