7 Ağustos 2007 Salı

TİN SÜRESİ(Muhammed ESED)

85. sureden (Burûc) sonra nazil olan bu sure temel bir ahlakî gerçeği formüle eder ve onun bütün sahih dinî öğretilerde ortak olduğunu vurgular. Surenin “başlığı” -veya, daha doğrusu, sureye adını veren anahtar kelime- ilk ayetinde geçen -incir (tîn) (yani, incir ağacı) sözünden çıkarılmıştır.
1 İNCİRİ ve zeytini düşün, 2 ve Sina Dağını, 3 ve bu güvenli toprakları!1
4 Gerçek şu ki biz insanı en güzel şekilde yaratırız,2 5 ve sonra onu aşağıların en aşağısına indiririz,3 6 iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar hariç: onlar için kesintisiz bir ödül vardır!
7 Öyleyse, [ey insan,] nedir bu ahlakî değerler sistemini yalanlamana yol açan?4
8 Allah hükmedenlerin en adili değil mi?

DİPNOTLAR
1 “İncir” ve “zeytin”, bu anlam akışı içinde, bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları, yani Akdeniz'in doğusuna sınır olan ülkeleri, özellikle Filistin ve Suriye'yi sembolize etmektedir.
Kur’an'da zikredilen Hz. İbrahim soyundan peygamberlerin çoğu bu topraklarda yaşayıp bu topraklarda tebliğde bulunduklarından, bu iki ağaç cinsi, son İbranî Peygamber Hz. İsa'da doruğa erişen Allah'tan vahiy alan bu insanlar zincirinin dile getirdiği dinî öğretilerin sembolü olarak kabul edilebilirler.
Öte yandan “Sina Dağı” ise, Hz. Musa'nın peygamberliğini özellikle vurgulamaktadır, çünkü Muhammed (s)'den önce ve o'nun nübüvvetine kadar geçerli olan -ve esasları itibariyle Hz. İsa'yı da bağlamış bulunan- dinî kurallar, Sina çölündeki bir dağda Hz. Musa'ya vahyedilmişti. Son olarak, “bu güvenli topraklar” ifadesi, kesin olarak (2:126'dan açıkça anlaşılacağı gibi), Son Peygamber Muhammed (s)'in, doğduğu ve ilahî çağrıyı aldığı yer olan Mekke'yi gösterir. Böylece 1-3. ayetler, Hz. Musa, İsa ve Muhammed (s)'in şahıslarında temsil edilen tevhid dîninin üç tarihî safhasında geçerli öğretilerin -sahîh öğretilerin- gerisindeki temel ahlakî aynılığa dikkatimizi çekmektedir. Burada hatırlanıp düşünülmesi gereken spesifik gerçeğe sonraki üç ayette işaret edilmektedir.
2 Yani, bu özel varlığın yaratılış amacının gerektirdiği fonksiyonlara tekabül eden bütün olumlu maddî ve zihinsel (dış ve iç) vasıflar ile donatılmış olarak. “En güzel şekil” kavramı, Allah'ın yarattığı her şeyin, insanoğlu ve insan kişiliği (nefs) de dahil olmak üzere, “yaratılış amacına uygun şekilde” var edildiği (bkz. 91:7 ve ilgili not 5, ayrıca -daha genel anlamda- 87:2 ve not 1) şeklindeki Kur’an hükmü ile bağlantılıdır.
Bu ifade, bütün insanların bedensel ve zihinsel donanımlar açısından aynı “güzel şekil”e sahip olduklarını kesinlikle göstermez; o sadece, her insanın tabii avantaj veya dezavantajlarına bakılmaksızın, doğuştan getirdiği vasıfları ve içine doğduğu çevreyi mümkün olan en iyi şekilde kullanabilme yeteneği ile donatıldığını anlatır. (Bu bağlamda bkz. 30:30 ve ilgili notlar, özellikle 27 ve 28.)
3 Bu “aşağıların en aşağısına indirmek”, insanın kendi aslî, olumlu kimliğini saptırmasının -başka bir deyişle yozlaştırmasının- bir sonucudur: yani, insanın kendi yaptıklarının ve yapmayı ihmal ettiklerinin sonucu. Bu “indirme”nin Allah tarafından kendi eylemi olarak takdim edilmesi konusunda bkz. 2:7, not 7.
4 Yani, önceki üç ayette ortaya konulan ahlak sisteminin -ki bana göre dîn teriminin bu bağlamda taşıdığı anlam budur- geçerliliğini. (Dîn kavramının bu spesifik anlamı için bkz. 109:6, not 3.) Yukarıdaki belâgat gereği soru şu anlamı ifade etmektedir: Burada işaret edilen ahlak sistemi bütün tevhîdî dinlerin öğretilerinde vurgulanmış olduğundan (karş. yukarıdaki 1-3. ayetler ve not 1), bunun gerçekliği, önyargısız herkes için apaçık ortadadır: bu gerçeği reddetmek, insan açısından onun ahlakî seçimde bulunma özgürlüğünü reddetmeye; Allah açısından ise, sonraki ayetin işaret ettiği gibi, tanım gereği “hükmedenlerin en adili” olan Allah'ın adaletini reddetmeye kadar varan bir tavır olacaktır.