13 Haziran 2007 Çarşamba

MÜMİN SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Surenin adı, içinde mü'min bir kimseden bahsedilen 28. ayetten alınmıştır.

Nüzul zamanı: İbn Abbas ve Cabir b. Ziyad'a göre, bu sure Zümer Suresi'nden hemen sonra nazil olmuştur. Bu surenin Kur'an'daki tertibi, nüzul sırasıyla mutabakat halindedir.

Tarihsel arkaplan: Bu surenin ihtiva ettiği konulardan, surenin nazil olduğu zamanda, müslümanların ne gibi zorluklarla karşı karşıya bulundukları ve o dönemin şartları oldukça açık bir şekilde anlaşılıyor. Müşrikler Mekke'de, Rasûlullah'ın (s.a) davetine iki tür yöntemle karşı koyuyorlardı. Birincisi, çeşitli tartışma ortamları açmak ve yalan, iftira yoluyla Rasûlullah'ı (s.a) ve müslümanları yıpratmak. Böylece hâlâ İslâm'ı kabul etmemiş olan kimselerin kafalarında istifhamlar oluşturarak, onları tereddüde düşürmek istiyorlardı. İkincisi Hz. Peygamber'in (s.a) öldürülmesini sağlamak için şiddetli bir muhalefet havası estirerek planlar yapıyorlardı. Böylece o öldürülse bile, hiç kimse aldırmayacaktı. Hatta bir defasında Hz. peygamber'i (s.a) öldürme denemesine dahi kalkıştılar. Buhari, Abdullah bin Ömer bin As'tan şöyle bir rivayet nakleder: "Bir gün Rasûlullah (s.a) Harem-i Şerif'te namaz kılmakta idi. Aniden Ukbe bin Ebi Muayt, Rasûlullah'ın (s.a) boynuna bir bez parçası sardı ve sıkmak sureti ile onu öldürmeye kalkıştı. Tam o sırada Hz. Ebubekir (r.a) yetişerek, Ukbe'yi itti ve Rasûlullah'ı (s.a) onun elinden kurtardı."

Hz. Abdullah, Hz. Ebubekir'in (r.a) Ukbe ile mücadele ederken "Siz sadece "Benim Rabbim Allah'tır." dediği için mi bir kimseyi öldürüyorsunuz?" dediğini söyler. Aynı hadisi farklı bir şekilde İbn Hişam ve ayrıca Neseî ve İbn Ebi Hatim de nakletmişlerdir.

Konu: Surenin başında bu iki husus açıkça anlatıldıktan sonra, aynı konular çerçevesi içinde, gayet etkili ve ders verici yorumlar yapılmıştır. Kafirlerin, Hz. Peygamber'i (s.a.) öldürme planları hakkında Al-i Firavun'un kıssası (23. ayetten 55. ayete kadar) zikredilerek şu üç gruba da ayrı ayrı dersler verilmiştir.

1) Kafirlere, "Sizler Firavun'un Hz. Musa'ya (a.s) yapmak istediği aynı şeyleri Hz. Muhammed'e de yapmak istiyorsunuz" denmektedir. Sizler kendi akibetinizin, Firavun'un akibeti gibi olmasını mı istiyorsunuz?"

2) Hz. Peygamber (s.a) ve ashabına Allah, "Bu zalim ve kafirler ne kadar kuvvetli ve size karşı ne kadar üstün görünüyorlarsa da, yaymaya çalıştığınız dinin sahibi olan Allah'ın herkesten kuvvetli ve herşeye kadir olduğuna yürekten inanmalısınız." diye buyurmaktadır. Binaenaleyh, bunların tehdit ve zulümlerine karşı Allah'a sığının ve hiç korkmadan İslâm dinini yaymak için çalışmaya devam edin. Allah'a iman edenlerin her türlü tehdide karşı verdikleri cevap, Hz. Musa'nın (a.s) Firavun'a verdiği cevap gibidir: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınıyorum." Şayet sizler önünüzdeki tehlikelerden hiç korkmadan, İslâm'ı tebliğ etmeye devam ederseniz, şüphesiz o takdirde zafer sizlerin olacaktır. Günümüzün Firavun'ları da, Mısır Firavunu'nun gördüğü gibi zaferin iman edenlerin olduğunu göreceklerdir. Zafer gelinceye değin, üzerinize adeta bir tufan gibi arka arkaya gelen her türlü zulüm ve eleştiriye, sabırla karşı koymalısınız.

3) Bu iki grubun dışında, Rasûlullah'ın (s.a) davetinin hak olduğunu anlayan ve Kureyş kafirlerinin Hz. Peygamber'e (s.a.) haksız yere ve açıkça zulmettiğini gören üçüncü bir grup daha vardır. Fakat bu kimseler buna rağmen Hak-Batıl arasında devam eden savaşa seyirci kalıyorlar. Bu yüzden Allah, "Yazıklar olsun! Hakka tecavüz edilirken sizler hâlâ seyretmektesiniz" diye buyurdu. Böyle bir durumda vicdanı tamamen kararmamış olan kimseler her türlü bahaneyi bir kenara iterek, Hakkı savunmalıdırlar. Tıpkı Firavun'un Hz. Musa'yı (a.s) öldürmek istediğinde, o ana kadar imanını gizleyen bir mü'minin "Ben işimi Allah'a bırakıyorum" diyerek, Hakkı müdafaa için ortaya çıkışı gibi. Hepinizin bildiği gibi, Firavun o mü'mine dokunmaya cesaret edememiş ve ona bir zarar da verememiştir.

Kafirlerin, Mekke'de süren, Hakkı yenilgiye uğratma mücadelesine karşılık, Allah Teâlâ, tevhid ve ahiret düşüncesi ile ilgili delilleri serdetmiştir. Zaten kafirler ile Hz. Peygamber (s.a) arasındaki ihtilafın merkez noktası burasıydı. Bu delillerle, kafirlerin Hz. Peygamber'e (s.a) karşı ortaya koydukları tavrın ilmî ve mantıkî hiçbir delile dayanmadığı isbat edilmiştir. Ayrıca Allah, Kureyş'in ileri gelenlerinin asıl itirazlarının Hz. Peygamber'in (s.a) mesajına olmayıp, bunun bir bahane olarak öne sürüldüğünü belirtmiştir. Onların asıl korkusu, iktidarın ellerinden çıkma ihtimaliydi. Bu yüzden, o kadar şiddetle Rasûlullah'a (s.a) karşı çıkıyorlardı. Dolayısıyla 58. ayette açıkça şöyle denilmiştir: "Sizlerin Peygambere karşı çıkmanızın nedeni tekebbürden başka bir şey değildir. Hz. Peygamber'in (s.a.) davetini kabul ettiğiniz takdirde büyüklüğünüzün ortadan kalkacağını bildiğinizden dolayı, Rasûlullah'ın (a.s) davetini engellemek için elinizden gelen her hileye başvuruyorsunuz."

Bu surede aynı konular işlenerek, kafirlere tekrar tekrar "Şayet bu mücadeleden vazgeçmezseniz, akibetiniz sizden önceki toplumlar gibi olacak ve ahirette de onlardan daha beter cezalara uğrayacaksınız. İşte o vakit pişman olursunuz ama pişmanlığınızın sizlere bir yararı dokunmaz" denilmiştir.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Hâ, Mîm.

2 Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah'tandır;

3 Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır.1

AÇIKLAMA

1. Surenin girişinde, bu sözün herhangi birinin sözü olmadığı ve bilakis Allah tarafından nazil olduğu açıklanmıştır. Daha sonra da ardarda Allah'ın bu konu ile çok yakından ilgili bazı sıfatları zikredilmiştir.

a) "O Aziz'dir." Yani, O herşeyin üzerinde galip olan Allah'tır. O'nun verdiği kararlar muhakkak surette uygulanır. O'na karşı çıkan ve isyan edenler hiçbir yere kaçamayacaklar ve yenileceklerdir. Her kim Allah'tan yüz çevirmekle ve O'nun elçisini reddetmekle başarıya ulaşacağını sanıyorsa aldanıyor. Çünkü böyle kimseler hiçbir zaman amacına ulaşamayacaklardır.

b) "O Alim'dir." Yani, herşeyi doğrudan doğruya vasıtasız olarak bilir. O'nun ilmi kıyas ve tahmine dayanmaz. Bu yüzden O, his ve idrakin ötesinden ilim aktaran Yüce Allah'tır. Ve O, en iyi bilendir. Bu gerçeği ancak cahiller inkar ederler. İnsanın ihtiyaçlarını da en iyi bilen Allah olduğu için, O'nun emirleri bir ilme ve hikmete dayanır. O'nun koyduğu kurallarda ve verdiği emirlerde hiçbir yanılgı sözkonusu olamaz. Dolayısıyla O'nun yol göstericiliğini reddetmek, insanın kendisini felakete götürmesi demektir. Alim olan Allah, insanların sadece amellerine değil, niyetlerine de vakıftır.

Binaenaleyh, insanların hangi niyetle amel işlediğini bildiği için kimse O'nun adaletinin sonuçlarından kurtulamaz.

c) "O, günahları bağışlayan ve tevbeyi kabul edendir." Bunlar, ümit verici ve insanları teşvik edici sıfatlardır. Bu sıfatlar zikredilmek suretiyle, şimdiye kadar asi olanlara; "Günahlarınızdan tevbe ederseniz eğer, geçmişte yaptıklarınız affedilecektir. Bu yüzden meyus olmayın ve hayatı yeniden değerlendirerek düşünün."denilerek ümit verilmiştir. Burada dikkate değer bir nokta, tevbeyi kabul etmekle günahları affetmenin aynı şeyler olmamasıdır. Çünkü Allah, tevbe edilmediği halde, bazı günahları affedebilir ve hayırlı bir iş yaptığı zaman o kimsenin günahları silinebilir. Sözgelimi bir şahıs günah işledikten sonra, tevbe edecek zaman bulamamış veya unutmuş olabilir. Ancak o hayırlı bir iş yaptığında Allah onun günahlarını affeder. Yine bu dünyada insanın başına gelen çeşitli musibetler, afetler, hastalıklar, gam ve keder, günahların bağışlanma vesilesi olabilir. Bu nedenden ötürü, burada günahların bağışlanması ve tevbenin kabulü ayrı ayrı zikredilmiştir. Ayrıca tevbe edilmediği halde günahın affolunmasının sadece mü'minler için sözkonusu olduğunun da bilinmesi gerekir. Yine mü'minlerin bu bağışlanmadan yararlanabilmeleri, Allah'a asi olmadıkları, günahlarının beşeri zaaflar sonucunda meydana geldiği, kibir ve günahları üzerinde ısrar etmedikleri takdirde mümkün olabilir.

d) "Azabı çetin olandır." Bu sıfatın bildirilme nedeni, "Allah'ın kendisine itaat eden kullarına karşı ne kadar merhametli, kendisine isyan edenlere karşı da ne kadar sert ve çetin olduğunu" söylemek suretiyle kafirleri uyarmaktır. Bir grup veya şahıs, Allah'ın hudutlarını çiğnediği takdirde azaba müstehak olur. İşte o zaman Allah'ın azabı gelir. Allah'ın azabına ise ancak akılsızlar kayıtsız davranır.

e) "Lütuf ve Kerem sahibidir." Bu sıfat ile Allah'ın Gani ve Lütufkâr olduğu anlatılmıştır. Yani, insanlara her an O'nun nimetleri verilmektedir. Dolayısıyla insanların elinde ne varsa Allah'ın bir bağışıdır ve O'nun lütfunun bir neticesidir.

Bu beş sıfat zikredildikten sonra, iki husus üzerinde duruluyor. a) Gerçek mabud Allah'tır ve sizlerin O'ndan başkasına kulluk etmeniz bu gerçeği değiştirmez. b) En sonunda herkes Allah'a dönecektir. Ve yaptıklarınızdan ancak Allah hesap soracaktır. İlâh edindiğiniz mabudların bu konuda hiçbir yetkisi yoktur. Dolayısıyla dünyada yaptıklarınızdan, ahirette ceza göreceksiniz.

4 Allah'ın ayetleri konusunda, inkâr edenlerden2 başkası mücadele etmez.3 Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.4

5 Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi peygamberlerini (susturmak için) yakalamağa yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, 'batıla-dayanarak' mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık benim cezalandırmam nasılmış?

6 Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: "Gerçekten onlar ateşin halkıdır" sözü böylece hak oldu.5

7 Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: 6"Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp-sardın;7tevbe edenlere ve senin yoluna tabi olanlara8 mağfiret et ve onları cehennem azabından koru."9

8 "Rabbimiz, onları Adn cennetlerine sok, ki onlara (bunu) va'dettin;10 babalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanları da.11 Hiç şüphesiz sen, üstün ve güçlü olansın, hüküm ve hikmet sahibisin."

AÇIKLAMA

2. "Kafirler" kelimesi burada iki anlamda kullanılmıştır: a) Allah'ın verdiği nimetlere nankörlük edenler. b) Hakkı inkar edenler. Şayet birinci anlamı kabul edersek, ayetin anlamı, "Allah'ın nimetlerinden gece gündüz yararlanmalarına rağmen, yine de nankörlük etmektedirler" şeklinde olur. Diğeri ise, "O kimseler hakka karşı koymaya karar vermişlerdir" anlamına gelir. Ayetin siyak ve sibakından, buradaki "kafirler" ifadesi ile, İslâm düşmanı olmayan, yani müslüman olmadığı halde iyiniyetle İslâm'ı anlayabilmek için, bilmediği konular hakkında sorular yönelten kimselerin kastedilmediği anlalışmaktadır. Belki onlara da deyim olarak "kafir" diyebeliriz ama ayette bu tür kimseler sözkonusu edilmemektedir. Bu ayette gerçek küfür üzerinde ısrar eden ve Hz. Peygamber'e (s.a), kötü niyetlerle yersiz ve anlamsız soru soran kimseler kastedilmiştir.

3. "Mücadele etmek." ifadesiyle, kesin ve açık bir mesajı, yersiz ve anlamsız itirazlarla, başkalarını şüpheye düşürücü şekilde yorumlamak kastolunuyor. Bu, kötü bir niyetin ifadesidir. Çünkü, dürüst bir insan muhalif olsa bile, karşısındaki kişinin doğru olan sözünü kabul eder, fakat kötü niyetli bir insan, muhalif olduğu kimseyi sırf yenilgiye uğratabilmek için kesin ve açık bir sözü, yanlış görmeye çalışır. İşte burada kafirlerin bu tavrı anlatılmaktadır.

4. Birinci cümle ile ikinci cümle arasında ince bir boşluk vardır. Okuyucu kendi zihninde bu boşluğu gayet rahat bir şekilde doldurabilir. Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler, O'nun cezasından kurtulamayacak ve bir gün muhakkak surette cezalandırılacaklardır. Onların yeryüzünde kibir içinde yaşaması, iktidarlarının çok sağlam gibi görünmesi, dünyevi bir refah içinde yüzmesi ve onların bu görünüşü sizleri aldatmasın. Onlar, Allah'ın ayetleriyle alay ederek eğleniyorlar ve güya Allah'a savaş açmışlardır. Oysa bu, onlara tanınmış bir fırsattır. Bırak onlar günahlarını artırsınlar, sonunda hakkettikleri karşılığı bulacaklardır.

5. Yani, "Dünyada gördükleri ceza, cehennem azabının yerine geçmeyecek ve onlar ahirette cehenneme sevkedileceklerdir." Diğer bir ifadeyle "Allah daha önceki kavimlere nasıl azab göndermişse, şimdi de küfründe ısrar edenleri cehenneme gönderecektir." şeklinde bir anlam verilebilir.

6. Hz. Peygamber'in (s.a) ve ashabının yüreklerinin güçlenmesi için, Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Kafirlerin zulüm ve şiddet göstermeleri karşısındaki çaresizliğinize üzülmeyin. Onların yaptıkları hareketler ve sizleri hakir görmeleri dolayısıyla cesaretiniz kırılmasın. Sizlerin makamı o derece yüksektir ki, Allah'ın arşını taşıyan ve Allah'ın arşı etrafında bulunan melekler sizler için O'na yalvarıyor ve dua ediyorlar." "Arşı taşıyan ve arşın etrafında bulunan melekler" ifadesiyle, bunların sıradan melekler olmadığı, bilakis Allah'a en yakın meleklerin kastedildiği anlaşılıyor. Bu melekler, Allah'a iman ettiklerinden ötürü Allah'a iman edenlerle ilgilenir ve onların mağfireti için dua ederler. Böylelikle iman bağının "ehl-i arz" ile "ehl-i arş"ı birbirine bağladığı ve birleştirdiği görülmektedir. Ancak bu meleklerin Allah'a itaat ettikleri, O'na secde ve ibadette bulundukları vurgulanıyor. İşte insanoğlu Allah'a gerçekten teslim olduğu takdirde niteliği ve makamı farklı olsa da onlarla birleşebilir.

7. Yani, "Kuşkusuz sen, kullarının günah ve zaafını biliyorsun. Ancak senin rahmetin, ilmin gibi geniştir. Kullarının günahlarını biliyor olmana rağmen, onları bağışla!" Şöyle bir anlam da verilebilir: "Allah'ım onları affet! Sen onların samimi olarak tevbe ettiklerini ve senin gönderdiğin hidayeti kabul ettiklerini bilirsin."

8. Yani, itaatsizlikten ve isyandan vazgeçerek, senin gösterdiğin yola tabi oldular.

9. "Af" ve "cehennem azabından kurtulmak" birbirleriyle bağlantılıdır. Af sözkonusu olduğuna göre, cehennem azabından kurtulmanın vurgulanmasının gereksiz olduğu düşünülebilir. Ancak burada meleklerin müminlere karşı olan derin alakaları belli olmaktadır ve bu da normaldir. Çünkü herhangi bir kimse, bir başkası için yüksek bir merciye müracaatta bulunduğu zaman, sözlerinin etkili olması amacıyla, meseleyi değişik üsluplar kullanarak anlatır.

10. Burada yeniden, açıklama notu 9'de sözkonusu edilen husus tekrar edilmektedir. Yani, cehennemden kurtulmanın doğal sonucunun cennete girmek olduğu aşikardır. Ve Allah Teâlâ, kendilerini cennete sokacağını müminlere va'd etmiştir. Fakat buna rağmen melekler, müminlere o kadar çok sevgi beslemektedir ki, müminlerin haklarında "hayr" vermesi çin Allah'a yalvarmaktadırlar.

11. Yani, "Onların memnun olmaları için, onların analarını, babalarını, hanımlarını ve çocuklarını biraraya getir."

Allah, müminlere verdiği nimetleri, Kur'an'ın başka bölümlerinde de zikretmiştir. (Bkz. Rad: 23, Tur: 21) Tur Suresi'ndeki ayetlerde bu husus şu şekilde anlatılmıştır: Bir mümin cennetin üst makamına nail olmasına rağmen, ana ve babası o makama nail olmamışsa eğer, Allah, daha aşağı durumda olanların makamını yükselterek hepsini biraraya toplayacaktır.

9 "Ve onları kötülüklerden koru.12 O gün sen, kimi kötülüklerden korumuşsan,13 gerçekten ona rahmet de etmişsin. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur."

10 Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: "Allah'ın elbette gazablanması, sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağırıldığınız zaman küfrediyordunuz.14

AÇIKLAMA

12. "Seyyiat" kelimesinin üç anlamı vardır ve burada üçü de kastolunmuştur. Birincisi, yanlış akide, kötü ahlâk ve amel; ikincisi, dalâlet ve kötü amellerin vebali; üçüncüsü, dünyada, berzah aleminde ve kıyamet günündeki afetler, musibetler ve eziyetler. Meleklerin duası, "Allah, müminleri hepsinden de korusun" şeklindedir.

13. Kıyamet günündeki "kötülük" ile kıyamet gününün dehşeti kastediliyor. Suçlular, gölgeden ve her türlü rahatlıktan mahrumiyet, sorgulamanın şiddeti, herkesin önünde hayat boyunca işlenen kötü amellerin teşhiri, bu teşhirden doğan mahcubiyet ve diğer tüm zorluk ve rezaletler gibi şeylerle karşı karşıya geleceklerdir.

14. Yani, kafirler: Şirk, Allah'ı ve ahireti kökten inkar, peygamberlere karşı koymak gibi suçlarından ötürü, kıyamet gününde görecekleri muameleden dolayı kızacak ve melekler onlara: "Bugün kızıyorsunuz, ama peygamberler ve salih kullar sizleri hakka davet ettiğinde, onlara karşı çıkmış ve Allah o zaman, bugün kızdığınızdan daha fazla sizlere kızmıştı." diyeceklerdir.

11 Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin;15 biz de günahlarımızı itiraf ettik.16 Şimdi çıkış için bir yol var mı?"17

12 "Sizin (durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah'a çağırıldığınız zaman inkâr ettiniz. O'na şirk koşulduğunda da inanıp-onayladınız. Artık hüküm, yüce, büyük olan Allah'ındır."18

13 O, size ayetlerini göstermekte19 ve sizin için gökten rızık indirmektedir.20 İçten (Allah'a) yönelip-dönenden başkası öğüt alıp-düşünmez.21

14 Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar 22olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kâfirler hoş görmese de.

AÇIKLAMA

15. "İki kez ölmek ve iki kez dirilmek" ifadesi daha önce Bakara Suresi'nin 28. ayetinde de geçmişti: "Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki, siz ölüler idiniz. O sizi diriltti. Yine öldürecek, yine diriltecek, sonra O'na döndürüleceksiniz." Kafirler ilk üç safhayı, onları apaçık müşahede edebildikleri için inkar edemezlerdi.

Ancak son safhayı görmedikleri ve sadece Hz. Peygamber (s.a) haber verdiği için inkar ediyorlardı. Fakat kıyamet günü dördüncü safhayı da müşahede edecek ve "Bize bunun hakkında haber verilmişti" diyerek kabul edecekler.

16. Yani, biz ölümden sonraki hayatı inkar ederek çok büyük bir hata yaptığımızı ve bu düşünce dolayısıyla ömrümüzü günahla doldurduğumuzu kabul ediyoruz.

17. Yani, günahlarımızı böylece itiraf ettikten sonra, bu azabdan kurtulabilmenin bir yolu var mıdır?

18. Yani, şimdi karar vermek, dünyada iken hükümranlığını kabul etmediğiniz Allah'ın elindedir. İbadet ettiğiniz sahte ilahların, bugün hiçbir yetkisi yoktur. (Bu hususu daha iyi kavrayabilmek için bkz. Zümer: 45 ve an: 64) Bu cümleden "Şimdi sizlerin azabtan kurtulabilmenizin hiçbir yolu yoktur. Çünkü sizler dünyadayken ahireti inkar etmekle kalmadınız, aynı zamanda Allah'ın yaratıcılığını ve öğreticiliğini noksan sanarak O'na ortaklar koştunuz." anlamı çıkmaktadır.

19. "Ayetler", onları görmek suretiyle her akıl sahibinin, bu kainatın bir yaratıcısı olduğunu idrak etmesine ve Allah'ın varlığını anlayabilmesine yarayan işaretlerdir.

20. "Rızık" kelimesi "yağmur" anlamında kullanılmıştır. Çünkü rızkın tüm çeşitleri yağmur vasıtasıyla elde edilir. Allah Teâlâ sayısız işaretlerden sadece birini ileri sürerek şöyle buyurur: "Bu tek bir işaret üzerinde düşündüğünüz takdirde bile, kendi kendinize, Kur'an'ın kainatı tasavvur ediş biçiminin doğru olduğu sonucuna varacaksınız. Çünkü bu muazzam nizam, kendisini ancak bir tek zat, yani tüm mahlukatı, su, hava, güneş, sıcak ve soğuk herşeyi yaratan, Alemlerin Rabbi Allah idare ettiği takdirde kaim olabilir. Bu nizamın milyonlarca seneden beri hiç şaşmadan devam edegelmesi, ancak ezeli ve ebedi olan Allah'ın hikmeti mucibince mümkün olmaktadır. O Allah ki, yeryüzünde insanları, hayvanları ve bitkileri yaratmış ve gerek duydukları herşeyi (su vs.) onların ihtiyacına göre meydana getirmiştir. Bir kimse bu hayret verici nizamı görmesine rağmen, yine de Allah'ı inkar eder ve O'na ortaklar koşarsa, ondan daha zalim biri olur mu?"

21. Yani, bir kimse hakikati gözleriyle de görse, sırf gaflet ve taassubu yüzünden ders almayabilir. Böyle insanlar, tıpkı hayvanlar gibi, gözleriyle rüzgarların estiğini, bulutların yüzdüğünü, şimşeklerin çaktığını, yağmurların yağdığını görür ama tüm bunları yaratanın kim olduğunu ve sorumluluklarının niteliğini düşünmezler.

22. Dini yalnız Allah'a halis kılın. (İzah için bkz. Zümer an: 3)

15 Dereceleri yükselten23 Arş'ın sahibi (Allah),24 (ahiretteki) 'toplanma ve buluşma' günü ile uyarıp-korkutmak için, kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir.25

16 O gün onlar, orta yere çıkarlar.26 Onlardan hiç bir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir?27 Bir olan, kahhar olan Allah'ındır."

17 Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür.28 Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir.29

AÇIKLAMA

23. Yani, Allah, yarattığı herşeyin üstündedir. Sözgelimi, melekler, peygamberler, veliler vs. bir diğerinden ne kadar üstün olursa olsun, Allah'ın makamına kadar yükselemeyeceği için yine de onlar mahlukturlar. Onların, Allah'ın sıfatlarında ve iktidarında pay sahibi olabileceğini düşünmek mümkün değildir.

24. Yani, tüm kainatın hükümdarı ve sahibidir. (İzah için bkz. A'raf an: 41, Yunus an: 4, Rad an: 3, Taha an: 2)

25. "Ruh" kelimesiyle vahiy ve nübüvvet kastolunmaktadır. (Bkz. İsra an: 103, Nahl an: 3) "Emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir" ifadesiyle de "Ben dilediğimi peygamberlik ile şereflendiririm. Bu konuda hiçkimseye itiraz hakkı verilmemiştir." denilmek isteniyor.

Allah bir kimseye güzellik, zekâ ve buna benzer müstesna özellikleri verdiğinde, nasıl hiçkimse "Allah onlara bu özellikleri veriyor da bize niçin vermiyor." diyemezse, bir şahıs peygamberlikle şereflendiğinde de, yine, "Peygamberlik niçin bize değil de ona verildi" de diyemez.

26. Yani, o gün insanlar, cinler ve şeytanlar Allah'ın huzurunda toplanacaklar ve ayrıca onların yaptıklarına şahitlik edecek olanlar da hazır bulunacaklardır.

27. Yani, dünyada birçok ahmak, kendi kendilerine ceberrut ve hükümdarlık iddiasında bulunmuşlar ve pekçok insan da onların bu iddiasını kabul etmişlerdir. Söyleyin bakalım, bugün asıl iktidar sahibi kimdir ve kimin hükümleri geçerlidir? Bu öyle bir ayettir ki, ne kadar büyük bir hükümdar olursa olsun, akıl sahibi bir insan, onu düşündüğünde haşyetinden titreyecektir. Nitekim yeri gelmişken burada tarihi bir olayı zikretmekte yarar vardır. Samanî hanedanından bir hükümdar olan Nasır b. Ahmed (H. 301'den 331'e kadar), Nişabur'u fethettikten sonra meclisin toplanmasını emretti ve tahtına çıktıktan sonra, Kur'an okunarak toplantının açılmasını istedi. Salih bir şahıs öne çıktı ve Kur'an'ın yukarıda sözü edilen bölümünü okudu. Nasır bu ayeti işitince dehşetle irkildi ve titremeye başladı. Hemen tahttan indi ve tacını başından çıkarıp "Ey Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana aittir" diyerek secdeye kapandı.

28. Yani, "Hiçbir surette adaletsizlik olmayacaktır." Adaletsizlik çok farklı şekillerde olabilir. Birincisi, bir kimse hakkettiği mükafatı alamaz. İkincisi, bir kimse hakettiği mükafatı tam olarak alamaz. Üçüncüsü, kişi hakketmediği halde haksız yere cezalandırılır. Dördüncüsü, kişi cezayı hakkettiği halde ceza görmekten kurtulur. Beşincisi, bir kimseye hakkettiği cezadan daha azı verilir. Altıncısı, zulmeden beraat ederken, mazlum öylece bakakalır. Yedincisi, kişinin günahı bir başkasına yüklenir vs. Allah Teâlâ burada mahkemesinde bu tür adaletsizlikler yapılmayacağını ve herkesin yaptıklarının tam karşılığını alacağını buyuruyor.

29. Allah için sorgulama ve hesaba çekme hiç de zor iş değildir. Çünkü O, herkese rızık vermekte ve tüm kainatı da idare etmektedir. O her şeyi aynı anda işitir ve küçük büyük her iş O'nun kontrolü altında cereyan eder. Hiçbir surette O'nun bir işle meşgul olması, başka bir işle meşgul olmasını engellemez. Bu yüzden herkesi aynı anda hesaba çekmek, yargılamak ve karara bağlamak O'nun için zor değildir. Çünkü O, bütün ayrıntılara vakıftır. Ve hiçbir yalan O'nun mahkemesinde geçerli olmayacaktır.

18 Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyarıp-korkut; 30o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, 31ne de sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur.32

19 (Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını bilir.

20 Allah hak ile hükmeder. Oysa O'nu bırakıp tapmakta oldukları ise, hiç bir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.33

21 Onlar, yeryüzünde gezip-dolaşmıyorlar mı ki, böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları dolayısıyla (azabla) yakalayıverdi. Onları Allah'tan bir koruyacak olan da bulunmadı.

22 Çünkü gerçekten onlar, peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirirdi;34 fakat onlar küfre sapmışlardı. Bu yüzden Allah, onları (azabla) yakalayıverdi. Şüphesiz O, kuvvetli olandır, cezalandırması da şiddetlidir.

AÇIKLAMA

30. Kur'an, tekrar tekrar insanlara, "Kıyamet uzak değil yakındır ve her an gelebilir" diye hatırlatmada bulunmaktadır. Örneğin bir yerde "Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin." (Nahl: 1) Başka bir yerde, "İnsanların hesapları yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüzçevirmektedirler." (Enbiya: 1) Yine başka bir ayette "kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı" (Kamer: 1) ve başka bir yerde de, "O yaklaşıcı, yaklaştı." (Necm: 56) diye buyurulmuştur. Bu ayetler ile insanlara, "kıyametin uzak olmadığı" söylenerek ikazda bulunuluyor ve "Allah'dan korkarak, bir saniye bile kaybetmeden kendinize gelin" deniliyor.

31. "Hamîm" (Dost) kelimesiyle, arkadaşını bir zorluk ve sıkıntı içinde görür görmez, ona yardım etmeye koşan kimseler kastedilmektedir.

32. Burada, kafirlerin "şefaat" hakkındaki inanç ve tasavvurları reddedilmektedir. Zalimlerden şefaat eden olmayacaktır. Çünkü şefaat etme hakkı sadece salih kullara verilecektir. Allah'ın salih kulları ise, zalim, fasık ve facir kimselerle dost olamayacakları için onlara şefaatte de bulunamazlar. Kafirler, müşrikler ve dalâlette olanlar dün nasıl düşünüyorlarsa, bugün de aynı düşüncelere sahiptirler. Öyle ki onlar hâlâ, bağlı oldukları şeyhlerin, kendilerinin cehenneme girmelerine razı olmayacaklarını ve Allah'a kendileri için ricada bulunarak, cehenneme girmekten kurtulacaklarına inanmaktadırlar. Bu yüzden Allah, şefaat edebilme durumunda olanların, şefaatlerinin kabul olunabileceğine dair hiçbir garantileri bulunmadığını bildirmektedir.

33. Yani, Allah, sizin ma'bud edindiğiniz ilahlar gibi kör ve sağır değildir. Dolayısıyla bir kimseyi yargılarken O'ndan bazı ayrıntılar gizli kalmaz.

34. "Elbeyyinat" kelimesi üç anlamda kullanılmış olabilir: 1) Taşıdığı özellikler bakımından Allah tarafından gönderilen peygamberler, 2) Peygamberlerin getirdiği mesaj, 3) Dünyadaki hayat hakkında vaz edilen kanunlar. Yani bu kurallar, dürüst, ahlâk ve salih ameller öğreten bir insanın yalancı ve çıkarcı olmadığının açık bir ispatıdır.

23 Andolsun, biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık ispatlı bir delille36 gönderdik;

24 Firavun'a, Hâmân'a37 ve Kârun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söylemekte olan bir büyücüdür" dediler.

25 Böylece o, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman,38 dediler ki: "Onunla birlikte iman etmekte olanların erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın."39 Ancak kâfirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.40

AÇIKLAMA

35. Hz. Musa (a.s) kıssası ile ilgili ayrıntılar için Bkz. Bakara an: 64-76, Nisa an: 206, Maide an: 42, A'raf an: 93-109, Yunus an: 72, 94; Hud an: 19, 104-111, Yusuf giriş bölümü, İbrahim an: 8, 13; İsra an: 113-117, Kehf an: 57, 59, Meryem an: 29-31, Taha an: 5-75 ve giriş bölümü, Müminun an: 39 ve 42, Şuara an: 7, 49, Neml an: 8-17, Kasas giriş bölümü, an: 1-57, Ahzab: 69, Saffat: 114-122.

36. "Apaçık alamet ile gönderdik." Yani, O'nun Allah tarafından gönderildiğine ve arkasında Alemlerin Rabbi Allah'ın kuvveti bulunduğuna hiçbir şüphe yoktur. Kur'an'da Hz. Musa'nın (a.s) kıssası ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Kıssayı dikkatle irdelediğimizde, sözkonusu alâmetlerin niteliğini anlamamız mümkündür. Örneğin, Hz. Musa (a.s) Firavun'un kavminden bir kişiyi öldürmüş ve korkudan ülkeyi terketmişti.

Yakalanması için emir çıkmış olmasına rağmen, bir gün aniden elinde asa doğrudan doğruya Firavun'un huzuruna çıkageldi ve "Ben Rabbimiz olan Allah'ın elçisiyim, getirdiğim hidayeti kabul edin." diyerek Firavun'a ve devlet erkanına çağrıda bulundu. Fakat hiçkimse ona el kaldırmaya cesaret edemedi. Oysa Hz. Musa'nın (a.s) kavmi (İsrailoğulları) baskı altında eziliyordu. Nitekim Hz. Musa'yı (a.s) cinayet suçundan yakalasalardı, Hz. Musa'nın (a.s) kavmi, değil Firavun'a isyan etmek, ağızlarını açmaya bile cesaret edemezlerdi. Öyle anlaşılıyor ki, Firavun ve onun devlet erkanı, "Mucize-i Asa" ve "Yed-i Beyza" alametlerini görmeden önce, "Suçlu olmasına rağmen, doğrudan doğruya huzurumuza kadar geldiğine göre, o herhalükarda büyük bir güce dayanıyor." diyerek Hz. Musa'dan (s.a) korkmuşlardı. Daha sonra Hz. Musa (a.s) peşpeşe mucizeler gösterdiğinde bunun bir sihir olmadığı konusunda hiçbir şüpheleri kalmamış ve bilakis bunun, Allah'ın verdiği bir güç olduğunu anlamışlardır. Çünkü hangi sihirbaz, bir asayı gerçek bir yılan haline dönüştürebilir? Yine hangi sihirbazın isteği üzerine bir ülkeyi açlık ve kuraklık sarar ve o ülkeye tufan gelir de sonra o sihirbazın işareti ile gelen tufan sona erer? İşte bu nedenlerden ötürü Kur'an, Firavun ve devlet erkanının Hz. Musa'nın (a.s) peygamberliğini her ne kadar reddediyorlarsa da, aslında O'nun gerçekten Allah tarafından gönderildiğini bildiklerini beyan ediyor. (Daha fazla izah için bkz. A'raf an: 86-89, Taha an: 29-53, Şuara an: 22-41, Neml an: 16)

37. "Hâmân" hakkındaki düşüncelerimize itiraz edenlere, Kasas Suresi'nin açıklama notlarında cevap verilmiştir.

38. Yani, Hz. Musa (a.s) peşisıra mucizeler göstermek suretiyle Allah tarafından gönderildiğini ve hak üzere olduğunu açık bir şekilde ıspatlamıştır.

39. A'raf 127'de devlet erkanının Firavun'a, "Musa'ya daha ne zamana kadar tahammül edeceksin?" dedikleri ve Firavun'un da onlara "İsrailoğulları'nın erkek evlatlarını öldürmek ve kızlarını sağ bırakmak hususunda emir vermek üzereyim" şeklindeki cevabı zikredilmiştir. (Bkz. A'raf an: 93) Bu ayette Firavun'un sözkonusu emri verdiği beyan olunuyor. Firavun bu emri, Hz. Musa'ya (a.s) inananlar korksunlar ve böylelikle onun yanına gitmekten vazgeçsinler diye vermiştir.

40. Bu cümlenin şu şekilde de anlaşılması mümkündür. Kafirlerin zulüm, hile ve sapıklıkları hakka karşı idi. Çünkü hak kendilerine açıklanmıştı. Bunu bilmelerine rağmen, hakka karşı her türlü silahı kullanmaktan geri kalmıyorlardı ve hakkı mağlup edebilmek için herşeyi yapmaya hazırlardı.

26 Firavun 41dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de 42o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."43

27 Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."44

AÇIKLAMA

41. Bu ayetten itibaren, İsrailoğulları tarihinin en önemli olayının açıklaması başlamaktadır. Fakat İsrailoğulları bu olayı unuttukları gibi, Kitab-ı Mukaddes ve Talmut'ta da sözkonusu olay zikredilmemiştir. Yine İsrailliyatta böyle bir olaydan bahsedilmiyor. Ancak Kur'an-ı Kerim, üzerindeki sis perdesini kaldırarak bu hadiseyi dünya tarihine aktarmıştır. Sözkonusu olay, Hz. Musa (a.s) ile Firavun'un mücadele ettikleri dönemde cereyan etmiştir. Bu kıssayı, tarafsız olan ve Kur'an'a karşı taassup içinde bulunmayan bir kimse okuduğu takdirde olayın hakka davet açısından çok önemli olduğunu kabul edecektir. Ayrıca Hz. Musa (a.s) gibi yüce bir şahsiyetin getirdiği mesajı kabul ederek, onun gösterdiği mucizelerin de tesiriyle, Firavun'un devlet erkanından bazı kimselerin pekala iman etmeleri doğal karşılanabilir. Nitekim sözkonusu mü'min, Firavun'un Hz. Musa'yı öldürmek istediğini görünce sırf Hz. Musa'yı korumak için, o ana kadar gizlediği imanını açığa vurmuştur. Fakat ilim ve araştırmacılığın objektif olması gerektiğini savunan oryantalistler, Kur'an'ın bu açık ifadelerini nedense anlamak istememişlerdir. Bu, onların Kur'an'a karşı gösterdikleri taassubun apaçık bir delilidir. Örneğin, İslâm Ansiklopedisi'ne Hz. Musa (a.s) hakkında makale yazan oryantalist, bu olay hakkında şunları söylüyor: "Kur'an'ın bu hikayesine göre, Firavun'un kavminden bir devlet adamı, Musa'yı savunmaya çalışır. Fakat bu husus sarih değildir. (VL/28) Acaba bu kıssa Haggay'da geçen Yetro'nun Musa'ya yumuşak davranması için Firavun'a rica etmesi olayıyla ilgili olabilir mi?"

Güya ilmin ve araştırmacılğın objektifliğinden bahsedenler, adeta Kur'an'ın her ifadesinde bir yanlışlık bulabilmek için yemin etmişlerdir. Öyle ki bir yanlışlık bulamazlarsa bile, en azından çeşitli şüpheler meydana getirmeye çalışmaktadırlar. Sözgelimi onlar, "Haggayda zikredilen Yetro'nun kıssası Hz. Musa'nın (a.s) doğumundan çok önceleri geçmiş olmasına rağmen, Hz. Peygamber (s.a) bu kıssayı öğrenerek Kur'an'a almıştır," iddiasıyla "Kur'an'da bu husus sarih değildir" diyerek şüpheler meydana getirmeye çalışıyorlar. İşte ilmin ve araştırmacılığın objektifliğinden dem vuran oryantalistlerin, İslâm, Kur'an ve Hz. Muhammed (s.a) sözkonusu olunca ortaya koydukları tavır bu şekilde oluyor.

42. Firavun bu sözleriyle, aslında Hz. Musa'yı öldürmek istediğini, ancak başkaları engel olduğu için öldüremediğini anlatmak istiyor. Oysa onun içindeki korku, Allah'ın elçisine el kaldırmasına engel olmaktaydı.

43. Yani, ben bunun bir devrim yapabileceğinden veya bozgunculuğa neden olacağı için tehlikeli olduğundan korkuyorum. Bu yüzden o, herhangi bir şey yapmadan önce, çıkaracağı bozgunculuğu önleyebilmek için onun öldürülmesi gerekir. Firavun'un öne sürdüğü bu neden, Hz. Musa'nın öldürülmesi için yeterli bir delil olarak görülmüştür.

Firavun'un korktuğu hususlardan birisi olan "dini değiştirmek" ifadesinin iyice anlaşılması gerekir. Çünkü Hz. Musa (a.s), Firavun'un korktuğu bu husus dolayısıyla öldürülmeyi hak etmiştir. Buradaki "din" ifadesi ile yönetimin işleyiş biçimi kastedilmektedir. Yani, Firavun'un deyimiyle: "Ben onun, hükümdarınızı değiştireceğinden korkuyorum" deniliyor. (Ruhu'l-Meani, cilt: 24, sh: 56) Başka bir ifadeyle, "onların siyaset, kültür, medeniyet, ekonomi ve Mısır'da yürürlükte olan sistemleri" burada "din" olarak nitelenmiştir. Firavun, Musa'nın yaptığı davet sonucunda sözkonusu sistemin değişeceğinden korkuyordu. Fakat her sahtekar politikacı gibi Firavun da, aslında kendi iktidarının elinden gideceğini söylememiş ve tam tersine "Ey Kavmim! Musa'nın hareketi, sizlerin dinini yıkmaya yönelik olduğu için ben onu öldürmeyi istiyorum. Ama ben kendimi değil, sizleri düşünüyorum. Sizler benim iktidarımdan yoksun kaldığınız takdirde, çok kötü durumlara düşersiniz. İşte bu yüzden Musa'nın öldürülmesi gerekir. Nitekim o, bir vatan-millet düşmanıdır." demiştir.

44. Burada birbirine müsavi iki ihtimal sözkonusudur. Ya Hz. Musa (a.s) Firavun'un meclisinde tehdit edilmiştir ya da Firavun bu planını devlet erkanına açıkladığında, içlerinden biri Hz. Musa'ya gelip haber vermiştir. Her iki ihtimal de olabilir. Ancak önemli olan, bu tehdide Hz. Musa'nın (a.s) verdiği cevaptır. Yani o, Firavun'un tehdidine kulak asmamış ve hiçbir surette korkmamıştır. Bu hadisenin Kur'an'da zikrediliş biçiminden, Rasulüllah'ın (s.a) da ahiretten korkmayanlara ve kendisini öldürmeyi planlayanlara aynı cevabı verdiği anlaşılıyor.

28 Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle 45gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; 46ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyeni 47hidayete erdirmez."

29 "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde de hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah'tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?"48Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru olan yoldan da başkasına yöneltmiyorum."49

30 İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben sizin o fırkaların gününe benzer (bir günün felâketine uğrarsınız) diye korkuyorum."

AÇIKLAMA

45. Yani, o sizlere apaçık işaretlerle, kendisinin Allah'ın gönderdiği bir peygamber olduğunu göstermiştir. Burada o mü'min, daha önce bahsi geçen mucizelere telmihte bulunmaktadır. İzah için bkz. A'raf an: 87-96, İsra an: 113-116, Taha an: 29-50, Şuara an: 26-39, Neml an: 16.

46. Yani o, sizlere apaçık işaretlerle peygamberliğini ispat etmiş olmasına rağmen, yine de sizler onu yalancı olarak kabul ediyorsanız eğer, onu kendi haline bırakın. Çünkü o, büyük bir ihtimalle haklıdır ve fakat buna rağmen siz onu öldürürseniz, Allah'ın azabını davet etmiş olursunuz. Yok o bir yalancıysa, Allah onu zaten bildiği bir şekilde cezalandıracaktır. Hz. Musa (a.s) aşağı-yukarı aynı sözleri Firavun'a söylemiştir. "Eğer bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın." (Duhan: 21)

Firavun'un devlet erkanından olan bu mü'min kişi, başlangıçta konuşurken Hz. Musa'nın (a.s) getirdiği dine iman ettiğini açığa vurmamıştı. İlk başta, Firavun'un sadık adamlarındanmış ve de kavminin iyiliği için tavsiyede bulunuyormuş gibi konuşmuştu. Ancak sözlerinin Firavun'un ve etrafının üzerinde bir etkisi olmadığını görünce, sonraki ayetlerde belirtildiği gibi imanını açıkça ilan etmiştir.

47. Bu cümle iki anlama da gelebilir. Bu mü'min kişi, şimdilik imanını açığa vurmayı istemediği için, özellikle açık olmayan müphem bir ifade kullanmıştır: "Sizler Musa'nın dürüst, yüksek meziyetleri olan, ahlâk sahibi bir kimse olduğunu açık açık görüyorsunuz. Fakat yine de onu, iftira atmakla ve yalancılıkla suçluyorsunuz. Bu iki zıt özelliğin bir insanda birleşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla böylesine dürüst ve yüce bir ahlâka sahip olan insanın, "Ben peygamberim" diyecek kadar büyük bir iftirayı Allah'a isnad etmesi düşünülemez." Diğer bir anlamı ise, "Sizler yalan uydurarak haddi aşar ve Musa'yı öldürürseniz, Allah size hiçbir surette hidayet nasip etmez" şeklinde olabilir.

48. Yani, Allah'ın sizlere verdiği güç ve iktidar gibi nimetler karşısında niçin nankörlük yapıyor ve O'nun gazabını davet ediyorsunuz?

49. Firavun'un verdiği cevaptan, kendi devlet erkanından olan bu şahsın, Hz. Musa'ya (a.s) iman etmiş olduğunu farketmediği anlaşılıyor. Çünkü Firavun o mü'mine kızmamış, ancak söylediklerine de kulak asmamıştır.

31 "Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."50

32 "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."

33 "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."

34 "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki: "Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber göndermez."51 İşte Allah,52 ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."

35 "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil53 bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle damgalar."54

AÇIKLAMA

50. Yani, Allah kullarına azab göndermeyi ve onları helak etmeyi istemez. Fakat onlar haddi aşarak azabı hakettikleri takdirde, artık azabın gelmesi, adaletin yerini bulması demektir.

51. Yani, sizlerin dalâlet ve inadınızın durumu tıpkı şöyledir: Hz. Musa'dan (a.s) önce Hz. Yusuf'un (a.s) peygamber olarak gönderildiğini ve onun yüce bir ahlâka sahip olduğunu kabul ediyorsunuz. Yine o dönemdeki Firavun'un rüyasını doğru bir şekilde tabir etmek suretiyle, onları yedi yıl süren bir kıtlıktan kurtardığını da biliyorsunuz. Ayrıca tüm kavminiz Hz. Yusuf'un yönetiminin bereketli ve adil olduğuna ve Mısır'ın öyle bir dönem görmediğine bizzat şahittir.

Buna rağmen sizler yine de ona iman etmediniz ama ölümünden sonra onu hâlâ takdirle yad ediyor, hatta ondan bu yana "Allah bir peygamber göndermemiştir" diyecek kadar onun üstün meziyetlerini övüyorsunuz. Sonra da bu bahaneyle, gönderilen peygamberleri reddediyorsunuz. Kısaca sizler hidayeti kabul etmek istemiyorsunuz.

52. Burada, Allah'ın, mü'min şahsın sözlerine kendi sözlerini eklediği anlaşılmaktadır.

53. Yani, Allah şu üç özelliği taşıyan kimseleri dalâlette bırakır. 1) Kişi amelleri dolayısıyla o kadar fısk ve fücûra dalmıştır ki artık onlardan hoşlanmaya başlar. 2) Doğru yolu ve islah olmayı kabul etmediği gibi, peygamberlerin getirdiği mesaja ve apaçık ayetlere şüpheyle bakar. Ayrıca tevhid ve ahiret hakkında öne sürülen tüm delilleri kabul etmekten kaçınır. 3) Allah'ın kitabının ayetlerine akla ve mantığa uymayan gereksiz itirazlarda bulunarak, Allah'ın vahyettiği mesajı inatla inkar eder. Bu, onun elinde bir delil olduğu için değil, zihinsel olarak yozlaşmasının bir sonucudur. İşte Allah, bu üç özelliğe sahip olanları dalâletin kucağına atar ve artık hiçkimse onları kurtaramaz.

54. Yani, Allah hiç kimsenin kalbini haksız yere mühürlemez. O, ancak mütekebbir ve cebbar olanların kalbini mühürler. Tekebbür ile, insanı Hakka teslim olmaktan alıkoyan sahte bir büyüklük duygusu, cebbarlık ile de, Allah'ın kullarına zulmetmek, yani İslâm'ın yasakladığı zulmü irtikab etmek suretiyle Hak'dan kaçmak ve halka zulmetmek kastediliyor.

36 Firavun dedi ki: "Ey Hâmân, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim."

37 "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum.55 İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.

38 İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."

39 "Ey Kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir metadır.56 Şüphesiz ahiret ise, (asıl) karar kılınan yurt odur."

40 "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkalarıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- kendisi bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."

41 "Ey Kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe çağırmaktasınız."

42 "Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız.57 Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum."

43 "İmkânı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de58 çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar,59 onlar ateşin halkı olanlardır."

AÇIKLAMA

55. Mü'min şahıs konuşmasına devam ederken, Firavun Hâmân'a döner ve onunla konuşmaya başlar. Güya, o müminin söyledikleri pek o kadar dikkate değer şeyler olmadığı için, Firavun böylesine bir mütekebbir tavırla, ondan yüzçevirerek, "Göklerin yollarına erişeyim de, Musa'nın ilâhına çıkıp bakayım" demektedir. (İzah için bkz. Kasas an: 52-54)

56. Yani, dünyanın geçici zevkleri yüzünden Allah'ı unutmanız sadece akılsızlığınızdandır.

57. Yani, "Onların Allah'ın ortakları olduğuna dair bende ilme dayanan bir delil bulunmamaktadır. Hal böyleyken ben nasıl olur da, Allah'ın ortakları kabul ederek, onlara ibadet ederim?"

58. Bu cümle birkaç anlama gelebilir. Birincisi, "Onların dünyada da ahirette de herhangi bir ilâhlık hakkı bulunmuyor ki, ben, başkalarını onlara kulluk etmeye çağırayım." İkincisi, "Onlar kendiliğinden bir ilâhlık davası gütmemişlerdir, ahirette de gütmeyeceklerdir. Sadece sizler onlara ilâhlık izafe ettiniz." Üçüncüsü, "Onlara yalvarıp yakarmanın bir anlamı yok. Çünkü onlar, dünyada böyle bir yetkiye sahip olmadıkları gibi ahirette de sahip olamayacaklardır."

59. "Haddi aşmak", Allah'tan başka ilâh kabul etmek, kendini ilâh yerine koymak, Allah'a isyan etmek, dünyada Allah'ı ve ahireti hiç hesaba katmadan, sorumsuzca yaşamak ve herşeye zulümde bulunmak demektir.

44 "İşte size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."60

45 Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu61 ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.62

46 Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun"63 (denecek).

47 Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?"64

AÇIKLAMA

60. Mü'min şahıs, Firavun'un ve saltanatının tüm baskı ve zulmünün üzerine geleceğini bile bile, bu sözü söylemiştir. O, sadece yönetimde işgal ettiği mevkiyi değil, canını dahi kaybedeceğini bilmesine rağmen, Allah'a tevekkül ederek ve vicdanının sesine uyarak, yapması gereken görevi yerine getirmiştir.

61. Öyle anlaşılıyor ki, bu mü'min şahıs, Firavun yönetiminin önemli bir kademesinde görev yapmaktaydı. Çünkü imanını açığa vurarak, Firavun'a karşı gelmesine rağmen, Firavun ona açıkça bir zarar vermeye cesaret edememiştir. İşte bundan dolayı Firavun ve etrafı, bu mü'mini öldürme planlarını gizli gizli yapıyorlardı. Fakat Allah onların planlarını boşa çıkardı.

62. Buradaki açıklamanın üslubundan da hadisenin Firavun ile Hz. Musa (a.s) arasındaki mücadelenin son döneminde vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki Firavun bu mücadelenin sonunda ümitsiz bir hale düşerek Hz. Musa'yı (a.s) öldürmeye niyetlenmiştir. Ancak devlet erkanından biri kendisine karşı gelince, o, Hz. Musa'nın (a.s) kendi adamlarını da etkilediğini görerek çekinmişti. İşte bu yüzden Hz. Musa'yı (a.s) yakalamadan önce, kendi adamlarından Hz. Musa'ya tabi olanları tasfiye etmeye karar vermiş ve sözkonusu planlarını kurarken, Hz. Musa'ya hicret emri gelmiştir. Sonuçta Firavun, Hz. Musa'yı takip için, onların peşinden giderek ordusuyla birlikte felakete garkolmuştur.

63. Bu ayet, berzah aleminde vuku bulacak azabı ispatlamaktadır. Nitekim bu husus birçok hadis kitabında "kabir azabı" başlığı altında yer almıştır. Allah Teâlâ burada açık bir surette sözkonusu azabın iki safhasını beyan etmiştir. Birinci safha, Al-i Firavun'a verilecek olan şiddeti az olan azabtır. Bu azab şu şekilde olacaktır: Onlar sabah akşam cehennem ateşi ile karşı karşıya getirilerek dehşet içinde kalacaklardır. Kıyametten sonra ise asıl cezayı görecek ve ateşe atılacaklardır. Yani, onlar boğulduktan sonra, kıyamet gününe kadar geçecek süre içinde sabah akşam o ateş kendilerine gösterilecektir. Ancak bu azab sadece Firavun ve kavmine mahsus olmayıp, tüm kafirler, kıyamete kadar aynı muameleye tabi tutulacaklardır. Allah'ın salih kullarına ise, kıyametten sonra da kendilerini bekleyen o güzel cennet manzaraları sabah akşam gösterilecektir. Buhari, Müslim ve İmam Ahmed, Abdullah b. Ömer'in (r.a) Rasulüllah'dan (s.a) rivayet ettiği şöyle bir hadisi nakletmişlerdir: "Sizlerden biri öldüğünde, ona ölümünden sonra, cennet ya da cehennem ehli de olsa, sabah akşam gideceği yer gösterilir ve "İşte dirildikten sonra Allah'ın seni göndereceği yer burasıdır" denilir." Daha fazla bilgi için bkz. Nisa: 97, En'am: 93-94, Enfal: 50, Nahl: 28 ve 32, Müminun: 99-100, Yasin: 26-27, Muhammed: 27, an: 37.

64. Onlar kendi lider, önder ve yöneticilerinden birşeyler umdukları için değil, o gün onları zelil etmek için bu soruyu yönelteceklerdir.

48 Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."65

49 Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin."

50 (Bekçiler:) "Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.66

51 Hiç şüphesiz biz peygamberlerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da,67 şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün de68 elbette yardım edeceğiz.

52 Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.

53 Andolsun biz Musa'ya hidayeti verdik 69ve İsrailoğullarına da kitabı miras bıraktık.

54 (Ki o,) Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir.70

AÇIKLAMA

65. Yani, bizler de, sizler de hakettiğimiz karşılığı aldık. Allah artık kararını vermiştir ve hiçkimsenin O'nun kararını değiştirmeye gücü yoktur.

66. Yani, Allah'ın peygamberleri sizlere açık açık ayetlerini gösterdiklerinde, sizin onları yalanlayarak, inanmamanız ve inkar etmeniz bir gerçektir. Dolayısıyla şimdi bizlerin, sizler adına Allah'a dua etmemiz nasıl mümkün olsun? Üstelik dua edebilmemiz için hiçbir gerekçeye bile sahip değilsiniz. Çünkü sizlerin gerçek bir özrü bile bulunmamaktadır. Fakat çok arzu ediyorsanız, buyurun kendiniz müracaat edin. Ancak şunu da iyi bilmelisiniz ki, sizin gibilerin müracaatı asla kabul olmayacaktır.

67. İzah için bkz. Saffat an: 93.

68. Yani, Allah'ın mahkemesi kurulduğunda, O'nun huzurunda bütün şahitler hazır bulunacaktır.

69. Yani, biz Musa'ya görev verdikten sonra, onu kendi haline bırakmayıp, adım adım takip ettik ve koruduk. Burada ince bir imada bulunuluyor. "Ey Muhammed! Biz Musa'yı nasıl koruduysak, seni de Mekke'li müşriklerin zulmünden koruyacak, sana yol gösterecek ve yardım edeceğiz. Seni onların ellerine bırakmayacağız."

70. Yani, Hz. Musa'ya karşı gelenler nasıl hidayetten mahrum kaldılarsa ve biz Hz. Musa'ya inanan İsrailoğulları'nı Kitab'a nasıl varis kıldıysak, sana karşı gelenler de öyle hidayetten mahrum kalacak, sana tâbi olanlar ve mesajı taşıyanlar da Kur'an'a varis olacaklardır.

55 Şu halde sen sabret.71 Gerçekten Allah'ın va'di haktır.72 Günahın için mağfiret dile;73 akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.74

56 Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiç bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları75 bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur.76 Artık sen Allah'a sığın.77 Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.

57 Elbette göklerin78 ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.79

AÇIKLAMA

71. Yani, içinde bulunduğunuz durumun niteliği dolayısıyla temkinli davranmalısınız.

72. Bu va'd, yukarıdaki cümleye atfedilmektedir. Yani biz, elçimize ve iman edenlere muhakkak surette yardım ederiz.

73. Siyak ve sibaktan, burada sözkonusu edilen hata ile, Hz. Peygamber'in (s.a) sabırsızlığının kastedildiği anlaşılıyor. Hz. Peygamber (s.a), şiddetli muhalefet ve zulüm nedeniyle, Allah'tan bir mucize ile yardım etmesi ve üzerindeki zulmü hafifletmesi için dua ediyordu. Bu istek, tevbe etmeyi gerektirecek derecede bir günah değildir. Ancak Allah, elçisine şöyle buyurmuştur: "Senin gibi yüce bir makama sahip şahsiyete, böylesine bir tavır yakışmaz. Sürdürmekte olduğun davada, bir dağ gibi sabit olmalı ve metanet göstermelisin. Bunun için Allah'a tevbe ve istiğfar ile hamdet."

74. Yani, Allah'ı hamd ile tesbih, iman edenlerin karşılaştıkları zorluklar karşısında, oldukça etkili bir silahtır. İşte mü'minler, bununla güçlüklere karşı koyarlar.

"Sabah ve akşam hamd ile tesbih ediniz" emrinin iki anlamı olabilir: 1) Daimi surette Allah'ı hatırlayın. 2) Belli vakitlerde namazı ikame edin. İkinci anlam kabul edildiği takdirde, bu ifade namazın beş vakit kılınmasına delil teşkil eder. Nitekim bu sure nazil olduktan sonra müslümanlara beş vakit namaz farz olmuştur.

"Sabah ve akşam (Aşiyya ve'l İbkâr). "Elaşiyya" kelimesi, Arapça'da güneşin zevalinden gecenin ilk bölümüne kadar olan vakit için kullanılır. Yani bu vakit, öğle namazından yatsı namazına kadar olan kısmı kapsar. "Elibkar" kelimesi ise, imsaktan güneşin doğuşuna kadar olan bölümdür. İşte bu, sabah namazıdır. Daha fazla bilgi için bkz. Bakara an: 5, 59-60, 263, Hud an: 113, Hicr an: 53, İsra giriş bölümü, an: 1 ve 91-98, Taha an: III, Nur an: 84-89, Ankebut an: 76-79, Rum an: 24 ve 50.

75. Yani, Allah kime üstünlük sağlamışsa, gerçekten üstün olan odur. Kureyş'in ileri gelenleri her ne kadar kendilerini üstün görme sevdasında iseler de, bu, onların kuruntularından başka bir şey değildir.

76. Yani, onlar, Kur'an'ı anlamadıkları veya Kur'an'da bir eksiklik buldukları için itiraz etmiyorlar. Onların itiraz etmelerinin asıl nedeni, kendilerini Hz. Peygamber'e (s.a.) tabi olmaktan engelleyen gurur ve tekebbürleridir. Ancak, bir gün gelecek ve bugün kendilerini daha üstün ve liderlik için daha ehil gördükleri, mağlup edebilmek için ne kadar adice olursa olsun hiçbir hileyi yapmaktan geri kalmadıkları o Peygamber'e (s.a) teslim olmaya mecbur kalacaklardır.

77. Yani, Hz. Musa (a.s) Firavun'un tehditlerine karşı nasıl Allah'a sığınmış ve hiçkimseye aldırış etmeden davasında ısrar etmişse, sen de Allah'a sığınarak, Kureyş'in ileri gelenlerine aldırmadan hak davanda ısrar et.

78. Surenin yukarıdaki kısmında, Kureyş'in ileri gelenlerinin hile ve tehditleri hakkında gerekli yorumlar yapıldıktan sonra, şimdi de hitap halka çevrilmiştir. Allah, Hz. Peygamber'in (s.a) tebliğ ettiği mesajın hak olduğunu ve bu mesajı kabul etmenin kurtuluş, reddetmenin ise felaket olacağını bildirmiştir. İlk olarak ahiret konusu ele alınmıştır, çünkü, kafirlerin en çok garibine giden bu düşünce idi. Onlar ahiret hayatını, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir düşünce sanıyorlardı.

79. Bu delil, ahiret hayatını ispat etmek üzere öne sürülmüştür. Çünkü kafirler "Ölümden sonra dirilmek mümkün değildir" diyorlardı. Allah ise, "Bunu ancak akılsızlar söyler" diye buyurdu. Biraz olsun düşünecek olurlarsa eğer, bu koskoca nizamı yaratan Allah'a, insanı yeniden diriltmenin güç olmayacağını anlayacaklardır.

58 Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz.80

59 Şüphesiz kıyamet-saati, yaklaşarak gelmektedir; bunda hiç bir kuşku yoktur. Ancak insanların çoğu iman etmiyorlar.81

60 Rabbiniz dedi ki:82 "Bana dua edin, size icabet edeyim.83 Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.84

AÇIKLAMA

80. Bu, ahiret hayatı için bir delildir. Yukarıda ahiret hayatının mümkün olacağı ifade edilirken, burada da ahiretin akla ve mantığa uygun olduğu söylenmiştir. Bilakis ahiretin ve hesap gününün olmaması, akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü bir kimsenin kötü işler yapmak suretiyle yeryüzünde bozgunculuk yapması ve sonunda hiçbir ceza görmemesi veya salih ameller yapıp, bunlara karşı bir mükafat elde etmemesi, akla da mantığa da aykırıdır. Böyle bir düşünce yanlış ise eğer, akıl sahibi her insan hesap gününün olmamasını da yanlış bulacaktır. Çünkü hesap gününün olmaması demek, iyilik yapanlarla kötülük yapanların sonlarının aynı olması demektir.

Bu düşünceyi kabul ettiğimiz takdirde, ahlâk denen kavram ortadan kalkar. Çünkü o takdirde kötülük yapanlar, bu dünyada diledikleri şekilde yaşadıkları için akıllı sayılacaklardır. Onlar hiç çekinmeden başkalarının haklarını çiğnerler ve nasıl işlerine geliyorsa hiçbir sınır tanımadan öyle hareket ederler. Salih kimseler ise, aptal olmuş olurlar. Çünkü onlar sırf iyilik yapmak için birçok zorluğa katlanırlar, fedakarlıklar yaparlar ve ahlâka aykırı pekçok şeyi kendi çıkarları sözkonusu olsa dahi yapmazlar.

81. Burada kıyamet, çok kesin bir vakıa olarak beyan edilmiştir. Yine bu vakıa burada ilmi delillere dayalı olarak değil, kesin bir vahye istinat ettirilerek belirtilmiştir. Böylesine kesin bir bilgi sadece vahiy yoluyla elde edilebilir. Bizler akli delillerle, kıyametin ancak mantığa uygun olduğunu söyleyebiliriz. Daha ileri giderek "Kıyamet mutlak surette gelecektir" diyebilecek zatın ise, ancak mutlak ilim sahibi olması gerekir ki, bu da Allah'tan başkası değildir. İşte burada kıyas ve istidlal yolunun bir dine temel teşkil edemeyeceği ve bu bağlamda dinin Allah tarafından gelen bir vahye istinad etmesi gerektiği açıklanıyor.

82. Bu bölümde, ahiret ile ilgili delilden sonra, Hz. Peygamber (s.a) ve Kureyşli müşrikler arasında temel ihtilaf konusu olan tevhid ele alınıyor.

83. Yani, "Duayı kabul edip etmemek benim elimde olduğu için boş yere başkalarına yalvarmayınız." Bu ayeti anlayabilmek için aşağıdaki üç hususu iyice kavramak gerekir:

1) İnsanoğlu ancak semî (işiten) ve basîr (gören) olduğuna inandığı, yani duasını duyan ve kendisini gören birine dua eder ve yalvarır. Kendisine dua edilen, aynı zamanda olağanüstü bir iktidara sahip olmalıdır. Çünkü insan, dünya şartlarının üstünde ve dışında bir güce malik olduğuna inandığı zata, bu idrak içerisinde dua eder. Bu, aynı zamanda dua eden kimsenin, istekte bulunduğu zat karşısındaki aczinin bir ikrarıdır. Böylece kişi, kendisini görmediği halde, her zaman ve her yerde o zata gizli ve açık, sessiz ya da sesli dua eder. O dua ederken, dua ettiği zatın kendisini nerede bulunursa bulunsun gördüğüne, sesini işittiğine ve her an duasına icabet edebilecek bir kudrete sahip olduğuna inanır. Tüm bunları bilmesine rağmen, bir insan yine de Allah'tan başkasına yalvarırsa apaçık şirk işlemiş olur. Çünkü, bu kimse Allah'tan başkasına yalvarıyorsa eğer, o, Allah'ın sıfatlarını bir başkasına veriyor demektir.

Halbuki bu kimse, Allah'ın semî (işiten) ve basîr (gören) olduğuna gerçekten inansa kesinlikle bir başkasına dua etmek aklının ucundan bile geçmez.

2) Bir şahıs, yetki, sahibi olmadığı halde başka birisini yetki sahibi kabul etse dahi, yine de gerçek değişmeyecektir. Yani, gerçek yetki sahibi kim ise, o yine yetki sahibi olmaya devam edecektir. Çünkü gerçek yetki kainatı idare eden, mutlak kudret sahibi, semî ve basîr olan Allah'a mahsustur. Allah'ın dışında hiçkimse insanoğlunun dualarını duyamaz ve kabul edemez. Bu hakikate rağmen bazı kimseler, peygamberleri, velileri, melekleri, yıldızları, cinleri ve tüm sahte ilâhları Allah'a ortak koşsalar bile, Allah'ın vahid ve mutlak kadir oluşu gerçeği değişmez.

3) Bu hususu şöyle bir misal ile anlatabiliriz: Bir şahsın adalet talep etmek üzere mahkemeye başvurduğunu farzedelim. Bu şahıs dilekçesini mahkemedeki yargıca vermek yerine, orada yargılanmak için bekleyen başka birine verir ve ona yalvararak "Ey efendim! Benim derdime ancak siz çare bulabilirsiniz. Çünkü sizin buyruğunuz burada geçerlidir," der. Şimdi burada yapılan ilk hata, dilekçenin yargıca değil de yargılama ile alakası olmayan birine verilmesidir. Böyle bir tavır, yargıcın kendisine karşı yapılmış büyük bir küstahlık demektir. Çünkü o şahıs dilekçesini yargıca vermeyip, hadiseyle ilgisi olmayan birine vermekle kalmamış, üstelik ona, "Benim derdime ancak siz çare bulabilirsiniz" diye de yalvarmıştır.

Yukarıda zikredilen bu üç hususu gözönünde tutarak, Allah'ın bu ayetini anlamaya çalışın: "Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim."

84. Bu ayette iki nokta dikkate değerdir. Birincisi, "dua" ve "ibadet" kelimeleri aynı anlamda kullanılmıştır. Nitekim birinci cümlede "dua" kelimesi kullanılırken, ikinci cümlede de aynı anlamı ifade etmek üzere "ibadet" kelimesi kullanılmıştır. Bu iki kullanımdan duanın, ibadetin ruhu olduğu anlaşılmaktadır. İkincisi, Allah'a dua etmeyenler hakkında, "Büyüklenerek bana kulluk etmekten yüz çevirenler" şeklinde bir ifade geçmektedir. Bu da gösteriyor ki, Allah'a yalvarmak ve dua etmek ibadetin ta kendisidir. Dua etmemek ise Allah'tan yüz çevirmek ve böbürlenmek anlamına gelir ki, böyle bir tavır da Allah'a ibadetten kaçınmak demektir. Hz. Peygamber (s.a) bu husus hakkında "Dua ibadettir" dedikten sonra sözkonusu ayeti okumuştur. Rasûlülah'ın hadisleri de bu iki noktayı oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklığa kavuşturmuştur.

Sözgelimi Numan b. Beşir'in (r.a) rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) "Dua tam bir ibadettir" dedikten sonra bu ayeti okumuştur. (İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Ebi Hatim, İbn Cerir) Yine Hz. Enes'den "Dua ibadetin başıdır" (Tirmizi) şeklinde bir hadis ve Ebu Hureyre'den ise "Allah kendisine dua etmeyen kuluna azab eder." (Tirmizi) şeklinde başka bir hadis rivayet edilmiştir.

Bazılarının, "Herşey takdir edilmiştir, Allah'ın hikmeti mucibince bir karara bağlanmıştır. Bu karar dua etmekle değişmeyeceğine göre, dua etmeye ne gerek var?" gibi sözleri böylece cevaplandırılmış olmaktadır. Bu tür düşünceler, insanların kalblerinde duanın önemini azaltan ve insanı batıl inanışlara iten büyük bir yanılgının ürünüdür. Nitekim, insan bu düşüncelerle dua etse dahi onda ibadetin huşû'u kalmaz. Kur'an, bu yanlış anlayışa iki yoldan karşılık verir: 1) Allah, çok açık bir şekilde "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim" diye buyurmuştur. Bu ayetten, önceden yazılı olan kadere, Allah'ın uymaya mecbur olmadığı anlaşılıyor. Sözgelimi, Allah bir kulunun duasına icabet etmek suretiyle, onun hakkındaki takdirini değiştirebilir. Zaten hiçbir mahluk Allah'ın takdirini değiştirebilecek yetkiye haiz değildir. 2) Bir kul Allah'a dua etmek suretiyle, Allah'a kul olduğunu ikrar eder ve böylece Allah'a aynı zamanda da ibadet etmiş olur. Bu kişinin ibadetinin karşılığı, Allah indinde saklı kalacağı için, duası bu dünyada kabul edilmiş olsa da, olmasa da mükafatını mutlak surette alacaktır.

Hz. Peygamber'in (s.a.) hadislerinde de bu hususlar iki şekilde açıklanmaktadır.

Birinci gruptaki hadisler:

Hz. Selman Fârisî'nin (r.a) rivayetlerine göre, Rasûlüllah şöyle buyurmuştur.

"Kişi, başına gelecek musibetleri ancak dua ile önleyebilir." Yani hiç kimsenin Allah'ın takdirini değiştirmeye gücü yoktur. Fakat Allah kendi takdirini, kulunun dua etmesi sonucunda değiştirebilir.

Hz. Cabir b. Abdullah (r.a) Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Bir kimse Allah'a dua ettiğinde, Allah ona istediği şeyi verir veya onun yerine derecesini yükseltir, ya da başına gelecek aynı derecedeki belayı önler. Fakat o kimsenin duası, haram işlemek veya Allah'ın rahmetini bir başkasından esirgemesini istemek şeklinde olmamalıdır." (Tirmizi)

Aynı konuda başka bir hadisi, Hz. Said b. Hudri (r.a) rivayet etmiştir. "Bir müslüman haram işlememeyi veya Allah'ın, rahmetini bir başkasından esirgememesini istemek kaydıyla dua ettiğinde, onun duası üç şekilde kabul edilir, ya da başına gelecek olan bir musibet önlenir." (Müsned-i Ahmed)

Hz. Ebu Hureyre (r.a) Rasulüllah'tan şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Bir müslüman Allah'a dua ettiğinde, "Dilersen beni affet, dilersen bana rızık ver" şeklinde değil, bilakis kesin bir ifadeyle, "Ey Allah'ım! Benim şu ihtiyacımı gör, bana şunu ver" diyerek dua etmelidir." (Buhari)

Hz. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasulüllah şöyle buyurmuştur: "Allah'tan, O benim duamı kabul edecek diye, inanarak dua edin." (Tirmizi)

Yine Ebu Hureyre (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Rasulüllah (s.a) "Kul, Allah'a haram işlememek ve rahmetini bir başkasından esirgemesini istememek şartıyla dua ederken, acele edip sabırsız davranmasın," diye buyurdu. Bunun üzerine Rasulüllah'a (s.a) "Ya Rasulallah! Acele edip, sabırsız davranmamak ne demek?" diye sordular. Rasulüllah, "Kişinin, ben dua ediyorum, fakat kabul edilmiyor," diye dua etmeyi bırakmasıdır. Oysa o duaya devam etmelidir." dedi." (Müslim)

İkinci gruptaki hadisler:

Hz. Ebu Hureyre (r.a) Rasulüllah'tan şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Allah indinde duadan daha kıymetli bir ibadet yoktur." (Tirmizi, İbn Mace)

Hz. Abdullah b. Mes'ud (r.a) Rasulüllah'dan (s.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Allah'tan, O'nun fazlını istemek için dua ediniz. Çünkü sizin kendisine dua etmeniz, O'nun hoşuna gider." (Tirmizi)

Hz. İbn Ömer (r.a) ve Hz. Muaz b. Cebel (r.a) Rasulüllah'tan şöyle bir hadis rivayet etmişlerdir: "Dua, başınıza gelmiş ve gelecek olan musibetlerden sizi korur. Ey Allah'ın kulları! Allah'a dua ediniz." (Tirmizi, Müsned-i Ahmed)

Hz. Enes (r.a) Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İhtiyaç duyduğunuz her şey için, Allah'a dua edin. Hatta ayakkabınızın bağı dahi kopsa!" (Tirmizi). Yani insanın muktedir olduğunu sandığı basit işler için bile, tedbir olmak üzere Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah'ın yardımı olmaksızın, bizim tedbirimiz bir yarar sağlamaz. Tedbirden önce dua etmenin anlamı, kulun kendi acizliğini anlaması ve Allah'ın kudretini idrak etmesidir.

61 Allah, kendisinde sükûn bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar.85

62 İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah'tır; her şeyin yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur.86 Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?87

AÇIKLAMA

85. Bu ayet, iki önemli konuya işaret etmektedir: 1) Gece ve gündüzün deveranı, tevhidî hakikatın bir delilidir. Çünkü bir sistem içinde deveran eden gece ve gündüz ile yeryüzünü ve güneşi yaratan aynı zattır. Bu deveranın diğer mahlukat içinde bir yarar sağlaması, hepimizi bir olan Allah'ın yarattığının ve O'nun küçük bir hikmete mebni olmak üzere, tüm kainat nizamını faydalansınlar diye birbiriyle ilişkili bir biçime soktuğunun açık bir delilidir. 2) Allah'ı inkar eden ve O'na ortaklar koşan insanlar, "Allah gece ve gündüzü yaratarak, sizlere büyük bir nimet bağışlamıştır" denilmek suretiyle ikaz olunmaktadırlar. Yani, bu sistemin nimetlerinden sürekli yararlanmanıza rağmen, Allah'a ortaklar koşarak, O'na nankörlük ediyorsunuz. İzah için bkz. Yunus an: 65, Furkan an: 77, Neml an: 104, Kasas an: 91, Rum an: 36, Lokman: 29 ve an: 50, Yasin: 37 ve an: 33.

86. Yani, gece ve gündüzün deveranı, sizlerin ve herşeyin yaratıcısının Allah olduğuna apaçık bir delil teşkil eder. Ayrıca gece ve gündüzün deveranında sizler için sayısız yararlar vardır. Yine aynı zamanda bu, sizleri yaratanın merhametli ve gerçek mab'ud olduğunu da gösteriyor. Çünkü yaratıcının Allah olup, mabu'dun bir başkası olması akla ve mantığa aykırıdır.

87. Yani, "Yaratıcınız ve Rabbiniz olmayan kimselerin ibadete layık olduğunu sizlere kim öğretiyor?"

63 İşte, Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte olanlar da böyle çevriliyorlar.88

64 Allah, yeryüzünü sizin için bir karar,89 gökyüzünü de bir bina kıldı;90 sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi.91 İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.

65 O, hayy (diri) olandır,92 O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak 93O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun.94

66 De ki: "Bana apaçık belgeler gelince, sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten kesin olarak men edildim ve Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum."95

AÇIKLAMA

88. Yani, her dönemde insanlar, Allah'ın, elçileri vasıtasıyla gönderdiği mesajı reddettikleri, başkalarının tuzağına düşmek suretiyle kandırıldıkları ve sahte tanrıların, keramet sahibi sanılan kimselerin esiri oldukları için her dalâlete düşmüşlerdir.

89. İzah için bkz. Neml an: 74-75.

90. Yani, sizleri semavi afetlerden koruması ve hayatınızı rahat bir şekilde sürdürebilmeniz için, gökyüzünü sağlam bir çatı kıldık. Gerçekten de gökyüzünün yapısı dolayısıyla zararlı ışınlar yeryüzüne inemez. Çünkü fezadaki üst tabakalar onların inişini engeller.

91. Yani, daha doğmadan önce sizler için emin bir yer tayin ettik. Sonra en uygun azalarla ve zihni kuvvetlerle sizleri donatarak dünyaya gönderdik. Sizlere verilen bu münasip vücud, eller, ayaklar, gözler, kulaklar, burun, dil ve değerli bir öneme haiz beyin, kısaca hepsi bizzat sizlerin eseri midir? Yahut ana ve babalarınızın bir marifeti veya velilerin bir kerameti midir? İnsanoğlunu yaratıp onu emsalsiz özelliklerle donatmak ve dünyaya göndermek, mutlak kudret sahibi, Hakim ve Rahim olan Allah'ın bir takdiridir. Ayrıca sizleri gönderdiği bu dünyada yine sizler için önceden her imkanı sağlamış, temiz rızıklarından yararlanabilmeniz için dünyayı adeta bir sofra gibi önünüze sermiştir. Yemeniz için temiz ve nefis gıdalar yaratmış, içmeniz için su, sıhhatiniz ve kuvvetiniz için meyveler, sebzeler, süt, bal, et gibi ürünler sağlamıştır. Ve bütün bunlar için bitmez tükenmez kaynaklar var etmiştir. Bu, O'nun sizleri yaratmakla kalmayıp, ayrıca Rahim, lütuf sahibi, Kerim, idare eden ve hikmet sahibi olduğuna açık bir delildir. Bkz. Hud an: 6-7, Neml an: 73-83.

92. Yani, asıl hayat O'nundur. O, Evvel'dir, Ahir'dir ve O'nun dışında herşey fanidir.

93. İzah için bkz. Zümer an: 3-4

94. Yani, O'nun dışında hiçkimse hamde layık değildir.

95. Burada "dua" ve "ibadet" kelimeleri ayrı ama yine aynı anlamda kullanılmıştır.

67 O'dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kimin daha önce hayatına son verilmektedir;96 adı konulmuş bir ecele97 erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için 98(Allah sizi böyle yaşatır).

68 Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir.

69 Allah'ın ayetleri hakkında mücadele etmekte olanları görmüyor musun; onlar nasıl da döndürülüyorlar?99

70 Ki onlar, Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri100 yalanladılar. Artık yakında bileceklerdir.

71 Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler;

AÇIKLAMA

96. Yani, bazıları doğumdan önce, bazıları gençlikte, bazıları da yaşlıyken ölür.

97. "Kararlaştırılmış vakit" ifadesiyle ölüm vakti ya da dirildikten sonra Allah huzurunda bulunulduğu an kastedilmiş olabilir. Birinci şıkkı kabul ettiğimiz takdirde anlam şöyle olur: "Allah insanı değişik safhalardan geçirerek ölüm noktasına getirir. Şayet ölümden önce, o insanı tüm dünya öldürmek istese bile buna güç yetiremez ve fakat Allah, o insanın ölümüne karar verirse, kimse onun ölümüne engel olamaz ve geciktiremez."

İkinci anlamı ise şu şekilde verebiliriz: "Bu kainatı, sizler toz toprağa karışasınız diye yaratmış değilim. Tüm kainat ve sizler, geçirdiğiniz sahfalar sonucunda bana döneceksiniz."

98. Yani, sizleri, hayvanlar gibi başıboş yaşamanız ve sonuçta toprak olmanız için bu safhalardan geçirmiyoruz. Bu nizamı ve bizzat vücudunuzdaki gelişmeyi tefekkür edebilesiniz diye sizlere akıl ve şuur verdik. Yani ölü topraktan, şaşkınlık içinde bırakan canlıların ve bir nutfeden bir insanın nasıl meydana geldiğini düşünesiniz diye. Anne karnındayken insanın gelişmesi ve belli özelliklere sahip olarak doğması, Allah'ın kudretinin delilidir. Bazı insanlar daha bebek veya çocuk iken ölürler. Fakat bazıları da çok tehlikeli hadiselerle karşı karşıya kalmalarına rağmen, yine de kurtularak hayata devam ederler. Yine bazıları hasta olduklarında, en iyi doktorların çabalarına rağmen, ölümden kurtulamazlar. Bütün bunlar, hayatın ve ölümün mutlak kudret sahibi Allah'ın elinde olduğunu göstermektedir. Şayet hayat ve ölüm mutlak kudret sahibi Allah'ın elindeyse, o takdirde bir peygamber, veli, melek veya bir yıldız, Allah'ın yerine nasıl ibadete layık olabilir? Bir mahluk kendisine yapılan duayı kabul edip etmeme ve emir vermek suretiyle helaller ve haramlar koyma yetkisini kimden ve ne zaman almıştır? (Bkz. Hacc an: 9)

99. Yani, yukarıdaki sözlerden sonra onları dalâlete düşüren yanlış anlama ve davranışların asıl nedenini hâlâ anlamıyor musunuz? Bu hitap sadece Rasulüllah'ı (s.a) değil, bu ayeti okuyan herkesi bağlar.

100. Onların dalâlete düşmelerinin asıl nedeni şudur: Onlar, Allah'ın kitabını ve elçisini inkar etmek, O'nun gönderdiği ayetler üzerinde ciddiyetle düşünmemek ve böyle davranmak (düşünmek) yerine elçiyle tartışmak yüzünden, üzerlerine hidayet kapıları kapanmıştır.

72 Kaynar suyun içinde; sonra ateşte tutuşturulacaklar.101

73 Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız nerede?"102

74 "Allah'ın dışında (olan ortaklarınız)." Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiç bir şeye tapar değilmişiz."103 İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtıp-saptırır.

75 İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp-azmanız ve azgınca ölçüyü taşırmanız dolayısıyladır.104

76 İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Artık mütekebbirlerin konaklama yeri ne kötüdür.

77 Şu halde sen sabret,105 hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Sonunda ya onlara va'dettiğimiz (azab)in bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son vereceğiz.106 Nihayet onlar bize döndürülecekler.

78 Andolsun, biz senden önce peygamberler gönderdik;107 onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve onlardan kimini de sana aktarmayıp-anlatmadık. Herhangi bir peygambere, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir.108 Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.109

AÇIKLAMA

101. Yani, susadıklarında zorunlu olarak su isteyecekler ve zincirlere bağlı oldukları halde, melekler onları sürükleyerek kaynar sular akan çeşmelere götüreceklerdir. Kaynar suları içtikten sonra tekrar ateşe atılacaklardır.

102. Yani, sizleri kötü günlerde kurtarmaları için ibadet ettikleriniz gerçekten Allah'ın ortakları iseler, şimdi sizi niçin kurtarmıyorlar?

103. Bu ifade, "Biz dünyada iken müşrik değildik" anlamına gelmez. Bunun anlamı sadece "İbadet ettiklerimizin aslında bir hiç olduklarını gördük" demektir.

104. Yani, sizler çok ileri giderek hakkı inkar etmekle kalmadınız, küfür üzerinde gururla ısrar ettiniz.

105. Yani, seninle boş münakaşalar yapmalarına ve adice hareketlerde bulunarak saldırmalarına sabret.

106. Yani, seni mağlup ettikleri takdirde, onları bu dünyada hemen cezalandırmamız gerekmez. Fakat onlar ceza görmekten kurtulamayacak ve sonunda bana döneceklerdir.

107. Burada başka bir konuya geçiliyor. Çünkü, Mekke'li müşrikler Hz. Peygamber'e (s.a) "Senin peygamberliğini mucize gösterdiğin takdirde kabul edeceğiz" diyorlardı. Onlara, bu sözleri nakledilmeden cevap verilmiştir. Mucizenin niteliği hakkında bkz. Hud an: 13, Hicr an: 4-5, İsra an: 105-106, Furkan an: 33.

108. Yani, hiçbir peygamber kendiliğinden mucize göstermemiş olduğu gibi, buna kadir de değildir. Peygamberler mucizeyi ancak Allah'ın kudreti sayesinde ve inkarcı toplumlara hüccet olmak üzere göstermişlerdir. Bu, kafirlere, Hz. Peygamber'den (s.a) mucize göstermesi için bulundukları talep karşılığında verilen ilk cevaptır.

109.Yani, mucize bir oyun olmayıp son fırsattır. Mucize gösterildikten sonra, o toplum tekrar küfür üzerinde ısrar ederse şayet, onların sonu gelmiş demektir ve artık Allah'ın azabından kurtulamazlar. Sizler, bu hususu hafife alarak mucize istemekle ilâhî azabı kendinize davet etmiş oluyorsunuz. Bu, kafirlerin mucize talebinde bulunmaları karşılığında verilen ikinci cevaptır. Sözkonusu meselenin ayrıntıları, Kur'an'ın pekçok yerinde zikredilmiştir. Bkz. Hicr an: 5 ve 30, İsra an: 68-69, Enbiya an: 7-8, Furkan an: 33, Şuara an: 49.

79 Allah O'dur ki, kimine binmeniz, kiminden de yemeniz için size (bir yarar olmak üzere) davarları var etti.

80 Onlarda sizin için yararlar vardır. Onların üstünde göğüslerinizde olan bir hacete (ihtiyaca veya arzuya) ulaşırsınız; onların üstünde ve gemilerin üstünde de taşınırsınız.

81 Size kendi ayetlerini göstermektedir; artık Allah'ın ayetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz?110

82 Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki,111kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.

83 Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı112 sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.

84 Onlar bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: "Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik."

85 Ama bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiç bir yarar sağlamadı.113 (Bu,) Allah'ın kulları arasında sürüp-gitmekte olan sünnetidir. İşte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.

AÇIKLAMA

110. Bu ifade şöyle bir anlama gelir: Sizler ciddiyseniz ve sadece oyun olsun diye değil de kalbinizin tatmin olması için mucize talebinde bulunuyorsanız eğer, çevrenize bir bakın. O takdirde sayısız işaretlerin bulunduğunu göreceksiniz. Gerçeğe ve hakka talib olanlar için başka bir mucize istemeye gerek yoktur. Bu da kafirlerin mucize talebinde bulunmaları karşısında verilen üçüncü cevaptır. Buna benzer cevaplar, Kur'an'ın pekçok yerinde geçmektedir. Bkz. En'am: 26-27, Yunus an: 105, Rad an: 15-20, Şuara an: 3-5.

Yeryüzünde insanoğlunun hizmetinde bulunan hayvanları (sözgelimi inek, manda, keçi deve, at vs.), Allah, insanlara kolayca alışabilecek yapıda yaratmıştır. İnsanoğlu, onlardan sayısız şekilde yararlanır. (Örneğin binek, nakliyat ve ürünlerinden yararlanmak için). Tüm bunlar, Allah'ın onları belirlenmiş bir plana göre yaratmış olduğunu göstermektedir.

Başka bir açıdan bakarsanız eğer, yeryüzünün 3/4 su, 1/4 ise toprak olduğunu görürsünüz. Muhtelif kıtalar birbirlerinden su ile ayrılmıştır. Yine bu kıtalarda yaşayan insanlar ticaret ve sefer yapabilmek için suya ve rüzgara ihtiyaç duymaktadırlar. Su ve rüzgarın, insanoğlunun hizmetinde kullanılması için belli bir ölçüye göre yaratılmış olması mutlak kudret sahibi Rahim ve Hakim olan Allah'ın varlığına bir delildir.

Ayrıca, denizcilik açısından düşünürseniz, geceleri denizcilerin yol bulmalarına yardımcı olmaları için gökyüzüne yıldızların yerleştirildiğini görürsünüz. Bunlar, aynı yaratıcının, hem yeryüzünü hem de gökyüzünü yaratıp idare ettiğini ve bu yüzden tüm kainatın şaşmaz bir ahenk içinde olduğunu göstermektedir.

Hakim olan Allah'ın, insanoğluna bunca imkan sağlamış ve onun tasarrufu altına vermiş olmasına rağmen, tüm bunlar hakkında hesap sormaması mümkün müdür?

111. Bu ayet, buraya kadar işlenen konunun özetidir. Bu kısmın iyice anlaşılabilmesi için surenin 4-5 ve 21. ayetlerine bir kez daha göz atmak yararlı olur.

112. Yani, sizler dünyada iken, tabiat felsefeleri, öğretileri ve bu gibi hayale dayalı mitolojik hikayeleri "din" olarak kabul edip doğru addederek, peygamberlerin taşıdıkları ilme (vahye) hiç iltifat etmediniz.

113. Yani, tevbe ve iman, ancak azab ve ölüm gelmezden önce bir yarar sağlar. Azab ve ölüm geldikten sonra tevbe ve iman etmenin Allah katında bir faydası yoktur.