31 Mayıs 2007 Perşembe

NEML SÜRESİ(Muhammed GAZALİ)

Nemi Sûresi, Mekke'de İnen sûrelerdendir. Bu sûre, belki yakın gelecekte keş­fedilecek olan hayvanlar dünyasının ilginç yanlarını içermektedir. Bu gerçe­ğe sûrenin son âyetinde işaret edilmektedir:

"De ki: Allah'a hamd olsun, O size âyetlerini gösterecek, siz de onları tanıya­caksınız. Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir." (Nemi: 93)

Sûrenin baş tarafında mü'minlerin ve kâfirlerin yaşam tarzlarının kısa özetleri bu­lunmaktadır. Burada mü'minlere hidâyet ve müjde, kâfirlere ise hüsran ve ziyan var­dır.

Bu kısa girişte bahsedilen konunun, sûrenin son bölümünde daha ayrıntılı olarak anlatıldığı bir gerçek. Fakat Mûsâ (a.s) ve Firavn, Süleyman (a.s) ve Sebe', Semûd ve Lût (a.s) kavminden oluşan bu dört kıssa anlatıldıktan sonra bu sûrede, kıyamete ya­kın ortaya çıkacak olan dabbe (canlı)'ye kısa bir gönderme vardır.

tik önce bu kıssalara hemen bir göz atalım: Mûsâ (a.s) kıssasında, Mûsâ kendi asasının yılana dönüştüğünü gördükten sonra kaçınca, Allah, ona şöyle diyor:

"Ey Mûsâ korkma, çünkü ben (evet), benim huzurumda peygamberler kork-maz(Iar). Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün yerine iyilik yapan olursa ona karşı da ben bağışlayıcı, esirgeyiciyim." (Nemi: 10-11)

Bu cümlede, düşmanını Mısır'da Öldürünce Allah'ın Musa'yı bağışladığına dâir kesin bir kanaat belirmektedir. Çünkü Mûsâ düşmanıyla uğraştıktan sonra Allah'a şöyle yalvarıyor: "Rabbim, ben nefsime zulmettim, beni bağışla. (Allah) O'nu bağış­ladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Kasâs: 16) Allah, burada işte bu bağışlanmayı vurguluyor ve O'nu risâletle müjdeliyor!.

Ardından fir'avnların, Musa'nın haklı olduklarını bildikleri halde, kesin olarak ve ısrarlı bir şekilde Allah'ı inkâr ettiklerini hatırlatıyor. Bu yüzden onların savaşlarında herhangi bir mazeret yoktur:

Nemi Sûresi ■ 363

Kur'ân-ı Kerîm ' i n Konulu Tefsiri

"Vicdanları, onları(n doğruluğuna) kanaat getirdiği halde, sırf haksızlık ve bö­bürlenme yüzünden onları inkâr ettiler. Bak işte o bozguncuların sonu nasıl ol­du." (Nemi: 14)

Biz Süleyman (a.s) kıssasına değinmeden önce Allah'ın şu buyruğunu hatırlayıp üzerinde düşünelim: "Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve İki kanadıyla uçan hiçbir kuş yok ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar." (En'am: 38)

Bu canlılar, kendine özgü dilleriyle yaşamakta ve anlaşmaktadır. Bu kendi dille­riyle anlaşma, hâlâ aktif bir şekilde devam etmektedir. Bu yüzden insanların kabili­yetlerinde bu sırları bilme yetisi vardır.

Süleyman (a.s), çevresindeki kuşların ve canlıların dillerini biliyordu. Başkaları­nı aciz bıraksın (mucize olsun) diye bunu O'na Allah öğretmişti:

"Bize kuşların dili öğretildi. Ve bize her şeyden (bolca bir pay) verildi. İşte bu, açık bir lütuftur." (Nemi: 16)

Allah, Süleyman'a ordusuyla beraber karınca sesini işittirmiştir:

Karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: "Ey karıncalar, dedi. 'Yuvaları­nıza girin ki Süleyman ve orduları, farkında olmayarak sizi ezmesinler.' (Süley­man) Onun sözüne gülümseyerek dedi ki: "Rabbim, bana ve anama, babama lütfettiğin nimete şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gön­lüme ilham eyle ve rahmetinle beni iyi kullarıyın arasına sok.' " (Nemi: 18-19)

Sûre, güneşe tapan Sebe' Kraliçesi Belkıs'ın haberini Süleyman'a Hüdhüd'ün ge­tirdiğini haber vermektedir. Allah'ın bazı yaratıklarına tapan putperestleri görünce Hüdhüd şaşırmıştır:

"...Onlar bu yüzden yola gelmiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıka­ran ve gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilen Allah'a secde etmeleri gerek­mez miydi?" (Nemi: 24-25)

Süleyman (a.s), bu kraliçeye şöyle bir mektup yazdı:

"Rahman ve Ralıîm olan Allah'ın adıyla. Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak gelin." (Nemi: 30-31)

İslâm, bütün peygamberlerin dinidir. Hiç bir kimse bunun dışında değildir. Çün­kü İslâm'ın esası, Allah'a imana, O'na boyun eğmeye ve O'na kavuşmaya hazırlık yapmaya dayanmaktadır.

İbrâhîm, Mûsâ, İsa ve Muhammed, bunda eşittir.

Belkıs, cevap verme hususunda uzun uzadıya düşündü. Süleyman'ın mal ve ma­kam isteyen krallardan biri mi yoksa dünyayı aşıp Allah'a çağıran kişilerden mî oldu-

364 • Nemi Sûresi

Mulıatnmed Gazali

ğunu öğrenmek istiyordu. Süleyman'a değerli eşyalar ve hediyeler taşıyan bir grup elçi gelince Süleyman orada olup bitenleri anladı.

Elçilere dedi ki:

"Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size ver­diğinden daha iyidir. Hediyenizle siz sevinirsiniz (ben değil)." (Nemi: 36)

Süleyman, kraliçeye kendisini doğrulatacak bir mucize göstermek istedi. Bunun üzerine yandaşlarına dedi ki:

"Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını bana ge­tirebilir?" (Nemi: 38)

Taht, Yemen'den Beytü'l-Makdis (Kudüs)'e Allah'ın kudretiyle bir anda getirili-verdi.

Süleyman, olup bitenlerin azameti karşısında şöyle dedi:

"Bu Rabbimİn lütfundandir. (Lütfuna) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak istiyor. Şükreden kendisi için şükretmiş olur; nan­körlük eden de (bilsin ki) Rabbim, onun şükrüne muhtaç değildir, çok kerem sa­hibidir." (Nemi: 40)

Kanaatimce -bunun yorumu- maddenin ışık hızıyla enerjiye dönüşümüdür. Daha sonra madde, kraliçenin üzerinde oturduğu ilk arşa dönüşmüştür.

Belkıs, hayretler içinde bakınca O'na şöyle denildi:

"Senin tahtın da böyle mi? Tıpkı o, dedi." (Nemi: 42)

Bu, O'nun aklının olgunluğuna işaret eden bir yanıttır. Sonra O, Süleyman'ın Al­lah'ın elçisi olduğunu bildiren durumu görünce O'na iman etti ve ardından şunu dedi:

"...(Artık) Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum." (Nemi: 44)

Semûd kıssasını, Sebe' kıssası takip etmiştir. Semûd, kibirlenme ve böbürlenme hususunda Âd kavminin bir diğer prototipidir.

Salih (a.s), Semûd kavmini Allah'a davet etmek için gelince, O'nunla dalga geç­tiler ve O'nu öldürmeye kalkıştılar:

"Allah'a and içerek birbirlerine: 'Biz, gece O'na ve ailesine baskın yapalım, sonra velisine: Ailesinin öldürülüşünde bulunmadığımızı söyleyelim..." (Nemi: 49)

O'nun yerine Allah'ın mucize olarak yarattığı deveyi öldürdükleri bilinmektedir. İşte bu yüzden acı azabı tatmışlardır:

Nemi Sûresi ■ 365

Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri

"Bir tuzak kurdular, biz de onlar hiç farkında olmadan onlara bir tuzak kurduk, Bak işte tuzaklarının sonucu nasıl oldu. Biz onları ve kavimlerini toptan yıkıp mahvettik." (Nemi: 50-52)

Ardından günahkâr şehir ile birlikte Lût (a.s) kıssası anlatılıyor. O şehir halkı, fıt­ratlarını bozmuşlardı. Kötülükleri işlemeye devam ediyor ve bunu halkın gözü önün­de ve açık alanlarda yapıyorlardı.

İsrail asıllı olan Lût, bu şehre sonradan göçmüştü. Lût, burada işlenen kötülükle­ri ansızın görünce engel olmaya çalıştı. Bunun üzerine şehir halkı, O'nu şehirlerinden kovmak istediler. Çünkü bu şehir halkı, görüldüğü kadarıyla donlarına düşkündür:

"Lûl'u da (gönderdik), kavmine dedi ki: 'Siz göre göre o aşırı kötülüğü yapı­yorsunuz ha? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Siz gerçekten câhil bir toplumsunuz.' Kavminin cevabı sadece şöyle demek oldu: 'Lût ailesini şehrinizden çıkarın, çünkü onlar, (bizim yaptığımız bu İşten) temiz kalmak isleyen kimselerdir." (Nemi: 54-56)

Allah, şehri yerlebir edip altını üstüne çevirdi.

Lût kavminin yaptığı şeyler, ehli kitapça da biliniyor ve onların bu somurtkan halleri onlarca da tanınıyordu. Bununla birlikte Lût kavmi, Lût'a kötülük ettiler. Bu, küfür değil mi?

Biz, sûrenin baş taraflarına bakarsak, bu olaylara orada kısaca değinildiğini ve so­nucunun kötü olacağına dâir uyarı yapıldığını görmekteyiz:

"Âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslemişiz, onlar körü körüne bo­calarlar. Onlar o kimselerdir ki, en kötü azâb kendilerinindir. Ve onlar âhirette en çok ziyana uğrayanlardır." (Nemi: 4-5)

Allah, peygamberine elçilerini yalanlayan bir kısım milletlerin durumlarını anlat­tıktan sonra, O'na şu hitabı yöneltti:

"De ki: Hamd olsun Allah'a, selam, onun seçtiği kullarına." (Nemi: 59)

Zulmedenleri helak ettiği ve onları yeryüzünden temizlediği için En'am Sûresi'n-de de buyurulduğu üzere Allah'a hamd olsun: "Böylece zulmeden milletlerin ardı ke­sildi. Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." (En'am: 45)

Yeryüzünün zulümden arınması ve hak ilkelerinin yerleşmesi, bu hastalıklı sonuç son buluncaya dek sabreden ve direten peygamberlerin övülmeyi hak ettikleri gibi Al­lah'a şükretmeyi gerektiren en büyük nimettir.

Ardından şu soru, bu yüce gerçeği belirtmek için gelmiştir:

"Allah mı hayırlı yoksa onların ortak koştukları şeyler mi?" (Nemi: 59)

366 ■ Netnl Sûresi

Muhammed Gazali

Bu, tıpkı Yûsuf (a.s) diliyle ifâde edilen Yüce Allah'ın şu buyruğunda da dile ge­tirilmiştir: "Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa herşeyi kah­redici tek Allah mı?" (Yûsuf: 39)

Vahdaniyetin ifâde edilmesi, semavî risalelerin hepsinde ortak bir ilkedir. Çok-tanncihk, yeryüzünde bir kısım sapık çevrelerde ortaya çıkmıştır. Çoktanrıcıhk Arap­lar arasında yaygınlık kazanınca, Kur'ân onlara, vahdaniyet ilkelerini belirleyen ve her akıl sahibi kişilere gerçeği açıklayan şu beş soruyu yöneltmiştir:

1. "Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi de onunla sizin bir ağacını dahi bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır onlar (haktan) sapan bir kavimdir." (Nemi: 60)

Yani Allah'ın dışında diğer putları Allah'a eş tutuyorlar veya dosdoğru yoldan sa­pıyorlar. Hiç kimse, göğü yaratanın, suyu indirenin (yağmuru yağdıranın), bereketli bahçeler yeşertenin taş ya da insan olduğunu söyleyemez.

2. "Yahut şu dünyayı durulacak yer yapan, aralarından ırmaklar çıkaran, orada sağlam dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile be­raber başka bir tanrı mı var? Hayır onların çoğu bilmiyorlar." (Nemi: 61)

Yeryüzü üzerinde durulacak yer olmuş da hiç sallanmıyor ve sarsıntı geçirmiyor. Gerçekten müthiş bir şey. Çünkü yeryüzünün, biri kendi etrafında diğeri güneş etra­fında olmak üzere iki hareketi vardır. Fezada bu müthiş özgürlük ve İkili hareket ol­masına rağmen, elindeki su bardağı hiç sallanmıyor.

Hem sonra yeryüzü, beşte dördü tuzlu su olan bir küre biçimindedir.

Kıtalarda, tatlı su gölleri ve ırmaklar bulunmaktadır. Tatlı ve tuzlu su birbirine ka­rışmadan herbiri kendi akıntısı içindedir. Dedikleri gibi özgül yoğunluk farklılığından ötürü böyledir. Bu bizi Allah'a götürmez mi?

3. "Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü açığa çıka­rıyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bîr tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz?" (Nemi: 62)

Bu âyet, mekândan mukime geçiş yapmıştır. İnsanlar, hayatlarında sıkıntıya düş­tüklerinde duaya sarılırlar ve kurtulmak isterler. İyiliğe Allah'tan başka kim ulaştıra­bilir?

4. "Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim ve rah­metinin Önünde rüzgârları müjdeleyici olarak gönderen kim? Allah İle beraber başka bir tanrı mı var? Hâşâ Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir." (Nemi: 63)

İnsanlara, kara, deniz veya hava seferlerinde yol gösteren, Allah'tır. Dört cihetten rüzgârları gönderen, Allah'tır.

c

Nemi Sûresi - 367

Kur'Sn-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Bunlardan herhangi birini sahte ilâhlardan kim gerçekleştirebilir?

5. "Yahut yaratmaya kim başlıyor, sonra onu (kim) iade ediyor? Sizi gökten ve yerden kim rızıklandınyor? Ailah ile beraber başka bir tanrı mı var? De ki: Eğer doğru iseniz delillerinizi getirin." (Nemi: 64)

Orada herhangi bir delil yok. Küfrün kulak verilen hiç bir delili bulunmaz.

İlhad, bir hastalıktır, düşünce değil. Bu vehimlerden kaynaklanan bir aldatmadır. Aklın mantığıyla bir alâkası yoktur.

Günümüzde yaygın olan materyalist felsefe, eski putperestlikten kalma "rahimle­rin dışarı attığı ve yerlerin yuttuğu" düşünceler etrafında devam etmektedir.

Bu felsefenin, "Madde, yok olamaz ve yoktan var edilemez." diyen bilimsel te­oriye dönüştürülmesi ilginçtir.

Bu hayal gölgesinde, nesiller sıfıra indirgenmektedir. Hayvansal karakter, her şe­ye egemendir:

"İnkâr edenler dediler ki: Biz de babalarımız da toprak olduktan sonra mı, biz mi (diriltilip kabirlerden) çıkartılacağız? Bu tehdit, bize de, önceden atalarımı­za da yapıldı. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir. De ki: Yer­yüzünde yürüyün, suçluların sonunun nasıl olduğunu görün." (Nemi: 67-69)

Hz. Peygamber, bu sapıklığa karşı gelmekle, insanlara âhiret düşüncesini açıkla­makla, Allah'a inanan, vahiy ile irtibatlı olan ve âhirete hazırlayan Rabbânî medeni­yeti oluşturmakla yükümlüdür.

İslâm, bütün hâl ve hareketlerinde âhiret için çalışmayı hesaba katan, Allah'ı bir­leme ve büyükleme nidalarından sonra her gün beş kez saflar halinde Rabbİ önünde duran yeryüzünde bir ümmet oluşturmuştur.

Nemi Sûresi'nde, son bölümlerine doğru bu hayattan söz eden bir âyet vardır. Bu âyet, ilerde hayvanlar âleminde, Allah'ın konuşmayı kendisine ilham ettiği ve insan­lara: "Rabbİnizi nasıl unuttunuz, akıllarınızı hiçe sayıp yaratıcınızı nasıl inkâr etti­niz?" diye konuşan bir dabbe (canlı) çıkacağından söz ediyor.

Ben bu dabbe (canlı)'nin, makam ve unvan sahibi insanlara: "Hayvanlar âlemi sizden daha şanslıdır. Çünkü sizin ilminizde şansınız yoktur. Bu yüzden ahmaklar kı­nanmaz. Size Allah zekâ bağışlamış, siz ise O'na karşı savaş açmışsınız. Sizler ne kö­tü insanlarsınız." diye karşılık veren canlı olduğunu düşünüyorum.

"O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe (canlı) çıkarırız; o on­lara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler." (Nemi: 82)

Bu dabbe (canlı) hakkında hurafeye dayalı rivayetlerin bulunması sahih değildir.

368 ■ Nemi Sûresi

M u h a m m e d Gazalî

Onun hakkında haberi yakînin oluşu bizim için yeterlidir.

Bu sûre, bu âdil yasa üzerine kurulan hesap ve âhiretten söz ederek son bulmuş­tur:

"Kim iyilik getirirse ona, ondan daha hayırlısı vardır. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar. Ve kim kötülük getirirse onların da yüzleri cehenneme yıkılır: Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?" (Nemi: 89-90)

Allah'a davet sancağı, asla Kur'ân ile bir ümmet ortaya çıkaran, vazifesi vahyi tebliğ etmek olan büyük rİsâlet sahibiyle sınırlı değildir. Bu vahiyle bu ümmete ben­zer başka ümmetler oluşacaktır.

"Ben sadece bu şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. O, burayı saygı­değer kıldı ve her şey O'nundur. Ve bana Müslümanlardan olmam emredildi. Ve Kur'ân okumam (emredildi)." (Nemi: 91-92)

Bu sınırlı dünyada bundan sonra küfrün ve İslâm'ın geleceği çok ilerde ortaya çı­kacaktır: Ve (yine) de (ki):

"Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbİn yaptıklarınızdan gafil değildir." (Nemi: 93)

Nemi Sûresi • 369