27 Haziran 2007 Çarşamba

KAMER SÜRESİ(MEVDUDİ)

Adı: Sure, adını birinci ayette geçen "el-Kamer" kelimesinden almıştır.

Nüzul Zamanı: Surede geçen "Şakku'l-Kamer" (ayın yarılması) olayından dolayı, surenin nüzul zamanı tespit edilebilmektedir. Muhaddisler ve müfessirler, bu hadisenin (ayın yarılması) hicretten 5 yıl önce Mina'da vuku bulduğu konusunda müttefiktirler.

Konu: Bu surede, Rasûlullah'ın (s.a) davetine karşı inatçı bir tavır takınmalarından dolayı kafirler ikaz edilmektedirler. Ayın yarılması mucizesi, Hz. Peygamber'in (s.a) haber verdiği kıyametin gerçekliğine ve yakın oluşuna apaçık bir işarettir. Ay gibi büyük bir küre onların gözü önünde yarılmış ve iki parçaya ayrılmıştır. Öyle ki bir parça dağın bir tarafında diğer bir parça dağın öbür tarafında görülmüş ve sonra tekrar bir araya gelerek birleşmiştir. Bu olay kainatın ezeli ve ebedi olmadığının açık bir delilidir. Kainatın bir sonu vardır ve bu nizam her an alt-üst olabilir, olacaktır da. Büyük yıldız ve gezegenler birbirleriyle çarpışabilirler ve infilak edebilirler. Dolayısıyla bu olayların manzarasının tıpkı Kur'an'da çizildiği gibi vuku bulması mümkündür. Hatta bu anlatılanlar, kıyametin başlangıcıdır ve onun gelişi uzak değildir. Zaten o sürekli yaklaşmaktadır. İşte Hz. Peygamber (s.a), ayın yarılması olayını bu nedenden dolayı, halka göstermiş ve "şahit olunuz" demiştir. Ancak kafirler ona inanmadıkları gibi, ayrıca inkarları üzerinde direnmişlerdir. Üstelik bu mucizeyi bir sihir olarak nitelemişlerdir. Surede, aynı şekilde inaçtı bir tavır sergileyen kafirler uyarılmaktadır.

Girişte, kafirlerin nasihat ve tebliği anlamadıkları, tarihten ders almadıkları ve apaçık ayetleri gördükten sonra bile, inanmadıkları beyan edilmektedir. Onlar kıyamet günü, kabirlerinden çıkıp mahşer meydanında, Allah'ın huzurunda koşarak gidecekleri zaman inanırlar.

Daha sonra, kafirlere, Nuh kavmi, Ad kavmi, Semud, Lut ve Firavun'un kavminin tarihçesi beyan edilmekte ve bu kavimlerin peygamberlerini yalanladıkları için azaba çarptırılarak ne feci bir sonla karşılaştıkları açıklanmaktadır. Bu kavimlerin isimleri tek tek belirtilerek "Kur'an'ın bir öğüt ve azabdan kurtuluşun bir yolu olduğu ve geçmiş kavimlerin akibetinden ders alarak doğru yola giren bir kavmin, önceki kavimlere gelen azabtan kurtulacağı" bildirilmektedir. Şimdi bu kadar kolay bir yoldan ve öğütten yüz çevirmek, dolayısıyla azabın gelmesi için ısrar etmek, akılsızlığın ta kendisi değil midir?

Geçmiş toplumların ibret verici tarihlerine değinildikten sonra kafirlere hitap edilerek şöyle denilmiştir. "Önceki toplumlar da sizler gibi inatçılık yapmışlar ve azaba uğramışlardı. Şimdi sizler de aynı yolu takip ederseniz aynı sonuçla karşılaşırsınız. Çünkü sizler, herhalde bu kuraldan istisna edilerek, azaptan kurtulacak değilsiniz. Şayet kabilenizin gücüne güveniyorsanız, güvendiğiniz bu gücü zelil edecek ve sizlere diz çöktürecek o vakit pek uzak değildir. Bilin ki kıyamet günü ahiretteki durumunuz çok daha kötü olacaktır."

Surenin sonunda, Allah'ın kıyamet için büyük bir hazırlık dönemine ihtiyaç duymadığı ve O'nun bir emrinin kafi geleceği bildirilmektedir. Fakat bu kainatın nizamı ve insanoğlunun kaderi tayin edilmiştir. Dolayısıyla herşey bir takdire bağlanmış, Kıyametin vakti tayin edilmiştir ve tayin olunan vakit vuku bulacaktır. Buna göre kıyamet, herkesin istediği zamanda gelecek değildir. Şayet sizler onun meydana geleceğine inanmıyorsanız dilediğiniz gibi davranın ve fakat bilin ki, her hareketiniz kaydedilmektedir ve sonunda bu davranışlarınızdan hesap vereceksiniz.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Kıyamet-saati yakınlaştı ve ay da yarıldı.1

2 Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: "(Bu,) Süregelen bir büyüdür"2 derler.

3 Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular;3 oysa her iş sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.4

4 Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi.

5 (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarıp-korkutmalar bir yarar sağlamıyor.

AÇIKLAMA

1. "Ay yarıldı" ifadesi kıyametin meydana geleceği saatin yakın oluşunu ve bu kainatın çöküşünün başladığına bir işarettir. Ayrıca Ay gibi büyük bir kürenin yarılması, meydana geleceği bildirilen kıyametin apaçık bir delilidir. Çünkü Ay yarılabiliyorsa eğer, yıldızların da bulundukları eksenden ayrılmaları mümkündür. Dolayısıyla kainattaki nizam her an alt-üst olabilir. Kainat nizamı içerisinde hiçbir şey, bir diğerinden bağımsız olmadığı için sonsuza değin devam etmesi, bu nizam için mümkün değildir. İşte kıyamet, bu imkansızlığın doğal bir sonucudur.

Bazıları bu ifadeden "Ay yarılacak" şeklinde bir anlam çıkarmışlardır. Gerçi Arapça bakımından böyle bir anlam mümkün görülüyorsa da, ayetin siyak ve sibakından bu anlam çıkmaz.

Çünkü birincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, birinci cümle (Kıyamet yaklaştı) manasız olur. Şayet Ay, bu ayetin indiği zamana kadar yarılmamışsa ve gelecekte yarılacaksa, o takdirde "Kıyamet yaklaştı" demek bir anlam ifade etmez. Zira, gelecekte meydana gelecek bir olay, kıyametin geleceğine nasıl delil teşkil eder? İkincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, önceki cümle ile daha sonraki cümle arasında bağlantı kopar ve ilk ayet ile irtibat kesilir. Nitekim ilerideki ibareden, sözkonusu mucizenin kıyametin vukuuna delil olmak üzere açıkça gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak kafirler, bu mucizeden bir ders almadıkları gibi, üstelik onu bir sihir olarak nitelemişler ve kıyametin vukuunu inkar etmişlerdir. Dolayısıyla ifadeyi (aslında olduğu gibi) "Ay yarıldı" şeklinde kabul edersek şayet, o zaman siyak ve sibaktan anlamlı bir cümle ortaya çıkar. Aksi takdirde, aşağıdaki gibi anlamsız olur.

"Kıyamet yaklaştı, Ay yarılacak (!) Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler. Yalanladılar, nefislerinin arzusuna ve heveslerine uydular. Halbuki her iş, yerini bulacaktır."

Özetlersek, Kur'an'ın ayetlerinden, Ayın yarılması hadisesinin vukû bulduğu, yani Ayın yarıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, bu konuda gelen rivayetleri dikkate almasak dahi, Kur'an'ın kendi ifadelerinden bile, bu olayın vuku bulduğunu anlayabiliriz. Yine, hadis ve tefsir kitaplarının bu olayın vuku bulduğunu bize aktardığını belirtmeliyiz. Bu rivayetler, Buhari, İbn Cerir, Beyhaki, Taberani, İbni Merduye, Ebu Naim el-İsfehani gibi bir çok muhaddisten Hz. Ali, İbn Mes'ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Huzeyfe, Enes b. Malik ve Cübeyr b. Mutim gibi bir çok sahabe kanalıyla nakledilmiştir. Bu sahabelerden üçü (İbn Mes'ud, Huzeyfe ve Cübeyr) hadiseyi bizzat görmüşlerdir. İki sahabeden biri (İbn Abbas) o dönemde daha doğmamıştı ve diğeri (Enes b. Malik) küçük bir çocuktu. Ancak her ikisi de Hz. Peygamber'in (s.a) sahabesi olması nedeniyle, bu bilgilerini diğer sahabelerden almış olmalıdır.

Tüm bu rivayetler, birlikte ele alındığında bu olayın hicretten 5 yıl önce vuku bulduğu anlaşılır. Olayın vuku bulduğu gün ayın ondördü idi ve ay yeni yeni yükseliyordu. Aniden ikiye ayrılıp bir parça, dağın bir tarafında, diğer parça, dağın öbür tarafında görülmüş ve bu manzara bir saniye kadar sürmüştür.

Bu esnada Hz. Peygamber (s.a) Mina'da bulunuyordu ve halka bu manzarayı işaret ederek, "Şahit olunuz" dedi. Ancak kafirler, "Muhammed bizi büyülediği için ay bize bu şekilde görüldü" dediler. Fakat bazıları da, "Muhammed bizleri (buradakileri) etkileyebilir, ama herkesi etkileyemez. Böyle bir hadiseye şahit olup olmadıklarını dışarıdan gelenlere soralım dediler ve başkalarına bu olayı görüp görmediklerini sordular. Onlar bu olayı gördüklerini söylediler.

Enes b. Malik'den rivayet edilen hadislerde, bu hadisenin iki kez vuku bulduğuna dair bazı yanlış anlamalar vardır. Onun dışında sahabeden hiçkimse bu hadisenin iki kez vuku bulduğuna dair bir şey söylememiştir. Enes'in (r.a) rivayet ettiği hadislerde "merreteyn" (iki kez), "fırkateyn" (iki parça) "şakkateyn" gibi ifadeler kullanılmıştır. Kur'an ise, bir kez vuku bulduğunu öne sürer. Doğrusu da, bu olayın bir kez vuku bulmasıdır. Ayrıca, Hz. Peygamber'in (s.a) bir parmağını Ay'a doğru uzattığı ve Ay'ın ikiye bölündüğü, bir parçasının Rasûlullah'ın (s.a) yakasından içeri girip kolundan çıktığı şeklindeki efsanelere gelince, bunların aslı yoktur.

Bu bağlamda şu tür sorular sorulabilir:

a) Bu mucizenin hakikati nedir?

b) Bu, Rasululah'ın peygamberliğini ispat sadedinde bir mucize miydi?

c) Bu, Allah tarafından gerçekleştirilen bir hadise olup, Rasûlullah'ın (s.a) bu olayla kıyametin vuku bulması ve yakın olması konusunda halkın dikkatini çektiği bir delil midir?

İslâm alimlerinin önemli bir bölümü, bu olayı, kafirlerin isteği üzerine Rasûlullah'ın (s.a) gösterdiği bir mucize olarak niteler. Bu görüş Enes b. Malik'ten gelen rivayetlere dayanmaktadır. Oysa Enes'in dışında hiçbir sahabe olayı bu şekilde rivayet etmemiştir. İbn-i Hacer Fethu'l-Bari adlı eserinde, "Enes'in dışında hiçbir sahabeden Rasûlullah'ın (s.a) bu mucizeyi kafirlerin isteği üzerine gösterdiği şeklinde bir rivayete rastlamadım." demektedir. (Şakk'ul-Kamer Babı) Ayrıca Ebu Naim el-İsfehani, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserinde, bu konuda İbn Abbas'dan bir rivayet nakletmiştir, ama senet bakımından zayıftır. Sağlam senedlerle bu konuda İbn Abbas'tan ne kadar hadis rivayet edilmişse, hiçbirinde bu mucizenin kafirlerin isteği üzerine vuku bulduğundan bahsedilmemiştir. Üstelik Enes b. Malik ve İbn Abbas, bu olayın çağdaşı değillerdir. Çağdaş olan sahabeden hiçbirisi de (İbn Mes'ud, Huzeyfe, Hz. Ali, Cübeyr b. Mutim, İbn Ömer) bu mucizenin, kafirlerin Hz. Peygamber'den (s.a) nübüvvetini ispat etmesi için mucize talebinde bulunmaları üzerine meydana geldiğini zikretmemişlerdir.

Zaten bu olayın, Kur'an'da nübüvvetin (peygamberliğin) bir delili olarak vuku bulması, Kureyşlilere kıyametin geleceğini haber veren Hz. Muhammed'in (s.a) nübüvvetini dolaylı olarak doğrular.

Bu mucizeye karşı itiraz edenler, iki şekilde itiraz etmişlerdir.

a) Koskoca Ay Küresinin ikiye ayrılması ve yüzbin millik bir mesafeden sonra, tekrar birleşmesi mümkün değildir.

b) Şayet bu hadise vuku bulmuş olsaydı Dünya Tarihi ve Yıldız Bilimleri kitaplarında olması gerekirdi.

Fakat bu her iki itiraz da çok yüzeyseldir. İlk itiraz, insan bugünkü bilgi seviyesinde olmasaydı, belki tereddütte kabul edebilirdi, ancak elimizde bugünkü bilimsel veriler varken, bu itirazı kabul etmek imkansızdır. Çünkü son bilimsel verilere göre, büyük yıldızlar patlama dolayısıyla koca parçalara ayrılabilir ve sonra tekrar çekim kuvvetiyle birleşebilirler. Bu hadise olduğunda patlama vs. şeklinde bir tezahür sözkonusu olmadığından her yerde ve aynı anda görülmesi gerekmeyeceğinden, ikinci itiraz da anlamsızdır. Zaten bu olay, Arabistan ve diğer doğu ülkeleri tarafından görülebilirdi. Ayrıca tarih bilimleri ve teknoloji şimdiki kadar gelişmediğinden, bu olayın hemen kayıtlara geçmesi ve bu kayıtların incelenerek karşılaştırma yapılması mümkün değildir. Fakat yine de, Hindistan'ın bir vilayeti olan Malabar tarihinde bu olay kaydedilmiştir. Olaya bir Reca (hükümdar) şahit olmuştur. Bu noktada takvimlerin değişmediği sorusuna, ayın hızında bir değişme olmadığı ve meteoroloji biliminin şimdiki gibi anında olayı tespit edebilecek derecede gelişmediğinden dolayı, olayın kaydedilmediği şeklinde cevap verebiliriz.

2. Bu, birkaç anlama gelebilir:

a) Gece ve gündüz Muhammed'in elindedir ve bu bir sihirdir.

b) Bu, çok mükemmel ve sağlam bir sihirdir.

c) Her sihir geçici olduğu gibi bu da geçicidir.

3. Yani, onlar kıyameti inkar etmekte kararlıdırlar ve apaçık mucizeleri gördükten sonra bile yalanlıyorlar. Çünkü kıyameti kabul etmek, onların nefsani arzu ve heveslerinin peşlerinden gitmelerine engel olur.

4.Yani, Rasûlullah'ın (s.a) hak davetine karşı, sürdürdüğünüz inatçı tavır, sonsuza değin süremez. Her iş gibi bunun da bir sonu vardır. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a) ile aranızdaki tartışma sona erecek ve neticede onun Hak, sizlerin ise batıl üzerinde olduğunuz ispatlanacaktır.

6 Öyleyse sen onlardan yüz çevir;5 o çağrıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün.6

7 Gözler 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak',7 sanki 'etrafa serpilen' çekirgeler gibi kabirlerinden 8çıkarlar.

8 Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün."

AÇIKLAMA

5. Diğer bir ifadeyle, "Onları kendi haline bırak. Çünkü sen onlara en ikna edici deliller getirdin ve kıyameti inkar ettikleri, peygamberini yalanladıkları için ibret verici cezalara uğrayan kavimlerden tarihi örnekler verdin. Şayet tüm bunlara rağmen hâlâ ders almazlarsa onları kendi haline bırak. Onlar kıyamet günü kabirlerinden fırladıklarında, önceden hakkında kendilerine haber verilen kıyametin bir gerçek olduğunu bizzat gözleriyle göreceklerdir.

6. Yani, onlar, kıyametin vuku bulacağını hiç düşünmüyorlar; hatta akıllarına bile getirmiyorlar.

7. "Hussean ebsaruhüm" birkaç anlama gelebilir:

a) Korku içinde....

b) Pişmanlık ve utanç içinde... Yani kabirlerinden çıktıklarında, daha önce kendilerine haber verilen o günle karşılaşacaklarını ve bir hazırlık yapmadıkları için, suçlu olarak Allah'ın huzurunda bulunacaklarını anlayacaklardır.

c) Dehşet içinde.... Yani, korkunç kıyamet manzarasından gözlerini ayırma gücünü bile kendilerinde bulamayacaklardır.

8."Kabirler" ifadesiyle, insanların ölümlerinden sonra defnolunduğu yerlerin kastediliyor olması gerekmez. Kastedilen husus, bir kimsenin cesedi nerede olursa olsun, çağrı üzere ayağa kalkacağı yerdir.

9 Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı:9 böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O baskı altına alınıp engellenmişti.10

10 Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık sen intikam al."

11 Biz de 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık.

12 Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık.11 Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.

13 Ve onu da tahtalar ve çiviler12(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık;

14 Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (Kendisine ve getirdiklerine karşı) Küfredilip-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafat olmak üzere.13

15 Andolsun, biz bunu bir ayet olarak bıraktık.14 Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

16 Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

17 Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık.15 Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

AÇIKLAMA

19. Yani, "O gün herkes, iyi ya da kötü yaptıkları hakkında hesap verecektir. İnsanlar hayatta iken ne yapmışlarsa ona göre Ahirette ceza ya da mükafat göreceklerdir." şeklindeki haberi yalanlamışlardır.

10. Yani, onlar sadece Hz. Nuh'u (a.s) yalanlamakla kalmamışlar, O'na "mecnun" diyerek hakaret etmişlerdir. Hatta O'nu tehdit ederek tebliğ görevini ifa etmesine engel olmaya çalışmışlar ve O'na hayatı zorlaştırmışlardır.

11. Yani, gökyüzü Allah'ın emriyle yeryüzüne açılmış büyük bir çeşmedir adeta.

12. Bununla, Hz. Nuh'un (a.s) tufandan önce Allah'ın emriyle yaptığı gemi kastolunuyor.

13. "Cezaen limen kane kefera" Yani bu azab, kavminin kendisini yalanladığı Hz. Nuh'un intikamını almak için gönderilmiştir. Burada geçen "küfür" kelimesini "inkar etmek" anlamında ele alırsak, ayetin anlamı "Onun söylediklerini inkar ettikleri için, bu azab gönderildi" şeklinde olur. Fakat "nankörlük etmek" şeklinde kabul edersek, ayet "Kendileri için bir nimet olan peygamberin kıymetini bilmedikleri için, bu azab gönderildi" anlamına gelir.

14. Yani, "Azab bir ibrettir" anlamında olabilir. Fakat bana göre ibret alameti olan gemidir. Çünkü bu gemi binlerce senedir insanlara, Allah'a karşı gelenlerin sonunun ne kadar feci olduğunu ve mü'minlerin nasıl kurtulduğunu anlatmaktadır. Buhari, İbn Ebi Hatim, Abdürrezzak ve İbn Cerir'in Katade'den nakletmiş oldukları rivayete göre, Müslümanlar Irak ve el-Cezire'yi fethettikleri zaman, Cudi Dağı'nın tepesinde bu gemiyi görmüşlerdir. (Başka bir rivayete göre bu bölge "Bakıruda" isimli bir beldenin yakınındadır) Bazı haberlere göre bu gemi, o dağın tepesinde uçaktan görülmüştür. Arama çalışmaları ise hâlâ devam etmektedir. Bkz. A'raf an: 47, Hûd an: 46, Ankebut an: 25

15. Bazı kimseler, "Yesserna'l-Kur'an" ifadesini yanlış değerlendirmişlerdir. Onlara göre Kur'an, kolay bir kitaptır ve onu anlamak için ilme gerek yoktur. Hatta Arapça bilmeksizin, hadis ve fıkıh dikkate alınmaksızın tefsir yapılabilir. Oysa siyak ve sibak dikkate alındığında, bu ayetin anlamı şöyle olur. İnsanlara hakikati anlatmanın bir vasıtası, geçmiş kavimlerin ibret almaları için başlarına gelen kötü akibetlerdir. Bir vasıta da, Kur'an'ın insanlara doğru yolu gösteren delil, va'z ve telkinleridir. Bununla beraber sizler kolay olan ikinci yolu bırakıp azaba uğrayan kavimlerin takip ettikleri yola uymakta ısrar ediyorsunuz. Öyle ki, azab gelmeden inanmak istemiyorsunuz. Bu nasihat ve öğütlerin yapılmasının nedeni, azab gelmeden önce sizlere kurtuluş yolunu göstermek ve kendiniz için daha kolay bir yolu seçerek azabdan kurtulmanızı sağlamaktır.

18 Ad (kavmi) de yalanladı. Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

19 Biz, o uğursuz (felâket yüklü ve) sürekli bir günde16 üzerlerine 'kulakları patlatan bir kasırga' gönderdik.

20 İnsanları söküp atıyordu; sanki onlar, kökünden sökülüp-kopmuş hurma kütükleriymiş gibi.

21 Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

22 Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

23 Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.

24 Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız?17 Bu durumda gerçekten biz bir şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz."

25 "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o, çok yalan söyleyen kendini beğenmiş bir şımarıktır."18

AÇIKLAMA

16. Yani, uğursuzluk bir kaç gün devam etmiştir. Fussilet: 16'da "uğursuz günler" tabiri kullanılırken, Hakka: 7'de; "Tufan'ı 7 gece 8 gün ardı ardına onların üzerine musallat etti" şeklinde bir ifade kullanılmaktadır. Bu tufanın Çarşamba günü başladığı şeklindeki görüş oldukça meşhurdur.

Dolayısıyla bazı kimseler bu görüşe dayanarak çarşamba gününü uğursuz kabul etmişlerdir. O gün hiçbir işe başlamazlar. Nitekim bazı zayıf hadislerde de, bu günün uğursuzluğundan bahsedildiği için halk arasında Çarşamba gününün uğursuz olduğu şeklinde bir batıl inanç yayılagelmiştir. Örneğin İbn Merduye ve Hatib Bağdadi'nin rivayet ettikleri hadise göre, ayın son Çarşambası uğursuzdur ve bu uğursuzluk ayın sonuna değin devam eder. İbn Cevzi bu hadise uydurma derken, İbn Receb, sahih olmadığını söyler. Yine Hafız Sahavi bu hadis için "Tüm rivayet kanallarında sağlam değildir" şeklinde görüş bildirirken, Taberani de muhaddislerin bu hadisi zayıf kabul ettiklerini söyler. Bazı hadislerde ise, Çarşamba günü sefere çıkmanın, alış veriş yapmanın, tırnak kesmenin ve hastaları ziyaret etmenin uğursuz olduğu rivayet edilir. Ayrıca cüzzam hastalığının çarşamba günü başladığı söylenmektedir. Ancak bu hadislerin hepsi de zayıftır ve onlara inanmamak gerekir. Araştırmacı olan Munavi, "Çarşamba gününün uğursuzluğuna inanmak suretiyle, bir işi yapmayı terketmek ve falcıların inançlarına kapılmak haramdır, zira tüm günler Allah'ındır. Ve O'nun dışında hiç kimse fayda ve zarar vermeye muktedir değildir" demektedir. Allame Alusi ise, "Tüm günler Allah'ındır ve dolayısıyla çarşamba gününün bir özelliği yoktur. Gece veya gündüzün herhangi bir saati bir kimse için muvafık olabilirken, bir başkası için olamayabilir. Bunların hepsi de Allah'tandır ve saat ve günlerin uğursuzluk ile bir ilgisi yoktur." demektedir.

17. Başka bir ifadeyle onlar, Hz. Salih'e (a.s) inanmamak için üç neden ileri sürüyorlardı.

a) Hz. Salih bir insandır ve insanlardan üstün bir varlık değildir.

b) Kavminin içinden çıkmış bir şahıstır ve dolayısıyla kendilerinden üstün değildir.

c) O, sıradan bir şahıstır. Ne bir kabilenin reisi, ne bir grubun lideri ne de bir gücün sahibidir. Buna rağmen Hz. Salih'in üstünlüğü neden kabul edilsin?

Onlar, Hz. Salih'in ya insanüstü bir varlık olması gerektiğine veya insanüstü bir varlık olmasa da kendi içlerinden olmayıp mucizevi bir yolla gelmesi gerektiğine ya da gücü ve şöhreti olan bir kabile reisi olması gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü Allah'ın ancak bu şekilde birini peygamberlik görevi için seçebileceğini düşünüyorlardı. Nitekim Mekkeli müşrikler de aynı cehalet içindeydiler. Zira onlar da Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini reddedebilmek için aynı gerekçeleri öne sürüyorlardı. Yani Hz. Muhammed (s.a) de sıradan insanlar gibi alış veriş yaptığı halde ve içimizde doğmuş ve büyümüşken, şimdi kalkmış Allah'ın kendisine peygamberlik verdiğini iddia etmektedir" diyorlardı.

18. "Ehara" kendisini beğenmiş, büyüklük taslayan, büyük laflar sarfeden kimse anlamına gelir.

26 Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir.

27 Gerçek şu ki biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine gönderenleriz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret.

28 "Ve onlara, suyun kendi aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Her su alış sırası (kiminse, o) hazır bulunsun.19

29 Derken arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağını kapıp 'hayvanı ayağından biçip yere devirdi.'20

30 Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

31 Çünkü biz onların üzerine bir tek çığlık gönderiverdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.21

32 Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

33 Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

34 Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lût ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;

35 Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz.

36 Oysa andolsun, zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar, bu uyarıları kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.

AÇIKLAMA

19. Bu, "Biz onları sınamak için, dişi bir deve göndereceğiz" ayetinin açıklamasıdır. Yani karşılarında birden bire bir deve halkolunmuş ve onlara "bir gün bu deve, bir gün sizler kuyu ve çeşmelerden içeceksiniz. Devenin su içtiği gün kimse çeşme ve kuyulardan su içmediği gibi, hayvanlarına da su almayacak" denilmiştir. Bu emir Allah'ın Peygamberi tarafından verilmiştir. Kafirler, O Peygamber (Hz. Salih) için "Bu adam yalnızdır, O'nun arkasında bir cemaat ve güç yoktur" diyorlardı.

20. Bu ifadelerden, bu devenin bir süre aralarında serbest bir şekilde dolaştığı ve onun su içtiği gün kimsenin su almaya cesaret edemediği anlaşılmaktadır. Ancak bir süre sonra kavmin ileri gelenleri, bir adamı kışkırtmış ve deveyi öldürmesi için onu teşvik etmişlerdi. O adam da kışkırtmalar sonunda, cesaretini göstermek için deveyi öldürmüştür. Bundan anlaşıldığına göre, onlar bu deveden çekiniyor ve arkasında büyük bir güç olduğuna inandıkları için, ona el kaldırmaya cesaret edemiyorlardı. Bununla beraber Peygamberin hiçbir gücü olmamasına karşın, yine de bu deveyi öldürmekten çekiniyorlardı. Bkz. A'raf an: 58, Şuara an: 104-105

21. Yani, onların hayvanları için yaptıkları ahırların kazıkları zamanla çürür ve ahır çökerek, harabe haline gelir. Semud kavminin hali de tıpkı bu şekilde çürümüş kazıklara benziyordu.

37 Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. "İşte azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın."22

38 Andolsun onları bir sabah vakti erkenden, üzerlerinde kararını kılmış bir azab yakalayıp-bastırıverdi.

39 Şimdi azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın.

40 Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

41 Andolsun Firavun ailesi (ve çevresi ile kavmi)ne de uyarılar geldi.

42 Onlar bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü kudretli olanın yakalama tarzıyla yakalayıverdik.

43 Sizin kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır?23 Yoksa sizin için Kitaplarda bir beraat mi var?

44 Yoksa onlar; "Biz, 'birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan' bir toplumuz" mu diyorlar?

45 Yakında o toplum bozguna uğratılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçakcaklardır.24

AÇIKLAMA

22. Bu kıssanın ayrıntıları, Hud: 77-83 ve Hicr: 61-74'de geçmiştir. Özet olarak şu şekildedir: Allah bu kavme azab göndermeye karar verdikten sonra, Hz. Lût'a (a.s) birkaç meleği yakışıklı gençler suretinde, misafir olarak göndermiştir. Hz. Lût'un (a.s) kavmi bu gençleri görür görmez, O'nun evine hücum ederek, Hz. Lût'dan bu gençleri kötü emellerine alet etmek için istediler. Hz. Lût onlara öğüt vererek, bu sapıklıktan vazgeçmelerini ve kendisini rezil etmemelerini rica etti. Fakat buna rağmen onlar, eve zorla girmek ve misafirleri almak için uğraştılar. Ancak birden bire hepsinin gözü kör oldu ve etraflarını görmez oldular. Bunun üzerine melekler, Hz. Lût'a ailesini alarak, sabaha kadar şehri terk etmesi gerektiğini söylediler. Hz. Lût şehri terk eder etmez azab bu kavmin üzerine indi. Bu olay, Kitab-ı Mukaddes'te de aynı şekilde nakledilmiştir.

"O vakit onlar Lût'a hücum ettiler ve tam kapı kırılacakken o gençler (melekler), Lût'u içeri çekerek kapıyı kapattılar. Ve birdenbire dışarıda kalanların gözleri kör oldu ve kapıyı aramaktan yorgun düştüler." (Tekvin, 19: 9-11)

23. Burada hitap Mekkeli müşrikleredir. "Geçmiş kavimler küfür ve inatçılıkları dolayısıyla azaba uğramışlardı. Şayet aynı yolu takip ederseniz, sizlerin de aynı azaba uğramamanız için bir neden yoktur."

24. Kureyş'in kendisiyle gururlandıkları kuvvetlerinin kırılacağı, hicretten 5 yıl önce açıkça beyan edilmektedir. O dönemde bunun nasıl mümkün olacağını hiç kimse tasavvur dahi edemezdi. Çünkü Müslümanlar o dönemde, bir kısmı çaresizlik içinde Habeşistan'a hicret etmeye mecbur olmuştu ve geride kalanlar ise Rasûlullah'la (s.a) birlikte Şi'bi Ebi Talib'de kuşatma altındaydılar. Hatta Kureyş'in bu kuşatması yüzünden neredeyse, açlıktan ölecek hale gelmişlerdi. Şimdi böyle bir dönemde, bu tablonun tersine dönebileceğini kim düşünebilirdi?

İbn Abbas'ın öğrencisi İkrime'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer, "Kamer Suresi'nin bu ayeti nazil olduğunda, ben bu dönüp bakacak olan topluluğun kim olduğunu merak etmiştim. Ama Bedir'de Rasûlullah'ı zırh giymiş vaziyette ileri atılıp bu ayeti okurken gördüğümde, ayette haber verilen topluluğun Kureyşli müşrikler olduğunu anladım" demiştir. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim).

46 Daha doğrusu onlara va'dedilen (asıl azab) kıyamet-saatidir. O, kıyamet-saati, 'kurtuluşu olmayan daha korkunç bir bela' ve daha acıdır.

47 Hiç şüphesiz suçlu-günahkâr olanlar, bir şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık içindedirler.

48 Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın" (denecek).

49 Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık.25

50 Bizim emrimiz, bir göz çarpması gibi yalnızca 'bir keredir'.26

51 Andolsun biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık.27 Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

52 Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır.

53 Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.28

54 Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler.

55 Oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar.

AÇIKLAMA

25. Yani, dünyada hiçbir hadise tesadüf değildir. Herşey bir takdire bağlıdır ve herşey başlar, gelişir ve son bulur. Bu dünyanın hakkında da bir takdir vardır, devam etmektedir ve bir süre sonra da son bulacaktır. Allah'ın tayin ettiği vakit geldiğinde, hiç kimse onun sonunu durduramaz ve o vakti ileri veya geri almaya kimsenin gücü yetmez. Bu kainat ezeli ve ebedi değildir. Sonsuza kadar devam edemez. Ayrıca bu bir çocuk oyuncağı da değildir ki istenildiği zaman parçalanarak, atılsın.

26. Yani, kıyameti getirmek için bizim ne bir hazırlığa ne de bir zamana ihtiyacığımız vardır. Bir emrimiz kafidir.

27. Yani, şayet bu kainatı Adil ve Hakim bir zat'ın yarattığını değil de, onun tesadüfen meydana geldiğini zannediyor ve sonunda bir ceza veya mükafat olmadığına inanıyorsanız, dilediğinizi yapın. Ama takındığınız bu tavır yüzünden, önceki kavimlerin teker teker helâk edildiklerini de unutmayın.

28. Yani, hiç kimse yaptıklarının unutulacağı yanılgısına kapılmasın. Bilakis her şahıs, grup ve toplumun yaptıkları kaydedilmektedir ve vakti geldiğinde onlar önüne serilecektir.