19 Mayıs 2007 Cumartesi

HİCR SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Bu sure adını 80. ayetten alır.

Nüzul Zamanı: Surenin değindiği konulardan ve üslubundan, İbrahim suresi ile aynı dönemde nazil olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü arkaplanında belirgin iki öğe vardır. Birincisi, surede arka arkaya tekrarlanan uyarılardan, Peygamberin (s.a) yıllardan beri tebliğ etmesine rağmen, kavminin kabule yanaşmadığı açığa çıkmaktadır. Hatta onlar, küfürde, düşmanlıkta ve yeni dinle alay etmede zaman geçtikçe daha da ileri gidip inatlaşmışlardır. İkincisi, o zaman peygamber artık kendisini küfrü ortadan kaldırmak için sarfettiği çabalardan ve kavminin düşmanlıklarından yorgun ve bezgin hissetmeye başlamıştır. Bu nedenle Allah ona tekrar tekrar cesaret vererek teselli edip, rahatlatmaktadır.

Konular ve Anafikir:

Sure şu ana konulardan oluşmaktadır:

a) Peygamberin davetini reddeden, ona karşı çıkan ve peygamberle (s.a) alay edenlerin uyarılması,

b) Peygamberin (s.a) teselli edilmesi ve ona cesaret verilmesi. Fakat bu surede, başka hiçbir emir ve tavsiyenin bulunmadığı anlamına gelmez. Aslında Kur'an hiçbir zaman sadece uyarı, azarlama ve tenkit ile yetinmez, bilakis her uygun olan yerde gerekli emir ve tavsiyelere yer verir. Buna uygun olarak bu surede de bir tarafta Tevhid'le ilgili apaçık deliller, diğer tarafta Adem ve Şeytanın hikayesiyle ilgili uyarılar yer almaktadır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Elif, Lâm, Râ, Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.1

2 O küfredenler müslüman olmayı nice kereler dileyecekler.

3 Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir.

4 Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmadık.2

5 Hiç bir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler.

6 Onlar: "Ey kendisine kitap3 indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler.

7 "Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?"

8 Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz.4 O zaman da onlara göz açtırılmaz.5

AÇIKLAMA

1. Bu ayet sureye kısa bir giriş niteliğindedir, ve hemen ardından surenin konusu başlar.

"Bunlar apaçık Kur'an'ın ayetleridir": Bunlar anlamı apaçık ve anlaşılır olan Kur'an'ın ayetleridir.

2. Burada, kafirlerin kendilerine bir azap gelmemesi nedeniyle Hz. Muhammed'in (s.a) gerçek bir peygamber olmadığı şeklinde yanlış fikirleri reddedilmektedir. "Biz hiçbir topluluğu küfrü işlediklerinde hemen cezalandırmayız. Biz her topluluğa daveti duyup anlamaları ve hallerini düzeltmeleri için bir süre veririz. O süreye kadar günahlarına ve kötü hareketlerine müsamaha gösteririz, dilediğini yapma özgürlüğü veririz ve o süre bitinceye dek bekleriz. Onların alaylarına ve küfürlerine müsamaha göstermemizin nedeni işte budur." (Daha geniş bilgi için bkz. not 18, İbrahim suresi).

3. (Zikr) kelimesi sözlükte "hatırlatmak" "uyarmak" ve "tavsiye etmek" anlamlarına gelir. Fakat Kur'an bunu teknik bir terim olarak uyarı niteliğinde bir "öğüt" anlamına kullanır. O halde bütün peygamberlere gönderilen tüm kitaplar birer zikr idi ve Kur'an'da bir zikirdir.

4. Bu, kafirlerin öne sürdükleri alaylı bir iddia idi, çünkü onlar "zikr"in peygambere (s.a) indirildiğine inanmıyorlardı, aksi takdirde ona "cinlenmiş" demezlerdi. Bununla asıl söylemek istedikleri şuydu: "Zikrin" kendine geldiğini iddia eden sen, deli birisin." Buna benzer bir iftira Firavun tarafından Hz.Musa'ya (s.a) da atılmıştı. Sarayındakilere hitap ederek şöyle demişti: "Size gönderilen elçi gerçekten bir delidir." (Şuara, 27).

5. "Biz melekleri bu şekilde indirmeyiz". Biz melekleri, insanlar istediği için sadece iş olsun diye indirmeyiz. Onlar kafirlere peygamberin kendilerine davet ettiği tüm görünmez şeyleri göstermek ve bütün gerçeği gözler önüne sermek için de gönderilmezler. Melekler ancak günahkar bir topluluk hakkında hüküm verileceği zaman inerler. O zaman, insanlara daveti kabul etmeleri söylenmeksizin hüküm uygulanır, çünkü "gerçek" onların gözü önüne serilir serilmez onların süresi bitmiştir.

".... Onlar hak ile inerler": "Onlar beraberlerinde hakkı getirirler." Yani onlar hakkı ikame edip, batılın kökünü kazımak için gelirler. Yani başka bir deyişle: "Onlar Allah'ın hükmünü uygulamak üzere inerler."

9 Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.6

10 Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.

11Onlara herhangi bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.

12 Böylece biz onu (alayı), suçlu-günahkârların kalblerine sokarız.7

13 Onlar ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.

14 Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da ordan yukarı yükselseler de,

15 Mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir.

16 Andolsun, biz gökte burçlar8 kıldık ve onu gözleyenler için süsledik.9

AÇIKLAMA

6. Yani, "O zikri biz indirdik. O halde sizin "deli" dediğiniz elçimiz değil, bilakis bu alaylı ithamınız bizedir. Bunun yanısıra, onun "Bizim zikrimiz" olduğunu ve onu bizim koruduğumuzu bilmelisiniz.

Bu nedenle ona hiçbir zarar veremezsiniz, alaylarınız, iğneli sözleriniz ve düşmanlığınız da onun değerini düşüremez. Ona karşı ne yaparsanız yapın, onun gelişmesini engelleyemezsiniz. Hiç kimse de onu değiştirmeye veya bozmaya güç yetiremeyecektir."

7. Müfessir ve mütercimlerin çoğunluğu 12. ayetteki "onu kablerine soktuk" cümlesindeki "onu" zamirinin 11. ayette geçen "alay" olduğu görüşündedirler. Onlara göre 13. ayetteki "Ona inanmazlar"daki zamir ise 9. ayette geçen "zikr"dir. O zaman 12 ve 13 ayetler şöyle anlaşılır: "Biz o alayı onların kalblerine sokarız ve böylece bu zikre inanmazlar". Gramer bakımından bu görüşte bir yanlışlık olmamasına rağmen, bizim tefsirimiz grametik bakımdan da daha uygun olacaktır. Buna göre 12. ayetin anlamı şöyledir: "Zikr inananların kalblerine girince onlara huzur verir. Fakat aynı şey günahkarların kalbine girince sanki kızgın bir çubuk olur ve onların kalblerini ve zihinlerini yakar."

8. Bundan önceki ayetlerde (14-15.) kafirlerin, Kur'an'a karşı, göğe yükselip ondaki ayetleri görseler bile yine de ona inanmayacak denli sert bir tutumları olduğu bildirilmişti. 16-22. ayetlerde ise Kur'an'ın hak olduğu konusunda onları ikna etmek için bazı ayetler zikredilmektedir.

"Burçlar" (büruç) Allah'ın ayetleridir, çünkü her uzay küresi görünmez sınırlarla çevrildiği için bir gökküreden diğerine geçmek imkansızdır. Bu bağlamda Arapça burç kelimesinin "etrafı surlarla örülmüş bir yer" anlamına geldiği belirtilmelidir. Fakat astronomide teknik bir terim olan burç, güneşin göklerde yaptığı yolculuğun geçiş noktalarını belirten burçlar kuşağının oniki konağından birini kastetmek için kullanılır. Bu, bazı müfessirleri bu ayette de burcun astronomideki anlamıyla kullanıldığını düşünmeye yöneltmiştir. Bazıları da bununla "gezegenler"in kastedildiği görüşündedirler. Fakat eğer bu kelimeyi 19. ayetin kapsamı içinde ele alırsak, "küreler" anlamına geldiği sonucuna varırız.

9. "Biz burçları bakanlar için süsledik." "Bu kürelerden her birine parlak bir yıldız veya gezegen yerleştirdik ve onların güzel görünmelerini sağladık." Başka bir deyişle: "Biz sınırsız olan evreni, sönük, viran ve korkunç yapmadık, bilakis herkes onda hayret verici bir düzen ve ahenk bulur. Ondaki görüntüler o denli çarpıcıdır ki hepsi gönülleri ve zihinleri büyüler. Evrenin bu mükemmel yapısı, onun yaratıcısının sadece büyük ve hikmet sahibi olduğunun değil, aynı zamanda büyük bir sanatkar olduğunun da göstergesi ve delilidir." Kur'an'da yaratıcının bu yönü Secde suresi ayet 7'de belirtilmektedir: " (O Allah ki) yarattığı herşeyi güzel yapandır."

17 Ve onu her kovulan şeytandan koruduk.10

18 Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa,11 onu da parlak bir ateş izler.12

19 Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.13

20 Ve orda sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık.

AÇIKLAMA

10. Yani, "Bu küreler o denli korunmuşlardır ki hiçbir şeytan onlara ulaşamaz. Çünkü cinleri de içeren tüm şeytanlar dünyanın içinde bulunduğu küre ile sınırlıdırlar. Onların bu kürede yaşayanların ayrıca diğer kürelere geçme kabiliyetleri yoktur. Bu, çok yaygın olan bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak üzere zikredilmiştir. Sıradan insanlar, eskiden olduğu gibi bugün de şeytan ve arkadaşlarının evrende her yere gidebileceğine inanmaktadırlar. Bunun tam tersine Kur'an, şeytanların belirli bir sınırı aşamayacaklarını ve sınırsız bir güce sahip olmadıklarını bildirmektedir.

11. Bu, gökten haber aldıklarını söyleyen kahinler, büyücüler, münzeviler ve sihirbazların boş iddialarında bir cevap niteliğindedir. Kur'an onların görünmeyen şeyler (gayb) hakkında hiçbir bilgi almaya muktedir olmadıklarını söyler. Şeytanlar yine de kulak hırsızlığı yapmaya çalışırlar. Çünkü onlar yapı itibariyle meleklere insanlardan daha yakındırlar. Fakat gerçekte çok az bir bilgi elde edebilirler.

12. Arapçada (şihab-ı mübin) kelimesi sözlükte "parlak bir ateş şulesi" anlamına gelir. Aynı şey Saffat suresi, 10. ayette (şihab-ı sakib) "karanlığı delip geçen alev" olarak adlandırılmıştır. Bu bir "meteor" olabilir de olmayabilir de. Çünkü bunun "kozmik ışın" gibi herhangi bir ışın veya henüz keşfedilmemiş daha kuvvetli bir ışın türü olabilir. Her ne ise, eğer şeytanları kovalayan "parlak ateş şulesi"ni meteor olarak kabul edersek, sayısız denecek kadar çok miktarda, evrende bizim bulunduğumuz kürenin etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktadırlar. Teleskop yardımıyla yapılan bilimsel gözlemler, uzaydan yerin atmosferine "yağmur" gibi milyarlarca meteorun düştüğünü göstermektedir. Böyle bir manzara Kuzey Amerika'nın doğu bölgelerinde 13 Kasım 1833'de gözlenmiştir. Bu o denli güçlü bir koruyucu duvar teşkil etmektedir ki, şeytanların başka bir küreye geçmesi imkansızlaşmaktadır. (Bakınız. Britanıca Ansiklopedisi, 1946, Cilt: 15, Sahife: 337-339)

Yukarıda anlatılanlar yardımıyla "burçlar"ın hayali bir resmi gözönüne getirilebilir. Her ne kadar bir küreyi diğerinden ayıran gözle görülür "duvarlar" yoksa da Allah her küreyi, birini diğerinden ayıran görünmez "duvarlar"la korumaktadır. Meteor yağmurlarına rağmen "gezegenimizin" hala güvenlikte olmasının nedeni işte budur. Çünkü meteorlar, bizim küremizin koruyucu duvarını aşar aşmaz küle dönüşmektedirler. Fakat bazen uzaydan gelen bir meteor, yaratıcının kudretini yeryüzündekilere hatırlatmak üzere dünyaya düşmektedir. Örneğin, bunların en büyüklerinden birinin ağırlığı 645 pound (292, 830 kg.)dır. Eğer yeryüzü "burçlar"la korunuyor olmasıydı, bu kayan yıldızlar (meteorlar) nedeniyle uzun yıllar önce helak olurdu. Kur'an'ın "büruc" dediği işte bu koruyucu duvarlar (burçlar) dır.

13. Her bitkinin belli bir dereceye kadar büyümesi, Allah'ın kudret ve hikmetini gösteren başka bir ayettir. Çünkü her bitkinin büyüme gücü o kadar büyüktür ki, eğer serbestçe büyümesine izin verilse bir tek çeşit bitki bile bütün dünyanın yüzeyini kaplayabilir. Fakat hikmet sahibi ve herşeye gücü yeten yaratıcı her tür bitkinin dengeli bir miktarda üremesini ve çoğalmasını düzenlemiştir. Bitkisel hayatın başka bir yönü daha vardır. Her tür bitki ancak belirli bir ölçü, boy ve kalınlıkta büyüyebilir. Bu da her bitkinin sayısınca, yapı, yükseklik, genişlik ve şeklinin, yapraklarının ve dallarının bizzat yaratıcı tarafından belirlendiğinin bir ispatıdır. Hiçbir bitki bu belirli sınırların ötesine aşamaz.

21 Hiç bir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın; ancak biz onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.14

22 Ve aşılayıcılar olarak rüzgârları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz.

23 Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz.15

24 Andolsun, sizden öne (veya önceden) geçenleri bilmişizdir; ve (yine) andolsun, geride kalanları da bilmişizdir.

25 Ve şüphesiz senin Rabbin, O, onları haşredecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.16

26 Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.17

27 Ve Cânn'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.18

AÇIKLAMA

14. Bu, büyümesi için belirli bir sınır konulan yaratığın sadece bitkiler olmadığını hatırlatmak için burada zikredilmiştir. Aynı şey, hava, su, ışık ısı, maden, bitki, hayvan, güç ve enerji ne olursa olsun varolan herşey için geçerlidir. Kısacası varolan herşey ne artan ne de azalan belirli bir miktarda, sayıda vs. bulunur. İşte bu herşeyde varolan "belirlilik" tüm evrende denge ve düzeni sağlar. Herşey o denli düzenli ve dengelidir ki, insan kendini tüm bunların bir tek hikmet sahibi yaratıcı tarafından yaratıldığı düşüncesinden kendisini alamaz. Çünkü eğer evren sadece tesadüfen meydana gelmiş veya birçok tanrı tarafından yaratılmış olsaydı, herşeyde bu denli denge ve uyumluluk bulmak imkansız olurdu.

15. Burada vurgulanmak istenen nokta şudur: "Dünya hayatınız ve sahip olduğunuz herşey geçici ve fanidir. Kalıcı ve baki olan sadece Allah'tır. Ergeç sonunuz gelecek ve siz herşeyi geride, bu dünyada bırakacaksınız. Onlar sonunda tekrar bizim hazinemize geçecek."

16. "O hüküm ve hikmet sahibidir." Bu nedenle hikmeti, bütün insanları toplayıp onlara amellerine göre ceza veya mükafat vermesini gerektirir. Ve "O Alim'dir": Bu nedenle hiç kimse, kim ve ne olursa olsun, O'ndan kaçamaz. Herkesin herşeyini bildiği için, o herkesi ahirette tekrar diriltme kudretine sahiptir. O halde ahiret hayatını inkar eden bir kimse, Allah'ın hüküm ve hikmetinden cahildir. Her tarafa yayılan insan vücudunun parçalarının tekrara canlı bir şekilde bir araya getirilebileceğine inanmayan kimse ise Allah'ın herşeyi kaplayan ilminden ve kudretinden habersizdir.

17. Arapça "salsal" kelimesi "seramik" gibi ses çıkaran kurutulmuş çamur anlamına gelir.

"Heme", "mayalanmış denebilecek kadar çürümüş siyah balçıktır."

"Mesnun"un iki anlamı vardır: a) "Yağlı hale gelmiş çürümüş balçık" b) "Bir şekle sokulmuş, suretlenmiş bir balçık." Metnin aslından insanın ilk suretinin çürümüş topraktan yapıldığı ve kuruduktan sonra ona ruh üflendiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde Kur'an: insanın bir dizi genetik adaptasyonlardan geçtiğini iddia eden Darwin Evrim Teorisini reddetmektedir. Bu nedenle, bazı çağdaşlaşmış tefsircilerin yaptığı gibi, bu teoriyi Kur'an'a dayandırmak saçma olacaktır.

18. "Semum" rüzgar olmadığına göre, "nar-ı semum" "çok sıcak bir alev"dir, "ateş" değil. Bu cinlerin ateşten yaratıldığını bildiren pasajların açıklamasıdır. (Bakınız, Rahman Suresi, 14, 15, 16. notlar)

28 Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım,"

29 "Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde19 hemen ona secde ederek kapanın."

30 Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti;

31 Ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp-dayattı.20

32 Dedi ki: "Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?"

33 Dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim."

34 Dedi ki: "Öyleyse ondan (cennetten) çık, çünkü sen kovulmuş-bulunmaktasın."

35 "Ve şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir."21

36 Dedi ki: "Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar bana süre tanı."

37 Dedi ki: "Öyleyse, sen (kendisine) süre tanınanlardansın."

38 "Bilinen günün vaktine kadar."

39 Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, bende yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim22 ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım."

AÇIKLAMA

19. "... Ona Ruhumdan üflediğim (zaman)...."

"... Ona ilahi özelliklerimin bir yansımasını verdiğim (zaman)..." Bu, insan ruhunun hayat, bilgi, kudret, istek, basiret ve ortalama tüm diğer insani özelliklere sahip olduğunu gösterir. Bunlar gerçekte, kurutulmuş balçıktan yaratılan insana ilahi özelliklerin hafif bir yansımasıdır. İnsanı, Allah'ın halifesi olma konumuna yükselten ve onu meleklerin ve bütün dünyevi varlıkların secde edeceği bir yüceliğe eriştiren işte Allah'ın ruhunu insana üflemesi olayıdır.

Her özellik gerçekte ilahi sıfatların şu veya bu şekilde bir yansımasıdır: Bir hadiste Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah merhameti yüz parçaya böldü. Doksandokuz parçasını kendisine ayırdı. Geriye kalan bir parçayı da yeryüzüne gönderdi. İşte bu parça nedeniyle yaratıklar birbirlerine merhamet gösteriyorlar. O kadar ki hayvanların yavrularını tepmemelerinin nedeni de bu merhamettir."

Bu bağlamda, ilahi özelliklerden bazılarına sahip olmanın, ilahlığın bir kısmına da sahip olmak anlamına gelmediğine dikkat edilmelidir. Çünkü ilahlık mutlak olarak bütün yaratıklar için erişilmesi sözkonusu olmayan bir makamdır.

20. Bu pasajı (30-43. ayetler), Bakara: 30-39, Nisa: 117-120 ve A'raf: 11-25 ile ve bu ayetlerle ilgili notlarla karşılaştırınız.

2l. Yani, "Kıyamet gününe kadar lanetli olarak kalacaksın. Sonra Hüküm gününde isyanından dolayı cezalandırılacaksın.

22. Yani, "Sen benden aşağı olan birine secde etmemi isteyerek beni saptırdın. Benim böyle bir emre uymayacağım malumdu. Bu nedenle ben de onları saptıracağım ve sana isyan edeceğim". Başka bir deyişle İblis şöyle demek istiyordu: "Dünya hayatını, onun zevklerini ve geçici faydalarını insanlara o kadar süslü göstereceğim ki, sonunda o Allah'ın halifesi olmasının gerektirdiği sorumlulukları unutacak ve ahirette karşılığını alacak. Onlar seni ya unutacaklar, ya da seni hatırladıklarını söyledikleri halde sana isyan edecekler."

40 "Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna."

41 (Allah) Dedi ki: "İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur."23

42 "Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiç bir gücün yoktur."24

43 "Ve hiç şüphe yok, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir."25

44 Onun yedi kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır.26

AÇIKLAMA

23. Bu ayet (4l) başka bir anlama da gelebilir: "İşte bu doğru yoldur: Ben de bunu koruyacağım."

24. Bu ayet (42) başka bir anlama da gelebilir: "Sen benim kullarımı (sıradan insanlar) bana isyana zorlayacak bir güce sahip değilsin. Bununla birlikte, isteyerek ve seçerek sana tabi olanlara seçme özgürlüğü vereceğiz ve onları eğer sana uymak isterlerse, zorla yollarından döndüremeyeceğiz."

İlk yapılan tefsire göre bu ayetler şu anlama gelir: "Benim halis kullarımın gittiği yol bana ulaşan tek yoldur. Şeytan bu yola uyanlar üzerinde hiçbir güce sahip değildir. Çünkü ben onları kullarım olarak seçtim." Şeytan kendisi de onları zorla yoldan çeviremeyeceğini itiraf etmiştir. Bunun tam tersine şeytan, sadece kendileri isyan yolunu seçmiş olanları saptırabilir. Bundan sonra artık onlar şeytanın aldatmaları ile daha da fazla sapıtırlar.

İkinci tefsire göre, pasajı şu anlama gelir: "Şeytan dünya hayatını güzel göstererek insanları Allah'ın yolundan saptıracağını söylediğinde Allah, onun bu isteğini kabul etti. Fakat ona insanları sadece (safsata ve mugalatalarla) kandırarak saptırabileceğini, onları Hak yoldan döndürmeye zorlayamayacağını söylemiştir. Bunun üzerine Şeytan, Allah'ın kendisine seçtiği kulları kandırıp saptıramayacağını itiraf etmiştir. Bu istisnanın yanlış anlamaya -Allah'ın bazı kullarını Şeytan'ın saptırmasından korumak için kendisine ayırması fikrine- neden olmaması için Allah bu meseleyi şöyle açıklamıştır: "Ancak kendisi Hak yoldan sapan bir kimse sana tabi olacaktır." Bunun tam tersine: "Hak yoldan sapmayan kimse sana uymayacak ve böylece halis (kendimiz için seçtiğimiz bir) kulumuz olacaktır."

25. Adem (a.s) ile Şeytanın hikayesinin burada anlatılış gayesini anlayabilmemiz için, hikayenin ele alındığı çerçeveyi gözönünde bulundurmalıyız. Buraya kadar geçen ayetlerde (l-25) kafirlerin kendilerini felakete sürükleyecek sapık yollara tabi oldukları söylenmişti. Bu hikaye, onlara uydukları yolun, en büyük düşmanları Şeytanın saptırması olduğunu hatırlatmak için ele alınmıştır: "Sizi kandıran kıskançlık ve düşmanlığı nedeniyle sizi alçaklığın en kötüsüne yönelten Şeytana tabi olmanın sonuçlarını düşünmemiz gerekir. Bunun tam tersine bizim peygamberimiz sizi sapıklıktan kurtarmak ve başarının yüceliklerine ulaştırmak için tüm gücüyle çalışıyor. Fakat ne yazık ki siz düşmanınızı (Şeytan) dost, dostunuzu da (Peygamber) düşman olarak kabul ediyorsunuz."

İkincisi, bu hikaye şu noktayı da açıklığa kavuşturmaktadır: "Kurtuluşa ermenin bir tek yolu vardır, o da Allah'a itaat etmektir. "Eğer bu yolu terkederseniz, gittiğiniz tüm diğer yollar, sizi doğruca Cehenneme götürecek olan Şeytanın yollarıdır."

Bu hikaye onlara şu gerçeği hatırlatmak üzere de şurada anlatılmıştır: "'Siz yaptığınız hatalardan kendiniz sorumlusunuz, Şeytan değil. Çünkü onun yapabileceği tek şey sizi Allah'a itaatten vazgeçirmeye çalışmak ve sizi kandırmaktır. Bu nedenle Şeytan'ın aldatmalarına kapılıp kapılmama sorumluluğu size aittir." (Geniş bilgi için İbrahim Suresi 22. ayet ile Haşiye Suresi 3l. ayete bakınız.)

26. Günahkarlar, işledikleri suça göre, Cehennemin kapılarından girmek üzere çeşitli grublara ayrılacaklardır. Örneğin ateistler Cehenneme kendileri için ayrılan kapıdan gireceklerdir. Aynı şekilde münafıklar, müşrikler, nefse tapanlar, zalimler, gösterişliler, küfrün liderleri... vs. hepsi kendileri için ayrılan kapıdan Cehenneme gireceklerdir.

45 Gerçekten takva sahibi olanlar,27 cennetlerde ve pınar başlarındadır.

46 Oraya esenlikle ve güvenlikle girin.

47 Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik,28 kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.

48 Orda onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler.29

49 Haber ver kullarıma; şüphesiz ben, ben bağışlayanım, esirgeyenim.

50 Ve şüphesiz azabım; o acıklı bir azaptır.

51 Onlara İbrahim'in konuklarından da haber ver.30

52 Yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da: "Biz sizden korkmaktayız" demişti.31

53 Dediler ki: "Korkma, biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz."

54 Dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?"32

55 Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma."

56 Dedi ki: "Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?"

AÇIKLAMA

27. Korunanlar (muttakiler), Şeytan'a uymayan ve Allah'tan korkup, ömrünü O'na itaatle geçiren kimselerdir.

28. Yani, "Eğer muttaki insanlar arasındaki yanlış anlamalar nedeniyle bu dünyada kalplerinde bir üzüntü veya kin belirmişse, Cennete girerlerken bu onların kalbinden silinecek ve onlar birbirlerine karşı hiç bir kötülük duymayacaklardır." (Bkz. El-A'raf: not 32)

29. Bu ayet aşağıdaki hadis tarafından açıklanmaktadır: "Cennetliklere şöyle seslenilir: "Hep sağlıklı ve zinde olacaksınız, hiç hastalanmayacaksınız; şimdi sonsuz bir hayata başlayıp hiç ölmeyeceksiniz; hep genç kalacak ve oradan çıkmak zorunda kalmayacaksınız." Cennetteki hayatı daha da ayrıntılı açıklayan birçok hadisler vardır: "Cennetlikler hayatları ve maişetleri için gerekli olan şeyleri kazanayım diye çalışmak zorunda kalmayacaklar. Herşeyi çalışmadan elde edecekler."

30. İbrahim (a.s) ve Lut (a.s) peygamberlerin kıssasının anlatılmasının nedeni, Mekke'li müşriklere meleklerin nasıl hak ile geldiklerini göstermektir. Bu onların isteğine bir cevap niteliğindedir. "Eğer doğrulardansan, neden bize melekleri getirmiyorsun? (7. ayet). Bu soruya verilen cevap çok kısadır: "Biz melekleri bir şekilde göndermeyiz. Onlar indikleri zaman hak ile inerler." (8. ayet). Burada meleklerin geliş sebebi olan iki somut olay anlatılmakta ve sanki kafirlere geliş sebebi olan bu "hak"tan hangisini istedikleri sorulmaktadır: "Meleklerin hangi tür "hakk"ı getirmelerini istediğinize karar verin. İbrahim'e (a.s) gönderilen "hakk"a layık olmadığınız meydanda olduğuna göre, meleklerin Lut kavmine getirdiği "hakk"ı mı istiyorsunuz?"

3l. İbrahim (a.s) hakkındaki bu kıssa ile Hud suresi 69-76'da anlatılan kıssayı karşılaştırınız.

32. "... Bilgin bir oğul": İshak peygamber, İshak'ın (a.s) adı, bu olayla ilgili müjdenin anlatıldığı Hud suresi 7l. ayette geçmektedir.

57 Dedi ki: "Ey elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?"33

58 Dediler ki: "Gerçekten biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğa34 gönderildik."

59 "Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız."

60 "Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır."

61 Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde,35

62 (Lut) Dedi ki: "Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz."36

63 "Hayır" dediler, "Biz sana onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik."

64 "Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz."

65 "Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git37 ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın;38 emrolunduğunuz yere gidin."

66 Ve onlara şu emri verdik: "Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecekti."

AÇIKLAMA

33. İbrahim'in (a.s) sorusundan, meleklerin sadece olağanüstü ve çok önemli olaylarda insan şeklinde geldikleri açığa çıkmaktadır.

34. Meleklerin Lut kavminin adını anlatmayıp onlardan sadece "günahkar bir topluluk" diye bahsetmeleri, bu insanların, çevresindeki tüm toplulukların durumunu bilen İbrahim (a.s)'in önünde isimlerinin anılmasına gerek olmayacak kadar kötü şöhrete sahip olduklarını gösterir.

35. Bu bölümü A'raf 80-84 ve Hud: 77-83 ile karşılaştırınız.

36. Bu kıssaya, burada çok kısa bir şekilde değinilmektedir. Fakat Hud suresi 77-83'den Lut (a.s)ın meleklerin ziyaretine çok üzüldüğünü öğrenmekteyiz. Lut (a.s) kendi kendisine: "Bu oldukça zorlu bir gün" demiştir. Onun bu denli kaygılanmasının nedeni, Kur'an'da kapalı bir dille, hadislerde ise açıkça anlatıldığına göre, meleklerin güzel ve genç delikanlılar şeklinde gelmesidir. O, kavminin ne denli sapık ve günahkar olduğunu biliyordu. Misafiri oldukları için onları gönderemezdi, fakat onları bu günahkarlardan nasıl koruyacağını da bilmiyordu.

37. Yani, "Sen geride kalan olup olmadığına bakmak için en arkadan gitmelisin."

38. Bu, Kitab-ı Mukaddes'te ele alındığı gibi "Sakın arkana bakma, yoksa helak olursun" anlamına gelmez. Bu sadece onları uyarmak amacıyla anılmıştır: "Hiç biriniz geride ne olup bittiğini anlamak için dönüp bakmasın. Helak olan insanların çığlıklarını duyup seyretmemeniz için. Çünkü şimdi ne geriye bakıp "eğlenmek", ne de üzüntü gözyaşları dökmek zamanıdır. Helak olan topluluğun bulunduğu bölgede bir dakika bile durursanız, gökten düşen taşlar size de isabet edebilir."

67 Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.39

68 (Lut onlara) "Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin" dedi.

69 "Allah'tan korkup-sakının ve beni küçük düşürmeyin."

70 Dediler ki: "Biz seni 'herkes(in işin)e karışmaktan' alıkoymamış mıydık?"

71 Dedi ki: "Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.'40

72 Ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.

73 Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi.

74 Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.41

75 Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır.

76 O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır.42

77 Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır.

AÇIKLAMA

39. Bu, o topluluğun ahlaksızlığın en aşırısına saptıklarını göstermektedir. Onlar yakışıklı yabancıların şehre geldiklerini duyar duymaz, sevinçle Lut'un (a.s) evine toplandılar ve ondan zevklerini tatmin etmek için misafirlerini vermesini istediler. Ne yazık ki onların içinden bu ahlaksızca işe ve bu büyük günaha karşı çıkan hiç kimse olmadı. Bu onların, toplum olarak, bütün namus duygularını yitirdiklerini ve böyle ahlaksızca bir isteği açıktan söylemekten hiç bir utanç duymadıklarını göstermektedir. Böyle ahlaksız bir isteği hiç utanmaksızın Allah'tan korkan ve dindar bir adam olan Lut'a teklif edebilmeleri, bu büyük bir günahın onlar arasında hiç kimseyi ayırdetmeyecek denli yaygın olduğunu göstermektedir.

Talmut, Lut kavminin ahlaki bozulması ile ilgili birçok örnekler zikretmektedir. Bir keresinde bir yabancı onların şehrinden geçerken karanlık çökmesi nedeniyle Sodom'da sabahlamak zorunda kalır. Yanında gerekli erzakı bulunduğu için hiç kimseye ihtiyaç duymaksızın geceyi geçirmek üzere bir ağacın dibine yatar. Fakat bir Sodom'lu onu evine davet eder. Geceleyin yabancının eşeğini ve eşyalarını alıp kaçar. Yabancı sabahleyin yardım istediğinde, şehirdekiler oraya gelirler, fakat yardım etmek için değil geri kalan eşyalarını çalmak için.

Bir keresinde Hz. Sara, Lut (a.s) ailesi hakkında haber almak üzere kölesini Sodom'a gönderir. Köle şehre girdiğinde bir Sodom'lunun başka bir yabancıyı dövdüğünü görür. Doğal olarak Hz. Sara'nın kölesi Sodom'lunun ahlaki duygularını canlandırmağa çalışır: "Böyle bir zavallı yabancıya neden kötü davranıyorsun?" der. Fakat bu soruya karşılık topluluk içinde başı yarılır.

Bir seferinde de fakir bir adam Sodom'a uğrar, fakat hiç kimse ona yiyecek vermez. Açlıktan ölmek üzere iken yere düşer. Lut (a.s)'ın kızlarından biri onu görür ve yemek gönderir. Bunun üzerine Sodom'lular Lut (a.s) ve kızını, böyle "davranış"lardan vazgeçmezlerse şehirden kovmakla tehdid ederler.

Buna benzer birçok olay anlattıktan sonra Talmud, bu topluluğun çok vahşi, merhametsiz ve şerefsiz olduklarını ve hiç bir yolcunun güven içinde onların şehirlerinden geçemediğini ve hiç bir fakirin onlardan yardım veya yiyecek ummadığını bildirir. Böyle bir durumda onlar ölünün elbiselerini soyarlar ve onu çıplak gömerlerdi. Eğer bir yabancı onların şehrine uğrama gafletini göstermişse, onu topluluk içinde soyarlar ve yabancı eğer adaletle davranmalarını isterse, onunla alaya ederlerdi. Orda yetiştirdikleri bahçeler içinde utanmazca açıktan günah işlerlerdi ve onları Lut (a.s) dışında bu günahlara karşı uyaran başka kimse yoktu. Kur'an onların bütün günahkar hayatlarını iki anlamlı cümlede toplamıştır: l)"... Onlar daha önceden çok büyük günahlar işlemekteydiler". (Hud: 78) 2) "Siz erkeklere yaklaşıyor, yolcuları soyuyor ve topluluk içinde büyük günahlar işliyorsunuz".

40. Hud suresi 87. notta Lut (a.s)ın bununla neyi kastettiği açıklanmıştır. Onun gibi takva sahibi bir insan, bu tip sözleri ancak en son mertebede, artık bütün öneri ve uyarılarının, günahkar insanları misafirlerine kötülük etmekten alıkoymağa yetmediği bir anda söyleyebilir.

Lut (a.s)ın Hud Suresinde (78. ayet) söylediği sözlerin önemini burada tekrar açıklamak yararlı olacaktır. O günahkar topluluğa "İşte kızlarım..." diyerek misafirlerine kötülük etmekten alıkoymaya çalıştığında, misafirlerinin yakışıklı delikanlı kılığında melekler olduğundan haberi yoktu. Melekler, ancak, sözkonusu sapıklar üzerlerine gelir, kötülük yapmak istediklerinde ve Lut (a.s): "Sizi doğru yola sokacak gücüm olsaydı ya da sağlam bir yere sığınabilseydim" diye lanet okuduğunda insan kılığından çıkmışlardır. O zaman melekler, "Biz Rabbin'in gönderdiği elçileriz....demişlerdi. Olaylar dizisi Lut (a.s)'ın ancak çok çaresiz durumda kaldığında bu "istek" te bulunduğunu açığa çıkarmaktadır.

Bunu gözönünde bulundurmak gereklidir, çünkü bu suredeki olayların sırası ile Hud suresindeki diziliş aynı değildir. Bazıları Lut (as.) konuklarının melek olduğunu ve onların günahkar topluluğa karşı kendilerini savunabileceklerini bildiği halde neden beddua ettiği gibi yanlış bir izlenime kapılabilirler.

Olayların iki farklı dizilişi ise vurgu farkı nedeniyle meydana gelmiştir. Bu surede vurgulanmak istenen meleklerin hak ile gelmiş olmalarıdır. Bu nedenle olayın bu bölümü (6l-66) daha önce ele alınmıştır.

4l. Bu "pişmiş çamurdan taşlar" meteorlar veya onların üzerine akan volkanik lavlar olabilir; ya da bunlar güçlü bir rüzgar tarafından üzerlerine yağdırılan taşlar olabilir.

42. Yani, "O şehrin harabeleri, Hicaz'dan (Arabistan) Suriye ve Mısır'a giden yol üzerindedir". Yolcular, Ölü Deniz (Lut Gölü)'in güney doğusunda bu harabelerin işaretlerini görebilirler. Coğrafyacılar yeryüzünde bu bölge, özellikle bölgenin güneyi kadar ayrı ve ıssız bir bölge olmadığı görüşündedirler.

78 Eyke halkı43 da gerçekten zalim-kimselerdi.

79 Bundan dolayı onlardan intikam aldık; her ikisi de açıkça (gözler) ön(ün)dedir.44

80 Andolsun, Hicr halkı45 da peygamberleri yalanlamışlardı.

81 Onlara ayetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi.

82 Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.

83 Derken, onları sabah vaktine girdiklerinde, o dayanılmaz-çığlık yakalayıverdi.

AÇIKLAMA

43. Eyke halkı Şuayb (a.s)'ın kavmidir ve başkentleri nedeniyle Medyenliler adını almışlardır. El-Eyke, Tebûk'un eski adı idi ve sözlükte "sık orman" anlamına gelir.

44. Medyen, Hicaz'dan, Filistin ve Suriye'ye giden yol üzerindedir.

45. El-Hicr, Semud kavminin başkentiydi. Kentin harabeleri, Medine'den Tebûk'a giden yol üzerinde, Medine'nin kuzey-batısında yer alan el-Ula şehri yakınlarında bulunmaktadır. Kervanlar yolculukları sırasında orada kalmayı yasaklamıştır.

İbn Batuta, hicri sekizinci yüzyılda Mekke'ye giderken oraya uğradığında: "Kızıl dağlara oyulmuş Semud evlerini gördüm. Resimler o denli parlaktı ki sanki kısa bir süre önce boyanmıştı... Onların içinde bugün bile hala çürümüş insan kemikleri bulunmaktadır" demiştir. (Bkz. not 57, A'raf).

84 Buna rağmen kazandıkları şeyler, (uğrayacakları sondan kurtarmaya) onlara yetmedi.46

85 Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık.47 Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran.

86 Çünkü Rabbin, yaratan ve bilenin ta kendisidir.48

87 Andolsun, sana çiftlerden yediyi49 ve büyük Kur'an'ı verdik.50

AÇIKLAMA

46. Onlar, dağların içinde, dağları keserek yaptıkları evleri de kurtaramamışlardı.

47. Burada, Peygamber (s.a), Hakk'ı tebliğ ettiği ve bütün evren de hak üzere kurulduğu için muhakkak başarıya ulaşacağı konusunda temin edilmektedir. O dönemde böyle bir destek gerekliydi, çünkü batıl zaferi kazanmış gibi görünüyordu. Burada şöyle denilmek isteniyor: "Ey peygamber, batılın bugünkü kazandığı zafere üzülme, çünkü bu geçicidir. Aynı şekilde hak yoldaki engeller, zorluklar ve sorunlar da sürekli değildir. Cesur ol ve Hakka güven, batıla karşı zafer kazanacaksın, çünkü tüm evren sistem olarak hakka yatkın, batıla düşmandır. Bu nedenle hak kalıcı, batıl yok olucudur. (Bkz. İbrahim suresi, 25, 26, ve 35-39. notlar).

48. Allah'ın bu sıfatları, peygamberi (s.a) teskin etmek için anılmıştır: "Allah Yaratıcı olduğu için, yaratıkların tümü üzerinde kudret sahibidir ve hiç kimse O'nun cezasından kurtulamaz. Bunun yanısıra o herşeyi bilendir: O senin insanları ıslah etmek için tüm çabanla çalıştığını bilmektedir ve sana karşı kurulan tuzaklardan da haberdardır. Bu nedenle bu meseleye üzülmemen gerekir. Sabırla ve birgün mutlaka onlara adaletle davranılacağına inanarak beklemelisin."

49. Her farz namazda tekrar tekrar okunan bu yedi ayet, FATİHA'nın ayetleridir. Bazıları "el-Mesani"nin, ikiyüz veya daha fazla ayete sahip yedi sureyi, yani Bakara-A'raf ve (Enfal-Tevbe) veya Yunus gibi sureleri kastettiği görüşündedirler. Fakat ilk devir müfessirlerinin çoğunluğu bunun FATİHA olduğunda birleşmişlerdir. İmam Buhari de bunun el-Fatiha olduğunu destekler nitelikte iki sahih hadis rivayet etmiştir.

50. Kur'an'ın büyük bir nimet olarak verildiğinin belirtilmesi, Peygamber (s.a) ve ona uyanlara, kafirlerin dünyevi mallarına özenmemeleri gerektiğini, zira Kur'an gibi büyük bir nimetin yanında onların varlıklarının hiçbir değeri olmadığını hatırlatmak içindir. Bunun önemini tam anlamıyla kavrayabilmek için, o dönemde Peygamber (s.a) ve ona uyanların fakirlikten kıvrandıklarını gözönünde bulundurmak gerekir. Peygamber (s.a) tebliğe başladığında ticari etkinlikleri hemen hemen sona ermişti. Bunun yanısıra Hz. Hatice'nin (r.a) bütün malını da harcamıştı. Sahabenin çoğu ise evlerinden ayrılan ve fakirleşen gençlerdi. Ekonomik boykot, ticaretle uğraşanların işlerini olumsuz yönde etkilemişti. Bunlardan başka, Kureyşlilerin kölesi veya mevlası olan ve hiçbir ekonomik pozisyonu olmayan müminler vardı. Bu ekonomik dertlerin yanısıra, bütün müslümanlar, peygamberle (s.a) birlikte, Mekke ve çevresindekilerden işkence görüyorlardı. Kısacası o kadar çok işkence çekmiş, alay edilmiş ve horlanmışlardı ki, neredeyse hiçbiri maddi veya manevi işkenceden ma'sun kalamamıştı. Diğer tarafta, onlara işkence eden düşmanları olan Kureyş, bu dünyadaki bütün iyi şeyleri alıyor ve lüks içinde bir hayat sürüyorlardı. İşte müminlere yapılan tesellinin arka planı budur: "Neden bu konuda cesaretinizi yitiriyorsunuz? Biz size her türlü zenginliğin ötesinde bir 'servet' verdik. O halde düşmanlarınız sizin bilginizi ve yüce ahlakınızı kıskanmalıdır; siz onların kötü yoldan kazanılmış servetlerini ve günah dolu zevklerini kıskanmamalısınız. Çünkü onlar Rableri katına vardıklarında, orada değeri olan hiçbir servet kazanmadıklarını göreceklerdir."

88 Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma,51 mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

89 Ve de ki: "Şüphe yok, ben apaçık bir uyarıcıyım."

90 Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi,

91 Ki onlar Kur'anı parça-parça kıldılar.52

92 Rabbine andolsun, onların tümüne (bunu) soracağız.

93 Yapmakta oldukları şeyleri.

94 Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.

95 Şüphesiz o alay edenlere (karşı) biz sana yeteriz.

96 Ki onlar, Allah ile beraber başka ilahları (ortak) kılmaktadırlar; onlar yakında bilip-öğreneceklerdir.

97 Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.

98 Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.

99 Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.53

AÇIKLAMA

5l. Yani, "Siz onlar hakkında iyi şeyler dilediğiniz halde, onların sizi düşman kabul etmesine üzülmeyin. Yaptıkları kötülükleri fazilet olarak kabul etmelerine, sadece kendilerini değil başkalarını da sonu felaket olan yola sürüklemelerine üzülmeyin: Hayır, onlar kendilerine barış yolunu gösteren kimsenin ıslah edici davranışlarına nasıl da karşı çıkıyorlar."

52. Bölücüler, dinlerini birçok bölüme ayıran ve onda ayırıcılık yapan Yahudilerdi. Onlar, dinin bir bölümüne inanıyor, bir bölümünü reddediyor, dine bazı şeyleri ekliyor, bazı şeyleri de dinden çıkarıyorlardı. Bu şekilde hepsi birbirine düşman birçok gruplara ayrılmışlardı.

Onların Kur'an'dan muradı Tevrat'tır. Onlara Tevrat nazil olmuştur. Hz. Muhammed (s.a)'in ümmetine nazil olan Kur'an gibi.

"Onlar Kur'an'larını çeşitli bölümlere ayırdılar." "Onlar kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmazlar." Aynı şey Bakara suresi, 85. ayette de ele alınmıştır: "Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?"

"Bu, bizim bölücülere (Yahudiler) gönderdiğimiz uyarının aynısıdır." Burada müminler Allah tarafından yapılan uyarıyı dikkate almayan ve işledikleri günahta ısrar eden Yahudilerin durumundan ders almaları için uyarılmaktadırlar: "Yahudilerin düştüğü rezaleti görmektesiniz. Bu uyarıyı dikkate almayarak aynı sonla karşılaşmak ister misiniz?"

53. Yani, "Salat (namaz) ve Rabbinize ibadet etmek sizde Hakkı tebliğ ve insanlığı ıslah etme sırasında karşılaşacağınız zorluk ve engellere karşı gerekli olan dayanıklılık gücünü yaratacaktır. Bu, sizi rahatlatacak, size cesaret verecek ve engeller, alaylar ve zorluklarla dolu ilahi tebliğ görevinizi yerine getirmenizi sağlayacaktır."