10 Ağustos 2007 Cuma

BEYYİNE SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Birinci ayetteki "Beyyine" kelimesi sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: Bu surenin de Mekkî mi Medenî mi olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bazı müfessirlere göre, çoğunluk nezdinde bu sure Mekkî'dir. Bazı müfessirler de cumhur nezdinde bu surenin Medenî olduğunu söylerler. İbn Zübeyr ve Ata b. Yesar'ın kavline göre bu sure Medenî'dir. İbn Abbas ve Katade'den iki kavil nakledilmektedir. Birincisi Mekkî, ikincisi Medenî olduğu yolundadır. Hz. Aişe bu surenin Mekkî olduğunu söylemiştir. Bahru'l-Muhit sahibi Ebu Hayyam ve Abdu'l Mümin ibn'l Faris -Ahkamu'l Kur'an sahibi- bunun Mekkî olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Surenin muhtevasında Mekkî olduğuna dair hiçbir işaret yoktur.

Konu: Bu surenin Kur'an-ı Kerim'de tertib itibarıyla Alak ve Kadir Suresinden sonra yer alması anlamlıdır. Alak suresinde ilk vahiy, Kadir Suresinde de bu vahyin nüzul zamanı bildirilmiştir. Bu surede ise bu mukaddes kitab ile birlikte bir peygamber gönderilmesinin gerekçesi açıklanmıştır.

İlk olarak, bir Rasul göndermenin zarureti açıklanmıştır. Bu zaruret şöyle beyan edilmiştir: Dünyada Ehl-i Kitab olsun, müşrik olsun, insanları düştükleri küfür vaziyetinden kurtarmak ancak Rasul göndererek mümkün olur. Bu Rasulün, Allah'ın Kitabını insanlara asıl ve sahih şekliyle açıkça beyan etmesi, getirdiği Kitab'ın temiz olup ona batıl hiçbir şeyin karışmaması, önceki semavi kitapların tersine batıl karışmasından uzak olması ve doğru talimatları kapsaması kendi risaleti için apaçık delildir.

Bundan sonra Ehl-i Kitabın sapıklığı açıklanarak, onların çeşitli sapık yollara düşmelerinin sebeplerinin, "Allah'tan hidayet gelmemesi" olmadığı belirtilmiştir. Buradan kendiliğinden, sapıklıklarının sorumluluğunun kendilerine ait olduğu sonucu çıkmaktadır. Şimdi, Allah (c.c.) tekrar, bir peygamber aracılığıyla apaçık hidayet gönderdikten sonra sapıklıklarında devam ederlerse, sapıklıklarının sorumluluğu daha da artacaktır.

Daha sonra, Allah (c.c.) tarafından gönderilen peygamberler ve onların aracılığıyla verilen kitaplarda, bütün yolları terkederek sadece ve halis olarak Allah'a ibadet etmeleri, başka bir kimseyi ibadette ve itaatte Allah'a ortak koşmamaları, namazı kılmaları, zekatı vermelerinden başka bir emir verilmemiş olduğu ve hak dinin de bu olduğu açıklanmıştır. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, Ehl-i Kitap olanlar asıl dinden inhiraf ederek, dinlerine batıl olan başka şeyler katmışlardır. Allah'ın Rasulü onları asıl dine dönmeye davet etmektedir.

Sonunda açıkça şöyle buyurulmuştur: Ehl-i Kitap ve müşrikler bu peygambere inanmaktan yüz çevirmektedirler. Bunlar en kötü mahluklardır. Onların cezası sonsuz cehennemdir. İman ederek salih amel işleyen ve dünyada Allah'tan korkarak yaşayanlar Allah'ın en iyi mahluklarıdır. Onların mükafaatı, ebedi kalacakları cennettir. Allah (c.c.) onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olacaklardır.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Kitap ehlinden ve müşriklerden1 küfre sapanlar2 kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi.3

AÇIKLAMA

1. Küfürde müşterek olmalarına rağmen bu iki güruh ayrı ayrı isimle zikredilmiştir. Ehl-i Kitap'tan kasıt, önceki peygamberlerin getirdiği, ne kadar tahrif olsa da ellerinde bulunan ve ona inandıkları herhangi bir kitaba sahip olanlardır. Müşriklerden kasıt, hiçbir peygambere inanmayan ve hiçbir kitabı bulunmayan kimselerdir. Kur'an-ı Kerim'de Ehl-i Kitab'ın şirki pek çok yerde zikredilmiştir. Mesela hristiyanlar hakkında şöyle buyurulmuştur: "Allah üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kafir olmuşlardır." (Maide 73), "Allah Meryem oğlu Mesih"tir diyenler küfre gitmişlerdir." (Maide 17) "Hristiyanlar da Mesih Allah'ın oğlu dediler." (Tevbe 30) Yahudiler hakkında da şöyle buyurulmuştur: "Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğlu dediler." (Tevbe 30) Ancak buna rağmen bunlar hakkında Kur'an'ın hiçbir yerinde "Müşrik" kelimesi kullanılmamıştır. Onlar "Ehl-i Kitap" olarak zikredilmiş ya da "Kitap verilenler" denmiştir. Bazen de "Yahudi" ve "Nasara" şeklinde ifade edilmişlerdir. Çünkü onların asıl dini Tevhid diniydi. Ama aynı zamanda şirke düşmüşlerdir. Bunun tersine Ehl-i Kitap olmayanlar için ıstılah olarak "müşrik" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü onların asıl dini şirk diniydi. Tevhide inanmayı kesinlikle inkar ediyorlardı. Bu iki grup arasında sadece ıstılahî olarak değil, şeriatın hükümleri ve uygulanması bakımından da fark vardır. Ehl-i Kitab'ın kestikleri müslümanlar için helaldir. Bu helallik, Allah'ın ismini anarak ve doğru şekilde kesmek şartıyladır. Ehl-i Kitap kadınlarla evlenmek de caizdir. Bunun tersine müşriklerin kestiğini yemek ve kadınlarını nikahlamak helal değildir.

2. Burada "küfr" kelimesi geniş anlamda kullanılmıştır. Kelime, küfrün değişik tavır ve şekillerine de şamildir. Mesela bazıları Allah'a inanmadıkları için kafirdirler. Bazıları Allah'a inanır fakat O'nu tek Mabud olarak kabul etmezdi. Bunun yanısıra Allah'ın zat'ında, sıfatında veya iktidarında başkalarını da ortak kabul ederek Allah'a ibadet ederler. Bazıları Allah'ın birliğine inanır, buna rağmen çeşitli mahiyetteki şirke de inanırdı. Bazıları ise Allah'a inanır ama peygamberine inanmaz ve peygamberlerinin getirdiği hidayeti kabul etmezdi. Bazıları da kimi nebilere inanır, bazılarını kabul etmez, inanmazdı. Hülasa insanların içine düştükleri çeşitli şekillerde ki küfürler vardı. Burada, "Ehl-i Kitap ve müşriklerden kafir olanlar" buyurulmuştur. Bu ifadeden, bunlardan bazılarının küfre düştüğü anlaşılmaz. Aslında anlamı şudur: Küfre düşen güruh iki çeşittir. Biri ehl-i kitap, öbürü de müşrikler. Ayetteki "min" "bazıları" anlamında kullanılmamıştır. Buradaki "min" beyan içindir. Hac suresi 30. ayetteki kullanımda olduğu gibi: "putların pis olanlarından sakının" değil "pis olan putlardan sakının"dır. Burada da, "Ehl-i Kitap ve müşriklerden küfre düşenler" anlamında değil, "küfre düşen iki güruh olan Ehl-i Kitap ve müşrikler" anlamındadır.

3. Yani onların bu küfür hallerinden çıkmaları için, apaçık bir delil ileri sürmekten ve içinde bulundukları küfrün her çeşidinin yanlışlığını delille ispat ederek anlatmaktan başka çıkar yol yoktur. Bunun anlamı, apaçık delil gösterildikten sonra hepsi küfürlerinden vazgeçecekler değildir. Aslında anlamı şudur: Delil olmadan onların bu halden çıkmaları mümkün değildir. Fakat bu deliller geldikten sonra küfür üzerinde devam edenlerin sorumlulukları kendilerine aittir. Bundan sonra onlar, doğru yola dönebilmeleri için kendilerine hidayet edilmediği mazeretini ileri süremezler. Aynı şey Kur'an-ı Kerim'in çeşitli yerlerinde değişik üsluplarla beyan edilmiştir. Mesela Nahl suresinde şöyle buyurulmuştur: "Yolu doğrultmak Allah'a aittir" (Nahl 9), Leyl suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Doğru yola iletmek bize aittir" (Leyl 12), Nisa suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik... Bunları müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak gönderdik ki peygamberler geldikten sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın..." (Nisa 163, 164, 165) Maide suresinde ise şöyle denilmiştir: "Ey Kitap Ehli! elçilerin arkasının kesildiği bir boşluk meydana geldiği sırada size elçimiz geldi, gerçekleri açıklıyor ki, bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi demeyesiniz." (Maide 19)

2 (O delil de) Allah'tan gönderilmiş-bir elçi (ki,) 4tertemiz sahifeleri okumaktadır;5

3 Onların içinde dosdoğru 'yazılı-hükümler' vardır.

4 Kitap ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belgeler6 geldikten sonra fırkalara ayrıldılar.

5 Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifiler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam olan) din budur.7

6 Hiç şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar,8 içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.9

7 İman edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.10

8 Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu,11 Rabbinden 'içi titreyerek korku duyan kimse' içindir.

AÇIKLAMA

4. Burada Rasulullah'ın risaleti için açık bir delil vardır. Nübüvvetten önce ve sonraki hayatın ümmî olan Rasulullah'ın buna rağmen Kur'an gibi bir kitap ileri sürmesi, onun talimatı ve sözlerinin etkisi ile iman edenlerin hayatlarında büyük bir inkılâb meydana gelmesi, ileri sürdüğü akidenin makul olması, temiz ibadetler, son derece ahlâkî ve insanî, hayat için en iyi usul ve emirleri tebliğ etmesi, Rasulullah'ın söz ve fiillerinin birbiriyle tutarlı olması, ona karşı yürütülen her çeşit düşmanlık ve zorluklara rağmen İslâm davetini gayet azimli sürdürmesi gibi unsurlar, onun Allah'ın Rasulü olduğuna açıkça işaret etmektedir.

5. Lugat itibarıyla "sayfa"nın manası, yazılmış yapraklardır. Ama Kur'an'ı Kerim'de ıstılah olarak, peygamberlere inzal edilen kitaplar için kullanılır. "Pak sayfalar"dan kasıt, kendisine batıllık ve sapıklık bulaşmamış olan kitaplardır. İnsan Kitab-ı Mudaddes'i ve diğer dinlere ait kitapları incelediğinde içindeki bazı doğru şeylerle birlikte Hak'ka ve akl-ı selime ters, ahlâki bakımdan düşük şeyleri görür ve bunu Kur'an ile mukayese ederse bunun önemini daha iyi anlar. O kitapları okuduktan sonra insan Kur'an-ı Kerim'in ne kadar yüce ve temiz bir kitap olduğunu anlar.

6. Yani Ehl-i Kitabın bundan önce çeşitli sapıklıklara düşerek sayısız fırkalara bölünmesinin nedeni, Allah'ın hidayeti geldikten sonra bu sapıklığa düşmüşlerdir. Onun için, bu sapıklıktan kendileri sorumludurlar. Çünkü Allah'ın hücceti tamamlanmıştır. Şimdi ise o sayfalar temiz kalmamıştır. Onların kitapları doğru ve halis talimatları haiz değildir. Bu nedenle Allah (c.c.) bir peygamber gönderip onlara apaçık delil göstermiştir. Bu vasıtayla onlara temiz ve doğru talimatı taşıyan apaçık delil göndererek üzerlerindeki hüccetini tekrar tamamlamıştır. Bundan sonra aralarında fırkalaşmaya devam ederlerse bunun sorumluluğu kendilerine aittir. Onlar Allah'a karşı bir hüccet getiremiyeceklerdir. Bu Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde ifade edilmiştir. Mesela Bakara 213, 253, Al-i İmran 19, Maide 44-50, Yunus 93, Şura 13-15, Casiye 16-18. Bunun yanısıra bu ayetlere ait açıklama notlarına da bakılırsa konu daha iyi anlaşılır.

7. Yani Rasulüllah'ın getirdiği dinin talimatlarını aynen Ehl-i Kitaba gelen peygamberlerin kitapları da taşımaktaydı. Şimdikilerin kendi dinlerine soktukları batıl akide ve fasit ameller onlara emredilmemişti. Sahih ve doğru din her zaman halisçe Allah'a itaat etmek, O'nunla birlikte hiç bir şeyi ibadette ortak etmemek, her şeyden yüz çevirerek yalnızca Allah'a tapmak, O'na itaat etmek, namazı kılmak ve zekatı vermektir. (Bkz. A'raf 19, Yunus 108-109, Rum 43-47, Zümer 3-4)

Bu ayette "Dinu'l-kayyıma" deyimi kullanılmıştır. Bazı müfessirler bunu "Dinu'l milletu'l kayyıma", yani doğru yol üzerinde olan milletin dini, şeklinde anlamışlardır. Bazıları ise bunun mevsufunu sıfata mübalağa ile izafe ederler. "Allame" ve "Fahhame"nin mübalağa için kullanıldığı gibi, onların verdiği anlam ile bizim tercümemiz aynıdır.

8. Buradaki "Küfr"den kasıt, Hz. Muhammed'e (s.a) inanmayı inkar etmektir. Yani müşrikler ve Ehl-i Kitap, Rasulullah'a risalet geldikten sonra onu inkar etmişlerdir. Oysa açık delil olarak Rasulullah'ın doğru talimatı taşıyan sayfaları onlara okunmaktaydı. Bunların sonu ileride beyan edilmiştir.

9. Yani Allah'ın mahlukatı arasında ondan daha kötü mahluk yoktur. Hatta hayvanlardan da düşüktür. Çünkü hayvanlara akıl ve irade verilmemiştir. Bunlar akıl ve irade sahibi olmalarına rağmen haktan yüz çevirmektedirler.

10. Yani Allah'ın bütün mahlukatından, hatta meleklerden bile efdal ve şereflidir. Çünkü meleklere itaatsizlik yapma iradesi verilmemiştir. Bu insan ise (ehl-i iman) irade verilmesine rağmen itaat etmiştir.

11. Diğer bir ifade ile Allah'tan korkarak yaşayan, Allah'ın vereceği cezayı hesaba katıp adım atan ve Allah'ın rızasını küçümsemeden hareket eden için Allah (c.c.) katında bu mükafaat vardır.