10 Temmuz 2007 Salı

MÜLK SÜRESİ(Muhammed ESED)

Bütün bu sure boyunca işlenen temel fikir, insanın, dünyevî/fizikî şartlarla sınırlı olan bilgisi ile evrenin bilinmezliklerini kavrayamayacağı ve bu nedenle, ilahî vahyin rehberliğine zorunlu olarak muhtaç olduğudur.
Birinci ayetinde geçen mülk (“hükümranlık/otorite”) anahtar-kelimesiyle adlandırılan bu sure, bir kısım Sahâbe tarafından “Koruyucu” (vâkiye) veya “Kurtarıcı” (munciye) olarak da adlandırılmıştır, çünkü öteki dünyadaki azaptan ders alanların korunacağını ve kurtarılacağını anlatmaktadır (Zemahşerî).
1 HÜKÜMRANLIĞIN sahibi olan Allah kutludur, yücedir; O her dilediğini yapmaya kâdirdir: 2 O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır1 ki sizi sınamaya tâbi tutsun [ve böylece] davranış yönünden hanginiz daha iyidir [onu göstersin] ve yalnız O[nun] kudret sahibi ve çok bağışlayıcı [olduğuna sizi inandırsın].
3 Yedi göğü birbiriyle tam bir uyum içinde2 yaratan O, [ne yüce]dir: Rahmân'ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin. Gözünü bir kez daha [ona] çevir: Hiç kusur görüyor musun?
4 Evet, gözünü tekrar tekrar [ona] çevir: [her seferinde] bakışın, şaşkın ve bezgin bir şekilde önüne geri dönecektir...3
5 Biz, yeryüzüne en yakın olan gökleri ışıklarla4 süsledik ve onları [insanlar arasında bulunan] şeytan-ruhluların boş ve anlamsız spekülasyonlarına5 konu yaptık: ve onlar için yakıcı alevden bir azap hazırladık; 6 çünkü, [bu şekilde] Rablerine karşı isyankar davranan6 herkesi cehennem azabı beklemektedir: orası, ne kötü bir varış yeridir!
7 Onlar, [cehennem]e atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı sesi duyacaklar, 8 neredeyse öfke ile patlarcasına (çıkardığı sesi); [ve] her grup [günahkarın] oraya her atılışında, bekçiler onlara soracak: “Size hiç uyarıcı gelmemiş miydi?”
9 Onlar: “Evet” diyecekler, “aslında bize bir uyarıcı gelmişti, ama biz o'nu(n söylediklerini) yalanladık ve o'na: ‘Allah [vahiy yoluyla] hiçbir şey indirmiş değildir! Siz [kendinizi uyarıcı olarak görenler] büyük bir yanılgı içindesiniz!’7 dedik”.
10 Ve onlar, “Eğer biz” diye ekleyecekler, “[bu uyarıları] dinlemiş olsaydık veya [en azından] kendi aklımızı kullansaydık, [şimdi] yakıcı ateşe müstehak olanlar arasında bulunmazdık!”8
11 Onlar böylece günahlarının farkına varacaklar: ama [o zaman] bütün güzellikler bu yakıcı ateşe mahkum olanlardan uzak bulunacak.
12 [Buna karşılık,] kendi kavrayışlarının ötesinde olsa da9 Allah'tan korku ve ürperti duyanlar için bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.
13 [BİLİN Kİ ey insanlar,] inançlarınızı10 ister gizleyin ister açığa vurun, O kalpler[iniz]de olan her şeyi bilir.11
14 [Her şeyi] yaratan O, nasıl olur da [her şeyi] bilmez?12
Evet, yalnız O, [hikmetinde] erişilmez bir derinlik sahibidir, her şeyden haberdar olandır!13
15 O, yeryüzünü yaşanması kolay bir yer yapmıştır:14 öyleyse onun her tarafını dolaşın ve Allah'ın verdiği rızıktan pay almaya çalışın: ama [hiçbir an aklınızdan çıkarmayın ki] yine O'na döneceksiniz.
16 O Gökteki'nin,15 yeryüzünün bir gün gelip sarsılmaya başladığında sizi yutmasına izin vermeyeceğine emin olabilir misiniz?
17 Yahut, O Gökteki'nin, Benim uyarımın ne kadar [doğru] olduğunu size gösterecek olan ölümcül bir kasırgayı16 üstünüze salmayacağından emin olabilir misiniz?
18 Doğrusu, daha önce17 yaşamış olanlar[ın birçoğu] da [Benim uyarılarımı] yalanlamıştı: ve Benim [onları] yok sayıp dışlamam ne korkunçtu!
19 Onlar, üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara hiç bakmazlar mı? Onları havada tutan yalnızca Rahmân'dır: Gerçek şu ki O, her şeyi gözetiminde bulundurur.
20 Rahmân'dan başka size kalkan18 olabilecek ve sizi [tehlikelere karşı] koruyabilecek kimse var mı?
Bu hakikati inkar edenler, büyük bir yanılgı içindeler!
21 Yahut Allah geçim imkanlarınızı [elinizden] alacak olursa size rızık sağlayacak kimse var mı?
Hayır, ama onlar, [bu hakikati inkar edenler, Allah'ın mesajlarını] küçümsemekte ve [O'ndan] körükörüne inatla kaçmaktalar!
22 Peki öyleyse, gözünü yere dikerek giden,19 hedefe, doğru yolda dümdüz yürüyenden daha iyi mi ulaşır?
23 DE Kİ: “O, sizi hayata getiren, size kulaklar, gözler ve kalpler bağışlayandır:20 [yine de] ne kadar az şükrediyorsunuz!”
24 De ki: “Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltan O'dur; ve [yeniden dirildiğinizde] O'nun huzurunda toplanacaksınız”.
25 Ama onlar [yalnızca şunu] soruyorlar: “Bu vaad ne zaman gerçekleşecek? [Buna cevap verin, ey inananlar,] eğer doğru sözlü insanlar iseniz!”
26 Onlara de ki [ey Peygamber]: “Onun bilgisi yalnız Allah katındadır; ben ise sadece bir uyarıcıyım”.
27 Ama sonunda, bu [gerçekleşme]nin yakın olduğunu gördükleri zaman, hakikati inkar edenlerin yüzleri acı ile buruşacak ve onlara: “İşte [o kadar küçümseyerek] çağırıp durduğunuz şey budur!” denilecek.
28 DE Kİ [ey Peygamber]: “Ne sanıyorsunuz? Allah isterse beni ve bana tâbi olanları yok eder, isterse bize şefkatiyle rahmet eder.21 Peki, [siz] hakikat inkarcılarını [öteki dünyada] şiddetli azaptan koruyabilecek kimse var mı?”
29 De ki: “O, Rahmân'dır: biz O'na iman ettik, ve O'na güvendik; kimin açık bir sapıklıkta olduğunu zamanı geldiğinde anlayacaksınız.”
30 [Hakikati inkar edenlere] de ki: “Ne sanıyorsunuz? Âniden bütün suyunuz toprağın altında yok olup gitseydi [Allah'tan başka] kim size temiz kaynaklardan [yeni] su verebilirdi?”22
DİPNOTLAR
1 Burada “ölüm” olarak nitelenen şeyin Allah tarafından yaratılmış olduğu vurgulandığı için “ölüm”ü “var-olmama” ile aynı görmek yanlış olur. Aksine ölüm, açık bir şekilde kendine ait kesin/belli bir gerçekliği olan bir olgu olarak görülmelidir. Bana göre bu, önce, bitkilerde ve canlı varlıklarda hayatın belirmesinden önceki cansız varoluş durumunu; ikinci olarak da, bu dünyada bildiğimiz hayattan Kur’an'da “öte” yahut “öteki dünya” (âhiret) olarak zikredilen -bizim henüz tahayyül edemediğimiz- varoluş durumuna geçiş olgusunu kasdetmektedir.
2 Yahut: “[birbirlerine] uygun olarak”, tibâk'ın (tekili tabak) başta gelen anlamı budur. “Yedi gök”ün anlamı için bkz. sure 2, not 20.
3 Zımnen, “evrenin sırlarını tam olarak kavrama çabasında şaşkınlığa ve bezginliğe düşerek”.
4 Lafzen, “lambalarla” -yani yıldızlarla: karş. 37:6, “Biz yeryüzüne en yakın olan gökleri yıldızların güzellikleriyle süsledik”.
5 Şeyâtîn'in -ki bu bağlamda özel olarak “insanlar arasındaki şeytanlara, yani astrologlara/medyumlara” işaret etmektedir (Beydâvî)- daha geniş bir anlamı için bkz. sure 15, not 16. Lafzen “[bir şeyi] taş gibi -yani rastgele- fırlatma”yı ifade eden recm (çoğulu rucûm) terimi, çoğu zaman mecazî olarak “zanna dayanarak konuşma” yahut “[bir şeyi] zan/tahmin konusu yapma” anlamlarında kullanılır (Cevherî, Râğıb -ikincisi bu mecazın yukarıdaki ayetle anlam ilişkisini kurar- Lisânu'l-‘Arab, Kâmûs, Tâcu'l-‘Arûs, vb.). Karş. aynı zamanda 37:6-10.
6 Yani, gelecekte ne olacağını bildiğini iddia ederek -oysa gelecek bilgisi, yalnızca Allah'a ait bir bilgidir. Bu ifade, 4. ayetteki, insanın kozmik uzayın (gökler) gizlerini hiçbir zaman gerçekten keşfedemeyeceği ve dolayısıyla, yıldızların görüntüsünden ve konumlarından hareketle yeryüzü ile ilgili olayları önceden haber veremeyeceği ifadesiyle bağlantılıdır. Çünkü, “yaratılmış varlıkların kavrayışının ötesindeki”ni (ğayb) bilmek yalnız Allah'a mahsus olduğundan, böyle bir iddiaya kalkışmak isyânkârlık ve küfür'dür.
7 Lafzen, “siz sadece büyük bir sapıklık (dalâl) içindesiniz” -ilahî vahyin gerçekliğini inkar etmek suretiyle.
8 Akıl, doğru kullanıldığında, insanı Allah'ın varlığını tanımaya ve böylece, O'nun bütün yaratma eyleminin altında belirli bir planın yattığını anlamaya sevk edecektir. Bu tanımanın mantıkî sonucu, insan hayatını etkileyen ilahî planın bazı yönlerinin -özellikle, doğru ile yanlış arasındaki ayrımın- Allah'ın seçilmiş elçilerine, yani peygamberlere indirdiği vahiy aracılığıyla insana sürekli olarak bildirildiği gerçeğinin kavranmasıdır. Bu, yaratılıştan gelen “Allah ile ahit” (2:27'de işaret edilen ve ilgili 19. notta açıklanan) ancak, öteki dünyadaki azabı kaçınılmaz bir akibet haline getiren, insanın ruhî geleceği pahasına bozulabilir.
9 Bi'l-ğayb ifadesinin bu şekildeki çevirisi için bkz. sure 2, not 3.
10 Kavl isminin ilk anlamı “söz” yahut “konuşma” olduğu halde, çoğu zaman “ifade/beyan”, yani inanç, fikir, öğreti, doktrin vb. anlamında kullanılmaktadır. Kavl ismi, bu bağlamda insanın, ister olumlu isterse olumsuz, genel anlamdaki inanç sistemine işaret etmektedir: bu sebeple terime çoğul bir karşılık verdim.
11 Yani, Allah neden bir şahsın Kendisine inandığını ve bir başkasının ise neden bu inancı reddettiğini bilir; bu nedenle insanın bütün iç motivasyonlarını, yeteneklerini ve zaaflarını dikkate alır.
12 Lafzen, “O, yarattığını bilmez mi?”
13 Bkz. sure 6, not 89.
14 Lafzen, “yeryüzünü size boyun eğdiren (zelûlen) O'dur”: yani, insana bahşettiği zekanın yönetimine teslim eden.
15 Bu ifade tamamen mecazîdir, çünkü Allah hem zamanda hem de mekanda sonsuzdur, sınırsızdır. Buradaki kullanım, “gök” terimiyle sembolize edilen, Allah'ın kozmik yaratıcılığının her cephesinde kendini gösteren ve her cephesine nüfûz eden Allah'ın varlığının ve gücünün erişilmez derinliğini vurgulamayı amaçlamaktadır.
16 Lafzen, “taşları kaldıran bir fırtınayı”.
17 Lafzen, “onlardan önce” (min kablihim). Bu şahıs zamiri, -13. ayetle başlayan pasajın tümünde olduğu gibi- daha önceki zamanlarda hakikat inkarcılarının başına gelenler konusunda uyarılan her dönemdeki insanlara yöneliktir: bu nedenle, min kablihim'i “daha önce” şeklinde çevirdim.
18 Lafzen, “bir ordu”.
19 Lafzen, “yüzüstü sürünen” -yani, yalnızca ayaklarının hemen önündekini gören ve yolun kendisini götürdüğü yönden tamamen habersiz olan: kişiyi gündelik dünyevî endişelerinin ötesindeki hiçbir şeyi umursamaz hale getiren ve böylece onu “yüzüstü hareket eden” bir sürüngene benzeten ruhî duyarsızlığa işaret eden bir teşbîh.
20 Yani, hissetme ve rasyonel düşünme melekesi veren.
21 Yani, “Allah'ın mesajını yaymakta başarılı olalım ya da olmayalım, ey inkarcılar, size ne bundan?”
22 Allah'ın rızık verici kudretini yeniden hatırlatması ve böylece 19-21. ayetlerde değinilen delillere değinmeyi sürdürmesi dışında yukarıdaki ayet aynı zamanda temsîlî bir anlama sahiptir. Suyun bütün organik hayatın vazgeçilmez bir unsuru olması gibi ahlakî bilincin devamlılığı da ruhî hayatın ve istikrarın vazgeçilmez ön şartıdır: ve bütün önceki ahlakî teşvik edici ve uyarıcılar büsbütün kuruyup “toprak altında kaybolup gittikten” sonra, Allah'tan başka kim, insanı o bilinci yeniden ele geçirmeye muktedir kılabilir?