Peygamber(s.a.v), bazenHiraMağarası'nagider,kendisinicâhiliyekargaşasından uzaklaştırır ve bu melekût âlemi yaratanın önünde korkuyu ve yakîni hissederek bakışım kâinatın ufuklarındaki engin derinliklere salardı. O putlardan ve onlara tapınmaktan kaçınır ve putların önünde merasim yapmaktan tiksinirdi. Ama bunun ötesini de kavrayamıyordu! Tâ ki, ansızın ilginç bir "oku" sesi işitti, "ben oku-yucü değilim/okuma bilmem" dedi. Bu ses tekrarlandı, aynı karşılık. Sonra işin tamamına kulak verdi:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı alaktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O (insana) kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti." (Alak: 1-5)
Bu beş âyet, Kur'ân'dan peygamber kalbine inen ilk âyetlerdir. Sûrenin geri kalan kısmı bundan sonra inmiştir.
İnsanı "alak (embriyo)"dan yaratan, ümmîyi âlim kılmaya ve Muhammed'i vahye ya da risâlete muttalî kılmaya da gücü yeter. Olana hayret edilmektedir. Tıpkı geçmişte İbrâhîm ve Musa'nın yaptığı gibi Allah O'nu ümmeti yeniden inşâ etmek için göndermiştir. Peygamber'in hayatını, kitabını, cihadını dürüst bir şekilde araştıran, Muhammed'in geniş bir saha ve azığa eriştiğini kavrar ve dünyanın O'nun erdemliliği ve şahsiyeti hususunda O'na ulaşan bir imam tanımadığını yakînen görür.
Bir müddet sonra şu âyetler inmiştir:
"Hayır, (Rabbinin bu kadar iyiliğine rağmen yine) insan azar; kendisini zengin (kendine yeterli) gördüğü için. Dönüş Rabbinedir (O insanın hesabını görecektir)." (Alak: 6-8)
İhtiyaç insanı zelîl edebilir. Ama niçin zengin olununca azılır? İnsanın dengeli olması, küçüklük ve büyüklük yapmaması kendisine yeter. Ancak bir çok insan, servet sahibi olunca diğerlerini küçümser ve hak karşısında diretir! Onların hesabı âhirettedir.
Sûre, Rabbinin âyetlerini yalanlayan ve namaz ve temizlikten alıkoyan kâfiri zikretmektedir:
"Gördün mü şu men edeni: Namaz kılarken bir kulu (namazdan)? Gördün mü, ya o (kul) doğru yolda olur, yahut kötülüklerden sakınmayı emrederse?" (Alak: 9-12)
Müddessir Sûresi'nde bu vasıflar bir fazlasıyla zikredilmiştir: "Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi? (Onlar da) derler ki: Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. (Bos şeylere) dalanlarla birlikte dalardık. Ceza gününü yalanlardık." (Müddessir: 42-46)
Bunun üzerine Mekke'de on küsur sene Muhammed ve onun düşmanları arasında savaş sürmüştür. Mücâdele, din gününe (kıyamete) kadar devam edecektir. Çünkü kâfirlerin geneli, namaz ve zekâtı kabul etmiyorlar. Ancak Allah'ın varlığı, O'nunla buluşma, O'nun emir ve nehyine kulak verme konusunda direnip karşı çıkıyorlar. Buna İslâm gücenmiştir. Çünkü kâfirler işitip itaat etmenin gereğine inanmıyorlar:
"Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüz çevirirse? Allah'ın (daima kendisini) gördüğünü bilmiyor mu (o)?" (Alak: 13-14)
Biri helal ve harama, hak ve vacibe, diğeri ise kendisini insanın efendisi olarak görüp kendisine başka hiç kimsenin söz geçiremeyeceği iki taraf arasındaki savaşın son bulması bile kurtaramaz!
"Hayır, (olmaz böyle şey), eğer bundan vazgeçmezse (onu) perçem(in)den yakalar (ateşe sürükler)iz." (Alak: 15)
Başka hiçbir tarafa kaçamayacak bir şekilde insan perçeminden ansızın yakalanacaktır.
"O yalancı günahkâr perçem(den)!" (Alak: 16) Mekke'nin ileri gelenleri bu meydan okumayı işitmiş, hiçbir şey yapmamışlardır.